Kur’ân, müminleri, hayat verecek şeylere, onları canlı, diri ve aktif kılacak ilkelere çağırır. Çünkü, onun isimlerinden biri de “Rûh”tur:
“İşte böylece sana da emrimizle rûhu (Kur’ân’ı) vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık.” (Şûrâ, 42/52)
Müfessirlerin bir kısmı, bu âyette geçen “rûh” kelimesini, Kur’ân diye açıklamışlardır. (bk. Taberî, Râzî, Hazin, Şevkânî, ilgili ayetin tefsiri)
Allah’ın Kur’an’a "Ruh" adını vermesi, cehalet ölümünden diriltici hayatı ihtiva etmesi nedeniyledir. Allah’ın bunu "kendi emri"nden diye kılmış olması, onu dilediği şekilde, dilediği kimse üzerine mucizevi bir anlatım düzeni ile akıllara hayret veren bir söz dizisi halinde indirmiş olması demektir. Nitekim Malik b. Dinar,“Ey Kur'ân ehli! Kur'ân sizin kalbinize neler ekti? Şüphesiz yağmur yeryüzünün baharı olduğu gibi, Kur'ân da kalplerin baharıdır.” demiştir. (Kurtubi, Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, ilgili ayetin tefsiri)
Nasıl ki, insan bedeni, rûhla diri olur ve yaşarsa, insanlar da vahiy (Kur’ân) sayesinde dinlerini canlı olarak yaşarlar. Rûhsuz bir bedenin, bütün özelliği, güzelliği, sevimliliği, canlılığı ve manası kalmadığı gibi, Rûh’suz (Kur’ân’sız) bir mü’minin ve milletin de anlamı, kıymeti, hatırı, nâmı ve itibarı kalmaz. Kur’ân, bireye, aileye ve topluma can veren bir Rûh’tur (kelâm-ı ilâhîdir).
Bahar yağmurlarının yeryüzünü canlandırdığı gibi, Kur’ân da kalpleri ihya etmektedir. Nasıl yağmur, yeryüzünün canlanmasını, yeşermesini ve bereketlenmesini sağlarsa (bk. Ankebût, 29/63), kalbin fıtratına uygun olarak yeşermesi, canlanması ve hayat bulması da Rûh (Kur’ân)’a bağlıdır.
“Ey iman edenler! Allah ve Resulü size hayat verecek hakikatlere sizi dâvet ettiğinde ona icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler) ve siz dönüp O'nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24)
mealindeki ayette buna dikkat çekilmiştir.
Büyük âlim İkbal de şöyle der; "Kur'ân-ı Hakim, hayattar bir kitaptır. Onun hikmet-i ezeliye ve kadimesi içinde hayatın tekvin sırları vardır. İnsanlara hayat verir ve zayıflara kuvvet sağlar." (bk. İkbal el-Lahurî, Divan-ı İkbâl (Farsça) s.: 82)
Kur’an’ın mucize yönleriyle ilgili eserler telif eden Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân-ı Kerim’in, Allah’ı tam olarak tanımaya götüren altı yönünün olduğunu belirtir.
"Bu cihetlerin birincisi, Kur’ân’ın nokta-ı istinadıdır ki, vahiydir.
İkincisi, hedeflediği iki dünya saadetidir. Çünkü Kur’ân’ın irtibat ve alakaları sonsuzluğa ve âhirete kadar uzanmaktadır.
Üçüncüsü, apaçık mu’cize oluşudur.
Dördüncüsü, kesin delil ve kati’î bürhan direklerine dayanmasıdır.
Beşincisi, vicdanı şahit tutmasıdır. Öyle ki, kalbe saçtığı ruhî nefhalara karşı hayranlığını gizleyemeyen vicdan, “Maşaallah!” demekten kendisini alamaz.
Altıncısı, ihtiva ettiği çok sayıda “Düşünmez misiniz?” gibi ifadelerle aklı konuşturup tasdike sevketmesidir. Kur’ân’ın verdiği meyveler, hem mükemmeldir, hem hayattardır. Öyle ise, Kur’ân ağacının kökü hakikattadır, hayattardır, nuranidir." (bk. Sözler, Yirmi Beşinci Söz)
Bir ağacın kuru olmadığını, taze olduğunu, köklerinin sağlam ve canlı olduğunu gösteren onun meyvesidir. Kur’an bir tûba-i cennet ağacı olarak tasvir edilirse, köklerinin ne kadar sağlam hakikatlere dayandığı, ne kadar gerçeklere kök saldığı görülecektir. Çünkü, verdiği meyveler hem mükemmeldir, hem hayat doludur. Öyleyse, Kur'ân ağacının kökü hakikattir, hayattardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın hayatına delâlet eder. İşte bak, her asırda -insanlık semasının yıldızları olan- ne kadar asfiya ve evliya gibi mükemmel çiçekler açmış ve insan-ı kâmil meyveleri vermiştir... İşte dört raşit halife, işte dört mezhep imamları, işte dört kutb-u azam, işte âl-i beytin on iki imamı, işte on iki müceddid...
Diğer taraftan Kur'ân mânâsıyla, lafzıyla ve harfleriyle mucizedir. Kur’ân’ın lafızları ve harfleri, İslâm’ın ismi ve alâmetleridir. Âyetlerin hakîkî mânâlarını muhâfaza eden onun hayattar lafızları ve harfleridir. Dolayısıyla değişmesi şer’an mümkün olamaz. Ayrıca Kur'ân’ın lafız ve harfleri mânâsına hayattar bir cilt hükmüne geçmiş. Lafız ve harfleri değiştirilse okunan, Kur'ân olmaz.
Mânâ ruhtur, İlâhî lafız ve kelimeler ise mânâya giydirilen cansız elbiseler değil, cesedin hayattar cildi hükmündedirler. Elbise değişir, fakat cilt değişse vücuda zarardır.
Demek ki Kur’an, kâinatın ve insanın hayatının hayatıdır. Buna göre, insan Kur’an ile insaniyetin kemaline erer ve hakiki insan olur.