Kur'ân'ın Mûcizelik Yönleri 3: "Kur'ân'ın Mûcize Derecesinde Özlü Oluşu"

Kur'ân bazen, uzun zincirleme bir hakikatin iki yönünü öyle bir biçimde anlatır ki, o hakikati çok güzel gösterir.

Meselâ, 'Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ağaç çıkarır, onunla ateşinizi yakarsınız' mealindeki âyet-i kerîmede geçen nimetleri hatırlatarak asıl olan zincirleme hakikati anlatır.

Bundan önceki iki âyette şu hakikat dile getirilmiştir: İsyana sapan insanın, 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diye meydan okur gibi inkârına karşı Kur'ân şöyle der:

'Kim başlangıçta yaratmışsa O diriltecek. O yaratan Zat ise her bir şeyi her bir haliyle bilir. Hem size yeşil ağaçtan ateş çıkaran Zat, çürümüş kemiğe de hayat verebilir.'

Yani: Size ağaçtan meyveyi ve ateşi, ottan erzakı ve sebzeleri, topraktan hububatı ve bitkileri verdiği gibi, yeryüzünü size hoş ve her bir erzakınızın içine konulduğu bir beşik ve dünyayı güzel ve bütün ihtiyaçlarınızın içinde bulunduğu bir saray yapan Zattan kaçıp başıboş kalıp, yokluğa gidip saklanılmaz. Vazifesiz olup, kabre girip uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.

Sonra Kur'ân haşrin bu deliline işaret olan 'yeşil ağaç' kelimesiyle der ki:

'Ey haşri inkâr eden adam! Ağaçlara bak. Kışta ölmüş kemikler gibi sayıya gelmez çokluktaki ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hatta her bir ağaçta yaprak, çiçek ve meyve vererek haşrin üç örneğini gösteren bir Zata karşı, inkâr ile, akla sığıştıramamakla kudretine meydan okunmaz.'

Sonra Kur'ân bir delile daha işaret eder:

Size ağaç gibi sert, katı ve karanlıklı bir maddeden ateş gibi latif, hafif ve nurlu bir maddeyi çıkaran bir zatın, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat, nur gibi bir şuûr vermesini nasıl aklınız almaz?

Kur'ân haşrin bu deliline daha açıklayıcı şöyle bir mânâ getirir:

Arap bedevileri için kibrit yerine ateş çıkaran meşhur ağacın yeşilken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit ateşi ya-ratan ve rutubetiyle yeşil, ve hararetiyle kuru gibi iki zıt özelliği bir araya getirip onu buna sebep kılmakla her bir şey, hatta asıl unsurlar ve esas özellikler Onun emrine bakar, Onun kuvvetiyle hareket eder. Hiç birisi başıboş olup kendi kendine hareket etmediğini gösteren bir Zatın, top-raktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı, topraktan yeniden çıkarması akla ters gelmez, isyan ile Ona meydan okunmaz.

d. Kur'ân'ın cüz'î olaylarda kapsamlı kanunları dile getiren özlülüğü:

Kur'ân hakikatleri o kadar özlü, o kadar kapsamlı ve derindir ki, bazen bir denizi bir ibrikte gösterir biçimde, çok geniş, çok uzun temel düsturları ve genel kanunları sıradan insanlara bile bir merhamet eseri olarak basit bir yöntemle ve özel bir olayla gösterir.

Bazen bir kelimenin içine açık olarak veya işaret şeklinde bir davanın delillerini gösterir.

Birinci misâl:

Âdem Aleyhisselama meleklerin secde edip, şeytanın secde etmemesi gibi özel bir olayla şu geniş hakikati ders verir:

Balıktan meleğe varıncaya kadar pek çok varlık insanoğlunun emrine verildiği ve ona itaat ettiği gibi, yılandan şeytana varıncaya kadar pek çok zararlı varlık da ona itaat etmeyip düşmanlık etmektedir.

İkinci misâl:

Hz. Mûsa'nın kıssasında geçtiği gibi, tanrılık iddiasında bulunan Firavun, veziri olan Hâman'a emir verir:

'Bana yüksek bir kule yap, gökleri gözetleyip bakacağım. Uzayın gidişatından, acaba Mûsa'nın dava ettiği gibi semada tasarruf eden bir ilâh var mıdır?' Kule anlamına gelen 'sarhan' kelimesiyle Kur'ân, şu basit olayla dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Yaratıcıyı tanımadığından tabiata taparak tanrılık dava eden, despotluğunun izlerini göstermekle adını yaşatan, şöhrete düşkün oluşuyla dağlar gibi piramitleri inşa eden, sihre ve öldükten sonra ruhun beden değiştirmesi olarak bilinen reenkarnasyona inanıp cesetlerini mumyalattıktan sonra dağlar büyüklüğündeki mezarlarda muhafaza altına alan Firavunların geleneklerinde geçerli olan çok garip bir prensibe işaret eder.

Bir başka misâl:

Kur'ân, Hz. Mûsa'nın peşine düşen Firavun'un Kızıldeniz'de boğulmasından yüzyıllar sonra cesedinin sahile vurması sonucu, mumyasız olduğu halde dört bin senedir bozulmayıp kalması hususunda Firavun'a şöyle der:

'Bugün senin cesedini kurtaracağız.'

Bu âyetle Kur'ân, bütün Firavunların reenkarnasyona inandıkları için cesetlerini mumyalatarak geçmişi gelecek nesillerin gözleri önünde sergilemekle, ölüm dolu ibretli bir hayatta kalma anlayışlarını ifade eder.

Yirminci yüzyılın başında ise denizde boğulan Firavun'un cesedinin bulunmasıyla, zaman denizinin dalgala-rı üstünde şu asır sahiline atılacağını gaybî bir işaret şek-linde mûcize olarak dile getirir.

(Bilindiği gibi Firavun'un bu cesedi İngiltere'de Louvre Müzesinde sergilenmektedir.)

e. Kur'ân'ın gerek içerik, gerekse üslûp itibarıyla bütün üstünlükleri, hiçbir karışıklığa yol açmadan kendisinde toplayan kapsamlılığı:

Kur'ân'ın sûre ve âyetlerine ve özellikle sûre ve âyetlerinin başlarına dikkat edilse görünür ki, belâğat kaidele-rinin bütün çeşitlerini, güzel sözlerin bütün kısımlarını, üstün üslupların bütün sınıflarını, güzel ahlakın bütün özelliklerini, müspet ilimlerin bütün özlerini, İlâhi marifetin bütün içeriklerini, şahsi ve sosyal hayatın bütün faydalı prensiplerini, kâinatta var olan üstün hikmetlerin bütün nurlu kanunlarını bir araya getirmekle beraber hiçbir karışıklık eseri yoktur. O kadar farklılıkları bir arada topla-yıp bir münakaşa, bir karışıklık çıkarmamak, hâkim bir îcaz düzeninin işi olabilir.

Bu bütünlük içinde şu nizamla birlikte kara cahilliğin kaynağı olan hârika olayları sıradanlaştıran perdeleri keskin açıklamalarıyla yırtmak, sıradanlık perdesi altında gizli olan pek çok hârikalıkları çıkarıp göstermek ve din-sizliğin temeli olan tabiat tağutunu delillerin elmas kılıcıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını gök gürlemesi gibi seslerle dağıtmak ve felsefeyi âciz bırakan kâinatın kapalı tılsımını ve âlemin yaratılışının bil-mecesini açıp keşfetmek, ancak hakikati gören, gaybı bilen, hidâyet nuru saçan ve hakkı gösteren Kur'ân gibi bir mûcizenin işidir.

Kur'ân, Kâinat Sahibinin çok yüce, çok ciddi ve hakiki bir konuşması ve konuşturmasıdır. Bunun taklidi hiçbir şekilde mümkün değildir. Sadece O söyler ve söylettirir. Kur'ân'ı en ufak bir biçimde dahi taklit eden çıkmamış ve çıkamamıştır.

c. Kur'ân'ın gaybdan verdiği haberler; her zaman

gençliğini koruması ve herkese birden hitap etmesi:

1. Kur'ân'ın geçmişle alakalı verdiği haberler:

Kur'ân, hiçbir kimseden ders almamış olan, bütün der-sini ve ilmini doğrudan Rabbinden alan ümmi ve emîn bir Zatın diliyle Hazret-i Âdem'den tâ Asr-ı Saâdete kadar peygamberlerin hallerini ve başlarından geçen bütün o-layları öyle bir şekilde anlatır ki, Tevrat ve İncil gibi kitap-ların da tasdik ettikleri gibi çok kuvvetli ve çok ciddi olarak haber verir.

Kur'ân diğer semavi kitapların ittifak ettikleri noktaları kabul etmiş, ihtilaflı konuları ise düzelterek gerçek ve doğru taraflarını anlatmıştır. O, geçmiş olaylardan da görür gibi söz etmiştir. Çünkü Kur'ân uzun bir olayın can damarını ve ruhunu alır, maksadına başlangıç yapar.

Kur'ân'da anlatılan vak'a ve kıssaların özetleri ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün olaylara hâkimdir, görüyor ve öyle söylüyor.

2. Kur'ân'ın gelecekle ilgili verdiği haberler:

Bazı keşif ve keramet sahibi velilerin bu konuda bir hayli tespitleri vardır. Meselâ Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, 'Elif lâm mîm. Rumlar mağlup düştüler' sûresinde gaybla ilgili çok haberler bulmuştur.

İmam-ı Rabbânî ise sûrelerin başlarındaki mukattaât harflerinde pek çok gaybî işlerin işaretlerini ve haberlerini görmüştür.

İlm-i bâtın âlimleri için Kur'ân baştan başa gaybî haberlerle doludur.
Ama herkese bakan ve herkesin anlayabileceği türden gaybî haberler Peygamber Efendimizle (a.s.m.) alakalı haberlerdir.

Bu haberlerden birkaç örnek:

'İnşaallah, hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Harama gireceksiniz.'

Bu gaybî haberden sonra Mekke fethedilmiştir.

* * *

'De ki: And olsun, eğer bu Kur'ân'ın benzerini getir-mek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.'

Bu zamana kadar ve bundan sonra hiç kimse Kur'ân'ın benzerini yazamamış ve yazamayacaktır.

* * *

'Allah seni insanlardan korur.'

Ve, Cenâb-ı Hak Peygamberimizi (a.s.m.) düşünülen ve tertip edilen bütün su-i kastlardan korumuş, ona kimse bir zarar verememiştir.

3. Kur'ân'ın İlâhî hakikatler, yaratılış ve âhiret âlemiyle ilgili verdiği haberler:

Kur'ân İlâhî hakikatlerden o kadar güzel bahseder ki, hem aklı ve kalbi, hem de ruhu ve nefsi tatmin eder, kemale ulaştırır. Allah'ın varlık ve birliği ile alakalı, Cenâb-ı Hakkın kâinattaki tasarrufu ve icraatı ile alakalı âyet ve sûreler çok üstün hakikatleri, çok veciz ve ulvi açıklamalarla dile getirir. Bunun için sadece Şems, Leyl, Karia gibi üç sûre okunsa mesele anlaşılır.

* * *

Kur'ân'ın berzah âlemi, âhiret âlemi, Cennet ve Cehennemle ilgili âyetleri o kadar açık, o kadar doyurucu ve o kadar güzeldir ki, bir gayb bilgisi olan bu haberleri Kur'ân, olmuş ve şu anda mevcut gibi anlatır ki, zaten Cennet ve Cehennem vardır ve mevcuttur. Hiçbir insanî bilginin ulaşamayacağı bu âlemleri çok açık bir şekilde Kur'ân'ın haber vermesi, onun doğrudan Âlemlerin Rabbinin sözü olduğunu gösterir.

Cennet ve Cehennemle alakalı haberler için Tûr, Rahmân, Vâkia, Kamer ve İnsan sûreleri gibi sûreler okunsa bile yeterli bilgilere sahip olunabilir.

4. Kur'ân'ın her çağda süregelen gençliği; hakikatlerinin ve kanunlarının eskimeyişi:

Kur'ân, her asırda yeni iniyormuş gibi tazeliğini ve gençliğini muhafaza ediyor. Kur'ân, Cenâb-ı Hakkın ezelî bir hutbesi olarak bütün asırlardaki bütün insanlara birden hitap ettiği için devamlı bir gençliğinin olması gere-kir.
Anlayış ve düşünce itibariyle farklı ve değişik, yapı ve kabiliyet bakımından birbirine aykırı her asra göre, sanki o asra mahsusmuş gibi bakar, baktırır ve ders verir.

İnsanların eserleri ve kanunları insan gibi yaşlanıyor, değişiyor, başkalaşıyor, fakat Kur'ân'ın hükümleri ve kanunları o kadar sabit ve geçerlidir ki, asırlar geçtikçe gü-cünü daha fazla gösteriyor.

5. Kur'ân medeniyetiyle beşer medeniyeti arasında bir karşılaştırma:

Kur'ân medeniyetiyle Batı medeniyeti arasındaki fark, Kur'ân'ın ne kadar genç ve dinç olduğunu, değişmezliğini ve kalıcılığını ispat ediyor.

Beşerin sosyal hayatına felsefi çözümler getiren şimdiki Batı medeniyetinin hayata bakışı ve hayata getirdiği e-saslar şöyledir:

● Felsefenin dayanak noktası kuvvettir, hedefi ise men-faattir.

● Hayattaki prensibi cidal ve kavgadır.

● Toplumlar arasındaki bağı ırkçılıktır.

● Gayesi, nefsin istek ve arzularını tatmin etmek, in-sanların ihtiyaçlarını
çoğaltmak, oyun ve eğlenceye dü-şürmektir.

● Halbuki güç, saldırganlığı doğurur.

● Menfaat, imkanlar her arzuya yetmediği için boğuş-mayı netice verir.

● Cidal ve kavga, çarpışmaya götürür.

● Irkçılık, başkasını yutarak beslenmeye yöneldiği için saldırganlık yapar.
İşte bu medeniyet, bütün iyi yönleriyle birlikte, insan-lığın sadece yüzde yirmisine geçici bir saâdet getirmiş, yüzde seksenini sıkıntıya ve sefahate atmıştır.

Kur'ân medeniyetinin hayata getirdikleri ise şöyledir:

● Kur'ân'ın dayanak noktası kuvvet yerine haktır.

● Gayesi menfaat yerine fazilet ve Allah rızasıdır.

● Hayattaki prensibi cidal ve kavga yerine yardımlaşmadır.

● Toplumları birbirine bağlayan bağı ırkçılık yerine din, sınıf ve vatan
birliği ve millî bağlardır.

● Gayeleri, nefsin aşırı, aykırı ve saldırgan heveslerine engel olup ruhu yüceliklere teşvik etmek, insanın yüce duygularını tatmin ederek insanî kemale ulaştırıp insan etmektir.

● Hak, birlik ve beraberliği doğurur.

● Fazilet, dayanışmayı ortaya çıkarır.

● Yardımlaşma, insanları birbirinin imdadına koşturur.

● Din, insanları birbiriyle kardeş yapar.

● Nefsin azgınlığını gemlemekle ruhu yüceltmek, iki dünya saâdetini sonuç verir.

6. Kur'ân'ın, her çağdaki insan tabakalarından herbirine aynı dersi, ayrı ayrı vermesindeki olağanüstülük:

Kur'ân-ı Kerîm, her asırda yaşayan insanların seviyelerine göre ayrı ayrı hitap ediyor. Her seviyeden, her kültürden insanların hangi konuda ihtiyaçları varsa, ona göre ihtiyaçlarını karşılıyor.

En ince mesele olan iman hakikatlerinden, en geniş ve en nurlu bir ilim olan marifetullaha, en önemli ve çok çeşitli İslâmî hükümlere varıncaya kadar her konuda insanlara ders veriyor. Oysa verilen ders birdir, ama herkes de-recesine, ilmî seviyesine göre hissesini alabiliyor.

Meselâ İhlâs Sûresinde geçen 'Allah doğurmamış ve doğurulmamıştır ve hiçbir şey de Onun dengi değildir' meâlindeki 'Lem yelid velem yûled ve lem yeküllehû küfüven ehad' âyetinden halk tabakasından birisi şu mânâyı anlar:

Cenâb-ı Hak çocuktan, babadan, akrandan ve hanım-dan münezzehtir, Allah böyle şeylerden uzak ve yücedir.

Orta seviyeli bir kesim şu mânâyı anlar:

Yahudi, Hıristiyan ve bazı batıl inanç mensuplarının iddia ettiği gibi, Îsa Aleyhisselâm ve melekler veya doğ-maya ve doğurulmaya müsait olan şeyler ilâh olamazlar.

Daha ileri seviyede bir kesim bu âyetten şu mânâyı anlar:
Cenâb-ı Hak varlıklara karşı doğmayı ve doğurulmayı akla getirecek bütün bağlardan münezzeh ve uzaktır. Ortak ve yardımcılara ihtiyacı yoktur.
Daha yüksek bir seviyede olanlar şu mânâyı anlarlar:

Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir şekilde ne zatında, ne sıfatında, ne de fiillerinde benzeri, dengi, örneği ve misli yoktur.

264-Yâsin Sûresi, 80
265-Ğâfir Sûresi, 36
266-Yunus Sûresi, 92
267-Rûm Sûresi, 1-2
268-Fetih Sûresi, 27
269-İsra Sûresi, 68
270-Mâide Sûresi, 67

Yazar:
Mehmet Paksu
Kategorisi:
Makaleler & Yazılar
Gönderi tarihi: 06-11-2008
2,682 kez okundu
Block title
Block content