Yüce Allah tarafından Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e gönderilen Kur'ân-ı Kerim, pek çok özelliklere sahip son mukaddes Kitaptır. Onun bu özellikleri, yine kendisi tarafından muhataplarına tanıtılmıştır. Bilindiği gibi, bir şey veya bir kimse tanıtılırken, öncelikle onun sahip olduğu isim ve sıfatlar nakledilir. Kur'ân'ı tanımak ve tanıtmak için de, aynı yoldan hareket edilerek, onun hâiz olduğu isim ve sıfatların zikredilmesi gerekir. Nitekim Kur'ân da, aynı metot üzere hareket ederek, kendi niteliklerini yine kendisi tanıtmış; çeşitli âyetlerde bazen uzun uzun, bazen de bir iki kelimeyle, sahip olduğu özelliklerden bahsetmiştir.
İşte bu makalede, Kur'ân'ı tanıtıcı ve özelliklerini belirleyici nitelikte olan isim ve sıfatlar, yine Kur'ân'a dayanılarak incelenecektir.
Giriş
Kelime olarak "Kur'ân"; hemzeli (el-Kur'ân) veya hemzesiz (el-Kurân) oluşuna göre: okumak, ezberden okumak, toplamak, yaklaştırmak, karîne.. gibi mânâlara gelir. Kur'an'ın Usûl (metodoloji) kitaplarında geçen tarifi ise şöyledir: "Hz. Muhammed (sav)'e indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevâtür (her asırda, yalan üzerine birleşmeleri ihtimal dışı olan büyük topluluklar tarafından yapılan rivâyet) yoluyla nakledilmiş ve tilâvetiyle (okunuşuyla) ibâdet edilen mu'ciz (benzeri meydana getirilemeyen, eşsiz) bir kelâmdır".
Bu tarife göre; Kur'ân dışındaki mukaddes kitaplar, Kur'ân'ın tercüme ve mealleri, Kur'ân'daki bir ifadeyi, metin olarak değil de mânâ olarak veren Arapça ifadeler, Kur'ân mefhumunun dışında kalmaktadır.
Kur'ân'ın, "el-Kur'ân" lâfzı dışında daha pek çok isim ve sıfatları vardır ki, bunların sayısının 90'dan fazla olduğu söylenmiştir.
Yüce Allah, Kendi Kitabını, çeşitli özellikleriyle tanımlayıp niteleyerek, onun sahip olduğu sıfatları, yine Kur'ân’ında anlatmıştır. Bu tarif ve tavsiflerin geçtiği âyetlerin incelenip değerlendirilmesi sonucunda, Kur'ân'ın hâiz olduğu isim ve sıfatların tespiti yapılmaya çalışılmış, ancak, bazı âyetler yoruma müsait olduğu için de bunlar, farklı sayılarda belirlenmiştir. Biz, bunlardan tespit edebildiklerimizi alfabetik sırayla sunacağız. Kaydedeceğimiz kelimeleri kısaca açıklayıp, ilgili âyet veya âyetlere işaret edeceğiz. Gayemiz, Kur'ân'ın çeşitli özellikleriyle tanınıp, değerinin bilinmesi yolunda küçük bir hizmet ve Kur'ân'ın, yine Kur'ân'dan öğrenilmesine katkıda bulunmaktır. Kelimeler alfabetik olmakla birlikte, "Kur'ân" kelimesi, önemine binaen başa alınmıştır.
Kur'ân'ın İsim ve Sıfatları
1- Kur'ân:
"el-Kur'ân", "el-Kırâe" kelimesiyle eş anlamlıdır. Daha sonra bu masdarî mânâ, Yüce Allah'ın Kitabı için, ism-i mef'ûl anlamı taşıyan özel isim olmuştur.
"Kur'ân" kelimesinin, hemzeli veya hemzesiz oluşuna göre, kıraat farklılıkları bulunduğu gibi, kelimenin yapısı ve mânâsı üzerinde de değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Mütevâtir On Kıraat'a göre, bu kelimeyi İmam İbn Kesîr (120/738), hemzesiz olarak (Kurân şeklinde); İmam Hamze (156/773), vakf hâlinde hemzesiz, vasl hâlinde hemzeli olarak okumuştur. Diğer kıraat imamları ise sadece hemzeli olarak okumuşlardır.1
Kelimenin aslı ve mânâsı üzerindeki görüşleri de şöylece özetlemek mümkündür:
a) Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (204/819)'ye nisbet edilen bir görüşe göre, bu kelime hiçbir kökten türememiş olup, "el" takısıyla birlikte özel bir isimdir. Karae"den de türememiştir; eğer böyle olsaydı, her okunan şeye Kur'ân denilirdi. Tevrat ve İncil isimleri gibi, bu da Allah'ın Kitabına verilmiş bir isimdir.
b) Ebu'l-Hasen el-Eş'arî (324/36)'ye dayandırılan bir görüşe göre bu kelime; bir şeyi bir şeye yaklaştırmak, katmak anlamına gelen "Karane" fiilinden türemiştir. Bir şey diğerine katıldığında ( ) denir. Sûreler, âyetler ve harfler bir araya toplandığı için de buna "Kurân" adı verilmiştir. Nitekim hacc ve umreyi bir arada yapmaya da "Kırân" denilir.
c) Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ (207/822)'ya göre de bu kelime, "karîne" kelimesinin çoğulu olan "karâin" den müştaktır. Onun âyetleri birbirine benzediği, birbirini tasdik ettiği için, Allah'ın Kitabına özel isim olmuştur. Kelimenin sonundaki "nûn" da aslî harftir. Aşağıda görüşünü nakledeceğimiz ez-Zeccâc ise, buna cevap olarak, "Kur'ân" kelimesinin aslında hemzeli olduğunu, fakat hemzenin harekesinin kelimedeki ağırlığını hafifletmek üzere, kendinden önceki "râ" ya nakledildiğini ve hemzenin terkedildiğini söylemiştir.
d) Ebû İshâk ez-Zeccâc (311/923)'a göre bu kelime; toplamak anlamına gelen "el-kar'ü" mastarından "fu'lân" vezninde, hemzeli bir kelimedir. () : "Suyu havuza topladım" cümlesindeki "kara'tü" kelimesi, "cema'tü (topladım)" anlamındadır. Kur'ân, sûreleri topladığı gibi, geçmiş kitapların meyvelerini de toplamıştır.
e) Ebu'l-Hasen Ali b.Hâzım el-Lihyânî (215/830) ve çoğunluğun görüşüne göre de bu kelime, "telâ" (okumak)" anlamına gelen "karae" den "ğufrân" vezninde hemzeli bir mastardır. İsm-i mef'ûl anlamı taşır. Hemzesiz olarak "Kur'ân" denilmesi, tahfîf içindir. Şu âyetler de bu görüşün isabetinde delil olarak gösterilmiştir:
"Onu (senin kalbinde) toplamak ve (sana) okutmak Bize düşer. O hâlde, sana Kur'ân'ı okuduğumuz zaman, onun okunuşunu tâkip et." (Kıyâme 75/17-18)
Bizim kanaatimize göre de, bu görüş daha mâkuldür. Çünkü bu âyetlerde "cem' ve Kur'ân" kelimeleri yanyana ve farklı mânâlarda (toplamak ve okumak) kullanılmıştır.
f) Schwally, Wellhausen ve Horovitz gibi bazı müsteşrikler ise, Kur'ân kelimesinin, Süryânî yahut İbrânî dilinden, okuma veya okunan anlamında "Keryânî, "Kiryânî" lâfızlarından alınmış olduğunu iddia ederler. Bunu söylerken de, "karae" kelimesinin "okumak" mânâsı ile hâlis Arapça bir kelime olmadığını ileri sürerler. Arapların, câhiliye döneminde bu kelimeyi "telâ (okumak)"dan başka mânâda kullandıkları da nakledilir. Meselâ (hazihin naketü lem tekra’ sella kattu) ifadesiyle, devenin hiç gebe kalmadığı ve yavru doğurmadığı (ortaya yavru çıkarmadığı) kastedilmiştir. Kezâ Amr b. Gülsüm'ün (hecanül levni lem tekra’ caninen) sözünde de bu kelime aynı mânâda kullanılmıştır. Bir kelimenin yabancı kökenli olup, zamanla Arapçalaştığını -genel dil kuralları açısından- kabul etmek mümkün olsa bile, bu misâlleri gerekçe göstererek, böyle bir kanaate varılamaz. Bilindiği gibi, Arapça'da -ve her dilde- bir kelime, birbirinden farklı ve hattâ birbirine zıt birçok mânâlara gelebilmektedir. (Bu örnekler de, bu kelimenin söz konusu anlamda kullanılmış olduğunu gösterir; başka mânâya delâlet etmeyeceğini göstermez. Kaldı ki, sâdece bu mânâ göz önüne alınarak bile, konuyla bir bağlantı kurmak mümkündür. Çünkü kâri de, kıraatıyla, Kur'ân'ı ağzıyla telâffuz edip ortaya çıkarmaktadır.2
"Kur'ân"la ilgili âyetlerden birisi şöyledir:
() "Şüphesiz bu Kur'ân, en doğru yola iletir ve iyi işler yapan mü'minlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler." (İsrâ 17/9)
2- Aceb:
Hayrete düşüren, hoşa giden, hârikulâde güzel, benzeri görülmemiş, çok hayret verici anlamındadır. Kur'ân-ı Kerim, bir âyette bu sıfatla nitelendirilmiştir:
"De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur'ân'ı dinleyip, sonra şöyle dedikleri bana vahyolundu: Biz, hârikulâde güzel bir Kur'ân dinledik'." (Cinn 72/1)
Âyetteki "aceben" kelimesi, "acîb" yerine kullanılmış bir mastardır; fakat "acîb"den daha beliğdir ve te'kid için sıfat olarak kullanılmıştır.3
3- Adl:
Doğru olmak, hakkıyla hüküm vermek, hakkını yerine getirmek, düzeltmek ölçülü hareket etmek, denkleştirmek, eşit kılmak, aşırılıktan kaçınarak dengeli davranmak, haksızlıktan uzaklaşarak doğruluk üzere bulunmak, hak tanırlık; zulüm ve haksızlığın zıddı.
"Rabbinin sözü, hem doğruluk, hem de adâlet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir" (En'âm 6/115)
Âyette geçen "adl" kelimesiyle, Kur'ân'ın koyduğu hükümlerde tam ve mükemmel olduğu, zulüm ve eğrilikten uzak bulunduğu vurgulanmış olmaktadır.4
Kur'ân-ı Kerim'de, çeşitli müştaklarıyla farklı mânâlarda kullanılan "adl" kelimesi, esmâ-i hüsnâ hadîsinde, Allah'ın 99 isminden birisi olarak sayılmıştır ki bu takdirde mânâ; çok adâletli, aslâ zulmetmeyen, hakkâniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan anlamına gelir.5
4- Ahsenü'l-Hadîs:
Sözün en güzeli, en güzel söz.
"Allah, sözün en güzelini, (güzellikte) birbirine benzer, tekrarlanan bir Kitap hâlinde indirdi.." (Zümer 39/23)
Kur'ân-ı Kerim, hem lâfız hem de mânâ bakımından fesahat ve belâgatıyla, kendine has üstün üslûbuyla sözlerin en güzelidir; onda çelişki ve tutarsızlık yoktur. Birçok ilimleri ihtiva eder. Verdiği bütün bilgi ve haberlerin hepsi de doğrudur.6 Peygamberimiz de Kur'ân için aynı mahiyette "Hayru'l-Hadîs" (sözün en hayırlısı) buyurmuştur.7
5- Aliyy:
Çok yüce, yüksek, şerefli, kıymetli, kadri yüce.
"O, katımızda bulunan ana kitaptadır. Şânı yücedir, hikmetle doludur" (Zuhruf 43/4)
Kur'ân çok yücedir; ebedî mu'cize olması sebebiyle, indirilmiş olan diğer Kitapların hepsinden yüksektir. Doğru yola götürür. Kur'ân'ın anlaşılmasıyla, onun yücelik sıfatına uygun olarak, üstün düşünce ve değerler ortaya çıkar.8
Bu âyetteki "aliyy" ve "hakîm" kelimeleri, Kur'ân'la ilgili olabileceği gibi, "Ümmü'l-Kitâb"la da ilgili olabilir.
"Aliyy" kelimesi, aynı zamanda Allah'ın sıfatlarındandır.9 Bu takdirde: Yücelik ve hükümranlıkta kendisine eşit veya kendisinden üstün bir varlık bulunmayan, mutlak olarak yüce olan; örf, akıl ve din açısından övgüye değer (bütün müspet vasıfları kendisinde toplayan; yine örf, akıl ve din açısından yerilmiş bulunan ve ulûhiyetle bağdaşmayan bütün menfi sıfatlardan münezzeh bulunan, kemâl sahibi ulu Allah, anlamına gelir.10
6- Arabiyy:
Arap'a mensup; Arapça; Hz. İsmail'in diyarına da "arabe" denilir ki bu takdirde "arabiyy", "arabe" diyarının lügatine mensup demek olur. Her iki mânâ da aynı mâhiyettedir.
"Biz, düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur'ân yaptık." (Zuhruf 43/3)
Kur'ân'ın Arapça olduğuna dair daha başka âyetler de vardır.11 Kur'ân'ın özelliklerinden birisi de, onun Arapça oluşudur. Her peygambere kendi diliyle vahiy geldiği gibi, Peygamberimize de kendi lisanı olan Arapça ile vahiy gelmiştir; bundan daha tabiî bir şey de olamaz. Eğer aksi olsaydı, zaten muhatapları itiraz ederlerdi: "Eğer biz onu, yabancı bir dilde Kur'ân yapsaydık, derlerdi ki: Âyetleri (anlayacağımız biçimde) açıklamalı değil miydi? Muhatapları Arap olduğu hâlde, Arapça olmayan bir Kitap mı geldi?..' " (Fussılet 41/44)
Burada şunu da belirtelim ki, Peygamberimizin kendisi ve Kur'ân'ın ilk muhatapları Arap olduğu için, Kur'ân Arapça indirilmiştir. Ancak, İslâm evrensel bir din, Kur'ân da cihanşümûl ve son İlâhî Kitap olduğundan, Arap olmayanların da ona inanıp onu öğrenmeleri gerekir.12
7- Azim:
Ulu, yüce, büyük, muazzam.
"Andolsun, Biz sana, tekrarlanan yedi (âyetli Fâtiha'yı ) ve büyük Kur'ân'ı verdik." (Hicr 15/87)
Bu kelime, aynı zamanda Yüce Allah'ın sıfatlarındandır. Bu takdirde: En büyük, ululukta en üstün, ta'zim olunan, yüceltilen, kendisini hiçbir şeyin âciz kılamayacağı kâdir, kudreti yüce, şânı büyük... vb. mânâlara gelir.13
8- Aziz:
Eşsiz, yüce, şerefli, değerli, üstün, kuvvetli, galip, benzersiz, kendisine üstün gelinemez, erişilemez, âciz bırakılamaz.
"Onlar, kendilerine gelen Kur'ân'ı inkâr ettiler. Halbuki o öyle eşsiz bir Kitaptır" (Fussılet 41/41)
Peygamberimiz, Kur'ân-ı Kerîm'in, kendisinin en büyük mu'cizesi olduğunu buyurmuştur.14 Gerçekten Kur'ân; bir benzerinin meydana getirilememesi demek olan "mucize"liğini ve eşsizliğini dil ve üslûbuyla, tutarlı ve çelişkisiz oluşuyla, prensiplerinin canlılığıyla, günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmesiyle, bilinmeyenleri bildirmesiyle, ilmî buluşlara ışık tutan âyetleri, vb birçok yönleriyle ispat etmiştir. O, kendisiyle zıtlaşanları yenen, eşi ve benzeri olmayan bir Kitaptır.
"Azîz" kelimesi, aynı zamanda Yüce Allah'ın sıfatlarındandır ve kendisine üstün gelinemeyen, güçlü, mutlak galip, eşi benzeri olmayan, vb mânâlara gelir.15 Bu kelime Peygamberimiz16 ve mü'minler17 için de kullanılmıştır. Böylece; azîz bir Kitabı, azîz bir ümmet için, azîz bir Peygambere, azîz olan Rabb indirmiştir, demek olur.18
9- Beliğ:
Tebliğ, dâvet, duyuru; yeterli ve beliğ nasihat; yetecek şey, yetecek miktar; yetişmek, kifâyet, istenen şeye ulaşmak; yetiştirilen nesne; yetiştirmek, eriştirmek.
"Bu (Kur'ân) insanlara bir tebliğdir. Bununla uyarılsınlar; O'nun yalnız tek Tanrı olduğunu bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye (gönderilmiştir)" (İbrahim 14/52)
Kur'ân, bütün insanlara bir tebliğ ve duyurudur, doğru yola çağrıdır. En güzel öğüttür. İnsanlara yetecek her şey onda en mükemmel şekliyle mevcuttur.19
10- Besâir:
Basîret'in çoğuludur. Basîret: idrâk, bir şeyin zâhir ve bâtınını gereği gibi idrâk etmek, anlamak, firâset, kalbin idrâk gücü, kalb gözüyle görmek, bilmek; ilim; zekâ; ibret; delil; tecrübe; perde, vb mânâlara gelir.
"Bu (Kur'ân), Rabbinizden gelen basîretler (gönül gözlerini açan nûrlar)dır ve inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmettir". (A'râf 7/203).
"Bu (Kur'ân), insanlara (kurtuluş yollarını gösteren) deliller (sunmakta)dır; kesin olarak inananlara kılavuz ve rahmettir" (Câsiye 45/20)
Kur'ân, insanların hakka doğru kalb gözlerini açan basîret nurlarıdır. Onda gerekli her türlü açıklama yapılmıştır. Allah'ın, hükümlerini gösteren işaretlerle, gerçekleri gösteren delillerle doludur.20
11- Beşir:
Müjdeci, müjdeleyen, sevindiren; güzel yüzlü, güler yüzlü, sevecen. () "Hâ mîm. (Bu), Rahmân, Rahîm'den indirilmiştir. Bilen bir toplum için âyetleri açıklanmış, Arapça okunan bir Kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderilmiştir). Fakat çokları (onu düşünüp kabul etmekten) yüz çevirmiştir; onlar işitmezler." (Fussılet 41/4)
Kur'ân, kendisine tâbi olan mü'minlere dünya ve âhiret nimetlerini müjdeleyici olarak gelmiştir.
Bu kelime, "nezîr (uyarma)" ile birlikte olmak üzere, bir yerde Kur'ân'a, yedi yerde de Peygamberimize nisbet edilmiştir.
"Beşîr"in, daima "nezîr" ile birlikte yer alması, birincinin iyi habere, ikincisinin ise kötü habere tahsisini gösterir. Buna göre "beşîr", itaatkâr mü'minlere dünya ve âhiret mutluluğunu ve cenneti müjdeleyen mânâsına gelir. Bununla birlikte "beşîr" veya "tebşîr" kelimesi, Kur'ân'da kinâye ve istihzâ yoluyla, üzücü bir haberi bildirmek mânâsında da kullanılmıştır.21
12- Beyân:
Açıklama; delil; şüpheyi ortadan kaldırarak kastedilen mânâyı muhataba açıklamak, mânâdaki kapalılığı giderip, ona muhatabın anlayacağı biçimde açıklık kazandırmak, açık seçik olmak. Kastedilen mânâyı açıklayıp ortaya koyduğu için kelâma (söze) da beyân adı verilir.
"Bu (Kur'ân), insanlara bir açıklama, takvâ sahiplerine bir yol gösterme ve bir öğüttür." (Âl-i İmrân 3/138)
Âyette geçen "beyân" kelimesi, bütün insanlara tahsis edilmiş; böylece Kur'ân'ın, bütün insanlara bir açıklama olduğu vurgulanmıştır.22
13- Beyyine:
Açık delil, gerçeğin ortaya çıkarılmasına yarayan kesin delil, hüccet, burhân, kesin belge. Nûr gibi kendisi gayet açık olup da, başkasını da beyân eden, açıklayan demektir. Bunun için, dâvâcının dâvâsını açık bir şekilde beyân ve ispat eden şâhide; ayrıca mu'cizeye de beyyine denilir.23
"Yahut Eğer bize Kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk', demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidâyet ve rahmet geldi.." (En'âm 6/157)
"Beyyine" kelimesinin çokluk şekli "beyyinât'dır. Kur'ân, bu kelime ile de nitelendirilmiştir:
"Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak kendisinde Kur'ân indirilen aydır". (Bakara 2/185)
Fahreddîn Râzî (606/)'ye göre, Kur'ân-ı Kerim, naklen bilinen hususlarda bir "beyyine", naklen ve aklen bilinen hususlarda ise bir hidayettir.24
14- Büşrâ:
Müjde, sevindirici haber; müjdelik, muştuluk; büyük hayır husûlüne delâlet eden haber. "...Sana bu Kitabı, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara yol gösterici rahmet ve müjde olarak indirdik." (Nahl 16/89)
(..) "Tâ sîn. Bunlar Kur'ân'ın ve apaçık bir Kitab'ın âyetleridir. Mü'minlere yol gösterici ve müjdedir." (Neml 27/1-2)
Müjde demek; kişiye bilmediği, duymadığı hayırlı, sevinçli bir şeyi bildirmek demektir. Kur'ân da mü'minlere, kendileri için dünya ve âhirette hazırlanan nimetleri bildirmekle bir müjdedir. Mü'min, Kur'ân'dan istifade eder, onunla sevinir ve tatmin olur; Allah'ın Kur'ân'da ona vadettiklerine inanır ve tasdik eder. Bu bakımdan, onun için en büyük müjde, Kur'ân'dır. Kur'ân'ın verdiği müjde ve haberlerin tamamı da gerçektir.25
15- Fasl:
Gerçek ve kesin söz; hak ile bâtılın arasını ayıran hüküm; aralık, engel; bir şeyi kesip ayırmak, kesmek, açıklamak.
"Şüphesiz Kur'ân, hak ile bâtılı ayıran bir sözdür. O, şaka değildir." (Târık 86/13-14)
Kur'ân-ı Kerim, hak ile bâtılı ayırt eden, doğruyu ve eğriyi açıklayan İlâhî bir sözdür; oyun eğlence türünden boş bir şey değildir, bütünüyle ciddî ve haktır. Bu bakımdan onu can kulağıyla dinlemeli, hüküm ve öğütlerinden yararlanıp gereği yapılmalıdır. O, kıyamette de insanların ayrılıp (fasl), dünyada kendisine uyanların Cennet'e, uymayanların da Cehennem'e girmelerine sebep olur.26
16- Furkan:
İki şey arasını ayırmak; açıklamak; hükme bağlamak; iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırma ölçüsü demektir.
"Âlemlere uyarıcı olsun diye, kulu Muhammed'e Furkan'ı indiren Allah yüceler yücesidir" (Furkan 25/1)
Kur'ân-ı Kerim; hak ile bâtılı, helâl ile haramı, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı, Müslüman ile kâfiri, mü'min ile münâfığı birbirinden ayırdığı ve insanları kurtuluşa götürdüğü için, ona bu isim verilmiştir. Ayrıca peyderpey, bölüm bölüm ayrılarak indirildiği için de bu ismin verildiği söylenmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'in 25. sûresinin adı da el-Furkan'dır. Bundan başka, Tevrat da bu vasıfla nitelendirilmiştir: Andolsun Biz, Mûsâ ve Hârûn'a takvâ sahipleri için bir ışık ve öğüt olan Furkan'ı verdik" (Enbiyâ 21/48)
"Furkan" ile ilgili daha başka yorumlar da yapılmıştır.27
17- Hablullâh:
Habl: ip, urgan; ahit, tutulacak söz, yemin; emân, güven; bir şeyi iple bağlamak demektir.
Hablullah: Allah'ın ipi, Allah'a vuslat sebebi olan delil ve vâsıta demektir ki bu da Kur'ân, İslâm, ihlâs, tâat, İslâm birliği, Allah'ın ahdi, Allah'ın emri, vs diye tefsir edilmiştir.
"Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın.." (Âlü İmrân 3/103)
"Allâh'ın ipi" sözü, bir istiâredir. Allah'ın ipi, insanları sapıklıktan kurtarmak için, gökten yere indirdiği Kitaptır, Kur'ân'dır. Peygamberimiz de bu gerçeği vurgulayarak, Kur'ân'ın, semâdan yeryüzüne uzatılmış Allah'ın sağlam ipi olduğunu ve buna sımsıkı sarılmayı emir buyurmuştur.28 İşte, Allah'ın ipi durumundaki bu İlâhî Kitaba sarılıp, prensiplerini gönülden uygulayanlar, sapıklıktan çıkıp, düşmanlık ateşinden kurtulurlar, Allah'ın rızasına ve cennetine kavuşurlar. Kuyuya inen kimse, dibe düşmemek için, sarkıtılan ipe nasıl sıkıca tutunursa, Kur'ân'a sımsıkı sarılmak da, insanı cehennemin dibine yuvarlanmaktan korur.29
Dipnotlar
1. Bkz. Ebu Amr ed-Danî, et-Teysîr. S. 79; el-Cezerî, en-Neşr, 1:414, Dimyatî, İthaf, 1:431.
2. Kur'ân' kelimesiyle ilgili olarak bkz.
Taberî, Câmiu'l-Beyan,29:187; Razî, Mefatîh, 1:14; 5:86; Rağıb Isfahanî, el-Müfredât, s.402; İbn Manzûr, Lisanu'l-Arab, 1:128; Ebu Hayyan el-Endelusî, Tuhfetü'l-Erîb,s.254; Bedruddin Zerkeşî, el-Bürhân, 1:273; Seyyid Şerif Cürcanî, et-Ta'rifat, s. 181; Firuzabadî, el-Besair, 4:262; Celaluddin es-Suyutî, İtkan, 1:51; Karahisarî, Ahterî-i Kebîr, 2:149, Asım efendi, Kamus Tercemesi, 1:80; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini, Mukaddime, s. 20; Muhammed b. Abdülazim ez-Zerkânî, Menahil, 1:14; Subhi Salih, Mebahis, s. 17, İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 31.
3 Aceb kelimesi için bkz. Razi, age., 1:15 ve 30:154; Ragıb, age., s. 322; İbn Manzûr, age., 1:580; Cürcanî, a.ge., s.152; Firuzabadî, age.,6:20; Asım Efendi, age., 1:371.
4 Adl hakkında bkz: Taberî, age., 8:23; Razi, age., 13:160; İbn Manzûr, age., 1:430; Cürcanî, a.ge., s.152; Firuzabadî, age., 4:28; Asım Efendi, age.,3:1429; Elmalılı, age., 5:3117; Bekir Topaloğlu, Adl, DİA, 1:387; Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş tefsiri, 2:307.
5 Bkz. Tirmizî, Daavat, 83.
6 Ahsenü'l-hadîs için bkz: Taberî, age., 23:210; Razi, age., 26:268; Firuzabadî, age, 2:439; M.Eroğlu, Ahsenu'l-Hadis, DİA, 2:178.
7 Bkz. Müslim, Cum'a, 43-45
8 Aliyy hk. Bkz. Taberî, age., 25:49; Razî, age., 27:294; Rağıb, s.345; İbn Manzûr, age., 25:83; Cürcanî, age., s. 162; Firuzabadî, age., 4:96; Asım Efendi, age.,4:1090; Elmalılı, age., 6:4265; Ateş, age., 8:238.
9 Mesela, bkz. 2.Bakara:255; 22.Hacc:62; 42.Şura:51.
10 Bkz. Bekir Topaloğlu, Aliyy, DİA,2:370.
11 Bkz. 12.Yusuf:2; 20. Taha:113; 39.Zümer: 28; 41. Fussilet:2;
12 Arabiy kelimesiyle ilgili olarak bkz., Taberî, age., 25:47; Razî, Mefatîh, 27:192; Rağıb, s.328; İbn Manzûr, 1:586; Firuzabadî, 4:38; Elmalılı, age., 4:2843 Ateş, age., 8:173.
13 Azîm hakkında bkz. Taberî, age., 14:60; Razî, 1:17 ve 19:207; Rağıb, s.339; İbn Manzûr, 12:409; Asım Efendi, age.,4:406
14 Bkz. Buharî, Fedâilu'l-Kur'ân,1; Müslim: İman, 239.
15 Aziz kelimesi hakkında bkz. Bkz. Taberî, age., 24:124; Razî, age., 1:17 ve 27:131; Rağıb, s.333; İbn Manzûr, age., 5:374; Zerkeşî, age, 1:279; Firuzabadî, age., 4:63; Karahisarî, age., 2:46; Elmalılı, age., 6:4210; Aziz, DİA, 2:331; Ateş, age., 8:144.
16 Bkz. 9. Tevbe:128
17 Bkz. 63.Münafıkun:8
18 Razi, age., 1:17.
19 Belağ kelimesi için bkz: Razî, age., 19:149; Rağıb, age. S. 60; İbn Manzûr, age., 8:419; Zerkeşî, age, 1:279; Karahisarî, age., 1:110; Asım Efendi, age., 3:477; Elmalılı, age., 5:3035; Ateş, age., 5:37.
20 Besair hakkında bkz., Taberî, age., 25:147; Razî, age., 1:16 ve 27:206; Rağıb, s.49; İbn Manzûr, age., 4:65; Ebu hayyan, age., s. 66; Zerkeşî, age, 1:281; Cürcani, age., s. 47; Firuzabadî, age., 2:222; Asım Efendi, age., 2:162; Elmalılı, age., 6:4318; Ateş, age., 8:336; Harrat, Mu'cem, s. 48.
21 Beşir için bkz., Taberî, age., 24:191; Razî, age., 1:16; Rağıb, s.47; İbn Manzûr, age., 4:62; Zerkeşî, age, 1:279; Cürcani, age., s. 46; Firuzabadî, age., 2:205; Karahisarî, age., 1:101; Asım Efendi, age., 2:161; Ahmet Önkal, Beşir, DİA, 5:554.
22 "Beyan" hakkında bkz: Taberî, age, IV, 100; Râzî, age, I, 16 ve IX, 12; Râğıb, age,s. 69; Muhammed Kurtubî, el-Camiu li ahkâmi'l-Kur'ân, IV, 216; İbn Manzûr, age,, XIII, 68; Curcani, age,s. 48; Âsım Efendi, age,, IV, 567; İbrahim Kafi Dönmez-Nasrullah Hacımüftüoğlu, Beyan, DİA, VI, 22.
23) "Beyyine" için bkrz: Taberî, age, VIII, 94; Râzî, age,, XIV, 5; Râğıb, age, s. 68; Kurtubî, age, II, 299; İbn9 Manzûr, age, XIII, 67; Karahisari, age, I, 117; Elmalılı, age, III, 2103 ve XI 5990; Ateş, age, III, 264; Bekir Topaloğlu, Beyyine, DİA, VI, 96; Y. Nuri Öztürk, Kur'ân'ın Temel Kavramları, s. 71.
24) Bkz: Râzî, age, XIV, 5.
25) "Büşrâ" hakkında bkz: Taberî, age, I, 438; Râzî, age,, III, 197 ve XXIV, 177; Râğıb, age, s. 48; İbn Manzûr, age, IV, 62; Ebû Hayyân, age, s. 65; Fîrûzâbâdî, II, 205; Karahisârî, age, I, 101; Âsım Efendi, age, II, 160. Bu kelime ile ilgili olarak ayrıca bkz: Bakara 2/97; Nahl 16/102 ve Ahkaf 46/12.
26) "Fasl" için bkz: Taberî, age, XXX, 149; Râzî, age,I, 16 ve XXXI, 134; Râğıb, age,s. 381; İbn Manzûr, age,XI, 521; Fîrûzâbâdî, age, II, 331 ve IV, 194; Âsım Efendi, age, IV, 23; Elmalılı, age, VIII, 5732; Ateş, age, 413.
27) "Furkan" hakkında bkz: Taberî, age, XVIII, 179, Râzî, age, I, 14 ve XXIV, 45; Râğıb, age, s. 378; İbn Manzûr, age, X, 302; Zerkeşî, age, I, 280; Fîrûzâbâdî, age, I, 83 ve IV, 186; Âsım Efendi, age, III, 982; Elmalılı, age, mukaddime, s. 21 ve V, 3561; A. J. Wensinck, Furkan, İA, IV, 699; Ateş, age, VI, 242.
28) Bkz: Müslim, Akdiye, 10; Tirmizi, Sevabü'l-Kur'ân, 14; Menakı, 32; Fedailü's-Sahabe, 32; Darimi, Fedailü'l-Kur'ân, 1; İbn Hanbel, el_Müsned, III, 14, 17; V, 182.
29) "Habullah" hakkında bkz: İbn Kutaybe, age, s. 464; Taberî, age,, IV, 30; Râzî, age, I, 15 ve VIII, 173; Râğıb, age, s. 107; Kurtubî, age, IV, 158; İbn Manzûr, age, XI, 134; Fîrûzâbâdî, age, II, 462; Karahisari, age, I, 220; Âsım Efendi, age, III, 1225; Elmalılı, age, II, 1153,; Ateş, age, II, 86.
çok güzel bir yazı olmuş çok teşekkür ederim çok işime yaradı sağolun.