Önce bu iki surenin Hz. Peygambere özel bir hitap niteliğinde olduğunu unutmamak gerekir.
Namazlarda bu sureleri okurken kişinin kendisine de hitap olduğunu düşünmesi isabetli değildir. Çünkü, namazda Kur’an’ın ilk muhatabı olan Hz. Peygambere olan hitap şeklini düşünmek daha uygundur. Zira, bu iki sure ve benzeri ayetlerin Hz. Peygambere hitaplarını düşündüğümüzde, onun nübüvvetini pekiştiren, şanını yücelten manalara ulaşırız ki bu da imanımızı arttırır.
Namazların dışında tefekkürle okuduğu zaman, gerek bu sureler ve gerek başka ayetlerde hitapları kendimize da almamız mümkündür. Ancak, söz konusu hitabın bizim durumumuzla ilişkisinin olup olmadığı önem arz etmektedir. Örneğin, İnşirah suresinde “göğsünü açmadık mı?” mealindeki ayetten hareketle, “Allah’ın bize iman ve İslam’ı nasip ettiğini...” düşünmek mümkündür. Fakat, aynı surede yer alan “Bizi senin zikrini/şanını yüceltmedik mi?” ayetinden kendini hissedar zanneden kimse, bir çok yönden yanlış ve yanılgıya düşmüş olur.
Hiç bir zaman tevazuu elden bırakmamak gerekir. İnsanın nefsini şımartan bir takım manalara muhatap olduğumuzu düşündüğümüz zaman çok şey kaybedebiliriz.
“Kibriya-u azamet Hakk’a yarar
Kul olanda bu sıfatlar ne arar”.
Bazı büyük zatların sözlerine bakarak bu konulardaki tavırlarını taklit etmeye çalışmak, atın kişnemesini bülbülün terennümlerine karıştırmak anlamına gelir. Bu sebeple, en doğru yol, -doğrudan kendimizi muhatap yerine koymak yerine- ikinci, üçüncü derecede “kıssadan hisse alacak” şekilde düşünmektir ki, kulluk şuuruna en uygun olanıdır.
Ayrıca, Kur’an’da kötü insanlara hitap eden ayetler de pek çoktur. Bu ifadelerden de “kıssadan hisse” çıkarmanın güzel bir terbiye metodu olduğunu düşünüyoruz.