Ondört asır önce Hâtemü'1-Enbiyâ'nın kalbine ekilen ve 'tenzil'le O'nun hayât-ı seniyyelerinin son yirmi üç senelik Risaleti döneminde çekirdek halinde toprağa nakşolup; Kendinden sonraki İslâm tarihinde bir ağaç halinde gövdesi üzerinde yükselip çiçek açan yapraklanıp meyve veren Kur'ân-ı Kerim, yüzyıllarca yeryüzünün üçte birini gölgelendirmesinin ardından insanlığın nefsinde âdeta 'nisyan' karanlığına terkedilmiş ve bunun neticesinde modern Batılının, "insanlığın 'nefs-i emmaresi'nin azgın iştahı, doymak bilmez bir ahtapot halinde tüm yeryüzünü sarmıştır. Bilhassa, önceki asrın sonlarından itibaren bu ahtapotun suratındaki makyajın silinmeğe ve gerçek yüzünün olanca çirkinliği ve dehşetiyle ortaya çıkmaya başlaması üzerine müslümanlar yeniden bu Allah Kelâmı'na yönelme ihtiyacını hissetmişler ve bu Kelâm'ın nasıl ilk günkü tazeliğiyle yerinde durduğunu, "zamanın ihtiyarlamasına karşılık, onun gittikçe nasıl tazelendiğini" görmüşlerdir.
Batı patentli ahtapotun zehiriyle varlığı en derininden yaralanan 'ayakta kalabilen sağları'yla âcil bir şifa arayan insanlığın çâresiz başvuracağı ve büyük bir susuzlukla aradığı devâ, hiç şüphesiz Kur'ân-ı Kerimdir. Ne var ki, Batı'nın altın kupalarda sunulan zehirlerinin müslüman bedenlere kolayca şırınga edilmiş olması bir yana, onları Kur'ân'la karşılaması gereken bazı müslüman 'doktorlar da, bu zehirleri âdeta birer 'panzehir' görüp, Kur'ân'ın bütünüyle şifa verici devâsını onlarla aynileştirme, daha da kötüsü, Kur'ân'ın devasını o zehirlerin elde edildiği tüplerde 'denemek' gibi sakim yollara başvurmuşlardır.
Kur'ân'ı anlamak, her şeyden önce onun dış yapısı olan dilini anlamayı gerektirir. Daha sonra, onu yaşamayı, hayata hayat yapmayı gerektirir. Onu zahiriyle, dilini ve bu dilin oturduğu çerçeveyi çok iyi bilen biri, belki belli ölçülerde Kur'ân'ı anlamış sayılabilirse de, bu yalnızca zahirde kalan bir anlayış olmaktan öte gitmeyecektir. Her türlü doğru bilgiyi En büyük Kutlu'nun ifadesiyle "Sahâbe-i Kiram'dan öncekilerin tarihini, sonrakilerin haberlerini ve aramızdaki mes'elelerin çözümünü" çekirdek halinde ihtiva eden Kur'ân'ın asıl varlığını teşkil eden mânâsına ancak, insanın da varlık özünü teşkil ederi mânâsı, yani kalbiyle, ruhuyla varılabilir. Bu da, ona yaklaşan kalbin, onun âyetleriyle temizlenmiş olmasını gerektirir; temizlenmek, onu yaşamakla birlikte yürür.
O halde, her müslüman, her Kur'ân talebesi kalbi temizliği, basiretinin derinliği ölçüsünde Kur'ân'ı anlayabilir. Hiç bir zaman, tek bir anlam seviyesine hitab eden monoton bir kitap değildir Kur'ân. O, sınırsız ve ulaşılamayan derinlikte mânâ katmanlarıyla doludur; "bir bahr-ı bipâyândır; bu bahr'dan serçeler de alacağını alır, kartallar da": her biri kapasitesi ölçüsünde alır. Kur'ân karşısında hiç bir insan diğeriyle aynı değildir. Bundandır ki, o, Rasullerin yanısıra ülü'l-emr, evliyâ, zikir ehli, âlimler, ilimde rüsuh sahibi olanlar, dinde tefekkuh ehli, istinbat ehli, rabbâniler, imamlar, Allah'ın ledünnünden ve Kitab'dan bir ilme sahip olanlar'dan söz ettiği gibi, tefekkür, teemmül, teakkul, şuur, tefekkuh, tedebbür, tezekkür gibi melekelerden de söz eder. O halde Kur'ân'ın memelerinden musaffa süt emebilme bahtiyarlığına erişmiş her bir insana düşen, kendi kabına giren miktara bakıp "Kur'an budur" değil de, "benim Kur'ân'dan anlayabildiğim budur" demek olmalıdır.
"Şu büyük Kâinat Kitabının ezeli tercümesi; tekvini âyetleri okuyan çeşitli dillerin ebedi tercümanı; gayb âlemi ve şehâdet kitabının müfessiri; yerde ve gökte gizli İlâhi isimlerin mânevi hazinelerinin keşşâfı; hâdiselerin satırları altında yatan gizli hakikatların anahtarı... İslâmiyet mânevi âleminin güneşi, temeli, hendesesi ve uhrevi âlemlerin mukaddes haritası ve insaniyet âleminin terbiyecisi; beşerin hakiki hikmeti ve insanlığı saadete sevkeden hakiki mürşid ve hâdi; hem bir duâ, hem bir hikmet, hem bir kulluk ve hem bir 'kanun kitabı" olan Kur'ân'ı anlamak ve onu insanlığa takdim edebilmek; aynı şekilde Ehâdis-i Nebeviyeyi de lâyık-i vechile değerlendirebilmek için ehlinin vaz' ettiği ölmez ölçü ve prensipleri bundan böyle şerhetmeğe çalışacağız. Tevfik-i İlahi'nin yâr ve yardımcımız olmasını dileriz.