Kur'ân-ı Kerim’de cinlerin varlığı

Günümüzde 'sosyete çerezi' denilen 'Ruh çağırma', keyfiyeti ne olursa olsun, insanoğlunun metafizik alemi didiklemesinden başka bir şey değildir. Bu da insanın merakının bir noktada durmasının mümkün olmadığını ifade etmesi açısından önemlidir.

 

 

 

 

İnsanın ilgisini çeken bu konuda en doğru bilgi Kur'an'da mevcuttur. Kur'an, cinlere ayırdığı müstakil bir sure ile bilinmesi gerekenleri göstermiştir. Ayrıca, yine değişik yerlerinde cinlerin nasıl yaratıldığı hususu başta olmak üzere, erkeklik ve dişiliklerinden, onlara peygamberlerin gelip gelmediği sorusunun cevabına kadar pek çok hususu cevaplamıştır.

 

 

 

 

 

Yazımız, eskiden bugüne ilgimizi çeken bu konuyu ele alıyor. Burada hatırlatılması gereken bir husus yalnızca Kur'an eksenli olarak ele alınmıştır. Zira, hadislerde cinlerin varlığı hususu, ayrı bir makale konusu olacak kadar geniştir.

 

 

 

 

 

GİRİŞ

 

 

 

 

 

Cin kelimesi lügatte; "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" manalarına gelen "cenne" fiilinden müştaktır.1 Cin, genel manasıyla "örtülü ve gizli olan" demektir. Müfredi "cinn" olup, çoğulu "cann" gelir. Cin cemaatine de "cinne" denir.2

 

 

 

 

 

Lugatçiler ve tefsirciler cin kelimesinin farklı kullanımlarında, "bir şeyi duyulardan gizlemek" manasının olduğunu ifade ederler.3 Mesela. "cennehü: onu örttü", "cenne aleyhi'1-leyl: gece üzerini örttü", "cunne: kalkan" manalarını ifade ederken, cenin, cennet ya da cünun gibi kelimeler de cin ifadesi ile münasebettardır. Görüldüğü gibi cin kelimesinin kök harfleriyle ilgili fiil ve isimlerin tamamında, insanın bir kısım ya da bütün duygularında belli bir gizlilik, kapalılık söz konusudur. Istılahta, duyu organlarının idrakinden gizli olan varlıklar için kullanılan bu kelimenin lügat manası, cinlerin mahiyetlerine de uygun düşmektedir.

 

 

 

 

 

Farsçada cin karşılığında "peri", "div" kelimeleri kullanılır. Latince "genie" ya da "genius" kelimelerinin cin kelimesinin karşıtı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bazı oryantalistlerin, kelimenin daha sonraları Arapçaya girdiğini iddia etmeleri asılsızdır. Zira, cennet, cinnet, cenin ya da cünne gibi kelimelerin cin kelimesi ile münasebeti dolayısıyla bu kelime Arapça ve hususiyle Kur'an'a has bir ifadedir.

 

 

 

 

 

İslam alimleri; cinlerin, meleklerden ayrı bir varlık olduğunu belirterek cinnin, insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak tarif etmişlerdir.5

 

 

 

 

 

Tarih Boyunca Cin İnanışı

 

 

 

 

 

İnsanlık, tarih boyuca görülmeyen, olağanüstü varlıkları inanmışlardır. Cinler, görünmeyen varlıklar olduklarından  haklarında net bir bilgiye çoğu zaman ulaşılamamıştır. Onlar hakkında yapılan tanımlamalar, ya safsata türünden şeyler olagelmiş veya olduklarından büyük gösterilerek ilahlaştırma cihetine gidilmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlık gibi semavi dinlerde bile üstûre nevinde izahlarla mesele daha da karışık hale getirilmiştir.

 

 

 

 

 

Yunan mitolojisinde insan üstü varlıklar için cin kelimesine benzer ifadeler kullanılırdı. Eski Roma’da “genius” kelimesi uzun bir gelişmeden sonra bile, bazen ruhu bazen de ölüleri ifade ediyordu. Sonraları ev ya da benzer bir mekanı koruduğuna inanılan bir kavram olarak kullanıldı. Çinlilerde daha geniş bir anlamda “kuei: cinler” ve “shen: ruhlar” anlayışı, bütün görünmezler alemini kapsardı. Hintlilerde ise "Bhutalar", genellikle ölülerin yakıldığı yerlerde bulunduğuna inanılan cinler ve hortlaklardır. Zerdüşt de, İran'ın "Deva" denilen ilahlarını cin saymıştı.

 

 

 

 

 

Yahudilerde de cin inanışı önemli bir yer tutar. Leviathan, Habeşlilerin yedi başlı dişi deniz canavarı, Babillerin "Tiamat'ı, Kenanilerin "Lotan"ı ile eş tutulan bir kötülük kaynağıdır. 17. yüzyıldan sonra 'Dibbuk" denilen ayrı bir cinni varlık anlayışı gelişmişti. Yahudilikte şeytanın cennetten kovulması, cinlerin başına geçmesi, sonunda Mihael tarafından yenilmesi önemli bir olaydı.

 

 

 

 

 

Yeni Ahid, cinlerin putperestlerin tanrıları olduğunu bildirmekteyse de onların bedeni ve ruhî hastalıkların kaynağı olduğunu da açıklamaktadır.6 12. yüzyıldan itibaren cinler, Hıristiyan sanatında her çeşit talihsizlik, felaket, sel ve deprem ile ölümün de sebebi olarak tasvir ediliyordu.

 

 

 

 

 

Görüldüğü gibi tarih boyunca mahiyetleri anlaşılamamış ve tarifini bulamamış cin konusu sadece İslam'da bir karışıklığa meydan verilmeden yerli yerine konmuştur. Melek, şeytan ve cin gibi mefhumlar nitelikleri ve fonksiyonları tam olarak bilinemediğinden ancak Kur'an'ın beyanları ile anlaşılabilir bir hüviyet kazanmıştır.

 

 

 

 

 

Kur'an-ı Kerim'de cinlerin varlığı meselesine bakmadan önce, Kur'an'ın geldiği ortamda cahiliye Araplarının inanışına da kısaca bakalım: Cahiliye Arapları, cinlerin de kabile ve gruplar halinde yaşadıklarına, birbirleriyle savaştıklarına, fırtına ve benzeri tabiî olayların cinlerin işi olduğuna inanıyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkları onların getirdiğine, delilerin cinlerin istilasına uğramış kişiler olduğuna inanılıyordu.7

 

 

 

 

 

Bu kadar ön bilgiden sonra şimdi de Kur'ân-ı Kerim’in genel muhtevasında ele alınan cinlerin varlığı meselesine bakalım. İlahi beyan doğrudan olmasa da insan unsuru ile yakından münasebeti bulunan melek, şeytan ve cin konusunda ifade-i beyanda bulunur. Meseleyi müstakil bir surede ele alır. Ayrıca 22 yerde cin, yedi farklı ayette de "cann" kavramı ile konu hakkında bilinmesi gereken hususları ipuçları halinde önümüze serer. Şimdi bu minval üzere cinlerin varlığı meselesine bakalım:

 

 

 

 

 

Ateşten Yaratılan Varlıklar

 

 

 

 

 

Kur'an-ı Kerim, insanın yaratılışı çok net olarak anlattığı gibi onun hemen yanıbaşında cinler için de aynı açıklıkta beyanda bulunur. Bir yerde onları "şiddetli alevden"(Rahman. 55/15) yaratıldıkları ifade edilirken bir başka ayette "dumansız ateşten" (Hicr, 15/27) yaratıldıkları anlatılır. Birinci ayette cinlerin esas yapısı hakkında "mearic" tabiri kullanılır. Diğerinde ise "nar-i semum" tabiri geçer. Bu kelimelerin tefsirlerdeki karşılıklarına bakabiliriz.

 

 

 

 

 

İbn-i Abbas, "mearic" kelimesini "ateşin ozü" diye tefsir etmiştir.8 Karışık alev, dumansız ateş ya da kızıl, sarı ve yeşil tonları ile alevin tam ortası9 gibi manalar ifade eder.

 

 

 

 

 

"Semum" kelimesi, "semme" kelimesinin mubalağalı ism-i failidir.10 "Semum" lugatte 'alev gibi esen sıcak rüzgar manasına gelir. Ayrıca zehir ve küçük delik manalarına da gelir." Nitekim terin çıktığı küçük ve gizli gözeneklere "mesemme" denilir.12 Şimdi, bu kelimenin tercih edilmesi ve kullanılması oldukça önemlidir. Çünkü cin ve şeytanın, insanın bedenindeki gizli deliklerden girip zehirleyecek ve yakacak bir mahiyette olduğuna dair özel bir manaya da hamledilebilir.

 

 

 

 

 

Yaradılış mayesi "semûm" ve "meâric" olan bu lâtif varlıklar hey'et-i asliyeleri ile bizim buudlarımızın dışındadır. Biz onları göremeyiz, ancak onlar bizi görecek kabiliyette yaratılmışlardır.

 

 

 

 

 

Günümüz insanına bu varlıkların mahiyet ve mevcudiyetlerini anlatmanın zorluğu ortadayken bazı müelliflerin pozitif ilimlerin yardımıyla cin meselesini izaha çalışmaları konuyu daha içinden çıkılmaz hale sokmuştur, kanaatindeyiz. Meselâ, cinlerin mahiyetlerinin bir kısım ışınlardan13 ya da enerjiden14 veya bazı hadîslerde hastalıkların sebebi olarak gösterilmesine nazaran, mikroplardan15 ibaret oldukları tarzında görüşler ileri sürülmüştür. Ancak ne âyetlerde, ne de hadîslerde cinlerin özü ve mahiyetleri hakkında muayyen bir şekil tayin edilmemiştir. Yalnızca ateşin zehirleyici, şiddetli ve dumansız oluşu gibi nitelikleri zikredilerek türü hakkında bilgi verilmemiştir. Çünkü bunların nasıl bir ışık, ışın ya da enerji oldukları açık ve sarih değildir.

 

 

 

 

 

Görülmeyen Varlıklar

 

 

 

 

 

Cinleri asıl mahiyet ve hüviyetleriyle görmek imkânsızdır. "Sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler" (A'raf, 7/27). Bazı müfessirler bu âyete dayanarak onların asla görülemeyeceği hükmünü çıkarmışlardır.16 Ancak cinler yapıları itibarıyla aynen melekler gibi lâtif olduklarından temessül edebilirler. Kaldı ki Resul-i Ekrem Efendimiz (sav) bir gece bir grup cinle bir arada bulunmuş, onlara Kur'ân okumuş, sabah olunca da durumu sahabe-i kirama anlatarak yaktıkları ateşin kalıntılarını kendilerine göstermiştir." Ayrıca yine Efendimiz'in cinlere vahyi tebliğ etmek maksadıyla muhtelif zamanlarda altı defa görüştüğünü tesbit ediyoruz.18 Bu durumun "Resuli's-Sakaleyn" sıfatı ile Peygamber Efendimiz'e has bir keyfiyet olduğu düşünülmelidir. Mi'racda Rabbi ile görüşen, Cebrail (as) ile sürekli beraber olan Zât (sav)'ın cinleri görmesi de gayet tabiîdir. Ne var ki, insanlar için durum farklıdır. Cenâb-ı Hak, insanları cinleri görebilecek keyfiyette yaratmamıştır. İnsanlar onları göremezler ama onlar bizi görebilirler.19

 

 

 

 

 

Cinler Sorumlu Tutulacak mı?

 

 

 

 

 

Kur'ân-ı Kerîm cinlerin de tıpkı insanlar gibi mesul olduklarını ifade eder. Onlar da insanlar gibi âhirette hesaba çekilecektir. İnsanların ve cinlerin sadece Allah'a ibadet etsinler diye yaratıldıklarını ifade eden âyetten bu anlaşıldığı gibi aşağıdaki ayet de bunu göstermektedir.

 

 

 

 

 

"Şimdi onlar da kendilerine (azap) sözü gerekli olmuş kimselerdir."(Fussilet, 41/2; Ahkâf, 46/18)

 

 

 

 

 

"Ey ins ve cin topluluğu, içinizden size, âyetlerimi anlatan ve bu günle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?"(En'am, 6/130). Burada sualin sorulması onların da mesul olacaklarını teyit içindir. Çünkü eğer elçi gelmişse ve azap edilecekse bir mesuliyet söz konusudur. İkinci âyetin devamında cinlerin sorumlu tutulduklarına şehadet ettiklerini görüyoruz (En'am, 6/130). Öte yandan Resûl-i Ekrem (sav) döneminde cinler belli bir mes'uliyet şuuru içinde Kur'ân karşısında her işi bir yana bırakmış bu ilâhî davete koşmuşlardır. Sonra da kendi kavimlerinin içine dönmüşler ve "Ey kavmimiz, Allah'ın elçisine uyun ve O'na inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi elim azaptan korusun" (Ahkâf, 46/31) demişlerdir.

 

 

 

 

 

Cinlere de Peygamber Gönderilmiştir

 

 

 

 

 

Kur'ân âyetlerinden cinlere de peygamber gönderilmiş olduğunu anlıyoruz. "Biz resul göndermedikçe hiçbir kavme azap edecek değiliz." (İsra, 17/15). "Her millet içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir." (Fâtır, 35/24).

 

 

 

 

 

Bu âyet-i kerîmelerden çok sarih olarak onlara da peygamber gönderilmiş olduğunu anlıyoruz. Ancak burada akla bir soru gelebilir. Acaba onlara gönderilen peygamber insandan mı yoksa cinden mi? Cinlerin de bir ümmet ve bir kavim olduğu düşünülürse onlara da kendi nevinden bir uyarıcının gelmesi gayet tabiîdir. Ancak Kâinatın Efendisi (sav)'nin hem inse hem de cinne peygamber olarak gönderildiği muhakkaktır ve bu meziyet, sadece risalet-i Muhammediye'ye has bir keyfiyettir.

 

 

 

 

 

Cinlerde Cinsiyet Var mı?

 

 

 

 

 

Cin sûresinde geçen, "İnsanlardan bir kısım adamlar, cinlerden yine bir kısım adamlara sığınıyorlardı." (Cin, 72/6) âyetini açıklayan merhum Hamdi Yazır, meseleyi temessül buudunda yorumlayarak konuyu izah cihetine gitmiştir. Elmalılı, tefsirinde şu malûmatı verir:

 

 

 

 

 

"Burada cin hakkında rical tabirinin kullanılması şayan-ı dikkattir. Bazıları, cinlere rical ıtlak olunmaz demişlerdir. Bu âyette ricalin ikisinden de murad, ins ricali olarak mânâ şudur: 'İnsten birtakım rical, cinnin şerrinden birtakım ins ricaline sığınıyorlardı. Meselâ 'bu vadinin cirminden Huzeyfe'ye sığınıyorum' diyorlardı. Buna göre cinden, insden gibi beyaniye olarak ricalin sıfatı değil, ibtidaiyye olarak mefulün bihi gayr-i sarihdir. Bu sığınış ise ölmüş veya diri bir adamın ismine ve ruhaniyetine veya kahinlere müracaat gibi fiilen kendisine müracaat suretiyle de olabilir. Bu mânâ da güzeldir. Bu surette cinnin erkekliğine dişiliğine delâlet eder bir taraf yoktur. Lâkin cumhur-u ulema, "min"den ikisinin de beyaniyye olmasını zahir görerek bu âyetin zahiri cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğuna ve onların erkeklerine de rical tabir olduğuna delâlet eder demişlerdir. Şu halde hiçbir hayvanın erkeğine recül denilmediği düşünülürse burada ins mukabili cinlerin başka bir hayvan olmayıp insanların içinde gizli mahlûklar olması iktiza edeceğini düşünmek gerekir. Bunun için biz cin hakkında rical tabirini hakikatleri itibarıyla değil, temessülleri itibarıyla olmasına hamletmek istiyoruz."20

 

 

 

 

 

Cin Sûresi

 

 

 

 

 

Cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, dinledikleri Kur'ân'ın cinler üzerindeki tesiri ve âhiret hayatının kesin olduğu hakikati bu sûrede çok kesin ifadelerle gözler önüne serilir. Buna göre cinlerin de mü'mini, kâfiri, iyisi ve kötüsü vardır. inanmayan cinler de, tıpkı insanların kâfirleri gibi cehennemin yakıtı olacaklardır. İnanan insanların onlardan çekinmelerine, korkmalarına hiç gerek yoktur. Çünkü onlar Allah'a sığınanlara ve O'nun koruduklarına hiçbir zarar veremezler. Kendilerine sığınanlara da bir fayda sağlayamazlar.

 

 

 

 

 

Gaybı Bilebilirler mi?

 

 

 

 

 

İnsanlar her zaman bilinmeyeni merak edegelmişlerdir. Bu, eskiden de böyle idi; günümüzde de ruh çağırma seansları bunun ifadesinden başka bir şey değildir. Kur'ân'ın geldiği ortamda cinlerin gaybı bildikleri ve her şeyden haberdar oldukları zannedilirdi. Halbuki Cenâb-ı Hak peygamberlerden dilediği hariç, Kendi gayb bilgisine kimseyi muttali kılmamıştır. Ayrıca Kur'ân geldikten sonra cinlerin eskisi gibi etkili olamadıklarını ve onun karşısında acziyetlerinİ itiraf ittiklerini hadîslerden öğreniyoruz. Meselâ:

 

 

 

 

 

İbn-i Abbas (ra)'ın cin sûresinin nüzul sebebi olarak zikrettiği bu hadis aynen şöyledir. "Şeytanların semadan haber almaktan menedildiği bir dönemde Hz. Peygamber (sav) sahabeden birkaç kişi ile birlikte Sûk-u Ukaz'a doğru gidiyordu. Semadan kovularak geri dönen şeytanlara kavimleri neden hiçbir haber getiremediklerini sorunca onlar da, engellendiklerini ve üzerlerine alevlerle (şihâp) saldırıldığım söylediler. Bunun üzerine kavimleri onlardan bunun sebebini, her tarafta araştırmalarını istedi. İçlerinden Tihame'ye doğru ilerleyenler Sûk-u Ukaz'a gitmek üzere Nahle'de bulunan Peygamberimiz'in olduğu yere varmışlardı. Bunlar, o sırada ashaba sabah namazını kıldırmakta olan Peygamberimiz (sav)'in okuduğu Kur'ân âyetlerini işitince haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anlayarak geri döndüler ve kendilerini hayran bırakan Kur'ân'a inandıklarını, artık Rab'lerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıkladılar."21

 

 

 

 

 

NETİCE

 

 

 

 

 

Kur'ân'ın müstakil bir sûre ve yirmi küsur âyetle ortaya koyduğu prensiplerden anlıyoruz ki cinler, insanlardan pek farklı yaratıklar değillerdir. Onların bizler için hep ürküntü verici mahluklar olmaları, biraz görülmemelerinden biraz da onların bizden farklı yaratılmalarından kaynaklanmaktadır. Meselâ, kesif maddelerden geçebilme gibi özelliklerinden ileri gelmektedir. Bununla beraber kötülüğe daha meyilli oldukları da anlaşılmaktadır. Cinlerin tesirinden kurtulmak ve onlara maruz kalmamak için sihir veya büyü gibi yollar yerine, Kur'ân okumanın, Allah'la irtibatı daha sağ-lamlaştırıp ibadet ü taate devam etmenin dışında herhangi bir yola tevessül edilmesi doğru değildir.

 

 

 

 

 

DİPNOTLAR

 

 

1) R. İsfehani, Müfredat. Cin md.

 

 

2) Asım Efendi, Kamus. Cin md.

 

 

3) A.g.e.

 

 

4) Elmalılı, 10/192

 

 

5) Müfredat. Cin md.

 

 

6) Matta, 12/28; Luka, II/20.

 

 

7)Cahız, K. Hayavan, VI/164.

 

 

8) İbn-i Kesir, H/550.

 

 

9) Müfredat, "MRC" md.

 

 

10 Kamus, "SMM' md.

 

 

11) Elmalılı, 5/207.

 

 

12) A.g,e.. 8/5388.

 

 

13) A. Hulusi, s.61.

 

 

14) Nurbâki, s. 53.

 

 

15) Menâr, III/96.

 

 

16) Mefatih, 10/335.

 

 

17) Buhari, Menakıb. 132; Müslim, Zühd, 60.

 

 

18) Kurtubi, 19/5; Alûsi, 29/83.

 

 

19) Mefatih. 10/334.

 

 

20) Elmalılı, 8/5014.

 

 

21) Buhari, Tefsir Cin Sûresi tefsirinde.

Yazar:

Kategorisi:
Makaleler & Yazılar
Gönderi tarihi: 23-04-2010
4,213 kez okundu
Block title
Block content