Kur’an-ı hakîm, hikmetinin gereği olarak genellikle Orta Doğu ve yakın çevrelerden misaller vermiş ki, ilk muhatapları konuyu kolayca anlamış olsunlar. Ad, Semud, Eyke kavimleri ile Hz. Musa (as); Hz. İsa (as)’ın kavmine sık sık vurgu yapılmasının hikmeti budur.
Bununla beraber, Kur’an’da adı zikredilen peygamberlerin hemen hepsi Orta Doğu kökenlidir. Beşer tarihinde en çok iz bırakanlar da bu peygamberlerdir. İnsanlık camiasında -dolaylı dolaysız- süreklili aktif bir rol sahibi olan bu peygamberlerden söz etmek, -canlı birer örnek olmaları hasebiyle- sosyolojik vakaları tespit etmek demektir.
Bu gün semavî dinlerden bahsedildiği zaman, ilk akla gelen üç büyük semavî din olan Yahudîlik, İsevîlik ve İslam dinidir. Kıyamete kadar insanların büyük çoğunluğu üzerinde etkili olan bu dinlere ayrı bir mevki vermek, onların emirlerine itaat edenlerle isyan edenlerin iyi veya kötü akıbetlerine dikkat çekmek, onları birer canlı örnek olarak gözler önüne sermek, elbette hikmete en uygun olan bir metottur. Belağatı, “muktaza-yı hale mutabakattır” diye tarif ederler. Belagatın zirvesinde olan Kur’an’ın da kıyamete kadar gelecek olan “muhatapların yakından tanıdıkları ve bildikleri tarihî olayları ön plana çıkarması” mukteza-yı hale / mevcut duruma en uygun bir belagat üslubudur.
Ayrıca 124.000 peygamberin ve onların kavimlerinin hepsinden söz etmek israf-ı kelamdır. Aynı akıbeti paylaşmış olan topluluklardan numune olarak en önemli ve en çok bilinen örnekleriyle yetinmek, Kur’an’ın en parlak i’caz parıltılarından biri olan îcaz / veciz söz söylemenin de bir gereğidir.
Kur’an’da şu husus çok açıkça bildirilmiştir ki;
“Sen, ey Resulüm, sadece bir uyarıcısın. Her millete bir yol gösteren vardır.”(Rad,13/7),
“Biz her millete bir peygamber gönderdik. O da 'Allah’a ibadet edin, tağuttan uzak durun!' dedi.” (Nahl,16/36),
“Uyarıcı bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir millet yoktur.”(Fatır,35/24).
Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle;
“Tarih-i beşerî, müntazam surette üç bin seneye kadar gidiyor. Bu nâkıs (noksan) ve kısa tarih nazarı (bakışı), Hazret-i İbrahim'in zamanından evvel doğru olarak hükmedemiyor. Ya hurafevari (aslı astarı olmayan hurafeleri kullanarak), ya münkirane (bazı gerçekleri inkâr ederek), ya da gayet muhtasar (çok kısa ve kıt bilgilerle devam edip) gidiyor.”(Lem'alar, On Altıncı Lem'a).
Gariptir hem pek gariptir ki, Allah’ın sonsuz ilminin bir tezahürü olan Kur’an’ın hükmünü, insanların çalışmalarının bir sonucu olan tarihin bilgisiyle -daha doğrusu bilgisizliğiyle- kıyaslıyor ve “bir çelişki var” diyoruz. Evet bir çelişki var, fakat bu çelişki -Kur’an’a ait değil- her zaman yanlışa ve yanılgıya düşmesi mümkün olan insan ürünü tarihin bilgisizliğinden kaynaklanan bir çelişkidir.