Bu ayet-i kerimeler "anne, baba ve akrabaya iyilik etmek" hususlarında farklı yönleri nazara vermektedir. İslam dininde en önemli bağ "dindir." İslâm dininde kardeşlik, bütünüyle akide temeline dayanmaktadır. Anne, baba, arkadaş ve akrabalar bizleri Allah yolundan gitmekten alıkoyacaksa, onların bu yöndeki isteklerine riayet etmemek gerekir. Allah'ın emirlerine muhalif olan isteklerini yerine getirmek ahirette azaba neden olur. Bizleri bu azaptan da onlar kurtaramayacaktır. Diğer yönden anne, baba, akraba ve komşulara Allah rızası için yardım etmek Allah'ın emridir. Müslümanların vasıflarındandır.
Cenâb-ı Allah'a kayıtsız şartsız itaat etmenin farz olduğu, bunun gereği olarak; O'nun Resulune, Müslüman olan ve İslâm ile hükmeden, İslâm'ın emrettiklerini emreden ve yasaklarını da engelleyen ulûl-emre ve ana-babaya da itaatın kaçınılmaz olduğu, Rabb'ın rızasına uygun olmayan hususlarda ise adem-i itaat (itaatsizlik) gerektiği açık bir şekilde anlaşılmıştır.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah'tan korkup sakının umulur ki esirgenirsiniz."(Hucurat 49/10).
Âyeti kerimeden de açıkça anlaşılacağı üzere, ancak iman bağıyla biraraya gelenler kardeş olarak kabul edilmektedirler. Buna göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, hangi dili konuşuyor olurlarsa olsunlar, hangi kavme mensup olurlarsa olsunlar veya hangi renge sahip olurlarsa olsunlar bütün mü'minler kelimenin tam anlamıyla birbirlerinin kardeşleridirler; yani birbirlerinin sadık dostlarıdırlar.
Bu kardeşler kendi aralarında apayrı bir topluluk oluştururlar. Kendi akidelerine saldıran veya imana karşı küfrü tercih eden kimselere -kendilerine ne kadar yakın olurlarsa olsunlar- asla sevgi beslemezler; bu anlamda sadece akide kardeşliğini esas tutarlar; Rabblerinin şu mealdeki uyarılarını asla unutmazlar:
"Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir lopluluk bulamazsın ki onlar Allah'a ve Rasûlüne karşı başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar bunlar ister, babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir." (Mücadele, 58/22);
"Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınıza ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte zulme sapanlar bunlardır."(Tevbe, 9/23).
Mü'min erkekler ile mü'min kadınların, akide ve takva temelinde birbirleriyle yardımlaşmaları kardeşliğin bir gereği olarak zikredilmektedir. Bu yardımlaşma, bireysel ve toplumsal hayatta iman ve takva ilkesinin egemen olmasını sağlamak için gerekli görülmektedir. Nitekim bu amaçla biraraya gelen kimselere Allah'ın rahmet edeceği belirtilmektedir:
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır..."(Tevbe, 9/71).
"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah'tan, peygamberinden ve O'nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez."(Tevbe Suresi, 9/24)
Bir önceki ayette "Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanışmak için dost edinmeyin. Sizden kimler onları dost edinirse, işte onlar kendilerine yazık etmiş olurlar." buyurulmaktadır.
Ana-baba, kardeş ve çocuk, ilâhî sünnet gereği neslin devamını sağlamaya yönelik bir hısımlık bağıdır ve bütün hak dinlerce bu bağın koparılmaması emredilmiştir. Ancak bunun ölçüsü ve derecesi nedir? Kayıtsız şartsız o bağı sapasağlam tutup korumak mı gerekiyor, yoksa bazı şartlarla sınırlı mıdır? Önce şunu belirtelim ki, ana-babamız dünyaya gelmemize vasıta kılınmışlardır. Ama bizi yokluk karanlığından varlık alanına çıkaran ve ebedî bir hayata aday kılan; sonra da maddî ve manevî ihtiyaçlarımızı belli kanunlara bağlayıp veren Allah'tır. O halde Allah ve Peygamberinin (asv) hatırı, ana-babanın ve diğer yakınların hatırlarının çok üstündedir.
Hak dini insandan yana indiren, onu insan ruhuna aşılayan ve böylece imân ve irfan ile süsleyen Allah, bununla insana en büyük lütuf ve ihsanda bulunmuş, en büyük nîmetini kusursuz vermiştir. O bakımdan bu nîmet, diğer bütün nimetlerin üstünde bir anlam taşır. Diğer nimetlerin çoğu fani hayatımıza; din ve imân nîmeti ise, hem fanî, hem ebedî hayatımıza hitap etmektedir. Bunlar arasında bir tercih yapmamız gerektiğinde, elbette Allah ve Peygamberini (asv) seçmemiz aklın ve sağduyunun yoludur. (Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Tevbe Suresi 24. ayetin tefsiri)
"Eğer ebeveynin, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyada iyi geçin!"
Demek ki (evlat) ebeveynin şirk koşmasını kabul etmeyecek ve bu konudaki emirlerini yerine getirmeyecek, ama evlâtlığını iyi bir şekilde yerine getirecektir.
Diğer taraftan Hz. Peygamber (asv)'in şu hadisi de bu soruya cevap olmaktadır:
"Esma; 'Ey Allah'ın Peygamberi! Annem müşrik olarak, kendisine iyilik yapmamı ümit ederek yanıma geldi. Ben ona yakınlık göstereyim mi?' diye sordu. Hz. Peygamber (asv) de, 'Annene yakınlık göster' diye buyurmuştur."(Buhârî, Hibe, 29, Cizye,18, Edeb, 8)
"Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir. Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir." (Mümtehine, 60/3)
Bu dünyadaki yakınlığın davranışlarımızı yönlendirecek yegâne ölçü olamayacağına ve kıyamet günü herkesin kendi davranışlarıyla baş başa kalması sahnesinin daima göz önünde bulundurulması gereğine dikkat çekilmektedir.
Akraba ve çocuklarınız size kıyamet gününde hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün Allah sizinle onların arasını ayıracaktır. Allah, sizin yaptıklarınızı çok iyi görür.
"Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor." (Nahl, 16/90)
Âyetteki "akraba" kavramının, genelde kan bağı ile birbirine bağlı, evlilik bağları ile teşekkül eden yakınlık, aynı ana-babadan gelmenin verdiği bağları ifade ettiği söylenmektedir. Bu açıklama biyolojik temellere dayanan sosyal bir gruplaşma niteliğini taşımaktadır.
Bu açıklamayı kabul etmekle beraber, akrabalık bağlarını kültürel ve dinî temeller üzerine oturtarak, aynı inancı, aynı ideali ve aynı değerleri paylaşan insanların yakınlığı olarak da alabiliriz. Meselâ bir Müslüman'ın kardeşi, kendisine düşmanlık yapacak kadar kâfir ise, mümin olan ve akrabası olmayan gruptaki bir adamdan ona daha uzak düşmektedir. Tevbe sûresinin 23. âyeti buna işaret etmektedir.
Kısaca diyebiliriz ki inanan akraba, beyin ve gönül bakımından birbirine yakın olanlar bu kavramın kapsamına girmektedir. İşte bu insanlardan fakir olanların elinden tutmak, onların ekonomik bakımdan ihtiyaçlarını gidermek Allah'ın emrettiği üçüncü ameldir. Buradaki "vermek" eylemi fedâkârlık ve paylaşım denen erdemin hayata geçirilmesidir.
"Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez." (Nisa, 4/36)
"Allah'a şirk koşmayı yasaklama"nın hemen arkasından ana-babaya iyi davranma emrinin gelmesi anlamlıdır; işin önemini göstermektedir. Akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik etmek birçok âyet ve hadiste hararetle tavsiye edilmiştir. Burada komşu, arkadaş, yolcu ve el altında bulunanlar da iyilik (ihsan) edilecekler arasına alınmışlardır.
"Rabbin kesinlikle emretti ki ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanır ve düşkünleşirse, bezginliğini hissettirir şekilde onlara "öf" bile deme, azarlama. Onlara güzel ve tatlı sözler söyle."(isrâ, 17/23-24)
"Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tasviye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana-babana şükret." (Lokman, 31/14).
Ana-babaya iyilikte bulunmak, bu, Allah'a ibâdetten hemen sonra ikinci kademede ana-baba hakkının yer aldığını, onlara iyilikte bulunmanın yine ikinci derecede bir ibâdet anlamı taşıdığını anlatır.
Resûlüllah (asv) Efendimiz: "Büyük günahların en büyüğü, Allah'a ortak koşmak, ana babaya karşı gelmek ve yalan yere yemin etmektir." buyurarak bunun açıklamasını yapmıştır.(Buharî/edeb: 6, İman: 16)
"Demek, yüz çevirdiğinizde yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve akrabalık bağlarını koparacaksınız, öyle mi?" (Muhammed, 47/22)
Özetle söyleyecek olursak, akrabalık bağı genel ve özel olmak üzere iki çeşittir. Genel akrabalık din akrabalığıdır. Sürekli imana bağlı kalmak, iman ehlini sevmek, onlara yardımcı olmak, samimiyetle öğüt verip iyiliklerini istemek, onlara zararı terketmek, aralarında adalet yapmak, onlarla girişilecek karşılıklı ilişkilerde insaflı olmak, hastalarının ziyareti, ölenlerinin yıkanması, namazlarının kılınması, defnedilmesi gibi... sahib oldukları haklarını ve diğerlerini yerine getirmek suretiyle bu bağı sürekli gözetmek gerekmektedir.
Özel akrabalığa gelince bu da kişinin gerek babası, gerek annesi tarafından meydana gelmiş olan akrabalık bağıdır. Onların özel hakları ve fazlası da vardır. Nafaka, durumlarını görüp gözetmek, zor ve sıkıntılı zamanlarında onları gerekli şekilde kollamaktan yana gafil olmamak gerekir. Ayrıca bunlar hakkında genel akrabalık hakları da daha sağlam bir şekilde gözetilmelidir. Öyle ki, kişinin üzerinde gözetilmesi gereken haklar birden çok olursa (ve hepsini yerine getiremiyor ise) o takdirde yakın olanın haklarını yerine getirmekle işe başlar.