Kur’an’ın tek bir ayetini Allah’ın kelamı olarak kabul eden kimse, onun tamamını Allah’ın kelamı olduğunu kabul etmek zorundadır. Çünkü, bir tek ayetin bile Allah’ın kelamı olduğuna inanan kimse, Hz. Muhammed (asv)’in Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmek zorundadır. Zira, peygamber -ayet sayısı ne olursa olsun- Allah’ın indirdiği vahyi alan kimse demektir.
Hz. Muhammed (asv) Allah’ın elçisi olduğuna göre, herkesten daha fazla dürüst, herkesten daha çok yalandan kaçınan kimse demektir. Çünkü, bir peygamber herkesten daha çok Allah’ı tanıyor ve tanıdığı nispette de O’ndan korkuyor, ona saygı duyuyor ve sevgi besliyor. Allah’ı en yakından tanıyan, onun sonsuz ilim ve kudretine iman eden bir kimsenin kalkıp ona iftira etmesi, onu kendi keyfine göre konuşturması, ona yalan isnat edip iftira etmesine ihtimal vermek akıl, mantık, vicdan ve izanla açıklanamayacak kadar büyük bir hezeyandır.
Peygamberlik öncesinde bile hayatı boyunca içinde bulunduğu toplumun bütün insanları tarafından “en güvenilir, en dürüst, asla yalan söylemeyen” manasına gelen “Muhammedu’l-emîn” adı verilen ve bu unvanla şöhret bulduğu tarihçe tasdik edilen Hz. Muhammed (asv)’in çocukluğunda, gençliğinde, peygamber olmadan önce bile insanlara karşı asla yalan söylemeyen kişiliğiyle, olgunluk çağına eriştikten, peygamber olduktan sonra böyle bir şeye tenezzül etmesi mümkün müdür?
Peygamberlik süresince yirmi üç (23) yıllık hayatı boyunca, farklı bir karakter sergilemesi, şu herkesin gördüğü harika ahlakının tam aksine bir şahsiyette olmasına ihtimal veren delidir. Şeytan dahi bunu ağzına almaya cüret edemez. Çünkü;
Hz. Muhammed (asv), ya doğruluğun zirvesinde, güzel ahlakı kendisinde toplamış, herkesten daha çok Allah’tan korkan, ona saygı duyan bir peygamberdir; yahut -haşa, yüz bin defa haşa- yalancıların temsilcisi, ahlaksız, Allah’tan korkmaz, en büyük bir sahtekârdır. Hayatı boyunca, herkesten daha çok Allah’a bağlanması, ona saygı duyması, ondan korkması, ona ibadet etmesi, bütün insanlığı kendine meftun edecek şekilde yüksek bir ahlak performansını göstermesi, bu ikinci ihtimalin kendisi hakkında asla mümkün olmadığını göstermektedir.
İslam dininin en büyük mucizesi Kur’an’dır. On beş asırdır Kur’an’ın “Haydin gelin Kur’an’ın bir tek suresine bir nazire yapın / bir suresinin bir benzerini yapın; eğer yapmaktan âciz kaldıysanız, bilin ki bu Kur’an, göklerin ve yerin gaybını bilen Allah’ın kelamıdır.” manasına gelen meydan okuyuşu, şimdi de geçerlidir. Kur’an’ın belagatı mucize olduğu gibi, koyduğu evrensel ahlakî prensipleri de birer i’caz parıltısını göstermektedir.
Okuma-yazması olmadığı Kur’anla sabit olan Hz. Muhammed (asv) gibi öksüz büyümüş, ahlakın tefessuh ettiği bir muhitte yetişmiş bir insanın İslam dini gibi A’dan Z’ye bütün hükümleri, prensipleri makul, âdil ve ahlakî olan bir nizamı ortaya koyması, başlı başına bir mucizedir.
“Eğer Muhammed bazı sözler uydurup bize iftira edecek olsaydı, onun şah damarını koparırdım. Sizden kimse de buna mani olamazdı. Şüphesiz o müttakiler için bir irşaddır.” (Hakka, 69/44-48)
mealindeki ayetlerden maksat, Hz. Peygamber (asv)'in vahyi değiştirmesinin imkânsızlığını belirtmektir. Devamındaki ayetler ise Hz. Peygamber (asv)'e yalancılık iftirasının atılacağını da haber vermektedir:
"Elbette sizden bazılarının Peygamberi yalancı saydığını biliriz. Şüphesiz o, kâfirler için büyük bir pişmanlıktır ve o, yakînin ta kendisidir. O halde, ey şanlı elçi! Haydi öyleyse sen de Rabbinin yüce adını zikret." (Hakka, 69/49-52)
“Kur'ân'ı kendi sözleri olarak tanımlaması” yakıştırması çok cahilce ve de acemice bir iftiradır. Çünkü, bütün kâfirler de biliyorlar ki, Hz. Muhammed (s.a.m)’in bütün davası “Kur’an’ın kendi malı olmadığı, Allah’ın sözü olduğu” ekseninde dönüyor.