Giriş
Tekrar, Arapça bir kelime olup, sözlükte aynı bir kelimenin veya aynı bir düşüncenin, belli bir davranışın, tesadüfi olarak veya otomatik ya da kasıtlı olarak yeniden söylenmesi, ifade edilmesi veya yapılmasına denir. Tekrarın edebiyatın çarkları içerisinde öğrenme, vurgulama ve şuur altına alma maksadıyla sıkça kullanılagelen bir üslûp olduğu tartışmasız bilinmektedir.Bu yönüyle tekrar, belâgat sanatı içerisinde önemli bir yer teşkil eder. Kur'ân'da varid olup olmadığı hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür; 1) Bunlar içerisinde en meşhur olanı, Kur'ân'da zahir ve mutlak bir tekrarın var olduğu görüşüdür. 2) Diğer bir görüş ise Kur'ân'da tekrarı kabul etmez. Onlara göre Kur'ân-ı Kerim'de tekrar gibi görünen olgu, Kur'ân'ın değişik hikmetler taşıyan bir i'caz örneğidir. 3) Bir başka görüş ise tekrar çeşitleri ile ilgilidir. Bu görüşe göre, Kur'ân'da mutlak tekrar olmayıp, bazı çeşitleri itibariyle vardır Simdi sırasıyla bu görüşleri inceleyelim:
1. Kur'ân'da Tekrar Vardır Kur'ân-ı Kerim'de tekrar olduğunu ileri sürenlerin başında Bedruddin Zerkeşî (745/794), ibn Kuteybe (213/276), el-Kadı Ebû Muhammed ibn Atiyye, Celaluddın es-Suyutî (911/1506) ve Zemahşerî (538/1143) gelir. İmam Zerkeşî, "Araplar, hitaplarında müphem bir husus olduğunda onu tahkik etmek veya mânâyı tekid için tekrara başvuruyorlardı. Kur'ân onların diliyle nâzil olduğundan, hitap tarzı da onların aralarında geçerli usûllere göre olmuştur." der (Zerkeşî, 3/9). Ona göre tekrar, lâfız veya onun muradifinin yeniden zikredilmesidir (3/10-11). Bazılarına göre tekrar, kâinatta görülen bir vakıadır. İnsanın hayat boyunca tekrarla yemek yemesinden, su içmesinden ve hava teneffüs etmesinden tutun, bitkinin tekrar sulanmasına, güneşin tekrar doğmasına kadar bir çok hususta tekrarı müşahede etmekteyiz. Keza konuşmanın nesir ve şiirinde de tekrar, bir prensip olarak kendisini göstermektedir (Alûsî, 20). Zamahşerî de, "Tekrar yoluyla mânâ muhatabın ruhuna öyle yerleşir ki, bu, kökleşmiş bir akide hâlini alır. Bu da, insan fıtratının âşina olduğu bir husustur." der (Zemahşerî, 5:160).
2. Kur'ân'da Tekrar Yoktur Muhammed Kutub, Kur'ân'da tekrar bulunmadığını iddia edenlerdendir. Ona göre tekrar zannedilen, Cennet meyveleri örneği müteşabihattandır (Kutub, 245). Muasır Ürdün ulemasından Fadıl Hasan Abbas da Kur'ân'da tekrar bulunduğu iddiasını reddeder. Ona göre, tekrar zannedilen âyetler, iyice tetkik edilse, bir çok hikmete mebnî oldukları ortaya çıkacaktır (Abbas, 21).
3. Tekrar, Çeşitlerine Göre Hem Vardır Hem Yoktur Bu görüş, genel anlamda tekrarın, çeşitleri içerisinde değerlendirilmesini hedefler. Örneğin, İmam Hattabî'ye göre tekrar, memduh ve mezmum olmak üzere ikiye ayrılır. O, tekrarında ihtiyaç bulunmayan mezmum tekrarın Kur'ân-ı Kerim'de yer almadığını söyler (Bahazık, 203). Ona göre tekrar, Kur'ân'da tâzim edilmesi gereken mühim konularda gelmektedir. El-Hâkkâtu me'lhâkka; el-Kâriatu me'l-Kâria gibi. Ve yine bu meyanda Kur'ân kıssaları içerisinde tekrar olup olmadığı tartışılmıştır. Söz gelimi Seyyid Kutub, Kur'ân kıssalarında tekrar olduğunu kabul etmez ve şu açıklamayı yapar: "Kur'ân kıssalarından bir kısmının bir kaç sûrede tekrarlandığını gören bazı kimseler, bunu sırf tekrardan ibaret sanırlar. Hâlbuki, tam bir anlayışla tetkik edildiğinde görülür ki, herhangi bir kıssanın bir parçasının tekrar tekrar anlatılması, yeni bir mevzua ışık tutmak ve yeni bir meseleyi aydınlatmak içindir. Ve anlatılan kısım, sadece o mevzu ile alâkalı bir parçadır." (S. Kutub, 1:112). Eski Ezher şeyhlerinden Muhammed el-Hıdır Hüseyin (1876-1958) de Kur'ân kıssalarında tekrarı reddederek, "Kur'ân kıssalarında tekrar yoktur. Bir sûrede zikri geçen aynı kıssa diğer bir sûrede daha değişik mânâ ve hikmetleriyle gelir" der (et-Tunusî, 537-554). "Muhatap Âdem, Nuh, Musa (aleyhimusselâm) ile ilgili bazı kıssaların tekrar edildiğine şahid olur. Aslında tam bir tekrar yoktur. Sûrenin genel havası ve siyak münasebetiyle aynı kıssa her seferinde değişik ayrıntılar eklenerek farklı üslûpla ele alınır ve bu farklı detaylar değişik ibretlere medar olurlar.. Keza aynı şahısla ilgili kıssanın çeşitli yerlerde zikredilen unsurları, ihtilâf veya zıtlık olmaksızın, bir tek konu teşkil eder. Değişik pasajlar bir araya getirildiğinde konunun büyük ve detaylı bir tablosu elde edilir.". Kur'ân'daki kıssaların tekrarı mutlak değildir. Aynı kıssa, herhangi bir sûrede, o sûrenin ana temasına ve takip ettiği daha başka maksatlara uygun düşen, hizmet eden yanlarıyla anlatılır. Kur'ân, kıssanın bir halkasını nazara verdiğinde, normal olarak daha önce zikretmediği yeni bir hususu sevk eder ve lâfızlarında da bazı değişiklikler yapar. Meselâ, Kur'ân'da en çok tekrarlanan kıssa Hz. Musa kıssasıdır. Bu kıssa takriben otuz yerde varid olmuştur. Bu tekrarlarda altı yer hariç, kıssaya siyaktan dolayı tevcihî işaretler vardır. Esas halkalar ise hemen hiç tekrar edilmez. Eğer kıssanın bir bölümü (sahnesi) tekrar edilmişse, muhakkak yeni bir şey getirilmiştir. Bu kıssa, öteki kıssalar hakkında da bilgi verir. Binaenaleyh, dikkatsiz, tetkiksiz sathi Kur'ân okuyucularının zannettikleri gibi, Kur'ân kıssalarında mutlak tekrar yoktur (Çelik, 12).
Bir Değerlendirme Konu ile geçen misalleri arttırmamız mümkündür. Fakat, şu hususun altını çizmek gerekir. Bu konu, öteden beri bazı müsteşriklerin serrişte ettikleri bir husustur. Yukarıda adı geçen bazı Müslüman âlimler, meseleye müsteşriklere cevap açısından yaklaşmışlardır. Oysa, mesele Kur'ân'ın kendisi içinde mütalâa edilmelidir. Bir lâfzın birkaç yerde geçmesi tekrar demek midir, bu konuda üzerinde durmak gerekir. Lâfız, evet çok defa, mânâya hizmet eder; fakat aynı zamanda, belâgata da hizmet eder; daha da önemlisi, kendisi için serdedildiği hedefe hizmet eder. Dolayısıyla konu, çok yönlü ele alınmalıdır. Ayrıca, herhangi bir lâfız, mânâ-yı ismîsiyle, yani sadece kendi adına ele alınmamalıdır. Her lâfzın, bulunduğu cümle, paragraf ve metinde kendine has bir yeri olduğu gibi, o cümle, paragraf ve metnin bütünlüğü içinde de bir yeri vardır. Bu bakımdan, meselâ bir binada taş veya tuğla, çimento gibi ana malzeme, binanın hemen hemen tamamında kullanılır. Buna karşılık, kereste gibi belirli yerlerde kullanılanlar, cam gibi daha az yerlerde kullanılanlar da vardır. Bu temel prensibi kâinatta her yerde görürüz. Kâinattaki bütün varlıkları oluşturan kaç temel madde vardır; ama bu temel maddeler, sayısız çeşitte varlığa malzeme olmuştur. Dolayısıyla, eğer aynı kelime, ibare ve cümlelerin farklı yerlerde kullanılması gerekliyse, bunu kullanmamak eksikliktir. Kullanılması ise, mezmum bir tekrar değil, bir lüzum hâlini alır. Ayrıca, aynı lâfız bir kaç mânâya da gelebilir. Kanaatimizce mesele, bütün bu hususlar çerçevesinde değerlendirilmelidir. Meselenin bir diğer boyutu da şudur. Kur'ân-ı Kerim, her şeyden önce, belli maksatları olan bir irşat kitabıdır. O, her çağda ve her yerde her seviyeden insana hitap eder. Bunun dışında, onda çok farklı hususlar da yer aldığı gibi, 'tasrif', yani ana fikir ve verilmesi gereken mesajları, farklı yerlerde, farklı konular içinde, farklı açılardan, farklı delillerle, fakat daima birbirini destekler ve neticede aynı hedefe parmak basar bir üslûpta takdim etmek, Kur'ân'ın en önemli üslûp özellik ve esaslarından biridir. Yine, Kur'ân, 23 yılda çoğu defa farklı hâdiseler üzerine inmiş, bazen sorulan sorulara cevap vermiştir. İnsan hayatı, birbirinden bağımsız ve kopuk malzemelerden mürekkep değildir. Bu hayatın, her bir karesi diğerleriyle içten münasebet içindedir ve hepsi birden bir bütünlük arz eder. Hattâ, bu karelerin belirgin kenarları, çizgileri bile yoktur. Dolayısıyla, elbette kullanılan malzemede benzerlikler, aynılıklar olacaktır. Ama, bu aynılıklar hiç bir zaman tıpatıp değil, mislîdir, yani misliyle aynılık vardır.
İddia Edilen Tekrar Çeşitleri ve Kur'ân Kur'ân-ı Kerim'de tekrar olduğunu iddia edenler, onu çeşitleri ile değerlendirmektedirler. Bu meyanda tekrarı bir kaç kısma ayırmışlardır. Bunlar, yaygınlık sırasıyla şunlardır: Âyetlerin tekrarı, Kıssaların tekrarı Anahtar bir kelimenin tekrarı Bazı emir ve nehiylerin tekrarı Harf tekrarı.
Şimdi sırasıyla bu çeşitleri görelim: Âyetlerin Tekrarı Kur'ân-ı Kerim'de sözü edilen tekrar çeşitleri içerisinde belki de en meşhuru bazı âyetlerin tekrar edildiği iddiasıdır. Bu iddiaya göre, Kur'ân-ı Kerim'de bazı âyetler bir çok hikmete mebni tekrar edilmişlerdir. Kanaatimizce, meseleye öncelikle her dilin kendi ölçüleri içerisindeki karakteristik yapısı göz önünde bulundurularak bakmakta fayda vardır. Cümle, malûm olduğu üzere kelime gruplarından oluşan mânâlı sözlerdir. Duygu, düşünce ve fiili ifade eden bir cümleyi oluşturabilmek için gerekirse aynı lâfzı birden fazla kullanmak, dilin karakteristik özelliğinden olsa gerektir. Buna aceleci bir hükümle tekrar hükmü verilmesi yanlış olmalıdır. Diğer yönden, Kur'ân'ın İlâhî mesajının kendine has karakteristik üslubu da unutulmamalıdır. İlk bakışta tekrar gibi gözükse bile, tekrar gibi gözüken bu şeyde teknik olarak gizli bir sanat ve i'caz vardır. Bu hususu bazı misallerle izah etmeye çalışalım: Tekrar olduğu iddia edilen âyetlerden biri Kâfirûn Sûresi'nde geçen 3 . ve 5. âyetlerdir. İlk bakışta lâfızlarında müştereklik görünen 3. ve 5. âyetler arasında aslında mânâ yönüyle büyük farklılık bulunmaktadır. 3. âyet, ekser müfessirlerin ittifakıyla hâli anlatmaktadır. Yani Resûlullah (s.a.s), müşriklerin vahyin indiği andaki hâllerini tasvir adına, "Sizler, benim taptığıma tapmıyorsunuz" demektedir. Lâfzen aynı görünen 5. âyette ise durum farklıdır. Burada Allah Teâlâ'nın Resûlü'ne gaybdan haber vermesi ile gerçekleşen mûcizevî "Sizler, benim taptığıma (istikbalde de) tapacak değilsiniz" ihbarı söz konusudur. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, bu mevzuda şöyle der: "..Siz de benim ibadet etmekte bulunduğum Ma'buduma ibadet edicilerden değilsiniz. Yahut siz de benim gibi tevhid ve ihlâs ile ibadet etmediniz, etmiyorsunuz ve etmezsiniz. Bu iki âyet ilk bakışta evvelkilerin tekrarı gibi görünür. Bunda müfessirlerin iki vechi vardır: Birisi, mahza te'kid ile takviye için tekrar edilmiş olmasıdır ki, üçüncü menfi cümle, ismiyye olarak daha kuvvetli bir surette birinciyi, dördüncü de aynıyla üçüncüyü mânâ itibariyle te'kit eder denilmiştir." Elmalılı, burada böyle te'kidli bir tekrarın dil açısından mümkün görünmediğini izah ettikten sonra şu neticeye varır: "Şu hâlde bunda lugavî mânâsıyla bir te'kit ve takviye zahir olsa da, ıstılah mânâsıyla bir te'kit zahir değildir. Bu bir atıftır, atıf ise az çok başkalık ifade eder, onun için cumhur, bu âyetlerde mânen tekrar olmadığını ve binaenaleyh sade te'kit değil, her birinin bir tesis olduğunu beyan etmişlerdir." (Yazır, 9:6224-6226) Şimdi de, hakkında tekrar olduğu beyan edilen kıblenin tahvili ile ilgili âyetlere göz atalım; (Ey Muhammed!) Elbette İlâhî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz. Haydi çevir yüzünü Mescid-i Haram'a doğru! Siz de ey mü'minler, nerede olursanız olunuz çevirin yüzünüzü oraya doğru. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rabbileri tarafından olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir (Bakara/2: 144). Her nereden yola çıkarsan çık, sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz de ey mü'minler! Her nerede olursanız yüzünüzü oraya doğru çevirin ki, halk aleyhinizde kullanacak bir delil bulamasın. Yalnız onlardan haksızlık edenler başka! Siz de onlardan değil, Ben'den çekinin ve o tarafa yönelin ki, size olan nimetlerimi tamamlayayım ve böylece siz de doğru yolu tutmuş olasınız (Bakara/2: 150). Bu âyetlere ilk bakışta mânânın vurgulanması maksadıyla tekrar edildiği iddiasında bulunulmuştur. Buna karşılık, başka görüşte olanlar da vardır. Dikkat edilecek olursa, vurgu ile beraber her iki âyetin ayrı ayrı vazifelerinin olduğu da görülecektir. Malûm olduğu vechile, kıblenin Beyt-i Makdis'ten Kâbe'ye tahvili Resûlullah'ın (s.a.s) kalbî arzusu doğrultusunda vahiyle gerçekleşmiş, böylelikle Müslümanlar kendi ibadetlerindeki bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu yönüyle ilk âyet Resûlullah'a (s.a.s) ve mü'minlere bir nevi kalblerinden geçirip arzu ettikleri kıblenin değişmesi hâdisesini, ikinci âyet ise, buna ilâve olarak, bu değişme ve yeni kıble hükmünün ebediyen kalıp, başka bir değiştirmenin mümkün olmayacağını bildirmektedir. Zira ilk âyet, '(Ey Muhammed!) Elbette İlâhî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz' ihbarından hemen sonra gelmiştir. Ve tekrar edildiği iddia edilen âyet bu sibak ile irtibatlıdır (Abbas, 44-45). Öte yandan, ikinci âyetin fasılasıyla gelen ta'lil ise, bir farkıyete işaret etmektedir: "Yüzünüzü oraya (Kâbe'ye) doğru çevirin ki, halk aleyhinizde kullanacak bir delil bulamasın.." Elmalılı da 2. âyetin tefsiri ile ilgili yaptığı yorumda; "..bununla beraber içine aldığı bazı hikmetler de açıklanmak suretiyle bu pekiştirme, ayrıca müstakil bir mânâyı da ifade edecektir. Şöyle ki: ... İşte kıblenin değişmesi emrinde önce size karşı böyle aklî ve naklî bakımdan haklı olabilecek delilleri büsbütün kaldırmak ve hasımlarınıza aleyhinizde hiç bir delil bırakmamak hikmeti vardır... İkincisi, size nimetimi tamamlamam içindir" der (Yazır, [Azim Dağıtım], 1:442). Üzerinde en çok konuşulan ve hakkında ekseriyetle tekrar olduğu iddia edilen bir diğer misal de Rahman Sûres'inde geçen, "Öyleyken Rabbinizin hangi nimetini inkar edebilirsiniz?" âyetidir. Burada lâfzî benzerliğin olduğu muhakkaktır. Fakat, meseleye küllî olarak yaklaşıldığında, bu her bir âyetin sibakıyla irtibatlandırılması gerektiği ortaya çıkar. "Aynı cümlenin tekrarına gelince, bu bazen muteallâkın, yani ilgili olduğu yerin çokluğundan ileri gelebilir. Nitekim Rahmân sûresinde 31 kez tekerrür eden her "Öyleyken, Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?" cümlesi, kendinden önce zikredilen hususa tealluk etmektedir. Allah Teâlâ, insanlara ve cinlere hitapla, onlar için yarattığı nimetleri sayıp dökmekte ve her nimet faslından sonra onların bu nimetleri itiraf etmelerini isteyip, şükür vazifelerini hatırlatmaktadır" açılamasını yapar. İbn Kuteybe de: "Bu tekrar, nimetlerin farklı olmasındandır, zira her değişik nimetin zikrinden sonra bu âyet gelmiştir" görüşündedir (İbn Kuteybe, 8:190). Bu durumda, "Öyleyken, Rabbinizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz" âyetinin tefsir ve yorumu, kendinden önce zikredilen hususlar ile birlikte yapılmalıdır. Bu her bir âyetten önce zikredilen nimetler farklı farklıdır ve onların her biri birer büyük nimet olup, karşılığında, hem nimet olduklarının vurgulanması, hem onlar için gereken şükür vazifesinin hatırlanması ve bu münasebetle Tevhid'e önemli bir gönderme daha yapılması gerekmektedir. Bu görüşlerden ayrı olarak bu âyetler, "Allah" lâfzı yerine özellikle "Rab" kelimesinin seçilmesindeki hikmet, bu kelimenin zamire izafetindeki, yani "kümâ" zamiri ile insanlara ve cinlere muzaf kılınmasındaki hususiyet, Türkçe "nimetler" olarak tercüme ettiğimiz, "âlâ" kelimesi ile, "inkâr edebilirsiniz?" diye tercüme ettiğimiz "tukezziban" kelimelerinin hem semantik hem de işaret ettiği merciyetleri mevzuu ve benzeri noktalar açısından da ele alınabilir.
Kıssaların Tekrarı Kıssa, Kur'ânî istılahatta, Kur'ân'ın yalan ihtimali ve hayalin karışması mümkün olmayacak bir tarzda tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya bazı izleri insanlığın hafızalarında varlığını koruyabilmiş hâdiselerin; muhataplara, âdeta olaylara yeniden bir canlılık vererek anlatılması, beyan edilmesidir (Şengül, 46). Kıssa, Kur'ân-ı Kerim'in i'caz yönünden nazım ve üslûptaki bir çeşit edebi özelliğidir. Kasımî, Mehasinu't-Te'vil'de, "Kıssaların tekrarı, va'z u nasihatı pekiştirir; çünkü kıssalardan bir kısmı itaat ve imana davet ederken, öbür kısmı küfür ve isyandan sakındırır" der (Kasımî, 158-159). Kıssalarda tekrar olduğunu iddia edenler, kıssaların farklı üslûp ve çeşitlilik arzettiğini vurgulamaktan da kendilerini alamazlar. Meselâ, İmam Zerkeşî, Kur'ân'da tekrarın hikmetlerini izah ederken, "Allah Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de, bir kıssayı çeşitli yerlerde, farklı üslûplarla anlatmakla tehaddiyi (meydan okumayı) geniş tutmuştur." yorumunda bulunur (Zerkeşî, 3:27). Farklı üslûplarla anlatım, tekrar olmaktan çıkmış olmayı gerekir. Dikkat edilecek olursa, bir konunun farklı üslûplarla ele alınması tekrar olmayıp, bir çeşit belâgat keyfiyetidir. Bu da, Kur'ân-ı Kerim'e has bir özelliktir. Aynı zamanda bir kıssayı, neticede tek bir mânâya götüren ve anlatım üslûbunu da zedelemeden muhtelif lâfızlarla tekrar etmek, fesahat ve belâgatın zor yönlerindendir ki, bunu ancak üstün ifade melekesi ve belâgat gücü olan başarabilir. Kur'ân'da değişik yerlerde farklı üslûp ve miktarlarda zikredilen bir kıssanın bölümleri bir araya getirildiğinde, o kıssanın tafsilâtlı olarak bütününü oluştururlar. Bu gerçeği ispat için, özellikle Seyyid Kutub, A. Kerim el-Hatib, M.Mahmud Hicazî ve aynı metodla kıssalar üzerinde araştıma yapan bazı müellifler, Kur'ân'da en çok zikredilen Hz.Musa (a.s.) kıssasını ele alarak incelemişlerdir. Neticede, kıssalarda gerçek bir tekrarın ve tekrar gibi görünen pasajlar arasında da her hangi bir tenakuzun olmadığını ortaya koymuşlardır.
Anahtar Bir Kelimenin Tekrarı Aynı âyet veya onu takip eden âyetler arasında geçen bazı özel tabirlerin yeniden zikredilmesi, bazılarınca o tabirin tekrarı olarak anlaşılmıştır. Buna misal olarak, Meryem Sûresi 41-45'inci âyetlerinde geçen "babacığım" lâfzı verilir: Kitap'ta İbrahim'i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum. Bu görüşe göre, âyetlerde geçen anahtar kelime "babacığım" lâfzıdır. Onun için, sık sık ona dikkat çekilmektedir. Oysa, siyaktan anlaşıldığı üzere, kıssada mihver; tevhidi, nübüvveti ve haşri konu edinen Meryem Sûresi'nin konu bütünlüğü içerisinde Hz. İbrahim'in tevhide çağrısıdır. Bu çağrıda taklidin bırakılıp tefekküre ve istidlâle tabi olunması istenmektedir. Baba, burada sadece kıssanın bir figürüdür. Dolayısıyla, "babacığım" lâfzının seçilmesi bir çok hikmete mebnidir. Bunlardan, baba-oğul diyalogu içerisinde hitap edebi, baba-oğul ilişkisinde olması gereken sevgi tezahürü, davetin kat'i ve sert üslûpla değil yumuşak ve nezaket içerisinde olması gerekliliği vb. hikmetler sayılabilir. Kur'ân, bu kıssadan hareketle, umumi mânâda sosyal hayat içerisinde ve hususi mânâda akraba ilişkilerinde nezaketi esas alan böyle bir hitap şekli tavsiye etmektedir. Buna, tekrar yerine, babasına karşı acıma, şefkat ve aynı zamanda muhabbet hisleri taşıyan bir oğulun, onu İlâhî azaptan kurtarma adına sa'y ve gayretleri denebilir. Diğer yönden, kıssada cereyan eden davetin bir defaya ve zamana mahsus olmayıp, değişik vesilelerle vuku bulmuş olması ihtimali, hattâ gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Bazı Emir ve Nehiylerin Tekrarı Kur'ân-ı Kerim, dünya ve âhiret'i tanzim eden bir kanunlar manzumesi olması hasebiyle, içinde emir ve nehiylerin bulunması kaçınılmazdır. Bu yönüyle, evrensel bir ahkâm kitabıdır. Tefsir çeşitleri içerisinde önemli bir yer tutan "ahkâm tefsirleri" Kur'ân'ın bu yönünu incelemektedir. Fakat Kur'ân'ın orijinal mesajı gereği ihtiva ettiği bu ahkâmı ifadede de tekrarlardan bahsedilebilir mi? Bu konuda cumhurun görüşü, ahkâm âyetlerinde tekrarın söz konusu olmadığı yönündedir (Abbas, 24). Bu arada, ahkâm âyetleri içinde tekrar olduğunu iddia eden azın azı diyebilecegimiz görüş sahiplerinin konu ile ilgili zikrettikleri yorumları (Çelik, 12) sadece ilmî emanet gereği değerlendirmeyi uygun görüyoruz. Ahkâm âyetlerinde, daha doğrusu, ahkâmı vaz' etme sadedinde de, va'din tekrarı ile sevaba teşvik ve iyi fiillerin işlenmesine sebep olma, vaîdin tekrarı ile de kötü fiillerden sakındırma hikmeti gereği tekrarların yapıldığı ileri sürülmüştür. Fakat, Kur'ân-ı Kerim mu'ciz olması hasebiyle az sözle çok şey ifade eder. Zikredilen bu hikmetler, mutlaka tekrar ile hasıl olacaksa, Kur'ân'ın takdim ettiği her hakikati tekrar etmesi beklenmelidir. Hâlbuki Kur'ânî dilde, yukarıda zikredilen bu ta'lil ve hikmetlere medar olacak fenomen, tekrar değil "tezkir"dir; yani hatırlatmadır. "Farklı lâfızlarla aynı mânâyı ifade eden emir ve nehiylere" tekrar isnadı da kanaatimizce isabetli değildir. O kadar ki, Kur'ân-ı Kerim'de ilk bakışta müteradif gibi görünen lâfızların bile, serdedildikleri metin içinde iyice tetkik edildiklerinde, her defasında önemli nüanslar ihtiva ettikleri anlaşılacaktır.
Harf Tekrarı Buna misal olarak: "Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam mânâsıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar" (Nisâ/4: 65) âyeti verilir. Bu âyetin özellikle son bölümünde "Cim" harfinin, kulağa hoş gelecek şekilde ardı ardına gelerek tekrar edildiği iddia edilmiştir. Diğer misal ise: "Kendilerine kesin ve açık deliller gelmiş ve Resûl'ün hak peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, iman ettikten sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidayete erdirir mi? Yok, yok Allah, zalimler güruhunu Cennet'e giden yola koymaz. Böylelerinin cezası, Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır" (Âl-i İmran/3: 86-87). Bu âyette de tekrar edildiği iddia edilen "ha" harfinin, kulağa hoş gelecek bir musikî etkisi oluşturduğu muhakkaktır. Buradaki zahirî harf tekrarları, aliterasyonlarla veya cinaslarla seci' meydana getirmektedir. Zira âyetlerde geçen aynı harfler, içinde bulundukları her bir kelimenin bünyesine dahildir. Burada tekrardan ziyade, belâgat ve sanat aranmalıdır. Sonuç İnsanlığın dünya ve âhiret saadetinin temini yolunda bir hidayet rehberi olan Kur'ân-ı Kerim, Allah kelâmı olması hasebiyle en mükemmel i'caz şaheseridir. Araştırıldığında, diğer semavî kitaplar arasında sadece Kur'ân'ın hidayet ile i'cazı eşsiz bir tarzda bir arada dercettiği görülecektir. Arap edebiyatının zirvede olduğu Kur'ân'ın nâzil olduğu dönemlerde, "Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın" (Bakara/2: 23) meydan okuması ile bütün insanlığa çağrıda bulunmuş, fakat o gün bugündür kimse bu meydan okumaya karşı duramamıştır. Sadece bu yönüyle bile onun mûcizeliği tartışmasızdır. Kur'ân'ın i'caz yönlerinden biri, O'nun nazım, üslûp ve kelimelerden oluşan beyan tarzıdır. Dolayısıyla O'ndaki her bir lâfız - bu ister bir cümle, ister bir ibare, ister bir kelime ve isterse bir harf olsun - öylesine yerindedir ki, bir başkasıyla değiştirilecek olsa, nazım da, hattâ mânâ da, O'nun belâgatı da zedelenecektir. Kur'ân-ı Kerim'de tekrar gibi görünen fenomen de, onun değişik hikmetler, i'caz yönleri, mânâ özellikleri taşıyan bir hususiyetidir. Aynı lafzın birkaç yerde geçmesi, kanaatimizce tekrar olmasa gerekir. Zira lâfzın yeniden kullanılması, yukarıda ifade edilen hususiyetlere ilâve olarak, dilin etimolojik ve semantik yapısının da gereğidir. Dikkat edilecek olursa, her yazıda olduğu gibi şu makalemizde de ifadenin gereği olarak kullandığımız, kullanılması gereken aynı kelimelerin sayısı oldukça fazladır.
Alıntı : Kaynaklar - Abbas, Fadıl Hasan, Esalibu'l-Beyan, ders notları. - el-Alûsi, Mahmud, Ruhul Meâni, Beyrut,1985. - Bahazık, Ömer Muhammed Ömer, Şerh Risaleti'l-Beyani İ'cazi'l-Kur'ân li'l-Imam Ebî Suleyman Hamd b.Muhammed b. Ibrahim el-Hattabî, Daru'l Me'mun li't-Turas. - Çelik, Muhammed, Kur'ân'da Tekrar, basılmamış makale. - İbn Kuteybe, el-Bahru'l Muhit, c. 8. - Kutub, Seyyid, Fî Zilâli'l-Kur'ân. - Kutup, Muhammed, Dirasatun Kur'âniyyetun, Daru's-Şurûk, Beyrut. - Şengül, Idris, Kur'ân Kıssaları Üzerine, 1994. - et-Tunusî, Muhammed el-Hıdır Huseyn, Mecelletu Livai'l-İslâm, 7.sayı, Yıl:4. - Ünver, Mustafa, Kur'ân'ı Anlamada Siyakın Rolü, Sidre yay. Ank. 1996. - Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, 1936. - Zemahşerî, Muhammed b.Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki't-Tenzil, Kahire,1397/1977. - Zerkeşî, Bedruddin, el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'ân, Thk: M.Ebû'l-Fadl İbrahim, Beyrut. Daru'l Marife, 1972.