Bir önceki makalemizde Kur'ân-ı Kerîm meâllerinde karşılaşılan bazı güçlükleri ele almış, zamirlerin mercilerini belirlemeye dikkat etmemenin veya bu husustaki isabetsizliğin, mânâ kargaşasına sebep olduğunu, ortaya çıkardığı müphemlikten ötürü yanlışlara yol açabildiğini arzetmiştik. Bu makalemizde, Kur'ân-ı Kerîm meâli hazırlarken umumî hükümden yapılan istisna durumlarında meydana çıkan bazı zorlukları ele alacağız.
Misal olarak Sâffât Sûresi'nin 38-41 âyetlerini ele alalım.
إِنَّكُمْ لَذَائِقُو الْعَذَابِ الأَلِيمِ * وَمَا تُجْزَوْنَ إِلاَّ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ * إِلاَّ عِبَادَ اللهِ الْمُخْلَصِينَ * أُولَئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌ
Hemen önceki ayetlerde, şirk inançlarında ısrarla devam edip, Hz. Peygamber'e (s.a.s) hakaret eden, Allah'ın birliğine ve imana karşı koyan mücrimlerden bahsedilmekte, 38. âyette kendilerine hitaben: "Elbette acı azâbı tadacaksınız!" denilmektedir. 39. âyette de bu acı azaba maruz kalmalarının sebebi bildirilmektedir: Bu can yakan azâba durup dururken değil, ömür boyunca yapageldikleri inkâr ve isyanlar sebebiyle duçâr oldukları, sırf yaptıklarının karşılığını aldıkları vurgulanmaktadır. Onlara yapılan azâpların anlatımı böylece bitirildikten sonra 40. âyette sıra, Allah Teâla'nın makbul kullarına gelmekte, onların ise mükâfatlarını kat kat alacakları, kendilerine mükemmel ve tarife hâcet olmayan nasipler verileceği beyân buyurulmaktadır. Bu âyette, Arapçada “illâ” edatıyla yapılan bir istisna üslûbu kullanılmıştır.
İstisna bazen muttasıl, bazen munkatı' olur. Munkatı' olduğunda, lâkin mânâsına gelir, artık gerçek bir istisna anlamı kalmaz. Dolayısıyla “illâ”dan sonra gelen kısmın, tamamen başka bir kategoriden bahsettiği “illâ”dan öncekilerle ilişkisi olmadığı anlaşılır. İşte buna dikkat edilmediği takdirde, hitabın “illâ”dan sonrakileri de kapsadığı bu sözün onlara da yöneltildiği, fakat sonra hariç tutuldukları anlamı çıkar. Halbuki "O mücrimlerin durumu budur. Onlar o azâbı tadacaklardır. Onları bir tarafa bırakalım. Gelelim Allah'ın makbul kullarına, işte bunlar mükâfatlarını kat kat alarak, mükemmel bir nasipten yararlanacaklardır." denilse, elbette daha iyi olur ve böylece mü'minlerin o hitabın kapsamında olmadıkları açıkça ortaya çıkar.
Bu parçada önemli diğer bir husus da “illâ” edatının ilişkili olduğu yerdir. Ebu's-Suûd Efendi şöyle diyor: "Burası “zâiku”daki zamirden istisnayı munkatı'dır. İkisinin arasındaki kısım (yani 39. âyet) ise itirazî (parantez içi) bir cümleciktir. (...) Burayı istisnayı muttasıl zannederek “tüczevne” hitabındaki zamirden istisna edilmiş sayıp bütün insanlara teşmil etmek en küçük bir ihtimal dahilinde bile değildir." Mânâ şudur: "Siz bu acı azâbı tadacaksınız, Allah'ın hâlis ve muvahhid kulları ise böyle olmayacaklar."1
Şimdi gelecek bölümde mezkûr âyetlerin meâllerini çeşitli eserlerden iktibas ederek, her birini değerlendirme imkânı bulacağız.
1. Elmalılı Hamdi Yazır:
38-40- Elbette siz o elîm (gayet acı) azâbı tadacaksınız. Mâmafih başka değil, hep yaptığınız amellerinizle cezâlanacaksınız; müstesnâ ancak Allah'ın ihlâs verilmiş kulları.
41-42- Onlar için bir malum rızık var, meyveler (var) ve onlara hep ikrâm olunurlar, Naîm Cennetlerinde,
2. Hasan Basri Çantay:
38- Elbette siz o acıklı azâbı tadacaksınız.
39- Yapmakta idiğiniz şeylerden başkasıyla da cezâlandırılmayacaksınız.
40- Allah'ın ihlâsa (ve samimiyete) erdirilmiş kulları müstesnâ.
41- Onlar böyle. Onlar için (hassaları) ma'lûm rızık vardır.
3. Ömer Rıza Doğrul:
38- Siz muhakkak ki, acıklı azabı tadacaksınız.
39- Gördüğünüz (cezâ) yaptıklarınızın karşılığından başka bir şey değildir.
40- Allah'ın hâlis kulları (ise) başkadır.
41- Onların malûm bir rızkı vardır.
4. A. Fikri Yavuz:
38- Elbette siz (ey Mekke halkı, tekzip etmekle) o acıklı azâbı tadacaksınız.
39- Ve (dünyada) yapmış olduğunuz şeylerden başkasıyla cezâlandırılmayacaksınız.
40- Şu kadar ki, Allah'ın ihlâs sahibi kulları müstesnâdır.
41- İşte bunlar için, (özellikleri) belli bir rızık vardır.
5. Diyanet İşleri Başkanlığı:
38- Şüphesiz siz can yakıcı azâbı tadacaksınız.
39- Yaptığınızdan başka bir şeyle cezalanmayacaksınız.
40- Ancak Allah'a içten bağlı kullar bunun dışındadır.
41-42- İşte bildirilen rızık ve meyveler onlaradır...
6. Prof. Dr. Süleyman Ateş:
38- Siz acı azâbı tadacaksınız.
39- Sadece yaptığınız (işler)le cezâlanıyorsunuz.
40- Ancak Allah'ın hâlis kulları bu cezânın dışındadır.
41- Onlar için bilinen bir rızık vardır.
7. İSAV- Medine:
38- Kuşkusuz siz acı azâbı tadacaksınız.
39- Çekeceğiniz cezâ, yapmakta olduğunuzdan başka bir şeyin cezâsı değildir.
40- (Bu azâptan) ancak Allah'ın hâlis kulları istisna edilecek.
41,42- Bunlar için bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır....
8. Bekir Sadak:
38- Siz, gerçekten acı azâbı tadacaksınız.
39- Yaptıklarınızdan başkasıyla da cezalandırılmayacaksınız!
40- Allah'ın hâlis kulları ise,
41- Bunlar için özel rızık hazırlanmıştır.
9. Bahattin Sağlam:
38- İşte hiç şüphesiz, siz elim bir azâbı tadacaksınız.
39- Ve yaptıklarınızdan başka bir şey ile cezâlandırılmayacaksınız.
40- Allah'ın ihlâsa muvaffak olan kulları hariç.
41- İşte onlar için belli bir rızık vardır.
10. Muhammed Esed:
38- Bakın siz, (öteki dünyada) acıklı azâbı tadacaksınız.
39- Ama yapmış olduğunuzdan başka bir şeyle cezâlandırılmayacaksınız.
40- Ancak Allah'ın hâlis kullarına böyle davranılmayacak.
41- (Öteki dünyada) onlar için, yabancısı olmadıkları bir rızık hazırlanacaktır.
11. Celal Yıldırım:
38- Ve sizler, elbette elem verici azâbı tadacaksınız.
39- Ve ancak siz yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.
40- Ancak Allah'ın (imân temeli üzerinde gelişip) İyi niyetli, gösterişten uzak, samimî kulları müstesna..
41- İşte bunlar için bilinen, belirlenen bir rızık vardır.
12. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk:
38-Yemin olsun, siz o acıklı azâbı mutlaka tadacaksınız.
39- Ve yalnız yapıp ettiklerinizin karşılığıyla cezâlandırılacaksınız.
40- Allah'ın ihlâsa erdirilmiş temiz kulları başkadır.
41- Onlar için belirlenmiş bir rızık vardır.
13. Ali Bulaç:
38- Şüphesiz, siz, acı azâbı tadıcılarsınız.
39- Yaptıklarınızdan başkasıyla cezâlandırılmayacaksınız.
40- Ancak muhlis olan kullar başka.
41- İşte onlar, onlar için bilinen bir rızık vardır.
14. Yeni Asya Yay.:
38- O pek acı azâbı muhakkak tadacaksınız.
39- Ve ancak kendi yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
40- Allah'ın ihlâslı kulları bundan müstesnadır.
41- Onlar için bilinen rızıklar, türlü türlü meyveler vardır.
Meallerin çoğunda "rizkun ma’lûm - bilinen malûm rızık" olarak tercüme edilmiştir. Bu sathî bir tercümedir. Birçok kimse burayı: "Bilinen, yani sıradan bir rızık" diye anlar. Halbuki ma'lûm burada, "tarife hacet kalmayacak derecede belli, yani mükemmel" anlamındadır. Bekir Sadak: "Özel bir rızık", A. F. Yavuz: "Özellikleri belli rızık" demekle isabet edip, bunu telafi etmişlerdir.
Demek ki Sâffât, 38-41 bölümünde meâl verilirken şu hususlara dikkat etmek ekseri meâl sahiplerinin dikkatinden kaçmış bulunuyor:
1- İstisna edatının ilişkili olduğu âyet 38. âyet olduğu halde, 39. âyet zannedilmiş.
2- İstisna-yı munkatı' olduğu gözden kaçarak, "ancak" denerek istisnayı muttasıl mânâsı verilmiş.
3- "ma’lûm", kelimesi "bilinen" diye tercüme edilerek "sıradan bir rızık" zannına yol açılmış. Yanımızda bulunan eserlerden Bekir Sadak'ınki: "Allah'ın hâlis kulları ise", İSAV'ın eseri ise; "Bu azâptan" kaydını koyarak isabetli anlam vermişlerdir.
Biz şöyle bir meâl vermeyi teklif ediyoruz:
38,39- "Siz (yarın âhirette) elbette o acı azâbı tadacaksınız. Ama aslında siz, sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz, yoksa size bundan fazla bir azap verilmeyecek.
40- Lâkin Allah'ın ihlâsa erdirdiği kulları, yaptıklarının mükâfatını kat kat fazlasıyla alacaklardır.
41,42- Onların, tarife hâcet olmayan, her yönden mükemmel bir nasipleri vardır, onlara meyveler vardır. Ve onlar hep izzet ve ikramla ağırlanırlar."
İstisnanın müphem ve muğlak bırakılmasına bir başka misal Zuhruf, 86. âyetine verilen anlamlardır. Meallerin ekserisinde ya istisnanın konusu, yahut istisna edilenlerin durumu müphem kalmakta, mânâyı kesin ve net bir şekilde elde etmek zor olmaktadır. Oysa burada beyân buyurulmak istenen şudur: "Sahte tanrıların Allah katında şefâat yetkileri yoktur. Şefaat, hak dine inanan makbul kullara ait bir özelliktir."
وَلاَ يَمْلِكُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ إِلاَّ مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Şimdi bu âyetin meâlini, çeşitli eserlerden iktibas edelim;
1. Elmalılı Hamdı Yazır:
86- O'ndan başka yalvarıp durdukları şeyler şefâat de edemezler, ancak bilerek hakka şehâdet eden kimseler müstesna!
2. Hasan Basri Çantay:
86-Allah'ı bırakıp da tapar oldukları (putlar hiçbir kimseye) şefâat etmek (salâhiyetine) malik değildir. Hakka, bizzat (kalbleriyle) bilerek şehâdet edenler müstesna.
3. Ömer Rıza Doğrul:
86-Allah'ı bırakıp ondan başkasına tapanlar, taptıklarının şefâatine nâil olamazlar. Ancak hakka şehâdet edenler ve hakkı bilenler müstesnadırlar.
4. A. Fikri Yavuz:
86- O'ndan başka ibadet edip durdukları şeyler (putlar), şefâat de edemezler; ancak hakka şehâdet eden (dili ve kalbi ile "Lâ ilâhe illallah" diyen) kimseler müstesnâ... Onlar (Allah'ın, rableri olduğunu gerçek olarak) bilirler.
5. Diyanet İşleri Başkanlığı:
86- Allah'ı bırakıp yalvardıkları şeyler şefâat edemezler, ancak gerçeği bilip şahitlik edenler bunun dışındadır.
6. Prof. Dr. Süleyman Ateş;
86- O'ndan başka (tanrı diye) yalvardıkları şeyler şefâat yetkisine sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler (bildiklerini doğru anlatanlar) bunun dışındadır.
7. İSAV- Medine:
86- Allah'ı bırakıp da taptıkları putlar, şefâat etmeye mâlik değillerdi. Ancak bilerek hak dine inanıp ona şâhitlik edenler müstesnâdır.
8. Bekir Sadak:
86- Allah'tan başka taptıkları tanrılar kimseye şefâat edemeyecektir; ancak bilerek gerçeğe şahitlik yapmış olanlar bunu yapabilecektir.
9. Bahattin Sağlam:
86- Allah'tan başka yalvardıkları zatlar, şefâat etmeye malik değiller. Hakka şahit olup da (Allah'ın mutlak hakimiyetini) bilenler müstesnâ...(Hz. İsa ve melekler gibi.)
10. Muhammed Esed:
86- Bazılarının Allah'tan başka sığınıp yalvardıkları bu (varlık)lar, (hayatlarında) hakikate şahitlik yapmış ve (Allah'ın tek ve benzersiz olduğunun) farkına varmış olanlar dışında (Hesap Günü) hiç kimseye şefâat etme gücüne sahip değiller.
11. Celal Yıldırım:
86- Allah'tan başkasına duâ edip yalvaranlar, yalvardıkları şeyin şefâatine eremezler Ancak bilerek hak ile (hak adına) şehâdet edenler müstesnâ...
12. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk:
86- O'nu bırakıp da yakardıkları, şefâat edemezler. Bilerek hakka tanıklık edenler başka...
13. Ali Bulaç:
86- O'nun dışında tapmakta oldukları şefâatte bulunmaya mâlik değildirler. Ancak kendileri bilerek hakka şahitlik edenler başka.
14. Yeni Asya Yay.:
86- Müşriklerin O'nu bırakıp da kulluk ettikleri şeyler ise bir şefâatte bulunamazlar. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler o gün şefâat edebilirler.
Bu âyete mânâ verirken yukarıda naklettiğimiz bazı eserlerdeki (meselâ; İSAV-Medine, H. Basri Çantay, Yeni Asya, Diyanet, Ömer Rıza Doğrul, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk), "Allah'ı bırakıp da taptıkları" tarzında meâller isabetli değildir. Müşrikler Allah'ı bırakmış, O'nu terketmiş, O'na inanmaktan vazgeçmiş değiller. Şirke düşmelerinin sebebi O'nun dışında, O'nun dûnunda (altında) olarak bazı putlardan şefâat ummalarıdır.
Biz şöyle bir meâl vermeyi teklif ediyoruz: "Müşriklerin O'ndan başka yalvardıkları sahte tanrıların şefâat yetkileri yoktur; Ancak bilerek hakka ve gerçeğe şahitlik edenler bunu yapabileceklerdir." Vallahu Â'lem.
Dipnot :
1- Ebu's-Suûd Efendi, Irşadü'l-Akli's-Selim, Sâffât Sûresi, 38. âyetin tefsirinde