Kur'an-ı Kerimde değişik ayetlerin ifadeleri, gök ile yerin yaratılış sırasının farklı anlaşılmasına müsait bir şekildedir. Bu sebeple eskiden beri müfessirler bu konuyu özellikle Bakara suresinin 29. ayetinin tefsiri çerçevesinde incelemeye tabi tutmuşlar.
Taberî (Taberî Tefsiri, I/192-195.), kendi görüşünü belirtmeksizin farklı görüşler yansıtan düşüncelere yer verirken; Kurtubî, değişik görüşleri belirtmekle beraber, 'Katade'nin dediği gibi, Allah önce göğü duhan (gazlar) halinde; arkasından yeri yarattı. Daha sonra göğü düzenleyip, ardından da yeri düzene soktu' (Kurtubî Tefsiri, I/256) demek suretiyle kendi görüşünü de ortaya koymuştur. Dikkat edilirse, bu açıklamada, bir yönüyle yerin, bir yönüyle de göğün daha önce yaratıldığına işaret edilmiştir.
Bediüzzaman Said Nursi de, adı geçen Bakara sûresinin 29. âyetinin tefsirinde aynı konuyu ele almıştır. Ona göre:
'O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semâya yöneldi. Onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O, her şeyi hakkıyla bilendir' mealindeki Bakara sûresinin 29. âyeti, yerin önce yaratıldığını; 'Ondan sonra da yeri döşedi' mealindeki Naziat sûresinin 30. âyeti, göğün önce yaratıldığını; 'İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden koparıp ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmüyorlar mı? Yine de inanmazlar mı?' mealindeki Enbiya sûresinin 30. âyeti ise, gök ile yerin birlikte yaratıldığını göstermektedir.
Konuyu müspet ilim doğrultusunda değerlendiren Bediüzzaman'ın görüşü-özetle- şöyledir:
Müspet ilmin yer ve göğün yaratılışı konusunda kabul ettiği nazariye şu merkezdedir: Görmekte olduğumuz ve manzume-i şemsiye/güneş sistemi olarak tabir edilen güneş ve güneşe bağlı yıldızlar cemaati, basit bir cevher imiş; sonra bir nevi buhara dönüşmüş; sonra o buhardan, mayi-i narî (sıvı-ateş) hâsıl olmuş; sonra o mayi-i narî, soğuyarak katılaşmıştır. Sonra şiddetli hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmış; sonra o parçalar yoğunlaşarak, gezegenler olmuşlar. Üzerinde yaşadığımız yerküresi de onlardan biridir.
Bu açıklamalar ışığında Kur'an ayetlerini açıklayan tefsircilerin yorumları ile müspet ilim adamlarının yorumları arasında mutabakat hâsıl olabilir. Şöyle ki: " Yer ile göğün ikisi de birbirine bitişikti, sonra onları ayırdık" mânasına gelen âyetin ifadesinden anlaşıldığına göre, Yerkürenin de içinde bulunduğu güneş sistemi, İlâhî kudret tarafından esir maddesinden yoğrulmuş bir hamur şeklinde imiş. Esir maddesi, diğer varlıklara göre daha akıcı ve su gibi bütün varlıkların aralarına nüfuz eden bir maddedir.
"Allah'ın Arşı daha önce su üzerindeydi" (Hud, 11/7) mealindeki âyette su, esir maddesine işaret etmektedir. Demek ki, Cenab-ı Hakk'ın Arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş; esir maddesi yaratıldıktan sonra, Yüce Yaratıcının ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani Sani-i Zülcelâl esir maddesini yarattıktan sonra, o esir maddesini elementler şekline dönüştürmüş; sonra onlardan bir kısmını yoğunlaştırıp katı maddeler haline getirmiştir. Bunlardan da birer meskûn mahal olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Yer de bunlardan biridir. İşte yerin -hepsinden evvel yoğunlaşıp katılaşması ve hızlı bir şekilde kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri hayata kaynak olması itibariyle, yaratılış ve teşekkülü göklerden evveldir.
Fakat yerküresinin mükemmel bir hale gelmesi, insanların yaşamalarına elverişli bir vaziyete gelmesi, göklerin tesviye ve tanziminden/en son şeklinin verilmesinden sonradır. Bu yönüyle yaratılışı, göklerden sonra başlar.
Bununla beraber, yukarıda ifade edildiği üzere güneş sistemi olarak tabir edilen güneş ve güneşe bağlı yerküresi ve diğer yıldızlar topluluğu aynı cevher imiş, yani gökler ile yerin ikisi beraber imişler. Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, yukarıda mealleri verilen konuyla ilgili ayetler arasında ilk etapta çelişki gibi görülen konunun, gerçekte bir çelişki değil, bilakis, yaratılış safhalarının değişik şekillerine işaret etmek için kullanılan bir i'caz üslubunun yansımaları sözkonusudur. (bk. Nursi, İşârâtu'l-İ'caz, 286-287. Ebû's-Suud efendi de benzer ifadelerle aynı konuyu işlemiştir, bkz. İrşâdu'l-Akli's-Selîm ila Mezâye'l-Kur'ani'l-Kerîm, IX/102-103).
Özetlersek: Bediüzzaman, sözkonusu ayetleri yorumlarken, konuyu müspet ilimlerdeki yeni keşifler doğrultusunda değerlendirmiştir. Yer ile göğün birlikte aynı maddeden yaratıldığını, ancak yerin soğuyup kabuk bağlaması, göklerden önce olmakla beraber, insanoğlunun hayat şartlarına uygun bir duruma gelip, bir döşek şeklinde düzenlenip son şeklini alması, göklerin son şeklini aldığı düzeninden sonra olduğunu belirtmiştir.
Buna göre konuyla ilgili ayetler, bu farklı durumdan her birini ayrı ayrı açıklamaktadır. Bir yönüyle semaların bir mânâda teşekkülü ve meydana gelmesi daha evveldir. Küre-i arzın onlardan kopması ve ayrılması daha sonradır. Ardından küre-i arz hayata müsait hale getirilmiş ve dördüncü derecede semaların tesviyesi olmuştur. Yani mesele, bir taraftan semalardan başlayıp âdeta bir kavis çizer gibi gidip yine semalarda bitivermiştir.
Sorularla İslamiyet Editör
[fontrengi=#FF0000>Kaynak:[/fontrengi> wwwSorularlaislamiyet.com