Mucize, icâz mastarından türemiş olup, sonuna müenneslik tâ'sı bitişen ism-i fâil bir kelime olup, Peygamberlerin Nübüvvetlerinin teyit olunduğu mucizât kelimesinin tekilidir. Mucize tabiri, risâletten bir müddet sonra bu mânâyı kazandı. Alimler, mucizeyi bir ıstılah yaptılar. Mesela, Kelam İlminde mucize şöyle tarif edilir: "Mucize, Nübüvvet iddia edenin davasının doğruluğunu gösterir bir sûrette, kendisini inkar edenlere meydan okuma esnasında, elinde görülen harikulade her işe denir." (Teftâzânî, Şerhu'l-Mekâsıd, V, 11) Bu tarifte görüldüğü gibi, Kelam İlminde mucize nübüvveti ispatla sınırlıdır.
Bu itibarla biz, bu yazımızda mucizeyi Kelam İlminin bir ıstılahı olarak değil, Kur'ân açısından ele alıyoruz. Kur'ân, bütün zamanlarda gelip geçen her seviyedeki insana hitabeden ilahî bir mesajdır. O, ilmi her şeyi kuşatan Allah Teala tarafından vahiy yolu ile bildirildiğinden, onun ikna usulü de sırf akla dayanan delillerden geniş olmaktadır. İnsan, Kur'ân'ın hitabı ile karşılaşan bütün fertlerin seviyelerine vakıf olamadığı için, getirdiği deliller Kur'an delillerinin iknâ tesirine yetişemez. Bu itibarla, Kur'ân'ın delilleri, zayıf olan nazarî delillerden üstün ve onları ihata ettiğinden, nazarî deliller çerçevesine girmez. (İbn Haldûn, Mukaddime, Çev. Z. Kadiri Ugan, MEB Yay., İstanbul, 1990, II, s. 607)
Kelamcılar, iman esaslarına dair binlerce eser yazdıkları halde, mûtezile gibi aklı nakle tercih ettikleri için Kur'ân'ın on âyeti kadar kesin ispat ve ciddi ikna edememişlerdir. Adeta onlar, uzak dağların altında tünel kazıp, borularla ta alemin sonuna kadar, sebepler silsilesi ile gidip orada silsileyi keserler. Sonra iman esaslarını ispat ederler. Âyet-i kerîme ise her birisi, birer Asâ-yı Musa gibi her yerde su çıkartabilir, her şeyde hakikate bir pencere açar. (Bkz. B. Said Nursi, Sözler, 411)
İmân esaslarını takrir etmek için çalışan ve bu hususta cedele başvuran kelâmcılar, Mantık kaidelerine ve delillerine bağlandıkları için ilimleri belli bir kesimle sınırlı kaldı, geniş kitle ise bundan faydalanmadı. Oysa geniş kitle, istidâtları ölçüsünde Kur'ân'ın delillerini idrak eder, ama kıyas şekillerinden bir şey anlamaz. (M. Ebû Zehrâ, el-Mu'cizetu'l-Kubrâ el-Kur'ân, 338-339) Gazzâlî, Kur'ân'ın delilleri ile kelâmcıların delillerini şu şekilde mukâyese eder: "Kur'ân'ın delilleri gıda gibidir; ondan her insan faydalanır. Kelâmcıların delilleri ise ilâç gibidir; sınırlı bir insan gurubu ondan istifade eder, büyük çoğunluğu ise zarar görür. Hatta Kur'ân'ın delilleri su gibidir; ondan hem emzikli çocuk ve hem de kuvvetli bir adam faydalanır. Öteki deliller ise yemekler gibidir; yetişkinler ondan bazan faydalanır, bazan da hastalanır; sabiler ise o yemeklerden asla faydalanamaz". (Gazzâlî, İlcâmu'l-Avâm, 40) Gazzâlî, kelâmcıların takip ettiği metodun geniş halk yığınlarının zihinlerini karıştırdığını da ifade eder. (Gazzâlî, İlcâm, 38-39) Fahruddîn Râzî'nin konu ile ilgili şu tespiti kayda değerdir: "Kelâm ve Felsefe yollarını uzun uzadıya düşündüm, ama bunları, bir hastaya şifa verecek veya bir susuzu kandıracak mahiyette görmedim. Kur'ân yolunun Allah'a en yakın yol olduğunu müşâhede ettim. Benim gibi tecrübe eden, bunu bilir ". (İbn Teymiyye, Kitâbu'n-Nübüvvât, 147-148)
Kur'ân'ın açık ve kolay anlaşılır delilleri, geniş halk kitlesini ikna eder ve kalblerine, inanç esaslarını yerleştirir. Meselâ: Vahdâniyyete dair: "Eğer yerde, gökte Allah'tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de gök de) bozulup gitmişti. (...)" (Enbiya: 21/22). Bir evin işlerinin iki idareci ile düzenli bir şekilde yürütülmesi mümkün olmadığına göre, bütün alemin işlerinin pürüzsüz yürütülmesi nasıl mümkün olur? Âhiret hayatının varlığına dair: "İlkin yaratıp sonra onu diriltecek olan Odur. Bu O'na daha kolaydır.(...)" (Rûm: 30/27). Açıktır ki, ilkin yaratmaya kadir olan, iadeye de kadirdir.
Ayetlere baktığımız zaman mucizenin sadece nübüvveti değil, onunla birlikte öteki iman esaslarını da ispata yönelik olduğunu açıkça görürüz. Bu itibarla konuyu, Kelâm İlmi açısından değil doğrudan Kur'ân açısından ele aldık. Zira Kur'ân iknâ usûlünün kelâmcıların metodundan farklı olduğu bir gerçektir.
Kur'ân, Allah Teala'nın birliğine imandan sonra en çok haşir üzerinde durmaktadır. Bir çok âyette, haşire iman, Allah Teala'ya iman ile birlikte anılmakta, haşiri inkar edenlerin Yaratıcı'yı da tanımadıkları bildirilmektedir.(Bkz. Nisâ: 4/38; Ra'd: 13/5) Mesela: "Eğer onların iman etmemelerine şaşırıyorsan bil ki asıl şaşılacak olan, onların: 'Ölüp toprak olduktan sonra biz yeniden mi yaratılacakmışız?' demeleridir. İşte onlardır Rab'lerini inkar edenler. İşte onlardır boyunları tasmalı olanlar. Ve işte onlardır, hem de ebedî kalmak üzere cehennemlik olanlar"(Ra'd: 13/5) gibi.
Haşir inancı, ilk insan ve aynı zamanda peygamber olan Adem (as)'dan beri insan düşüncesinde yerini almıştır. Bu inancın fıtri olduğu anlaşılmaktadır. Zira, geçmiş toplumlar hakkında yapılan araştırmalar, en eski insanlarda bile yeniden diriliş inancının varlığını göstermektedir. Mesela, M.Ö. 2600 yıllarında Mısır'da, bir Ahiret inancı vardı ve bu inanç, yalnız kahinlere ve din adamlarına münhasır değildi; halk arasında da yaygındı. Bu yaygınlık, Ahiret inancının köklerinin, bu tarihten daha önceki zamanlara kadar uzandığını gösterir. Hatta Dinler Tarihi araştırmacıları, şu gerçeğin üzerinde ittifak etmektedirler: "İnsanlığın nereden geldiğini nereye gideceğini, evrenin gerçeklerini ve olayların sebep ve sonuçlarını irdelemeden yeryüzünde ortaya çıkmış ve yaşamış hiçbir insan toplumu yoktur". (Muhammed A. Drâz, Dîn, 38) Kezâ, geçmişte ve şu anda hemen her yerde yaşayan, bedevi medeni, alim cahil bütün insanlarda, dünyada gerçekleşmeyen bir adaletin gerçekleşeceği; iyilik yapanın mükafat, kötülük yapanın ise ceza göreceği; bu hayatın ardından başka bir hayatın geleceği konusunda ilhama benzer gizli bir şuûr vardır.
İkinci hayat inancı -farklı olmakla beraber- bir çok dinde yer almaktadır. Tevrat ve İncil'de bu hayatın varlığına dair bilgiler mevcuttur. Kur'ân, Kitap Ehli'nin hepsinin aynı olmadığını, onlardan bazılarının Ahiret'e inandıklarını bildirir. (Âli İmrân: 3/113-114) Zerdüşt dininde eski Mısır inancına yakın bir fikir bulunmaktadır. Kitaplı dinlerden önceki ve sonraki bir çok filozof Ahiret hayatına inanmıştır.
Öldükten sonra diriliş inancı, bu dünya hayatında insanlığın huzuru için önemlidir. Zira, insanların çoğunda bu inanç kökleştiği takdirde iyilik ve güzelliklerin artacağı, kötülük ve fenalıkların ise eksileceği muhakkaktır. Denebilir ki, "her iki dünya mutluluğu" Ahiret inancı ile doğrudan irtibatlıdır. Bu itibarla, Kur'ân, haşirden, kıyametin meydana gelme şeklinden, cennet ve cehennem tablolarından sıklıkla bahseder. Bir çok sûrede, öldükten sonra diriliş bahis konusu edilmiş, bunun imkanına her kesimden insanın anlayacağı deliller getirilmiştir. Bu delillerden biri de Peygamberlerin mucizeleridir.
Mucizeler, birer pratik ikna mekanizmalarıdır; muarızları ikna ve irşat vesilesi olduğu gibi müminlerin imanına iman katar, onları doygunluğa ulaştırır. Mucizeler dinin tabiatında vardır. Bu itibarla, mucizeleri bilmek, dinini tabiatını öğrenmeyi sağlar.
İnanç esaslarını pekiştirme vesilelerinden birisi olan mucize, muhataplarını ikna ve irşat etmek için resullerin ve nebilerin ellerinde görülmüştür. O halde, mucizenin nübüvvetle ilgisi açıktır ve mucize denilince akla önce nübüvvet gelir. Mucize, kainatın Yaratıcısı tarafından Peygamber'in davasına bir tasdiktir; sadekte (doğru söyledin) hükmüne geçer. (B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, I, 388 (On dokuzuncu mektup) Ancak, mucizeler, vasıtasız Allah'ın fiilidir. Bir başka ifadeyle mucizenin yaratıcısı Allah'tır. Peygamberler ise mucizelere mazhardır, mastar değildir.
Mucize ile ilgili âyet-i kerimeleri incelediğimizde mucizenin sadece nübüvveti değil, bununla birlikte Allah'ın varlığı, birliği ve kudretinin yanı sıra haşiri de ispata yönelik olduğunu görmekteyiz. Esasında bu durum tabiidir, zira inanç esasları birbirlerine bağlı ve bir birlerini gerektirmektedir; biri ispatlanınca ötekisi de ispatlanmış olur.
Peygamberlerin bütün mucizeleri, Allah'ın varlığına ve birliğine şahadet ederler. (B. Said Nursi, Risale-i Nur Külliyâtı, I, 871 (Üçüncü Şua) Peygamberlerin birçok mucizesi; henüz bu dünyada insanın veya hayvanın öldükten sonra dirilişi şeklinde tezahür etmiştir. Hz. İsa'nın, Hz. İbrahim'in (asm) mucizeleri bu kabildendir. Bu cümleden olarak, Hz. Muhammed (s.a.s.)'ın duası ile, hayatını kaybetmiş kişilerin dirildiğine dair siyer kitaplarında bir çok örnekler olduğunu hatırlamamız gerekir. İnsan, hayat ile ölümü birbirinin mütenakızı, çelişiği olarak görmektedir. Dolayısıyla, dirinin öldüğünü sıklıkla gördüğü için bunu kabulde tereddüt etmezken, ölüden dirinin çıkmasını aklına sığıştıramamaktadır. İşte insan ve hayvanın bu dünyadaki canlanması ve hayat bulması şeklinde görülen mucizeler, yeniden dirilişi insanın aklına yaklaştırıp, bunu anlamasını sağlamaktadır. Yeryüzünün baharda canlanması, geceden gündüzün çıkartılması, uykudan sonra uyanıklık durumu da yeniden dirilişi gösteren örnekler cümlesindendir.
Gerçek ve kanaatlerin dayandıkları temel geniş olmalıdır. Ne kadar güvenilirse güvenilsin, bir tek delile dayanan gerçekler şüphe ile karşılanabilir. Muhataplarını ikna etmeyi hedefleyenin delilleri çeşitli olunca, muhatabın hareketleri üzerinde müessir olan bütün unsurlarına hitap etmiş, onların ihtiyacını gidermiş ve onları doygunluğa ulaştırmış olacaktır. Böylece iddiasının tabanı çok dar ve sınırlı kalmayıp, geniş bir alana istinat edecektir.
Kur'ân-ı Kerim, muhatabını ikna ve irşat için bir çok mekanizmayı devreye koyar. Bu, insanın her gün yaşadığı için normal bir durum olarak gördüğü bir olay olabildiği gibi yaygın anlamıyla bir mucize de olabilir. "Onlar anlamıyorlar mı ki Biz, insanların dinlenip sükunet bulmaları için geceyi, çalışsınlar diye de gündüz aydınlığını yarattık. Elbette bunda iman edecek kimseler için âyetler vardır." (Neml: 27/86) Bu âyette, gece ile gündüzden, kainatın kusursuz yaratılmasından alınması gereken derslere ve ibretlere vurgu yapılmaktadır. Böylece, mucizeden alınacak derslerin ve ibretlerin, günlük hayatta karşılaştığımız bir çok varlıktan ve hadiseden de alınması gerektiği bildirilmektedir.
Nitekim, Kur'ân-ı Kerim'de, mucize kelimesi yer almaz; buna karşılık âyet, burhan ve sultan kelimeleri gelir. Bu lafızlar, mucize kelimesinin müteradifi değildir, sadece onun mânâlarından bir cüze delalet ederler. Bu cüz, delil veya hüccet kelimelerinin ifade ettiği mânâdır. Bunun anlamı şudur: Bir hadise, bir Peygamberin Nübüvvetine veya Ulûhiyyete ve haşire delalet eder, bundan ileri gitmez. Oysa, mucize, mahlukattan bir başkasının, benzerini meydana getiremediği harikulade bir işin Peygamberin Nübüvvetine delalet etmesine denir.
Mucize konusu oldukça geniştir. Dolayısıyla bu yazımızda, konunun sadece bir yönünü; mucizenin haşiri ispata yönelik tarafını izaha çalışacağız.
İnanç esaslarını ispata yönelik olan mucize ile ölümden sonra diriliş arasında kuvvetli bir münasebetin olduğu, konu ile ilgili ayetler incelenince açıkça görülmektedir. Resullerin ellerinde görülen mucizeler, onları tasdik etmenin yanında, ölümden sonra dirilişin gerçekleşeceğini de haber vermektedir. (Mustafa Sabri, Mevkifu'l-Akl, IV, 3) Genelde ululazm peygamberlerin mazhar olduğu bu mucizelerin insan, hayvan ve bitki ile ilgili örnekleri vardır.
a. İnsanlarla ilgili örnekler
Mucizenin hedeflerinden birisinin insanların, öldükten sonra dirileceklerini ispata yönelik olduğunun en açık delili Hz. İsa'nın mucizeleridir. Hz. İsa'nın bu yönü şöyle bildirilmektedir: "Onu İsrail oğullarına bir elçi olarak gönderecek: 'Ben size Rabbinizden bir mucize getirdim: Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim." (Âli İmrân: 3/49. Krş. KM, Matta 9/27-34; Markos: 5/21-43; Luka: 8/40-56) "Körü ve alacalıyı iyileştiririm." (Âli İmrân: 3/49. Krş. KM, Matta 9/27-34; Markos: 5/21-43; Luka: 8/40-56)
Hz.İsa'nın felçlileri hatta ölmüşleri tedavi edip diriltmesinde tıbbî tedavinin en ileri noktalarına sevk ve teşvik vardır. Bugün tıp açısından gelinen noktada önemli ilerlemeler kaydedildiği bir gerçektir. Ancak, Hz. İsa'nın mucizelerinin tıbbi alanda gösterdiği hedef geçilmezdir. Onun zamanındaki insanlar için bu böyle olduğu gibi, bu günkü insanlar için de böyledir. Mucizelerin tabiatını göstermesi bakımından bu nokta önemlidir. İnsanların, öldükten sonra diriltilmeleri ile ilgili mucizelerden bir diğeri de Ashab-ı Kehf'in mağaralarında uzun yıllar uykuda kaldıktan sonra uyanmalarıdır. Konu ile ilgili ayetleri okuduğumuzda, bu mucizenin Allah'ın kudretine delalet etmenin yanında, Allah'ın haşir vâdinin gerçeğin ta kendisi olduğunu, kıyamet saati hakkında hiçbir şüphe olmadığını zihinlere yerleştirmeye yönelik olduğunu görmekteyiz. Tevhit mücadelesi veren gençlerin başından geçen olay şöyle haber verilmektedir:
"Madem ki onları ve onların Allah'tan başka taptıkları putları terk ettiniz, haydi öyleyse mağaraya çekilin ki Rabbiniz rahmetini üzerinize yaysın, işinizde size kolaylık ve fayda ihsan etsin. Onlara baksaydın görürdün ki güneş doğunca mağaralarının sağından dolaşır, batarken de sol taraftan onları makaslardı. Onlar da mağaranın genişçe dehlizinde bulunuyorlardı. İşte onların böylece uyumaları Allah'ın alâmetlerindendir. Allah kime hidayet verirse doğru yolda olan odur; kimi de hidayetten mahrum eder şaşırtırsa, artık imkanı yok, ona yol gösterecek bir dost bulamazsın. Sen onları uyanık sanırdın, halbuki gerçekte onlar uykuda idiler. Biz onları gâh sağa, gâh sola çevirirdik. Köpekleri ise mağara girişinde ön ayaklarını yaymış vaziyette duruyordu. Onları görseydin sen de ürker, derhal dönüp kaçardın, için korku ile dolardı. İşte, onları nasıl uyuttuysak öylece de uyandırdık. Derken aralarında konuşmaya başladılar. Birisi: 'Ne kadar uykuda kaldınız?' diye sorunca bazıları: 'Bir gün, belki bir günden de az!' diye cevap verdiler. Diğerleri de: 'Uykuda ne kadar kaldığınızı tam tamına ancak Rabbiniz bilir' dediler. 'Siz onu bırakın da, açlığımızı gidermeye bakalım. Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.' 'Bir de gayet nazik ve tedbirli davransın, varlığınızı ve bulunduğunuz yeri sakın hiç kimseye hissettirmesin. Çünkü onlar sizi ellerine geçirirlerse ya taşa tutar, ya da kendi dinlerine döndürürler, bu takdirde de ebediyen felah bulamazsınız.' Fakat Bizim takdirimiz başka idi. Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıysak, aynı şekilde öbür kullarımızı da Ashab-ı kehfin durumundan haberdar ettik ki, Allah'ın haşir vâdinin gerçeğin ta kendisi olup kıyamet saati hakkında hiçbir şüphe olmadığını onlar da anlasınlar. Derken onları bulan halk, kendi aralarında onlar hakkında ne yapacaklarını tartışmaya girişti. Bazıları: 'Onların anısına bir anıt dikin, biz gerçek durumlarını anlayamadık, onların Rabbi hallerini pek iyi bilir' derken, görüşleri ağır basan müminler ise: 'Mutlaka onların yanı başlarına bir mescit yapacağız' dediler."(Kehf: 18/16-21)
Bir başka örnek de Kur'ân'da ismi tasrih edilmeyip tefsir kitaplarında Uzeyr (Taberi, 2/259 hk., Hane No: 5883, III, 29) olduğu kaydedilen kimse hakkındaki kıssadır.
"Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı. Orası, evleri harap olmuş ıssızlığa bürünmüş bir durumdaydı. 'Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?' dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti. 'Ölü vaziyette ne kadar kaldın?' diye sorunca o: 'Bir gün veya daha az' diye cevap verdi. Allah ona: 'Hayır! yüz sene kaldın. İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış. Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik. Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!' Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca: 'Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir' dedi." (Bakara: 2/259)
Faili bilinmeyen bir cinayete kurban giden, kişinin katilinin bulunması olayı da yeniden dirilişi ispatlayan bir mucizedir: "Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle kavgaya tutuşup suçu üzerinizden atmıştınız. Halbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı. Bunun üzerine dedik ki: 'Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun' (Vurulunca da o diriliverdi.) İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir. Aklınızı iyice kullanasınız diye âyetlerini size gösterir." (Bakara: 2/72-73)
Yetmiş kişinin öldürülüp diriltilmesi hadisesi: "Bir zaman da: 'Ey Musa! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız' dediniz. Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız. Siz bir müddet ölü vaziyette kaldıktan sonra, şükredersiniz ümidiyle sizi dirilttik."(Bakara: 2/55-56. Bunu yapanlar, İsrail oğullarının hepsi değildi. Bu ısrar üzerine mikatta yıldırıma yakalananlar, seçilen yetmiş kişi idi) Bu olay Talmut'ta da yer alır. (DİB Konulu Kur'ân-ı Kerim Tefsiri (örnek fasikül), 60)
Dünyada gerçekleşen ve yine haşire açıkça delalet eden bir mucize de şöyle anlatılmaktadır: "Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terk edip çıkan kimselere! Allah onlara: 'Ölün!' dedi sonra onları diriltti. Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler." (Bakara, 2/243)
Kitab-ı Mukaddes'te de, mucizenin bir gayesinin ölümden sonra dirilişi akıllara yaklaştırmak olduğunu görüyoruz. "Rab'bin eli üzerimdeydi, Ruhu'yla beni dışarı çıkardı, kemiklerle dolu bir ovanın ortasına koydu. Beni onların arasında her yöne dolaştırdı. Ovada her yere yayılmış, tamamen kurumuş pek çok kemik vardı. Rab, 'İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?' diye sordu. Ben, 'Sen bilirsin, ey Egemen Rab' diye yanıtladım. Bunun üzerine, 'Bu kemikler üzerine peygamberlik et' dedi, 'Onlara de ki, Kuru kemikler, Rab'bin sözünü dinleyin! Egemen Rab bu kemiklere şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim Rab olduğumu anlayacaksınız.' Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler birbirleriyle birleşiyordu. Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu." (KM, Hezekiel 37, 1-7. Ayrıca bkz. KM, Tekvin 15,9-10.17)
b. Hayvanlarla ilgili olan
Allah Teala'nın, Peygamberlerine verdiği mucizelerin gayelerinden biri de onları teyittir. Mucize, Allah'ın Resullerinin, O'ndan aldığı vahiy ile haber verdikleri hususların doğruluğunun göstergesidir. Esasında mucize, hidayeti ve rahmeti yahut ikramı veya inzarı (gelecekteki korku ile uyarmayı), ya da helak etmeyi hedeflemektedir. Kitab-ı Mukaddes'te Hz. Musa'nın gönderilişine dair şöyle bir kayıt mevcuttur: "Rab onu Mısır'da Firavun'a ve bütün ülkesine bir sürü belirtiler, şaşılası işler yapması için göndermişti. Musa İsraillilerin gözleri önünde güçlü, büyük ve ürkütücü işler yapmıştır." (Yasanın Tekrarı 34: 11-12)
Kur'ân-ı Kerim, haşiri ispata yönelik bir mucize olarak, insan gibi birer canlı olan hayvanların bu dünyada ölüp diriltildiklerine dair bir çok hadiseyi bildirmektedir.
Örnek 1:
Hz. İbrahim'in mazhar olduğu mucize:
Öldükten sonra dirilişin hak olduğunu gösteren ve hayvanlar üzerinde cereyan eden mucizelerden biri Hz. İbrahim'in niyazı ile gerçekleşmiştir. Bu örnek, mucizenin müminlere, hatta peygamberlere itmi'nan verdiğini göstermesi bakımından dikkat çekmektedir.
"Bir vakit de İbrahim: 'Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?' demişti. Allah: 'Yoksa buna inanmadın mı?' dedi. İbrahim: 'Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim' diye cevap verdi. Allah ona: 'Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir)." (Bakara: 2/260. Krş. KM, Resullerin işleri 10, 9)
Örnek 2:
"Bir vakit Musa, genç yardımcısına: 'Durup dinlenmeyeceğim, demişti, ta ki iki denizin birleştiği yere varacağım. Varamazsam senelerce yürümeye devam edeceğim.' Onlar iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unutmuş bulundular. Balık sıyrılıp denizde bir yol tutmuştu bile. Buluşma yerini farkına varmaksızın geçip gidince Musa yardımcısına: 'Getir artık kahvaltımızı' dedi, 'Gerçekten bu seyahatimizde epey yorgun düştük.' 'Gördün mü?' dedi, 'O kayanın yanında mola verdiğimizde, ben balığı unutmuşum! Muhakkak ki onu sana söylememi unutturan da şeytandan başkası değildir. Doğrusu balık, çok acayip bir şekilde canlanıp sıyrıldı ve denizde yolunu tutup gittiydi."(Kehf: 18/60-63) Demek ki ölülerin diriltilmesine numune olan bir mucize gerçekleşmişti. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini, V, 3259)
Örnek 3:
Hz. İsa'nın mucizelerinden biri bu nevidendir:
"Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır, ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir."(Âli İmrân: 3/49. Krş. KM, Matta 9/27-34; Markos: 5/21-43; Luka: 8/40-56)
c.Yeryüzünün ihyası
İnsanların öldükten sonra tekrar diriltilmesine daha yaygın, herkesin tecrübe ettiği bir örnek, kışın ölü gibi olan yeryüzünün ilkbaharda tekrar diriltilmesidir. Bu, harikulade bir olaydır. Bundan dolayı Kur'ân buna ayet (delil, mucize) diyor: "Onun ayetlerinden biri de şudur: Sen, toprağı boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titreşir ve kabarır. Onu dirilten Allah elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kâdirdir."(Fussilet: 41/39) Ancak yeryüzünün diriltilmesi sıklıkla gerçekleştiğinden bu durum alelade bir olay olarak görülmektedir. Halbuki yeryüzündeki bu haşir neşir mühim mesajlar yüklüdür. "Allah'ın rahmetinin eserlerine bak ki, nasıl yeri ölümünden sonra diriltiyor? Muhakkak ki, O, ölüleri de diriltecektir. O her şeye kadirdir."(Rûm: 30/50) "Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneli ekinler bitirdik. Birbirine girmiş kat kat tomurcuklar, yüksek hurma ağaçları yetiştirdik. Kullara rızık olması için. Ve o su ile ölü bir memlekete can verdik. İşte çıkış da böyledir."(Kâf: 50/9-11)
Denebilir ki, insan ile bitkiler arasında tür farklılığı vardır. O halde bitkilerin baharda dirilişinin insanın yeniden dirilişine örnek gösterilmesinin dayanağı nedir? İnsan topraktan yaratılmıştır. Bitkiler de topraktan neşet etmektedir. İnsanın da bitkilerin de varlıklarını sürdürebilmeleri toprağa, suya, havaya, güneşe, belli oranda sıcaklığa ve soğukluğa bağlıdır. Dolayısıyla ayrı tür olmaları, hayat bulmaları için aynı ortak unsurlara muhtaç olmalarına mani değildir. O halde, ölümden sonra dirilişlerinin de birbirlerine benzer oluşu anlaşılmış olmaktadır.
SONUÇ
Mucize, dinin tabiatında vardır. Hemen bütün peygamberlerin mucizeleri olmuştur. Mucizeler, Allah'ın varlığının, birliğinin ve kudretinin göstergeleri olduğu gibi Peygamberlerin doğrulunu da ispat etmektedir. Bununla birlikte, mucizelerin ana gayelerinden biri de haşri, yani öldükten sonra dirilişi akıllara yaklaştırmak ve yerleştirmektir. Kur'ân-ı Kerm'in üçte biri haşir ve ahiret hayatına dairdir. O, Âhireti bütün gerçeklerine temel taşı yapıp, her şeyi ona bina etmektedir. İman esasları, bütün delilleriyle Âhiret hayatının varlığına delalet ettiği gibi, Peygamberlerin risaletine delalet eden mûcizeleri ve nübüvvet delilleri de haşirin gerçekleşeceğine şahadet ederek onu ispat etmektedir.