Kur'ân açısından faiz ve çeşitleri

Kur'ân, topluma mal olmuş, toplumsal boyut kazanmış yanlışlıkları düzeltirken daima 'tedriç' prensibini uygulamıştır. Buna örnek olarak, ilk anda içki yasağı, namaz emrini gösterebiliriz.. Bahsi geçenler birkaç aşamada emredilmiş veya yasaklanmışlardır. Faiz yasağında da durum değişmemiştir. Faizin İslam toplumuna uymadığına dikkat çekilmiş, ardından, kat kat faizin yasaklandığı bir devir gelmiş, bilâhare de faiz kökten yasaklanmıştır. Bazıları bu tedrici görmek istememiş, İslâm'ın sadece kat kat faizi yasakladığı, diğerlerine dokunmadığı gibi bir zehaba katılabilmişlerdir. Buna bir de içinde yaşanan dünyanın, faizi vazgeçilmez bir temel kabul etmesi eklenince içinden çıkılmaz bir durum hasıl olmuştur. Bizim dünyamız fikir adamları da İslam ile kapitalizmi uyuşturma -haydi daha hafif bir tabirle- İslam'ı topluma sunma esnasında sık sık karşılaşılan faiz sorununa böylece bir çözüm bulmuş olacaklardı. Ama söyledikleri doğrunun sadece bir kısmıydı. Yazımız tüm bunları tahlile gayret ediyor. Saygılarımızla.

 

 

 

 

İslâm'ın faizi yasakladığı konusunda fikir birliği bulunmakla birlikte, bazı yazarlar tarafından faizin bazı çeşitleri bu yasağın dışında tutulmaya çalışılmıştır.

 

 

 

 

 

Bu tür gayretler, kapitalizmin sanayi İnkılâbı ile güçlenerek bütün dünyada olduğu gibi, İslâm dünyasında da tesir sahibi olmasıyla ortaya çıkmıştır. İslâm dünyasının büyük bir çöküş içinde bulunduğu bu sıralarda faiz esası üzerinde yükselen kapitalizmin tesir ve cazibesiyle bazı Müslüman müellifler İslâm'ın bu yasağını, bir zamanlar Hıristiyan dünyasında da görüldüğü gibi, kapitalizm ile uyumlu hale getirme gayretine düşmüşlerdir.

 

 

 

 

 

Değişen dünya şartları içinde müslüman topluluklara yol göstermek gibi iyi niyetlere dayanan bu gayretlerin, kapitalizmin ekonomik alanda hâkimiyetini devam ettirdiği günümüzde de yer yer devam ettiği görülmektedir.

 

 

 

 

 

İslâm dünyasında faiz konusunda klasik faiz anlayışına karşı ilk çıkış, 1908 yılında Mısır'da Şeyh Abdülaziz Çâviş tarafından yapılmıştır.1 Şeyh Câviş, Kur'ân'da yasaklanan asıl faizin ed'âf ı mudâafe denilen katlı (bileşik) faiz olup, basit faizin haram olmadığını iddia ederken, bu iddiasının o güne kadarki faiz telâkkisine aykırı olduğunu da açıkça belirtmiştir.2

 

 

Şeyh Câviş' in attığı bu adım İslâm dünyasında yer yer taraftar bulmuş; İsmail Hakkı İzmirli (1868-1946)'den3 Pakistanlı Fazlurrahman'a4 ve Mısırlı Ma'rûf ed-Devâlîbî ile Abdülcelîl İsa'ya, Türkiye'de S. Uludağ5 gibi çağdaş müelliflere kadar faiz konusunda tereddüdü olanlara fikirlerinde kaynak teşkil etmiştir.

 

 

Bu müellifler tarafından ortaya atılan ve İslâm'ın kredi faizi (ri-be'd-deyn) anlayışına uygun olmayan fikirlerden bazıları şunlardır:

 

 

 

 

 

1- İslâm' m yasakladığı asıl faiz katlı faiz (ed'âf-ı mudâafe)'dir.

 

 

 

 

 

2- Haram olan faiz değil, riba-dır.

 

 

 

 

 

3- Üretim faizi değil, tüketim faizi yasaklanmıştır.

 

 

 

 

 

4- Düşük oranlı faiz değil, yüksek oranlı ve fahiş (aşırı) faiz haram olmalıdır..vs. Faizin bu ve diğer çeşitlerini Kur'ân açısından değerlendirmeye geçmeden önce faizin temel özelliğini ve Kur'ân'ın faizi yasaklama sebebini ortaya koymak gerekmektedir.

 

 

 

 

 

FAİZİN TEMEL ÖZELLİĞİ

 

 

 

 

 

Faiz hakkında ortaya atılan ve İslâm'ın faiz konusundaki esaslarının vaz'edildiği günden bugüne kabul edilmiş bulunan faiz telâkkisine uymayan bu görüşlerin temelinde, kanaatimizce, faizin temel niteliğinin ve İslâm'ın faizi hangi sebeple yasakladığının anlaşılamaması yatmaktadır. Bize göre faizin temel niteliği şudur:

 

 

 

 

 

"Faiz, her halükârda, kayıtsız ve şartsız; ister alan ister veren olsun, taraflardan birinin mutlaka zarara uğramasına sebep olur ve bu zararın önlenmesi de hiçbir şekilde mümkün değildir."5

 

 

 

 

 

Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, "Faiz, kredi kullanılan teşebbüsün kârla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı veya kârla sonuçlanacaksa bu kârın ne miktarda gerçekleşeceği önceden bilinememesine rağmen, faiz nisbetinin baştan tesbit edilmesi sebebiyle, bu kredi kullanımından elde edilen sonucun taraflar arasında âdil ve dengeli bir şekilde paylaştırma imkanının ortadan kalkması; neticede, ister alan ister veren olsun, taraflardan birinin mutlaka zarara uğraması ve bu zararın hiçbir şekilde önlenmesinin mümkün olmaması sebebiyle haram kılınmıştır."7

 

 

 

 

 

Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde faizin zararları ve haram kılınma sebepleri konusunda herhangi bir beyan yer almazken, bahsettiğimiz sebep konusunda ise açık âyet vardır. Bu ayet, faizin her halükârda iki taraftan birisi için zulüm sebebi olduğunu net bir şekilde açıklamaktadır:

 

 

 

 

 

"Eğer tevbe eder, faizden vazgeçerseniz, anaparanız sizindir. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz." (2, Bakara: 279).

 

 

 

 

 

Bu ayetin muhalif mânâsı şudur:

 

 

 

 

 

"Eğer faizden vazgeçmezseniz ya zulmeder ya da zulme uğrarsınız."

 

 

 

 

 

Yani faizli bir kredi muamelesinde kaçınılmaz bir surette haksızlık ve zulüm ortaya çıkmaktadır. Bu haksızlık ve zulüm, faizin ayrılmaz bir parçası olarak onun bünyesinde kökleşmiş bulunmaktadır. Bu haksızlığın hem ortaya çıkmasına hem de önlenememesine sebep olan unsur ise, faiz haddinin baştan tesbit edilmesidir.

 

 

 

 

 

Piyasa şartlarının değişken olup gelecekte neler olup biteceğini ve faizli kredi kullanılan işin akıbetini baştan görmek mümkün olmadığına göre, kredi işlemini takip eden günlerde faiz, iki taraftan birini şöyle veya böyle incitmeye başlayacaktır. Çünkü işin akıbeti çok büyük bir ihtimalle en azından bir tarafın beklentilerinin tersine cereyan edecektir.

 

 

 

 

 

Şöyle ki: Olumsuz piyasa şartları kredi kullananı sıkıntıya sokarken, parasını her şeye rağmen faiziyle birlikte sağlama almış bulunan sermaye sahibinin rahatı bozulmayacaktır. Bunun tersi durumda, yani belli bir faiz haddiyle kredi işlemi yapıldıktan sonra piyasa şartlarının beklenmedik bir şekilde canlanması, başka bir ifadeyle, sermayenin getiri oranının çok yükselmesi durumunda ise, parasını daha evvel normal bir getiriyle faize bağlamış olan sermaye sahibi şöyle veya böyle bir pişmanlık duyabilecektir. Bu pişmanlığın sebebi, bu işlemde faiz oranını biraz daha yüksek tutmamış olması veya şu anda elinde olsaydı çok kârlı işler çevirebileceği parasını, sadece normal bir faize bağlamakla şimdi karşısına çıkmış bulunan cazip imkânlardan mahrum kalmasıdır.

 

 

 

 

 

İki tarafın da memnun kalabileceği ihtimal yok değildir. Fakat insanların maddî hesaplarını çok ince yaptığı düşünülecek olursa, faizli bir işlemin sonucundan iki taraftan birinin mutlaka rahatsızlık duyacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

 

 

 

 

 

FAİZ ÇEŞİTLERİ VE KUR'ÂN AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

 

 

 

 

 

Alan veya verenden birini kaçınılmaz bir şekilde haksızlığa uğratan bu özelliğini tesbit ettikten sonra, acaba faizin bu özelliğe sahip olmayan bir çeşidi var mıdır?

 

 

 

 

 

1- Düşük Oranlı Faiz-Fâhiş (Aşırı) Faiz

 

 

 

 

 

Faizi savunanların hemen hepsi, oranı düşük, devletin kanunlarla kontrol altında tuttuğu basit faizin zararsız olduğu ve dince de bu faiz çeşidinin haram olmaması gerektiği kanaatini taşımaktadır.

 

 

 

 

 

İlk bakışta bu görüşün mâkûl ve geçerli olduğu sanılmaktadır. İktisadî açıdan da düşük oranlı faiz yatırım ve istihdam hacminin genişlemesi bakımından faydalı görülür. Fakat meseleye faizli bir kredinin kullanımından doğan sonuçların emek (teşebbüs) ve sermaye faktörleri arasındaki taksimi açısından bakacak olursak (ki bunlar söz konusu sonuçların doğmasında etkili ve aynı zamanda bu sonuçların muhataplarıdır), biraz önce bahsettiğimiz gibi, meselâ normal piyasa şartlarında, düşük faizli bir kredi muamelesini ele alalım. Kredi muamelesini takip eden günlerde piyasa şartlarının kötüleşmesi ve kredi kullanılan işin bundan etkilenmesi sonucu herhangi bir kazancın ortaya çıkmaması, hatta anaparanın bile kaybının söz konusu olması halinde, bütün bu risklerin tama­men krediyi kullananın karşılaması hakkaniyete uygun olmamalıdır. Bu durumda kredi kullananın ser­maye sahibi karşısında büyük bir haksızlığa uğradığı açıktır.

 

 

 

 

 

Buna mukabil, kredi muamelesini takip eden günlerde piyasa şartlarının beklenmedik bir şekilde düzelmesi ve kredi kullananın çok yüksek kazançlar elde etmesi durumunda, bu kez sermaye sahibinin, daha önce normal piyasa şartlarına göre talep etmiş bulunduğu düşük faiz haddine gönülden razı olabileceğini ve bunun hakkaniyete uygun olacağını söylemek de bizce mümkün değildir. Çünkü sermaye sahibi faiz oranını daha yüksek tutmadığı veya faize bağlamakla büyük kazanç kaybına uğradığı için böyle bir muameleye girmesinden dolayı pişmanlık duyabilecek ve doğrusu ciddî bir haksızlığa uğramış olacaktır.

 

 

 

 

 

Şüphesiz piyasa şartlarının çok iyi, sermayenin getirişinin de çok yüksek olduğu böyle bir durumda bu haksızlığın ortaya çıkmasını önlemenin yolu, baştan bu kredi işleminde yüksek faiz uygulanmış olmasıdır. Yani bu durumda, fahiş ve aşırı denilerek hemen herkes tarafından reddedilen bir faiz haddi, yani riba hakkaniyete daha yakındır. Fakat sermayenin verimliliğinin yüksek olduğu dikkate alınarak tesbit edilen yüksek bir faiz haddinin de gelecek günlerde nasıl bir sonuç doğuracağı belli olmadığından söz konusu haksızlık iki taraftan birisi için hükmünü muhakkak icra edecektir.

 

 

 

 

 

Kısacası, olumlu piyasa şartlarında düşük faiz borçlunun haksızlığa uğramasına neden olur. Gelecekte ekonominin takip edeceği seyri tahminde bulunarak kararlaştırılan ne düşük, ne de yüksek faiz kararının isabetli olacağını söyleyebilmek kolay değildir. Çünkü piyasa şartları çok değişkendir. Demek ki, faiz tahakkuku bir nevi kehânette bulunmaktır. Bu kehânet insanların mallarının taksimiyle alâkalı olduğu için, sosyal olaylara sebebiyet verecek tehlikeleri içinde barındırmaktadır.

 

 

 

 

 

Şu halde, hak ve adalet açısından faiz haddinin yüksek veya düşük olmasının tesiri yoktur. Çünkü, kabaca, düşük faiz borçluyu memnun ederken sermaye sahibini rahatsız edebilmekte, yüksek faiz de sermaye sahibini memnun ederken borçluyu haksızlığa maruz bırakabilmektedir. Ortasını yakalayabilmek ise şansa kalmıştır. Mal canın yongası ise, hak dağıtımının şansa kalmasının toplum huzuruna ne yönde tesir edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir.

 

 

 

 

 

Sonuç olarak, eğer faiz, hak ve adalete uygunsa düşük veya yüksekliğine bakılmaksızın tümüyle kabul edilmeli, yok eğer faizde haksızlık ve zulüm söz konusu ise tümüyle reddedilmelidir. Kur'ân, yukarıda geçen âyet itibarıyla ikinci şıkkı benimsemiştir. Çünkü faiz hak ve adalete aykırı düştüğü gibi bu aykırılıkta düşük oranlı faizle fahiş faiz arasında fark yoktur.

 

 

 

 

 

2- Basit Faiz-Bileşik Faiz (Ed'âf-ı Mudâafe)

 

 

 

 

 

Yukarıda sözünü ettiğimiz Şeyh Çâviş çizgisi takipçilerinin faiz konusundaki en önemli iddialarına göre, Kur'ân'da yasaklanan faiz basit faiz değil, katlı veya bileşik faiz denilen ed' âf ı mudâafe faizidir.

 

 

 

 

 

Ed'âf-ı mudâafe, 'vadesi gelip de ödenemeyen faizli bir borcun, üzerine faizi de eklenerek muhte­melen yeni bir faiz haddi ile ikinci bir vadeye ertelenmesidir.'

 

 

 

 

 

Bu fikrin mensuplarından olan Reşid Rıza, ed'âf ı mudâafe fikrini, 'Haram olan ilk akiddeki değil, ikinci akiddeki faizdir' diyerek, normal bir faiz akdini haram kapsamından çıkartmakta ve borcunu vadesinde ödeyemeyen borçlu ile yeni bir vade ve yeni bir faizle yapılan ikinci bir faiz akdinin,8 başka bir ifadeyle, ancak ed'âf ı müdâafe'nin haram olabileceğini savunmaktadır.

 

 

 

 

 

Basit faizi kabul eden bazı müellifler, Kur'ân'in asıl yasakladığı faizin işte bu faiz olduğu iddiasındadırlar. Çünkü bu faiz, bu iddialara göre, hem faiz üzerine faiz yürütmekte hem de ödeme gücü olmayan borçlunun darda kalmışlığından yararlanmak mânâsına gelmektedir.

 

 

 

 

 

Acaba, basit faizle ed'âf-ı mudâafe tâbir edilen mürekkep (bileşik) faiz arasında ne fark vardır? Niye belli bir vadeye karşılık anaparaya eklenen fazlalık meşru sayılmak isteniyor da, vadesi dolan borcun faiziyle birlikte vadesinin yeniden uzatılmasına gayrimeşrû deniliyor?

 

 

 

 

 

Madem ki anaparaya eklenen ilk faiz meşrudur ve alacaklının kazanılmış hakkıdır, o halde alacaklının bu hakkını anaparasına ilâve etmesini gayri meşru, çirkin ve kötü kılan sebep nedir? Demek ki bu gayrimeşrûluk işin aslında, yani daha ilk faizde vardır ve bazılarınca bunun kötülüğünün sezilememesi veya ikinci, üçüncü defasında artık gizleme imkânının kalmaması ilk akiddeki faizin caiz olduğu zannını doğururken, sonrakilere haram deme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.

 

 

 

 

 

Yürütülen ikinci faizin borçlunun sıkıntısına dayandırıldığı için çirkin olduğu iddiası da bir esasa dayanmamaktadır. Çünkü, borçlunun, vadesi dolan borcunu ödeyememiş olması, yani aczi, ikinci akiddeki faizi çirkin kılıyorsa, acaba borçlunun ilk akdi de böyle bir aczin zorlamasıyla yapmadığı nereden bilinebilir?

 

 

 

 

 

Kısacası ed'âf-ı mudâafe, her şeyden önce yukarıda açıkladığımız gibi, esasta hüküm ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla fahiş faizden farkı olmayan basit faize dayanması; sonra, kazanılan ilk faizi meşru sayarken onun anaparaya eklenerek yeni bir faiz akdiyle vadesini ertelemeyi gayrimeşrû saymanın hiçbir mâkûl ve mantıkî bir dayanağının olmaması sebebiyle basit faizden farksız bir faiz çeşididir.

 

 

 

 

 

3- Üretim Amaçlı Kredi Faizi-Tüketim Amaçlı Kredi Faizi

 

 

 

 

 

1951 yılında Paris'te düzenlenen İslâm Hukuku Konferansı'na katılan Dr. Ma'rûf ed-Devâlibî 'Faiz konusunda şekil ve eski uygulamalardan ziyade maksadın esas alınmasını, bunun da kuvvetlinin zayıfı sömürmesini önlemekten ibaret bulunduğunu; günümüzde ise şirket ve bankalar vasıtasıyla yürütülen kredi işlemlerinin eskilere hiç benzemediğini" esas alarak 'tüketim kredisinden alınan faiz ile yatırım ve üretim kredisinden alınan faizi birbirinden ayırma; birincisini haram, ikincisini caiz görme' fikrini müdâfaa etmiştir. Ona göre yatırım kredisi ekonomik yönden zayıf bulunan halktan temin edilmekle, bunların faizi de yine halka dönmektedir. Bunu caiz görmekle zayıf tarafın menfaati korunmuş olmaktadır. Bunun da zaruret ve maslahat prensibi üzerine bina edilmesi mümkündür.9

 

 

 

 

 

'Sabri Ülgener de İslâm'ın yasakladığı faizin tüketim faizi olduğunu savunmakta ve 'az gelişmiş ülkelerde bir artık değer olarak faiz ile ülkenin toplam etkinliğini hesaplamakta bir faktör olarak faiz arasında ayırım görmek gerektiğini' belirtmektedir.10

 

 

 

 

 

ed-Devâlibî'nin, kredilerin kullanım amaçlarının tefrik edilerek üretim amaçlı kredilerin caiz olması gerektiğine dair görüşü tatbik kabiliyeti olmayan bir faraziye olarak görülmüştür. Zira üretimin nerede başlayıp, nerede bittiği ve hangi noktadan itibaren tüketimden ayrıldığını tesbit etmek çok zor, hatta imkânsızdır. Bu sebepledir ki es-Senhûrî, faizin, olacaksa bütün kredilerde caiz, olmayacaksa bütün çeşitleriyle haram olması gerektiğini savunur."

 

 

 

 

 

Nitekim, riba ile faizin arasını ayırmak için ortaya atılan ribanın tüketim ödüncünden, faizin ise üretim ödüncünden alındığı" iddiasının geçersizliği günümüzde çok açık bir şekilde gözler önüne serilmiş bulunmaktadır. Bilindiği gibi, birkaç yıl evvel Türkiye'de bankalar birbirleriyle âdeta yarışa girerek, destek kredisi, ihtiyaç kredisi, ferdî kredi, taşıt kredisi, tüketim kredileri vermişlerdir. Bu kredilerin hiç birinin üretim kredisi olmaması ve bu krediler için sermayenin üretkenliğinden bahsetme imkânının bulunmaması, buna rağmen bu kredilerden de bankaların faiz talep etmeleri, yukarıdaki iddiaların bir esasa dayanmadığını ortaya koymaktadır.12

 

 

 

 

 

Şartların değişmesi meselesine gelince; bu görüş tarihî olarak doğrulanmış değildir. Bilâkis, tamamen aksi geçerlidir. Zira Kur'ân'ın faizi yasakladığı zamanda Arapların kullandıkları faizli krediler esas İtibarıyla tüketim değil üretim amaçlıydı. Çünkü, bilindiği gibi İslâm'ın içinde doğduğu Kureyşliler tüccar bir topluluk olup, ticareti çok iyi biliyordu.13 Geniş ticarî faaliyetlerinin finansmanını da ekseriyet itibarıyla faizli kredi yoluyla sağlıyorlardı.

 

 

 

 

 

Diğer taraftan bu toplumda bugünkü gibi tüketim amaçlı borçlanmaya pek ihtiyaç yoktu. Çünkü ticarî hayatın canlı olduğu, buna karşılık insanların tüketim ihtiyaçlarının gayet sade olup, bugünkü gibi mesken, taşıt ve yakıt gibi en ağır ihtiyaçların söz konusu olmadığı, hatta iklim şartlan sebebiyle giyim-kuşam ihtiyacının bile pek az olduğu; acıktığında sütünü içeceği, yola giderken sırtına bineceği bir devenin insana yettiği,"1 ayrıca, Kabe'yi ziyarete gelenlere bedava yiyecek ve içecek maddelerinin dağıtıldığı15 bir toplumda, insanların çok cüz'î tüketim ihtiyaçları için bugünkü mânâda tüketim kredilerine ihtiyaç duyduklarını ve altından kalkamayacakları miktarlarda, üstelik % 100-200'lük faizlerle borca girdiklerini düşünmek pek realiteye uygun düşmemektedir. Kısacası, Kur'ân'ın yasakladığı faizin tüketim faizi olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Bu açıklamalarımız aynı zamanda, tarihî açıdan da yanlış olan Kur'ân'ın sadece ed'âf-ı mudâafe faizini yasakladığı" iddiasına da bir cevap teşkil etmektedir.

 

 

 

 

 

4- Faizi Ödeyenin Fakir veya Zengin, Kişi veya Kurum Olması

 

 

 

 

 

ed-Devâlibî'nin, şartların değiştiği ve faizli krediyi, eskiden zayıf durumdaki insanların alıp, ödedikleri faizlerin altında ezilirken, bugün faizli kredilerin genellikle banka ve büyük şirketler tarafından halktan alındığını ve bunların faizlerinin ise halka yaradığına dair görüşünün bir an için geçerli olduğunu farzedelim.

 

 

 

 

 

Acaba faizi ödeme yönünün büyük iktisadî güç sahibi kişi veya kuruluşlardan halka dönmüş olmasıyla, şartlarda meydana gelen bu ve benzeri değişiklikler, faizin hükmünde bir değişiklik meydana getirmeli midir?

 

 

 

 

 

Bize göre, hayır. Çünkü, faizin haram kılınmasındaki temel espri, onun fakirden zengine veya zenginden fakire ödenmesi değil, her halükârda sebep olduğu ve önüne geçilmesi mümkün olmayan gelir paylaşımındaki adaletsizliktir.

 

 

 

 

 

Faiz, iki tarafıyla da kesen bir bıçak gibi, ya alanı ya da vereni, kaçınılmaz bir şekilde zulme uğratan bir mekanizmadır.

 

 

 

 

 

Nitekim, eskiden faizli krediyi zayıflar kullanıyor ve eziliyorlar idiyse; bugün güçlü ve büyük kuruluşlar, halktan düşük faizle topladıkları büyük sermayelerle çok büyük kârlar elde ediyor ve ürettikleri mal ve hizmetlere bu kredi maliyetlerini yansıtmakla ödedikleri faizleri de geri alıyorlarsa, burada ezilen ve bu kredileşmeden zararlı çıkan yine halk kitleleri olmaktadır. Ayrıca, banka ve diğer sermaye kuruluşları, halktan topladıkları çok büyük meblâğları kullanarak elde ettikleri büyük kârlardan halka ancak belirli ve çoğu kez düşük orandaki faiz yüzdesini vermekte, böylece halk, bizzat kendi sermayesinin gelirinin çok önemli bir kısmından mahrum kalmaktadır. Böylece eskiden zayıfın aleyhine işleyen sistem, bugün değişik bir görünüm altında genellikle aynı yönde işlemektedir.16 Hakkaniyet açısından, bu eşitsizlik ve haksızlık mekanizmasının, emek olsun sermaye olsun, hangi tarafın aleyhine işlediği önemli olmamalıdır.

 

 

 

 

 

Kısacası, faizi kimin aldığı veya kimin ödediği yahut alan veya verenin kişi veya kuruluş, zayıf veya kuvvetli olduğu hiç önemli olmamaktadır. Faizin olduğu her yer ve durumda mutlaka taraflardan biri aleyhine haksızlık vardır ve onun yasaklanmasındaki en büyük hikmet, sebep olduğu bu haksızlığın engellenmesidir. Şartların değişmesi bu haksızlığı ortadan kaldırmadığına göre, faiz hakkındaki haram hükmünün değişmesi de beklenmemelidir.

 

 

 

 

 

5- Negatif Faiz-Pozitif Faiz

 

 

 

 

 

Pozitif faiz, bilindiği gibi, ödünce verilen sermayenin belli bir vade sonunda sermaye sahibine enflasyonun üzerinde yani reel olarak getirdiği kazanca denir.

 

 

 

 

 

Negatif faiz ise, nominal (nakdî=para birimi cinsinden) faiz ile anapara toplamının vade sonunda vade başındaki anaparadan daha az mal ve hizmet satın alabilmesi haline denir." Enflasyonist bir ortamda enflasyon oranının altında tesbit edilen faiz negatif faizdir. Meselâ enflasyonun %20 civarında seyrettiği bir ekonomik yapı içinde %15 faiz negatif bir faiz olup, böyle bir durumda borçlu, sermayenin işletilmesinden doğacak sonuçları şimdilik dikkate almazsak, sadece enflasyon sebebiyle %5 kazanırken, anapara sahibi %15 faiz almasına rağmen gerçekte %5 zarardadır. Pozitif faizin, miktarı ve şekli ne olursa olsun İslâm'ın yasakladığı faiz kapsamına girdiği ifade edilmişti. Acaba, pozitif faizin zıddı olduğuna göre negatif faiz için de aynı hükmü vermek mümkün müdür?

 

 

 

 

 

Yukarıda açıklandığı üzere, faizin yasaklanmasındaki en önemli ve Kur'ân'da bahsedilen tek sebep, ödünç alan veya verenden mutlaka birinin önlenemez bir haksızlığa maruz kalması olduğuna ve negatif faizde de bu haksızlık ve zulüm sermaye sahibi adına tecelli ettiğine göre, negatif faizin de haram faiz olduğunda şüphe olmamalıdır.

 

 

 

 

 

Acaba faizi ödeyenin borçlu taraf olmasıyla alacaklı taraf olması arasında hakkaniyet açısından bir fark var mıdır? Meseleye Kur'ânî perspektiften bakılacak olursa, Kur'ân, faizli bir muamelenin iki taraftan birinin haksızlığa uğramasına sebep olduğunu ifade etmekle, haksızlığın her iki çeşidine de karşı olduğunu göstermektedir. Buna göre zulmün hangi tarafın aleyhine işlediği hiç önemli değildir. Çünkü zulüm, faizi ödeyenin aleyhine işlediği zaman zulüm olurken, alanın aleyhine işlediği zaman zulüm olmaktan çıkmış olmaz.

 

 

 

 

 

Ayrıca, faiz haksız bir iktisaptır. Eğer bu bir taraf için fazlalık şeklinde olup pozitif değer taşıyorsa, diğer taraf için otomatikman negatif değer taşıyor demektir. Yani bu fazlalık, diğerine nisbetle fazladır. Şu halde, bu fazlalık izafî olup, bunun taraflardan hangisi adına tahakkuk ettiği önemli değildir. Negatif faiz, bir bakıma borcun daha azıyla sahibine ödenme şartının koşulmasıdır. Nitekim Zahirî ekolün büyük müçtehidi İbn Hazm da borcun daha azıyla ödenme şartının koşulmasını faiz olarak kabul etmektedir.18

 

 

 

 

 

6- Nominal Faiz - Reel Faiz

 

 

 

 

 

Nominal faiz, kredi işleminin sermaye sahibine para birimi cinsinden, reel faiz ise paranın satın alabileceği mal ve hizmet cinsinden sağladığı gelirdir.'9 Bu iki faiz çeşidi arasındaki fark, enflasyon sebebiyle para değerinde meydana gelen değişmelerden kaynaklanır.

 

 

 

 

 

Mal ve hizmetler karşısında paranın değer kaybettiği dönemlerde reel faiz oranı, bu dönemdeki nominal faiz oranı ile paranın bu dönem zarfında tam bir kesinlikle tahmin olunan değer kaybı arasındaki farka eşittir.20

 

 

 

 

 

Nominal faiz para değerindeki değişmeler sebebiyle vade sonunda pozitif (reel) faiz getirebileceği gibi, negatif faize de yol açabilir.

 

 

 

 

 

Günümüzde, diğer faiz çeşitlerinde olduğu gibi, faizin temel yasaklanma sebebinin anlaşılamamasından kaynaklandığını düşündüğümüz bir nominal faiz-reel faiz ayırımı da vardır. Bu görüşe göre, 'Riba kavramı içine girecek bir faizin reel değerler üzerindeki artışlarda söz konusu olacağı, nominal değerlerdeki fazlalaştırmaların riba yasağının dinsel ve mantıksal gerekçesi ile uyuşmayacağı'; buna binaen, banknotlar ise, reel değerleri olmadığından, meselâ 100 lira karşılığında 110 lira almanın riba kavramı içine girip girmeyeceğinin tartışılacağı; çünkü banknot, sadece üzerine konan nominal değerle bir anlam ifade ettiği, nominal değerdeki artışı riba yasağının içine kayıtsız şartsız sokmanın, riba sömürüsünden kurtarılmak istenen insanları farkında olmadan bir başka haksız kazancın malzemesi durumuna getirmek olabileceği; o halde, bütünüyle nominal değerler üzerinden işleyen banka faizlerinin ve banka faizciliğinin, Kur'ân'daki riba kavramı içine girdiğini söylemenin her zaman isabetli olmayacağı" ifade edilmektedir.2'

 

 

 

 

 

Baştan beri açıklamaya çalıştığımız perspektiften bakıldığında, İslâm açısından faizin nominal veya reel değerler ifade etmesinin hiçbir şey değiştirmeyeceğini söylemek zor olmayacaktır. Çünkü, ister reel, ister negatif, ister pozitif; her hangi bir faiz haddi, ne olacağı kesinlikle bilinmeyen ve çok büyük bir ihtimalle tahmin edildiği gibi çıkmayacak olan sermayenin getirişini baştan taksim etmekle iki taraftan biri aleyhine haksızlık sebebi olacaktır. Mesela enflasyonist bir ortamda nominal bir faiz haddinin vade sonunda negatif bir faize dönüşmesi halinde bunun sermaye sahibinin borçlusuna faiz ödemesi demek olması ve mutlak mânâda zulüm olan faizde, bu zulmün kimin aleyhine işlediğinin Kur'ân açısından fark etmemesi sebebiyle, bunun da haram faiz kapsamında değerlendirilmesi gerektiği daha önce belirtilmişti.

 

 

 

 

 

Reel bir faiz olduğu takdirde ise, yukarıda 'Düşük Oranlı Faiz-Fâhiş (Aşırı) Faiz' başlığı altında anlattığımız ve pozitif faiz için de söylediğimiz gibi, vade sonunda gerçekleşen reel faiz, düşük de olsa yüksek de olsa problem olacaktır.

 

 

 

 

 

Çünkü olumlu piyasa şartlarında düşük reel faiz sermaye sahibinin, olumsuz şartlarda da yüksek reel faiz borçlunun haksızlığa uğramasına sebep olur.

 

 

 

 

 

'Banka faizlerinin nominal değerler üzerinden işlediği için Kur'ân'daki riba kavramı içine girmeyebileceği' görüşü de isabetli değildir. Çünkü nominal de olsa her faiz haddi sonuçta iki taraftan birisi adına reel değer ifade edecektir.

 

 

 

 

 

Bu reel değerin ise her halü­kârda iki taraftan birini yaralayaca­ğını ifade etmiştik.

 

 

Hem 'kağıt para üzerinde Kur'ânî mânâda faizin cereyan etmeyebileceği' iddiasını, kağıt paranın sadece nominal değer ifade etmesine bağlamak mâkûl ve mantıklı mıdır? Bir kağıt paranın, nominal değeri kadar olmasa bile, belli bir reel değeri temsil etmediğini ve kağıt para ile muamelede bulunan insanların esasta paranın ifade ettiği reel değere değil de üzerinde yazan nominal değere baktıklarını söylemek mümkün müdür? Bir parça kağıttan başka bir şey olmayan bir kağıt paraya olan rağbeti ne ile açıklayabiliriz?

 

 

 

 

 

Demek ki kağıt para bizzat kendisi reel bir değer taşımasa bile, reel değerleri temsil ettiği, onunla reel değerlere sahip olunabildiği ve sonuçta, nominal değerine göre, fakat esasta reel değeri için faiz akdi yapılması sebebiyle, kağıt parada da Kur'ân'daki riba mânâsında faiz hükmünün cereyan ettiğini söylemek mümkündür.

 

 

 

 

 

Günümüzde hemen hemen bütün mübadeleler kağıt para ile yapıldığına göre, faiz meselesinde kağıt paranın, 'sadece nominal değerleri ifade ettiği ve reel değerlerinin olmadığı' hususunun vurgulanması, onun, üzerinde manasız birtakım rakamların bulunduğu bir kağıt parçası olarak görülmesi demek olur ki, bu, sosyoekonomik realitelere de ters düşer.32 İnsanları riba sömürüsünden kurtarmanın yolu nominal faize cevaz vermek olmamalıdır.

 

 

 

 

 

'Enflasyonist ortamda mevduat sahiplerinin hakkını korumak' amacına yönelik olduğunu tahmin ettiğimiz bu görüşün temelinde de faiz meselesine bütün boyutlarıyla ve hem onu alan hem ödeyen açısından bakılmamasının yattığı anlaşılmaktadır. Eğer amaç bir faiz geliri elde etmek ise, faizin bu yolda mutiak haksızlık sebebi olduğunu açıklamış bulunmaktayız. Eğer amaç karşılıksız verilen borç paranın (karz-ı hasen) değerini korumak ise bunun yolu fıkıh kitaplarında gösterilmiştir.

 

 

 

 

 

SONUÇ

 

 

1. Faiz, alan veya veren iki taraftan biri için önlenemez bir haksızlık ve zulüm sebebi olmasından dolayı Kur'ân tarafından yasaklanmıştır. Faizin hiçbir çeşidini bu yasağın dışına çıkarmak Kur'ân açısından mümkün olmamaktadır.

 

 

Çünkü faizin şekil veya oranının değişmesi söz konusu haksızlık ve zulmün sadece yönünü (alan veya veren) veya derecesini değiştirmekte, fakat varlığını ortadan kaldıramamaktadır. Faiz, iki tarafıyla da kesen bir bıçak gibi, ya alanı ya da vereni, kaçınılmaz bir şekilde zulme uğratan bir mekanizmadır.

 

 

 

 

 

Bu sebeple,

 

 

 

 

 

- Faizin, ed'âf-ı mudâafe (katlı-bileşik faiz) olmasıyla basit faiz olması

 

 

 

 

 

- Anaparaya eklenen fazlalığın, ister ilk akidde olması veya vadesi gelip de ödenmeyen borcun vadesinin yeniden uzatılması karşılığında olması,

 

 

 

 

 

- Kredinin üretim amaçlı olmasıyla tüketim amaçlı olması,

 

 

 

 

 

- Faiz haddinin yüksek (fahiş) olmasıyla düşük olması,

 

 

 

 

 

- Anaparaya eklenen fazlalığa riba denmesiyle, faiz, faide, nema veya gelir payı denmesi,

 

 

 

 

 

- Faizi ödeyenin ve alanın fakir veya zengin; yahut kişi veya kurum olması,

 

 

 

 

 

- Faizin reel veya nominal, negatif veya pozitif olması,

 

 

 

 

 

-Ve nihayet, faizin enflasyon oranının altında, üstünde veya enflasyon nisbetine eşit olması., arasında Kur'ân'ın yasakladığı faiz itibarıyla hiçbir fark yoktur. Çünkü faizin haram kılınma sebebi olan taraflardan birisinin haksızlığa uğraması yani zulüm hali yukarıda sayılan hallerden her birinde mevcuttur.

 

 

 

 

 

2. Hak ve adalet açısından faiz haddinin yüksek veya düşük olmasının tesiri olmamalıdır. Çünkü, düşük faiz borçluyu memnun ederken sermaye sahibini rahatsız edebilmekte, yüksek faiz de sermaye sahibini memnun ederken borçluyu haksızlığa maruz bırakabilmektedir. İki tarafın da memnun kalacağı bir sonuç muhtemel olmakla birlikte, bu ihtimal sayısız ihtimallerden sadece biridir ve şansa kalmıştır. Mal canın yongası ise, bu hak bölüşümünün şansa kalması toplumlar için psiko-sosyo-ekonomik problemlerin nedeni olmaktadır.

 

 

 

 

 

3. Eğer faiz hak ve adalete uygunsa düşük veya yüksekliğine bakılmaksızın tümüyle kabul edilmeli; yok eğer faizde haksızlık ve zulüm söz konusu ise tümüyle reddedilmelidir. Faizin bir çeşidini kabul ederken diğer bir çeşidini reddetmek Kur'ân açısından olduğu kadar, akıl ve mantık açısından da mümkün görülmemektedir.-

 

 

 

 

 

4. Ed'âf-ı mudâafe, her şeyden önce, esasta hüküm ve doğurduğu sonuçlar itibariyle fahiş faizden farkı olmayan basit faize dayanması; sonra, kazanılan ilk faizi meşru sayarken onun anaparaya eklenerek yeni bir faiz akdiyle vadesini ertelemeyi gayri meşru saymanın hiçbir mâkûl ve mantıkî bir dayanağının olmaması sebebiyle basit faizden farksız bir faiz çeşididir.

 

 

 

 

 

5. Kur'ân'ın sadece tüketim faizini yasakladığı iddiası, Kureyş toplumunun büyük miktarda üretim amaçlı ödünçleri zorunlu kılan çok canlı bir ticarî hayata sahip olmasına karşılık; bu toplumda tüketim ödünçlerine ciddî mânâda ihtiyaç duyulmadığı gerçeği karşısında geçersiz kalmaktadır.

 

 

 

 

 

6. Bugün faizi iktisaden zayıf kitlelerin almakta oluşu ondaki sömürü ve haksızlık sebebi olma özelliğini kaldıramamıştır.

 

 

 

 

 

7. Faizin temel özelliği ödünç alan veya verenden mutlaka birinin önlenemez bir haksızlığa maruz kalması olduğuna ve negatif faizde de bu haksızlık ve zulüm sermaye sahibi adına tecelli ettiğine göre, negatif faizin de haram faiz olduğunda şüphe olmamalıdır. Negatif faiz sermaye sahibinin faiz ödemesi demektir. Adalet prensibi, faizin borçlu tarafından ödenmesine karşı gelirken alacaklı tarafından ödenmesine rıza göstermemelidir.

 

 

 

 

 

8. Kağıt para bizzat kendisi reel bir değer taşımasa bile, reel değerleri temsil etmesi ve sonuçta, nominal değerine göre, fakat esasta reel değeri için faiz akdi yapılması sebebiyle, kağıt parada da Kur'ân'daki riba mânâsında faiz hükmü cereyan etmektedir.

 

 

* Doç. Dr. Karaelmas Üniversitesi İktisa­dî ve idarî Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü / ZONGULDAK

 

 

Kaynaklar

 

 

1 Hamûd, Sami Hasan Ahmed, Tatvvîr el-A'mâl el-Masrİfiyye bima Yettefiqu ve'ş-Şerîatu'l-İslâmiyye, D.el-İttİhad el-Arabî li't-Tıbaa, Kahire 1976, s. 232-3.

 

 

2 Hamûd, age, s. 234-5.

 

 

3 İzmirli, İsmail Hakkı, Usûl-i Fıkıh Dersleri, ist. 1329, s. 60; Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yay., İst. 1979, s. 227.

 

 

4 Fazlurrahman, Majör Themes of the Qur'an, Bibliotheca Islamka, Sec Ed., Mineapolice 1989, USA- p. 41.

 

 

5 Uludağ, Süleyman, İslâm'da Faiz Meselesine Yeni bir Bakış, Dergah Yayınları, İstanbul 1979, s. 32 vd., 41 vd.

 

 

6 Faiz ve Problemleri, 1993, s. 46 vd.

 

 

7 "Kredi Faizi: Kur'ân'a Göre Bir Değerlendirme" İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, istanbul, Güz 1415/1994, s. 31-41.

 

 

8 Reşid Rıza, Muhammed, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Hakîm (Tefsîru'l-Menar), IV. Baskı, Mektebetu'l-Kahire, Kahire 1960-, III, s. 113-4; IV, s. 124.

 

 

9 es-Senhûri, Abdurrezzak, Mesâdiru'l-Hak fi'l-Fıkhi'l- İslâmî, Ma'hadud-Dirâsâti'l-Arabiyyetİ'l-Aliyye, Kahire 1954, III, s. 259-60; Hamûd, age, s. 245 vd.; Karaman, Hayrettin, Mukayeseli İslâm Hukuku, Nesil Yayınları, İstanbul 1986, 11, s. 222. es-Senhûrî, ay.

 

 

10 Ülgener, Sabri, "Monatary Conditions of Economic Growth-and the Islamic Concept of Interest", Islamk Quarterly (Feb-ruary 1967), p. 11. es-Senhûrî, ay.

 

 

11 es-Senhûrî, ay.

 

 

12 "Kredi Faizi: Kur'ân'a Göre Bir Değerlendirme" İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, istanbul, Güz 1415/1994, s. 8-9

 

 

13 Kur'ân'ın 106. Kureyş Suresi bu kabilenin yaz ve kış düzenlediği ticaret kervanlarından bahseder.

 

 

14 Hamûd, age, s. 247

 

 

15 Ebu Zehra, Muhammed, Tahrîmu'r-Riba Tanzîmun İktisadî, Maktabatu'l-Manan, Kuwayt, s. 41-5.

 

 

16 "Kredi Faizi: Kur'ân'a Göre Bir Değerlendirme" İslâmî Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 3, istanbul, Güz 1415/1994, s. 188.

 

 

17 Orman, Sabri, "Modern İktisat Literatüründe Para, Kredi ve Faiz", Para, Faiz ve islâm (PFİ), İslâm Araştırmaları Vakfı Yay., istanbul 1987, s.67.

 

 

18 "Mu'cemu Fıkh-ı İbn Hazm ez-Zâhirî" s. 389-90'a atfen, Bayındır, Abdülaziz, "İslâm da Faiz Mefhumu ve Unsurları", PFİ, s. 129.

 

 

19 Orman, agm, aynı yer.

 

 

20 Abaç, S., "Reel Faiz", Ekonomi Ansiklopedisi, Paymaş Yayınları, İstanbul 1993, MI, s. 1121.

 

 

21 İslâm'da Büyük Günahlar, Büyük Boyut Yay., s. 356.

 

 

22 Banknot veya kâğıt paranın fıkhî (hukukî) açıdan da altın ve gümüş paralar gibi görülmesi gerektiği ve bunlarda da faiz hükümlerinin carî olduğuna dair çalışmalar İçin bkz. Gözübenli, Beşir, "Para Kavramına İslâmî Yaklaşım Üzerine Bazı Düşünceler", PFİ, s. 76-8; Erkal, Mehmet, "Madenî Para, Banknot ve Kâğıt Para Mübadelesinde Faiz", PFİ, s. 177-82; Döndüren, Hamdi, "İslâm'da Para, Kredi, Faiz ve Enflasyon İlişkileri," PFİ, s. 206.

 

 

Yazar:

Kategorisi:
Makaleler & Yazılar
Gönderi tarihi: 30-04-2010
6,815 kez okundu
Block title
Block content