Bediüzzaman Lem’alar isimli kitabının İkinci Lem’a bölümünde Hz. Eyyüb’ün (a.s.) yıllarca bütün vücudunu saran ağır maddî hastalığı anlattıktan sonra şöyle yazar: “Hazret-i Eyyüb Aleyhisselam'ın zahirî yara hastalıklarının mukabili bizim batınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.” Çok ilginç. Öyleyse soralım: İçimizdeki, kalbimizdeki o hastalıklar neler olabilir? Kalbin hastalanması ne anlama geliyor? Maddî hastalıkları doktorlar tespit edebiliyor; pekala manevî hastalıkları nasıl fark edeceğiz?
Bütün hastalıkların üç kaynağı olabilir. Birisi genetik etkendir. Kimi maddî veya zihinsel kusurları genetikten getiririz. Diğeri maddî yaşama biçimimizden kaynaklanır. Bilhassa dengesiz beslenen, uykucu, tembel veya zehirli çevreye maruz kalan insanın biyolojisi bozulur, organları hastalanır. Üçüncü hastalık şekliyse beyni/düşünceyi/idraki/duyguları kullanma şeklinden kaynaklanır. İşte en önemli ve en yaygın psikolojik/manevî hastalık sebebi bu üçüncü kanaldır. Genetik hastalık sebeplerine karşı elden pek bir şey gelmez. Biyolojik sebeplerden de Hz. Peygamberin (a.s.m.) sünnetine uygun yaşayarak korunabiliriz. Üçüncü hastalık türünün çaresi de yine kalbin İlahî ahlak çerçevesinde yönetiminde gizlidir.
Şaşırtıcı incelik şuradadır: Bedeninizi yanlış yönetmekle organlarınızı tahrip edebileceğinizi biliyorsunuz. Lakin aynı tahribatı beyninizi, düşüncelerinizi yanlış yöneterek de yapabilirsiniz. Olumsuz düşünceler bedenin çalışma düzenini bozar ve bozuk çalışan beden zamanla başta beyin olmak üzere organların sağlığını da tahrip eder. Bunu açmak için kalbi inceleyelim:
Kalbimize biraz daha dikkatli bakalım. Kalpten kasıt göğüs kafesimizdeki yuvarlak değil, idrakimizin vicdanî, duygusal, ilhama, imana, sezgiye dair yönüdür. Kalple biz, beynimizin iç duyularını yöneten merkezleri anlamak istiyoruz.
İnsan aklı ve kalbi bir yeni bilgiyi bir eski bilgiye istinaden, kıyasen algılayabilir. Bu açıdan her bebek tüm yeni bilgileri algılamasını sağlayacak en temel kıyas çekirdekleriyle doğar. Böyle olmasaydı insanın algıladığı onca mesajı anlamlandırması mümkün olamazdı.
Mesele şurada: Biz bir kısım verileri maddî duyularımızla dış dünyadan algılıyoruz. Bu sayede aklımız, zekâmız keskinleşiyor. Bu yüzden filozoflaşıyoruz. Beş duyusu kapalı bir insanın dış dünya üzerinden felsefe geliştirmesi imkânsızdır.
Öte yandan biz yukarıda açıkladığımız iç duyulardan da mesajlara açık yaratıldık. Nitekim küçücük çocukların anne-baba tarafından bozulmamış fıtratlarına dikkat ederseniz, maneviyata, dine, Allah arayışına, cennet olgusuna ne denli yatkın olduklarını görebilirsiniz. Ne yazık ki zaman içerisinde insan kendi hatalarıyla kalbinin gözünün kapanmasına yol açar. Aklın derin gözü olan kalp körelir. Kalp evrene güneşle bakan gözken, akıl fenerle bakabilecek sınırdadır. Kalp nasıl bozuluyor?
Kur’an’ın açıkladığı sır
Yüce Allah, Bakara Suresi’nde maneviyatı sağlıklı olan müminleri anlattıktan sonra, önce inkârcıların durumuna değinir: “İnkarcılara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır.” Ardından da münafıkların durumunu açıklar: “İnsanlardan, inanmadıkları halde, ’Allah'a ve ahiret gününe inandık‘ diyenler de vardır. Bunlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.” (En’am Suresi, 10. Ayet)
Dikkat buyurunuz: İnkârcıların kalpleri mühürlü, münafıkların da hastalıklıdır. Kur’an’ın sair ayetleriyle ilişkilendirerek düşünürsek şöyle söyleyebiliriz:
Yüce Allah sıklıkla küfrü kibirle yan yana zikreder. İnkârcıların büyüklenmelerini şiddetle suçlar. Anlıyoruz ki insanın en büyük manevî hastalığı kalbinin mühürlenmesidir. Kalpteki türlü hastalıklarla insan münafık olabiliyor. Öyleyse kalpteki bu hastalıklar nelerdir?
Kalbi/iç/manevî hastalıklar birbiriyle bağlantılı, birbirine yol açan çeşitli özelliklere sahip olabilir. Burada, aralarında sistemli ilişki kurma kaygısı taşımadan kimi kalp hastalıklarına değinebiliriz. Bu hastalıklar temelde, insanın yetişme sürecinde egosunu/enesini yanlış yapılandırmasıyla ilişkilidir. En kökteki hastalık egonun abartılmasıdır, kibirdir. Nasıl insanın bütün ihtiyaçları tokluk arttıkça artıyorsa, insanın manevî hastalıkları da kibir büyüdükçe kutusundan çıkıp yayılıyor.
Benliğin esas amacı, Bediüzzaman’ın “Ene Risalesi”nde yazdığı gibi kendi özelliklerini ölçü birimi yaparak Rabb’ini tanımasıdır. Ancak kendisindeki Allah’a ait vasıflardan örnekler görüp de onları kendine mal ettiği ve kendini az çok ilahlık makamına oturttuğu ölçüde insanın kalbi hastalanır.
Kibir büyüdükçe ardından kin, kıskançlık, zevkçilik, alaycılık, bencillik türer ve giderek insan şeytani huyların eline geçer. Ya da insan benliği Allah’tan başkasından korkmayı öğrendikçe de korkak, ikiyüzlü davranışlar geliştirir. Tüm bunlar duygusal birer bozukluk olsa da her olumsuz duygunun karşılığında tahrip edici hormonlar vardır. Olumsuz duyguların tetiklediği yıkıcı hormonlar zaman içerisinde beyinden bedene insan bütünlüğünü bozar, bitirir.
İç dünyası dengesiz yapılanan insanın dış dünyadaki davranışları da dengesizleşir: Çıkar kavgaları, büyüklenme, gıybet, dedikodu, alaycılık, aşağılama, abartılı övgü ve adeta tapınma, ahlaktan ve mukaddesattan tiksinti, acımasızlık, sorumsuzluk, duyarsızlık gelişir. Bu içsel bozulmaları madde bağımlılığı, cinayet, hırsızlık, zina gibi kötülükler izler. İnsan bu yoldan çabucak ölümle bağ kurarak, tevazuya, ihlasa, tövbeye, ibadete, iyiliğe tutunup kurtulamazsa bir cehennem kütüğü olarak hayatının sonuna ulaşır.
Bütünsel sağlık
Sonuç olarak insan sağlık arıyorsa hayatını maddî ve manevî açıdan dengeli yönetmelidir. Biyolojik açıdan, yeterli, doğal, dengeli, usulüne uygun yemeli, biyolojik zamanında ve yeterli uyumalı, sportif ve çalışkan olmalı, zararlı maddelerden ve etkilerden uzak durmalıdır.
Psikolojik ve manevî açıdan ise İlahî ahlaka tutunmaya çalışmalı ve iyilikte yarışmalıdır. Zira İlahî ilkeye göre, iyilik yaparsanız sisteminizden benliğinize sevinç ve sağlık, kötülük yaparsanız da üzüntü ve hastalık akar. Yanlış davranışın da, yanlış düşüncenin sonucu da hastalıktır. Burada bir tek istisna, bazen yüce Allah’ın, Hz. Eyyüb’ün (a.s.) başına geldiği gibi insanı bir kazayla, bir salgınla yüzleştirmesi ve yaptıklarından kaynaklanmayan bir hastalıkla imtihan etmesidir.
Hayatta her olayda imtihan halindeyiz. Hiç hastalıksız bir hayat imkânsızdır. Maddî hastalıklar yaşantımız kadar yaşadığımız çağın iklim ve çevre şartlarından da etkilenir. Şu var ki manevî hastalıklarımız bizim hatalarımızdan kaynaklanır.
Kim Allah’a tam boyun eğerse, ölümü sık hatırlar, dünya sevgisinden, hırsından vazgeçerse, acizliğini bilir tevazu gösterirse, İlahî ahlaka tutunup dürüst, adil, saygılı, dikkatli, özenli, temiz, edepli olursa o kalbî hastalıklardan korunur. Tövbe de kalbi temizler. Dünya işlerinin iniş çıkışı imanı derin insanın kalbini pek etkilemez. Tam mümin kıyametin koptuğunu görse telaşı dehşetli olmaz. Allah’a tam güveni sayesinde ölüm dâhil tüm musibetleri daha dirayetli karşılar. Dünyası maddî yokluklar içinde de kalsa kalbi manevî huzurlara gark olur.
Dr. Muhammed Bozdağ