Kur'an-ı Kerim'de fısıldaşanların sadaka vermesi gerktiği buyrulmaktadır. Fısıldaşmak neden günahtır? Mücadele suresi 7-13 ayetleri açıklar mısınız?

Mücadele Suresi, 7-13. ayetlerin açıklaması:

7- Göklerde ve yerde olanları, Allah'ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlak O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.

8- Gizli konuşmaktan menedildikten sonra yine o menedildikleri şeyi yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber'e karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir tarzda selamlıyorlar. Kendi içlerinden de "bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" derler. Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir, ne kötü dönüş yeridir orası!

9- Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvayı konuşun. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.

10- Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.

11- Ey iman edenler! Size: "Meclislerde yer açın." denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size "Kalkın." denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.

12- Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, artık Allah bağışlayan ve merhamet edendir..

13- Gizli (özel) bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah da sizi affetti. Şu halde namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

Tefsiri:

7. "Görmez misin ki Allah, göklerdekini ve yerdekini bilir." Bu âyet Allah Teâlâ'nın her şeye şahid olduğunun delilidir. deki rü'yet, görülebilir delillerden çıkarılan ilim mânâsınadır. Yani görüp seyrettiğini göklerin ve yerin saltanatından, düzen ve idaresinden onlarda gerek sakin ve gerek hareket halinde olsun her ne varsa Allah Teâlâ'nın hepsini biliyor olduğuna sen kalbinle şehadet etmez misin? Ey muhatab Herhangi bir üçün necvâsı olmaz ki, mutlak onların dörtleyicileri O, olmasın, yani her halde O, onların beraberlerinde bulunur, onları dörtler. Necvâ, Enbiyâ Sûresi'nde geçtiği gibi sır söylemek gizli konuşmak, Türkçesi Kamus müterciminin de ifade ettiği şekilde fisildi, daha Türkçesi fısıltı demektir. Yüksek tepe mânâsına "Necveh"den, yahut kurtuluş anlamına gelen "necât"tan alınmıştır. Aralarında sır konuşmak isteyenlerin, herkesin çıkamayacağı yüksek yerlere çıkmak, yahut etraflarında bulunan kimselerin işitmelerinden kurtulmak istemeleri düşüncesiyle, fısıltıya bu ismin verildiğini söyleyenler de vardır.

Arapça'da üçten ona kadar râbi, hâmis gibi fâil veznindeki sayı isimleri iki şekilde kullanılmaktadır. Birisinde üçüncü, dördüncü, beşinci vb. mânâsında sıra sayıları dediğimiz sayı ismi olur. Bu durumda mensup olduğu sayının biri veya sonuncusu demek olup kendi derecesinden bir sayıya bağlanmış, olur. Mesela, sâlisuselâse, râbiuerbaa, üçün biri yahut üçüncü sırada bulunan, dördün biri veya dördüncü sırada bulunan mânâsını ifade eder. Diğerinde ise ism-i fâil olup türediği sayıdan bir eksiğine bağlanmış olur.

Mesela, sâlis üçleyen, râbi dörtleyen, hâmis beşleyen, sâdis altılayan vb. demek olup, sâlisu isneyn, rabiu selâse, hâmusi erbaa, sâdisu hamse diye kullanılır. Âyete "râbi" üçe muzaf olduğu için ikinci anlamdadır. Yani dörtleyen veya dörtleyici demektir. Sâdis de bunun gibidir. Ne de bir beşin, fısıltısı olmaz ki mutlak O, altılayıcıları olmasın ve gerek ondan daha azın yani zikredilen üç veya beşten az ki, iki veya dörttür. Çünkü ikiden aşağı karşılıklı konuşma, müşâvere ve müzakere olmaz. Gerekse daha çoğun ki altı veya daha fazlanın fısıltısı olmaz ki mutlak O (Allah) beraberlerinde bulunmasın yani hepsiyle beraberdir. Her nerede olurlarsa olsunlar beraberlerindedir. Görülüyor ki bu âyette önce üçten başlanmış, sonra beşe geçilmiş, ikisinde de tek sayılar zikredilmiş, sonra da daha az veya daha çoğu şeklinde kısaca ifade edilmiştir. Bunun bir hayli nüktesi vardır.

Evvela, âyetin nüzul sebebine işarettir. Zira rivayet olunmaktadır ki, "Rabia b. Amr ile biraderi Habib b. Amr, bir de Safvân b. Ümeyye bir gün tenhada konuşuyorlarmış. Birisi, "Allah bizim söylediklerimizi bilir mi dersiniz?" diye sormuş. İçlerinden biri, "Bazısını bilir, bazısını bilmez." demişti. Üçüncü şahıs da, "Bazısını bilirse hepsini bilir." demiş. İşte söz konusu âyetin inişine bu olay sebeb olmuştur."

İkincisi, sûrenin başında zikredilen mücâdeleci kadın Hz. Peygamber'le konuşurken yanlarında Hz. Aişe de vardı. Bunun için sayıları üçe ulaşmıştı.

Üçüncüsü, gizli konuşmak çoğu defa müşâvere (danışma) için olur. Müşâvere iki kişi arasında olabilirse de, ihtilaf edildiği takdirde bir tarafın çoğunlukla tercih edilebilmesi için müzakerenin üç, beş, yedi, dokuz gibi tek sayı ile yapılmasının daha uygun olacağına işaret sayılabilir. Hz. Ömer'in vefatı sırasında danışma meclisini altı kişi yapması, aşere-i mübeşşere (cennetle müjdelenenler)den olan o altı zâtın belirlenmiş olmasından dolayıdır. Nitekim Hz. Ömer onlara, "Resullullah (s.a.v) sizden razı olarak vefat etti." demiştir. Bununla beraber oğlu Abdullah'ın hilafetten hissesi olmamakla beraber icabında tercih noktasından hareketle onun da beraberlerinde bulunmalarını şart koşarak yine tek sayıya riayet etmiştir.

Dördüncüsü, böyle gizli konuşacak komisyonların, toplulukların ekseriya üç, en fazla beş kişiden ibaret olmasına işarettir.

Mamafih daha aşağı, daha yukarı gizli cemiyetler de olabileceğinden ile hepsi ifade edilmiştir. Sonra bütün bunların yaptıkları amellerini kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Amelleriyle onları rezil edip azaba sokacaktır. Öyle ya Allah her şeyi bilicidir.

8. "Gizli konuşmaktan men edilip de yine o men edildikleri şeyi yapmaya kalkışanları görmedin mi?"

Buradaki rü'yet (görme) fiili, ile kullanılmış olduğu için bakmak mânâsını ifade etmektedir. Bu âyet de yahudilerle münafıklar hakkında indirilmiştir. (Bakara, 2/14 âyetine bkz.)

Hem de günah, vebal, müminlere karşı düşmanlık, tecavüz ve Peygamber'e isyan konusunda fısıldaşıyorlardı. Gizli cemiyetler yapıyor, gizli gizli konuşuyorlardı. "Onlar sana geldikleri zaman seni Allah'n selamlamadığı bir tarzda selamlıyor." Tahiyye, Allah ömürler versin ve sabahınız hayır olsun gibi sağlık ve esenlik mânâsı ifade etmektedir ki, biz müslümanların tahiyyesi selamdır.

Bu, "Orada birbirlerine sağlık dilekleri selamdır..." (Yûnus, 10/10) âyetinde görülmektedir. Peygamber'e verilecek selam da, "Selam senin üzerine olsun Ey Allahın Resulü." "Salat ve selam senin üzerine olsun Ey Allah'ın Resulü." "Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun Ey Allah'ın nebisi." şeklindedir. Allah Teâlâ da peygamberini "Selam olsun seçkin kıldığı kullarına..." (Neml, 27/59), "Gönderilen bütün peygamberlere selam" (Saffât, 37/181),

9-10. "Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam verin." (Ahzâb, 33/56) gibi salât ve selam ile selamlamıştır. Buhari, Müslim ve diğer kaynaklarda Hz. Aişe'den nakledilen bir rivayete göre, yahudilerden bazıları Hz. Peygamber'in huzuruna geldiler ve ona "Ölüm senin üzerine olsun, Ey Kâsım'ın babası." dediler. Peygamber de, "sizin üzerinize olsun" şeklinde karşılık verdi. Hz. Aişe diyor ki ben de onlara: "Ölüm size olsun, Allah size lanet etsin ve Allah'ın gadabına uğrayasınız." dedim. Bir başka rivayette de, "Ölüm, kusur ve lanet size olsun." Bundan dolayı Peygamber bana, "Ey Aişe Allah Teâlâ, gereğinden fazla söyleyeni sevmez." buyurdu. Ben de ona, "Duymuyor musun? "Ölüm" diyorlar." dedim. "Sen de işitmedin mi? ben de onlar için dedim." buyurdu."

İbnü Esir der ki: " 'ın kullanılışında meşhur olan hemzesiz olmasıdır. Onlar bununla ölüm murad ediyorlardı. Ancak bazı rivayetlerde hemzeli olduğu görülmektedir ki bunun mânâsı da, dininizden bıkasınız demektir."

Ahmed b. Hanbel ve "Şuabu'l- iman"da Beyhakî Abdullah b. Ömer'den şöyle bir rivayet nakletmişlerdir: "Yahudiler Resulullah (s.a.v)'a diyorlar ve bununla sövmeyi kasdediyorlardı.

Sonra da aralarında "Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azab etmesi gerekmez miydi?" (Mücâdele, 58/8) diyorlardı. İşte bunun üzerine âyeti nazil oldu. Ve nefislerinde, yani kendi aralarında veya gönüllerinde diyorlardı ki, Allah söylediğimizle bize azab etse ya!...

Yani o Allah'ın Resulü ise ona tahiyye (selam) adına söylediğimiz söz sebebiyle Allah bize bir azab verse ya! diye dünyada azab istiyorlardı. Onlara cehennem yeter, bu dünyada azab edilmeyeceği mânâsına değildir, lakin ahiretteki cehennem azabı her azabdan da beterdir. Yani hepsinin yerine yetecek derecededir. Onlar ona yaslanacaklardır, (cehennemin) içine atılacaklardır. O ne kötü dönüş yeridir. O cehennem ne fena bir son, ne kötü akıbettir. Dönüp varılacak yerlerin en fenası, düşülecek değişim yerlerinin en kötüsüdür.

"Ey iman edenler! Gizli konuştuğunuz zaman..." Müminler gizli konuşmalardan, fısıldaşmalardan mutlak surette men edilmeyip, ancak günahtan, şuna buna zulüm ve tecavüz etmek ve Hz. Peygamber'e isyan mahiyetinde şeyler konuşmaktan nehyediliyorlar.

Gizli görüşmeler yaptıkları zaman da hayra, hasenâta ve Allah'ın azabından korunma yollarına dair hususlarda konuşmakla emrolunuyorlar. Buhârî, Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud'un İbnü Mes'ud'dan yaptıkları rivayette Hz. peygamber buyurmuştur ki,

"Üç kişi bir arada bulunduğunuz zaman, insanlara karışıncaya kadar ikiniz diğerini bırakıp da fısıldaşmayın. Çünkü bu durum onu mahzun eder." Âlimler demişlerdir ki, iki kişi bir üçüncü şahsın yanında onun anlamadığı bir lisanla konuştuklarında eğer o bundan üzüntü duyuyorsa, bu da tıpkı yukardaki gibidir.

11. Gizli konuşma hakkındaki bu öğretiden sonra açık meclislerdeki adâbla ilgili olarak buyuruluyor ki,

12. Ey iman edenler! Sizlere meclislerde, oturduğunuz yerlerde genişleyin denildiğinde genişleyiverin. Yani açılın, gelene yer verin denildiği zaman yer açın, ortalığı daraltmayın. İbnü Ebî Hâtim'in Mukâtil b. Hibbân'dan yaptığı nakle göre, Âlûsî bu âyetin nüzul sebebini şöyle anlatmıştır:

"Hz. Peygamber (s.a.v) Muhâcir ve Ensâr içinden Bedir ehline ikramda bulunurdu. Sâbit b. Kays b. Şemmâs'ın içinde bulunduğu Bedir ehlinden bir grup meclise geldiğinde, meclis dolmuştu. Resulullah (s.a.v)'ın karşısında durarak ona: "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Nebi!" dediler. Resulullah da "Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi sizin üzerinize de olsun." diye selamlarına karşılık verdi. Sonra meclistekilere selam verdiler, onlar da selam ile mukabelede bulundular. Böylece ayakta dikilip kaldılar ve kendilerine yer açılmasını beklediler. Ancak kimse onlara yer vermedi. Bu ise Resulullah (s.a.v)'ı üzdü. O da çevresinde bulunanlardan bazılarına, "Kalk ya filan, ya filan!" diyerek bir kaç kişiyi kaldırdı. Ancak, durumun hoşlarına gitmediği, kalkanların yüzlerinden belli oluyordu. Münafıklar bunu dedikodu vesilesi yaparak "Yakınına oturanı kaldırıp da sonra geleni oturtması adalet değildir." dediler.

İşte söz konusu âyet bu sebeble indirildi." Hasan el-Basri ve Yezid b. Ebî Habîb gibi bazı zatlar ise, "Sahabiler harp saflarında, savaş alanlarında kıskançlık göstererek sıkı bir şekilde durur ve şehid olma arzusuyla birbirlerine yer açmazlardı. Bu âyet işte bu sebeble nazil oldu." demişlerdir.

Âyetteki mânânın kapsam itibarıyla bunu da içine aldığı kabul edilirse de çoğunluk, sözü edilen âyetin, Peygamber (s.a.v)'in meclisindeki izdiham nedeniyle indirildiğini söylemiştir. Kısacası hangisi olursa olsun bulunduğunuz meclislerde darlık yapmayın, etrafınızdakilere sıkıntı vermeyin, genişleyin. Ve açılın, yer verin denildiği zaman, ne suretle olursa olsun yer açın genişletin ki Allah size genişlik versin. Kalkın yahut yukarı geçin, denildiğinde de hemen kalkıverin ki Allah içinizden iman edenleri, yani hakikaten imanlı olan ve bu emirlere de temiz yürekle iman eden müminleri yükseltsin. İman ile emre boyun eğmelerinin mükafatı olarak dünyada başarı ve güzel ünvan, ahirette cennet köşklerinde makam ile üstünlük versin. Kendilerine ilim verilmiş olan zatları da derecelerle yükseltsin bilhassa ilim ile uğraşıp gereğince amel eden âlimleri de derecelerle daha yüksek makamlara geçirsin.

Bu âyet, ilmin fazileti ve âlimlerin üstünlüğü hakkındaki açık delillerdendir. Bu konuda birçok hadis de vardır. Kısaca ifade etmek gerekirse denilebilir ki, imam-ı Azam Ebu Hanife'nin Müsned'inde İbnü Mesud'dan naklettiği şu hadis, bu hussutaki hadislerin en mühimlerindendir. Peygamber buyurmuştur ki:

"Allah Teâlâ kıyamet günü âlimleri toplayıp da buyuracak ki: 'Ben size sırf hayır istediğim cihetle hikmetimi kalplerinize koydum. Haydi cennete girin. Çünkü sizden ortaya çıkacak kusurlara karşı sizi affettim." Tirmizi, Ebu Davûd ve Dârimî şu hadisi merfu olarak Ebu'd-Derdâ'dan rivayet etmişlerdir:

"Âlimin âbid karşısındaki üstünlüğü, ayın dolunay gecesi diğer yıldızlar karşısındaki üstünlüğü gibidir." Yine Tirmizi, Ebu Ümâme (r.a.)'den Resulullah (s.a.v)'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Âlimin âbide olan üstünlüğü benim, (derece itibariyle) sizin en aşağıda olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Muhakkak ki Allah Teâlâ ve melekleri, gökler ve yerde bulunanlar hatta yuvasındaki karınca ve hatta balıklar, insanlara hayır öğreten kimseye salavat getirirler." Dârimi'nin Hasan el Basri'den yaptığı rivayette Resulullah şöyle buyurmuştur:

"Her kim İslâm'ı ihyâ etmek (yaşatmak) için ilim taleb ederken, kendisine ölüm gelirse, onunla peygamberler arasında tek bir derece vardır." Şu hadisler de bu konuda pek önemlidir. Deylemi, "Firdevs" de Ümmühâni (r.a.) naklediyor: "Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki:

"İlim benim ve benden evvelki peygamberlerin mirasıdır." İbnü Adiy Hz. Ali'den naklediyor: "Âlimler yerin ışıkları peygamberlerin halifeleri, benim varislerim ve peygamberlerin varisleridir?" İbnü'n-Neccâr Enes (r.a.)'den naklediyor: "Âlimler, Peygamberlerin varisleridir. Gök ehli onlara karşı muhabbet besler ve öldükleri zaman denizdeki balıklar kıyamete kadar onların günahlarının affı için dua ederler." Ahmed b. Hanbel ve İbnü Hibbân, Ebü'd-Derdâ (r.a.)'dan naklediyor:

"Her kim bir yola girer ve onda ilim taleb ederse, Allah Teâlâ onu cennet yollarından bir yola götürür ve melekler ilim taleb edenlere sanatlarından hoşlandıklarından dolayı kanat gererler. Âlimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar. Ancak ilim miras bıraktılar. Şu halde o ilmi alan, büyük bir pay almış olur." İbnü'n-Neccâr Enes (r.a.)'den naklediyor:

"Âlimler komutan, müttakiler efendidirler. Onlarla oturmak da kârlı bir iştir." Hâtib, İbnü Ömer'den (r.a.) naklediyor: "Âlimlerin mürekkebi şehidlerin kanıyla tartıldı da ondan ağır geldi." Taberânî, "Evsât"da Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor: "İlim elde edin ve ilim için kararlılık ve vekâr da öğrenin. Kendisinden ilim öğreneceğiniz kimseye karşı mütevazi olun." Deylemî, "Firdevs"de Hz. Ali (r.a.)'den naklediyor:

"Kendisinden istifade edilen âlim bir âbidden daha hayırlıdır." İbnü Adi, Hatib, İbnü Asâkir, Ebu'd-Derdâ (r.a.)'dan naklediyor. "Öğrenmek istediğinizi öğrenin, fakat bildiğinizle amel etmediğiniz müddetçe ilmin size hiçbir faydası olmaz." Ebu'l-Hasen İbnü Ahzemi el-Medinî, "Emâli"sinde Enes (r.a.)'den naklediyor: "İlimden istediğinizi öğrenin. Fakat amel etmedikçe vallahi ilim toplamakla sevab elde edemezsiniz." Ahmed b. Hanbel, Buhari, Müslim, Muaviye'den, yine Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî İbnü Abbas'tan ayrıca İbnü Mâce Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor: "Her kime Allah hayır dilerse, onu dinde fakîh kılar." Taberani, İbnü Ömer (r.a.)'den naklediyor:

"İbadetin en faziletli olanı fıkıh, dinin en faziletlisi de takvadır." Hatib, Câbir (r.a.)'den naklediyor: "Âlimlere ikram ediniz. Çünkü onlar Peygamberlerin mirasçılarıdır. Kim onlara ikram ederse Allah ve Resulü'ne ikram etmiş olur." Rafii, Benz b. Hakim'den, o da babasından, dedesinden naklediyor: "Âlimleri karşılayan beni karşılamış, onları ziyaret eden beni ziyaret etmiş ve onların meclisinde bulunan, benim meclisimde bulunmuş olur. Benim meclisimde bulunan da sanki Rabbim'in meclisinde bulunmuş gibidir." Deylemî, İbnü Mes'ud'dan ve Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor:

"İlim ortadan kaldırılmadan evvel ilim öğrenin. Çünkü her biriniz, yanındakine ne zaman muhtaç olacağını bilmez." Ahmed b. Hanbel, Dârimî, Tâberânî, Ebu'ş-Şeyh (tefsirinde) ve İbnü Merdûye, Ebu Umâme (r.a.)'den naklediyor:

"Ey insanlar ilim alınmadan, kaldırılmadan önce nasibinizi alın. Denildi ki: "Ya Resulullah Kur'ân bizim aramızdayken ilim nasıl kaldırılır? Buyurdu ki:

"Hay seni anası yitesi! İşte yahudi ve hıristiyanlar, aralarında kitapları var. Fakat peygamberlerinin getirdiğinden bir harfe tutunmaz olmuşlardır. Haberiniz olsun ki ilmin gitmesi, hepsinin gitmesidir. İlmin gitmesi, cümlesinin gitmesidir. İlmin gitmesi, cümlesinin gitmesidir. (bu son kısmı üç defa tekrar etti.)"> Ahmed b. Hanbel, Buharî, Müslim, Nesâî ve İbnü Mâce, İbnü Ömer (r.a.)'den naklediyor:

"Allah Teâlâ, ilmi kullardan soymak suretiyle çekip almaz. Ancak ilmi, âlimleri almak suretiyle ortadan kaldırır. Allah hiçbir âlim bırakmayınca da, insanlar bir takım cahil başlar edinirler ve onlara sorular sorarlar, onlar da ilimsiz fetva verirler. Bu yüzden de hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar." Ebu Nuaym ve Deylemî, Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor:

"Ahir zamanda bir kavim ortaya çıkar. Cahiller başa geçerek insanlara fetvâ verirler. Böylece hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar." İbnü Neccâr, Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor:

"Kötü âlimler kıyamet günü getirilir, cehennem ateşine atılır. Her biri, cehennemde bir kamış ile değirmen döndüren merkeb gibi dolaşır durur. Ona:

"Vay sana, biz seninle doğru yolu bulmuştuk, bu halin de ne?" diye sorarlar. O da der ki:

"Ben, sizi nehyettiğim şeyleri tutmaz aksini yapardım." Deylemî, "Firdevs" de İbnü Abbas (r.a.)'tan naklediyor:

"Dinin felaketine yol açan üç sebeb vardır: Günahkâr fakih, zalim devlet başkanı ve cahil müctehiddir." Askerî, Hz. Ali (r.a.)'den naklediyor:

"Fakihler, dünyaya dalmadıkları ve sultana uymadıkları müddetçe peygamberlerin güvenilir (vâris)leridirler. Ancak bunu yaparlarsa o zaman onlardan sakının." Ahmed b. Hanbel, Hz. Ömer (r.a.)'den naklediyor:

"Ümmetimin aleyhine korktuğumuz şeylerin en korkuncu, her dili bilen münafıktır." Yine Ahmed b. Hanbel ve Ebu Nuaym "hilye" de Hz. Ömer (r.a.)'den naklediyor: "Ümmetimin aleyhine korktuğumun en korkuncu, saptırıcı liderlerdir." Taberânî, İbnü Mesud (r.a.)'dan naklediyor:

"Eğer bir kimseye Allah Teâlâ bir ilim vermiş de o da onu gizlemişse, Kıyamet günü Allah Teâlâ da ona ateşten bir gem vurur." İbnü Asâkir Ebu Hureyre (r.a.)'den naklediyor: "Kıyamet gününde insanların en şiddetli azab çekeni, Allah'ın ilmiyle kendisine bir menfaat vermediği âlimdir." Tirmizî, İbnü Ömer (r.a.)'den naklediyor:

"Her kim Allah'tan başkası için ilim elde ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın." Ebu'ş-Şeyh Ubâde b. Sâmit (r.a.)'den naklediyor: "İlim amelden hayırlıdır, dinin kuvvetlenmesi ise, takva iledir. Âlim, az da olsa ilmiyle amel edendir." İbnü Lâl, "Mekârimu'l-Ahlâk"da Hz. Ali (r.a.)'den naklediyor:

"Size mükemmel bir fakihi haber vereyim mi? Allah'ın rahmetinden insanların ümidini kesmeyen ve merhametinden onları ümitsizliğe götürmeyen, Allah'ın tuzağından onları emin kılmayan ve dünyaya rağbet için Kur'ân'ı bırakmayan kimsedir. Haberiniz olsun ki ne anlaşılmayan bir ibadette, ne de üzerinde düşünülmeyen ilimde hayır yoktur." Hatib, "el Müttefâk ve'l-müfterak"de Şeddâd b. Evs'den naklediyor:

"Kul, Allah'ın zâtı hakkında insanlara ve herkesten fazla da kendi nefsine buğz etmedikçe mükemmel bir fakih olamaz."

Kısacası, ilmin ve âlimlerin gerek fazileti ve gerekse musibeti hakkında, hadis kitaplarında pek çok hadis mevcuttur. Nitekim Kenzü'l-Ummâl'de yüzlercesi nakledilmektedir. Bütün bunlardan anlaşılan husus ise, ilmin amelden fazilet ve meziyyet bakımından üstün olması ve Allah'ın yanında yüksek derecelere ulaşan âlimlerin, kendilerini ilme verip ilmiyle amel eden âlimler olmasıdır. Onun için âlimler, ilimleriyle amel etmeli, müminler de âlimlere hürmet ve ikrâmda bulunmalıdırlar. Âlimler, ilmin şerefini, konusunun şerefi, gayesinin şerefi ve meselelerinin kuvveti ile uygun olmak üzere üç açıdan çeşitli derecelere ayırmışlardır. Ahmet b. Kays demiştir ki: "İlimle desteklenmeyen üstünlük sonuçta bir perişanlığa dönüşür.

Ve Allah, bütün amellerinizden haberdardır. Ona göre mükafat veya ceza verecektir. Bu cümle, esasen ilimle kasdedilenin amel olduğunu ifade etmekte ve ilme saygı göstermeyenleri uyarmaktadır.

"Ey iman edenler! Peygamber ile gizli konuştuğunuz zaman..." Bu âyet de özellikle Resullullah (s.a.v)'ın meclisinde kendisine fısıltı ile bir şey arzetmek isteyenlerin adâbı hakkında nazil olmuştur.

İbnü Abbas'tan rivayet edildiğine göre, "Bazı sahabiler, Resulullah (s.a.v)'ın meclisinde kendilerini göstermek için lüzumlu, lüzumsuz fısıltı ile ona bir şeyler arzetmeğe kalkıyor ve bu, gittikçe çoğalıyordu. Hz. Peygamber de, lütuf ve hoşgörüsü sebebiyle hiç birisini reddetmiyordu. İşte bu yüzden söz konusu âyet indirildi." Katâde'den yapılan rivayete göre de, "Zenginler Peygamber'in huzuruna geliyorlar ve sık sık dilekte bulunarak mecliste fakirlere galebe ediyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v) de bunların çok oturmalarından ve çok fısıldaşmaya kalkışmalarından sıkılıyordu. İşte bunun üzerine bu âyet indirildi. "Böylece buyuruluyor ki:

Ey iman edenler Peygamber'e bir şey fısıldamak istediğiniz vakit fısıltınızdan önce bir sadaka veriniz ki miktarı ne olursa olsun bu suretle bir sadaka verilmesi sizin için hayırlıdır. Muhtaçları sevindirecek ve size sevab kazandıracak bir hayırdır. Hem de daha ziyade bir temizliktir ve Peygamber'den dilekte bulunmak hususundaki niyetlerin samimiyetine, mallarınızda fakirlerin gözlerinin kalmamasına ve ahlâkın berraklaştırılmasıyla hayır ve iyilikleri âdet edinmeye sebeb olur. Şayet bulamazsanız sadaka vermeye gücünü yetmezse o halde de Allah, Gafûr'dur Rahim'dir. Öyle sadaka veremeyecek olan fakirlerin de fısıltı ile istekte bulunmasına izin verir.

Burada Gafûr isminin zikredilmesi, emrinin ibâha değil vücub ifade ettiğini göstermektedir. Şunu da unutmamak lazımdır ki, Resulullah kendi adına hediye kabul ederdiyse de, sadaka kabul etmezdi.

Hatta şunu da belirtmek gerekir ki Peygamber (s.a.v)'in aile fertlerinin bile sadaka ve zekat almaları haramdır. Onun için burada verilmesi emredilen sadakadan maksad, lüzumuna göre fâkirlere sarfedilmek üzere verilen sadakadır.

Nitekim Nisâ Sûresi'nde "Onların fısıldaşmalarının bir çoğunda hayır yoktur. Ancak bir sadaka verilmesini, yahut bir iyilik yapılmasını yahut da insanların arasının düzeltilmesini isteyenlerin fısıldaşması başka. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için onu yaparsa, Biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz." (Nisâ, 4/114) buyurulmuştu.

Bununla beraber burada emrolunan sadakanın vücûbiyyeti, çok geçmeden bundan sonra gelecek olan âyet ile nesh edilmiştir.

Hakim, İbnü Münzir, Abd b. Humeyde ve daha başkalarının yaptıkları rivayette Hz. Ali şöyle demiştir:

"Allah'ın kitabında bir âyet vardır ki, onunla benden evvel kimse amel etmediği gibi, benden sonra da kimse amel etmeyecektir. Bu âyet, "Necvâ Ayeti"dir: yanımda bir dinar vardı onu on dirheme sattım. Peygamber (s.a.v)'den her ne zaman bir dilekte bulunduysam o fısıltıdan evvel bir dirhem sadaka verdim. Daha sonra da o âyet neshedildi, (yürürlükten kaldırıldı) artık kimse onunla amel etmedi, âyeti indirildi."

13. Fısıltınızın önünde sadakalar vermekten korktunuz öyle mi? Bu âyetten anlaşıldığına göre, demek ki ondan sonra bir iki sadaka veren olmuşsa da, fazla olmamış, böylece fısıltı hevesinin arkası kesilmişti. Yani sadaka vermekle fakirliğe düşeriz diye korktunuz, fısıltıyla konuşmadan önce çok sadaka vermediniz de dileklerinizden vazgeçtiniz değil mi? Madem ki yapmadınız yapabileceğiniz halde yapmadınız Allah da size tevbe ile nazar buyurdu. Kusurunuzu affedip yine sadaka vermeksizin Peygamber'den dilekte bulunmanıza müsaade etti. Bunun bir şükür ifadesi olmak üzere o halde namaza devam edin ve zekatı verin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Gerek meclislerin adâbı ve gerek diğer emirlerde itaatsızlık yapmayın da gereğini yerine getirin ki Allah habirdir, haberdardır, bir an bile ilminden kaçırmaz. Her ne yapıyorsanız gerek açıkta gerek gizlide, gerek sevap gerek günah, gerek yapma gerek terk etme gibi hususların hepsini bilir ve ona göre karşılığını verir.

KURAN'I KERİM TEFSİRİ (ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)

Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategorisi:
Soru ve Cevaplar
Gönderi tarihi: 14-01-2011
3,903 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
  1. Nahl Suresi 32. ayette: "(Onlar,) meleklerin, "Size selâm olsun. Yapmış olduğunuz (iyi) işlere karşılık cennete girin" diyerek tertemiz olarak canlarını aldıkları kimselerdir." buyuruluyor. Burada "melekler" deniyor, can alan melek kaç tanedir?

  2. Fatıma Mushafı nedir? Böyle bir şey var mıdır; varsa da bu nasıl mümkün olabilir?

  3. "Muhakkak ki muttakîler cennetlerde ve ırmakların başındadırlar. Doğruluk makamında güçlü bir hükümdarın katındadırlar" (Kamer 54; 54-55) Ayetlerin manasını açıklar mısınız?

  4. “(Kurtuluş) ne sizin kuruntularınıza, ne de Ehl-i kitab’ın kuruntularına göre olacaktır” (Nisa 123) ayetinde geçen “siz” den maksat Müslümanlar mıdır?

  5. Namaz kaç vakittir? Nur Suresi 58. ayette namazın üç vakit olduğu ifade edilmiyor mu? "Ey inananlar, emriniz altında çalışanlar ve sizden henüz erginliğe ermemiş olanlar üç kez izin almalıdırlar: Sabah namazından önce, öğle vaktinde dinlenmek için..."

  6. “Biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız." (Taha, 97) ayetine göre, Altın buzağının eriyip yok olması ve küllerinin denize savrulması mümkün müdür?

  7. Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir ksımının günümüzde uygulanamayacağı söylenmektedir. Bu konuda nasıl düşünmeliyiz?

  8. Meryem suresinin 71. ayeti kerimesinde cehennem için "içinizden oraya girmeyecek kimse kalmayacak" buyruluyor. Müminler dahi girecek mi?

  9. Madem ki şahit getiremediler, onlar Allah katında yalancılardır (Nur 13), ayetine göre yalancı şahit getirselerdi, doğru mu söylemiş olacaklardı?

  10. Abese suresinin 15-16. ayetlerinde "erdemli katipler"in Kuran'ı yazmasından mı bahsedilmektedir? Ayetlerde kastedilen mana nedir?

Block title
Block content