“Doğrusu davarlarda da sizin için deliller vardır: Zira size, onların karınlarında olan ile kan arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından afiyetle geçer.” (Nahl, 16/66)
Allah’ın varlığına, birliğine emare ve delillerden birisi de hayvanlardır. Allah (cc), içtiğimiz hâlis ve tam gıda olan sütü, hayvanların içinde kan ve fışkı (arasın)dan hâsıl etmektedir.
Artık ilmen sabittir ki, canlının yediği gıda, midede ve bağırsaklarda sindirilir. Atılacak artık madde bağırsaklarda kalır; sindirimle hasıl olan kan ise bir kısım guddeler tarafından emilir ve kan damarlarına sevk edilir. İlk tasfiye böyle yapılır.
Bunun ardından, süt guddelerine gelen kanın bir kısmı bu guddelerdeki hücrelere besin, bir kısmı da memeler musluğunda süt haline gelir.
Modern ilim, hayvanın yediklerinin süt haline gelebilmesi için, onun midede sindirilmesini müteakip önce fışkıdan, pislikten ayrıldığını ve sonra da kandan ayrıldığını söylüyor.
Kur’ân’da, “min beyni fersin ve demin” ifadesiyle, “Kan ve fışkı arasında iki tasfiyeye tabi tutularak, meme musluklarında süt haline gelir.”buyuruyor.
"Sütün oluşumunda kandan söz edilmesi çok dikkat çekicidir. Şöyle ki : Kan vücut içinde dolaşıp dokuların ve organların muhtaç oldukları gıda maddelerini ve gereken oksijeni taşımaktadır. Böylece imal edilen sütte besin maddelerinin meydana gelmesini sağlamakta kanın elbette ki rolü çok büyüktür. Görülüyor ki, on dört asır önce kanın vücutta sağladığı hayatî faaliyetini ve sütün oluşmasındaki rolünü konu edinen Kur'ân'ın insan sözü olması düşünülemez. Çünkü o tarihlerde ilmin temelini oluşturan bu gibi bilgileri bilen ve okutan bir okul mevcut değildi." (bk. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 7/3346.)
Bunu, 14 asır öncesinde Kur’ân’la haber veren Allah Resûlü’nün (sav) şahsen bilmesi şüphesiz mümkün değildi. Bunu ona, Kur’ân vasıtasıyla öğreten Allah’tı.