İslâm âlimleri, umumiyetle Kur'ân vahyini bir bütün olarak telâkki ettikleri için, âyetleri nüzul seyrine göre sıralama işine çok büyük bir önem vermemişlerdir. Daha genel ve kolay bir tasnif ile âyetlerin iniş zamanını (hicretten önce ve sonrasını belirlemek üzere) Mekkî ve Medenî şeklinde ayırt etmişlerdir. Gerçi teşri' tarihini incelemek bakımından âyetlerin iniş sıralamasını bilmek önem arzeder. Fakat Hz. Peygamber (aleyhisselâm) Kur'ân'ı bu sıraya göre yazdırmadığı için ve bu sıralamayı ümmetine bir görev olarak vermediği için, kesinlik ifade edecek tarzda sıralama âdeti yerleşmemiştir. O, Cebrail'in (a.s.) işaretiyle, gelen bu yeni vahiy parçasının, elimizdeki1 mushaf tertibindeki yerine konulmasını kâtiplerden istiyordu. Buna mukabil, müsteşriklerin bu konuya çok önem verip sûre ve âyetleri kronolojik olarak dakik bir sıralama gayretine girdiklerini görmekteyiz. Müsteşrikler Kur'ân'ın Allah'ın vahyi olduğuna inanmadıklarından, böyle bir sıralama ile -hâşâ- Hz. Peygamber'in (s.a.s.) risalet sayfalarını, onun nasıl bir gelişme seyri izlediğini ve zamana göre davranışlarında tutarsızlık olup olmadığını anlamaya heveslenmişlerdi. Fakat elde kesin bilgiler pek az bulunduğundan, bilhassa kendileri peşin fikirle hareket ettiklerinden ve indî mütâlâalarla hüküm verdiklerinden dolayı bir çıkmaza girmişlerdir. Biz bu yazımızda bu müşkil konunun, üzerine eğildikçe güçlükler çıkaran ayrıntılarına girmeyeceğiz. Bu yolda müsteşriklerin nice gayretleri, sonuca varmadan tükenmeye mahkûm kalmıştır.
İslâmî gelenekte âyetleri nüzul sırasına göre ele almanın başlıca amili nesh meselesi olmuştur. Ahkâma dair bazı âyetlerde neshin vâki olduğu, tek tük itirazlara rağmen, hemen ittifakla kabûl edilen bir husustur. Kabûl edenler arasında, konunun ayrıntıları ve uygulaması hakkındaki ihtilâflar, şu anda bizim için önemli değildir. Nesh, "nakil" mânâsına da alınsa, yine de, aynı hâdise hakkında, değişik vakitlerde inen âyetleri bilmek gerekiyordu. Nesh ahkâm âyetleriyle ilgili olunca, onlar da genel olarak Medine devrinde gelince, Müslümanların bütün dikkatlerinin, ahkâm ihtiva eden sûre ve âyetler üzerinde merkezîleşmesinden başka bir şey beklenemezdi. İmdi, bu özelliği taşıyan sûrelerin yeri ve zamanı hususunda ciddî bir tereddüt yoktur. Sayıları on civarında dolaşan bazı kısa sûrelerin Mekkî mi, Medenî mi olduğu hakkında değişik görüşler bulunmaktadır; er-Ra'd, er-Rahman, ed-Dehr, el-Kadr, ez-Zilzal, el-Felak, en-Nâs gibi. Ama dikkat edilirse, bu sûreler nesh yِönünden, bakışları üzerlerinde toplayacak şekilde -dar anlamda- ahkâm ihtiva etmemektedirler. Ayrıca şunu hatırlatmak gerekir ki, el-Kâdî Ebû Bekr'in dediği gibi: "Mekkî veya Medenî'lik vasfı, Sahabenin hıfzına râcidir. Bu konuda Hz. Resûl'den (s.a.s.) herhangi bir şey gelmiş değildir. Çünkü O, bununla emrolunmamıştı. Allah, bunları bilmeyi, dinin farzlarından kılmadı; ancak ilim ehline (sûre ve âyetlerin) bir kısmı için, nâsih ve mensuhun tarihî durumunu bilmek gereklidir. Fakat bu da, Resûl'den (s.a.s.) gelen bir nassa dayanmaz."
Durum böyle olmakla beraber, sahabe devrinden beri, bütün Kur'ân sûrelerinin tam veya kısmî sıralamasını yapan şahsiyetler eksik olmamıştır. Kısmen ihtiyatı davet etmekle beraber, sahabe ve tabiûn âlimlerinden birine çıkan rivâyetlerin bolluğu, bunu ortaya koymaktadır. Rivâyetler, Mekkî sûrelerin sıralanması konusunda dahi genel olarak fazla değişiklik göstermese bile, itmi'nan verecek şartları haiz değildirler. Ancak, sûrelerin Mekkî veya Medenî oluşları hakkında şüpheye gerek olmayacak bir bilgi olduğunu söyleyebiliriz (yukarıda bahsettiğimiz on kadar kısa sûre hakkında, iki yönlü rivâyetlerin olması önemli değildir. Çeşitli durumları değerlendirmiş olan âlimlerin fikirlerinin oluşturduğu "Cumhurun kanaati," bu sûrelerin yerlerini ve zamanlarını ta'yin edecek görüşler ortaya koymuştur). Sıralama konusunun, daha büyük güçlüğü şundan ileri gelmektedir: Bilindiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm'in bir kısım sûreleri bütünüyle bir defada indirilmemiştir. Birçok sûreye vahyin herhangi bir safhasında sonradan yerleştirilen âyetler olmuştur. Bunların zamanı hakkında kesin bir şey söylemek, sûreler hakkında hüküm vermekten daha müşkil, hattâ imkânsızdır. Elindeki Mushaf-ı Şerif'te, onun Levh-i Mahfuz'daki semavî arketipinin (archetype) aksini bulan İslâmî telâkki için hiçbir problem yoktur. Her sûrenin âyetleri arasında, kezâ ayrı ayrı sûrelerin Mushaf'taki tertibi arasında tam bir tenasüp bulunması, ona yeterli bir kanaat vermektedir.
Lakin, durum, Müslüman olmayan İslâm araştırıcıları için, hiç de böyle değildir. Özellikle 19. asır Batı dünyasında moda olan rasyonalizm, dinlerin kutsal kitaplarına da el uzatmaktan geri durmamıştır. "Hür fikirliler" (ki Batı terminolojisinde din'le kayıtlı olmayanları ifade eder), esassız olmayan bir teşbihe müsaade olunursa, Eski ve Yeni Ahid karşısında, fosillerin durumunu inceleyen bir paleontoloji uzmanı veya bir şeyler bulmak ümidiyle önündeki yeri alt üst eden bir arkeolog edasına girdi gireli ortalık karışmıştır. O günden beridir bu konuda çeşitli teoriler, ekoller, metodlar sürer gelir. Bu çalışmalar, belki teşekkülü bin seneyi aşkın bir zamana yayılan ve birçok şahsiyete mâledilen Eski Ahid ile birçok tereddütler uyandıracak Yeni Ahid metinleri için bir mânâ ifade edebilir. Bu sebeple, bu çalışmalar, o kitaplara inananların daha önceki bazı telâkkilerini değiştirmiş; en azından esnekleştirmiştir. Çünkü o metinler için, tenkidî çalışmanın yerinin olduğu söylenebilir.
Eskiden bilhassa dinsizlerin uyguladıkları bu çalışmalar, şimdi o kitaplara inananlarca da başka yönden yürütülmektedir. Birbirinden uzak inançlara sahip olan (lâik veya din adamı Hıristiyan, Yahudi, "hür fikirli" vb.) müsteşriklerden birçoğu, Kur'ân araştırmalarına uygulanacak metodları hazır bulmanın hevesi içinde, Eski ve Yeni Ahid için ortaya atılan teorileri İslâmiyet'e uygulamaya giriştiler. G. Weil'in4 teklifi, Th. Nöldeke5 tarafından uygulandı.
Mekke devri sûrelerini üç devreye ayırmak, Th. Nöldeke ile başlar. O zamandan beri Grimme, Hirschfeld, Muir, Rodvel, Schwally, Barth, Bell, Blachere, ve daha birçok müsteşrik, Kur'ân metnini sıralama işiyle uğraşmışlardır.
Blachere'in kendisinin razı olduğu nüzul sırasına göre hazırladığı Kur'ân tercümesi6, yayın zamanına kadar ortaya çıkmış olan birçok müsteşrikin çalışmalarını yansıtmaktadır. Sadece bu eseri, özellikle bol miktardaki notlarını okumak, bu kadar çabanın neye müncer olduğunu anlamak için kâfidir. "Dahilî tenkid" adına üslûp, muhteva, kelime haznesi (vokabüler) ve tarihî olaylara işaretler (tabiatıyla birçok durumda peşin fikirler) gibi ölçülere başvuran bu çalışmalar, sûrelerin ve âyetlerin kronolojisi konusunda tam bir kargaşa arzetmektedir. Blachere'den az önce Bell, Kur'ân'ın birimi olarak sûreleri değil de, "kısa pasajlar"ı alarak7 onu iyice okunmaz duruma getirmiştir.8 Aynı işi, az nisbette yapan Blachere bile, onun bu bölmelerine çok az bir güven atfetmiştir.9 Blachere eserinin ciddî tenkide dayanmayan taraflar ihtiva ettiğini bizzat kendisi de bildiğinden olacak ki, önsözünde "Kur'ân metnini yeniden tesis veya vahyedilen metinlerin kronolojisini bulmak gayesi taşımadığını, umumi istikamette, nisbî bir sıhhatle, önce Mekke, sonra Medine'de risaletin devrelerini ele aldığını" belirtmeye lüzum duymuştur.10 Bizim bu kısa notumuz, bu eserler hakkında tenkide girişmeye müsait değildir.
Fakat, bazı müsteşriklerin sadece iki husustaki tutumlarını ele alarak, ayrıntı gibi görünen taraflardan nasıl önemli sonuçlar çıkarmaya yeltendiklerini ve bu işteki tutarsızlıklarını arzedeceğiz. Onlar önce bir zanna dayanarak, Kur'ân-ı Kerîm'deki konulardan biri hakkında bir nüzul vakti belirliyor. Daha sonra da bundan önemli bir teolojik sonuç çıkarmak istiyorlar.
Gaudefroy-Demombynes Esmâ-yı Hüsnâ'nın birbirine bitişik olarak (Tevvabu'r-Rahim, Azizun Hakim gibi) kullanılmasının, ikinci Mekke devresinde, ilkin Tâhâ sûresi ile başladığını öne sürer.11 Buna göre, Nöldeke'nin sıralamasında elli beşinci, Blachere'inkinde ise elli yedinci sırada bulunan bu sûreden önce, bitişik isimlere rastlanmadığı düşünülür. Blachere de aşağı yukarı aynı fikri iddia eder.12 O, bundan şu neticeyi çıkarır: Bu kullanılış, ya dinî düşüncenin gelişmesi sebebiyle Ulûhiyyet'in bazı nihayetsiz taraflarını belirtmek ihtiyacından veya bir ahenk unsuru olacak toplu okuma alışkanlığını teşvik etmek düşüncesinden ileri gelmiş olmalıdır. Oysa bu tesbit doğru değildir. Nöldeke'nin başlattığı üç ayrı Mekke devresi ayrımına göre, ikinci devreye yerleştirilen sûrelerde bu durum fazla görülmekle beraber, daha önce de hiç de azımsanmayacak sayıda benzer kullanışlar bulunmaktadır. Tesbitin yanlışlığını göstermek için bizzat kendilerinin kabul ettikleri sıralamayı esas alarak, önce birinci Mekke döneminden şu örnekleri verebiliriz: Bürûc sûresinin sekizinci âyetinde el-Azizu'l-Hamid, on dördüncü âyetinde de el-Gafûru'l-Vedûd bulunur (Bu sûre Nöldeke'ye göre yirmi ikinci, Blachere'e göre kırk üçüncü sırada olarak l. Mekke devresine aittir). Tür sûresinin yirmi sekizinci âyetinde el-Berru'r-Rahîm bulunur (Bu sûre Nöldeke'ye göre 40., Blachere'e göre 22. sıradadır.) Kamer sûresinin 42. âyetinde Azîzin Muktedir yer alır. (Bu sûre Blachere'e göre 50. sıradadır). Dehr sûresinin 30. âyetinde Alîmen Hakîma yer alır (Bu sûre Blachere'e göre 34. sıradadır).
Bazı müsteşrikler, Esmâ-yı Hüsnâ'dan "Rahman" isminin, vahyin 2. Mekke dönemine has olduğunu söylemişlerdir. Nöldeke, Gaudefroy-Demambynes, Chelhod, L. Gardet, R. Caspar, J. Jamier, R. Blachere bunlardandır.13 Bu, ilk nazarda önemsiz bir ayrıntı zannedilir. Halbuki onlar önce bu faraziyeyi kurarlar. Sonra malzemeleri bu peşin hükme göre değerlendirerek bu tesbitin kesin bir kıstas olduğunu ileri sürerler. Nihayetinde ise bundan önemli bir dinî sonuç çıkarırlar. Kronolojik sıraya göre inceleme neticesinde: "Kur'ân'ın Tanrısı Kendisini 1. Mekke devresinde Rabb, 2. Mekke devresinde Rahman, 3. Mekke devrelerinde Allah diye isimlendirir" derler.14 Biri çıkıp, bundan, "Hz. Muhammed'in Tanrısını tavsif etme işinde tereddüt geçirdiği" mânâsını çıkarır. Bir başkası, Rahman'ın Cahiliye Araplarınca bilinmediğini, Yemame bölgesinde yaşayan ve Hıristiyanlık etkisinde bulunan bir topluluğun tesiri ile kullanılmış olabileceğini, binaenaleyh İslâm'ın kaynağında Hıristiyanlık bulunduğunu iddia eder.15
Halbuki bu tesbit doğru değildir ki, ona dayanılarak birtakım spekülâsyonlar yapmakta da isabet bulunabilsin. Zira Rahman ismi 2. Mekke döِnemine mahsus değildir. Hem daha önce, hem de daha sonra kullanılışına dair örnekler vardır. Kendi sıralamalarından bu örnekleri gösterelim: Meselâ Rahman sûresi 1; Fatiha l ve 3; Nebe, 37 ve 38 örnekleri, Blachere ve Nöldeke'ye göre de 1. Mekke devresinde yer alırlar. Ra'd 30; Bakara 163 ve Haşr, 22 ise 2. Mekke ile Medine dönemi vahiyleri arasındadır.
Kaldı ki Allah ismi 3. Mekke döneminden sonraya mahsus değildir. 2. Mekke dönemi vahiylerinde Rahman ile birlikte, hattâ bazen aynı âyette kullanılmıştır.16
Bazı kimselerin sayılan bu eserleri (bilhassa Nöldeke, Blachere) "klâsik" kabul ederek çalışmalarını onlara bina etmeleri, onların geçerli olduklarını göstermez. Gayr-i müslimlerden gelen birkaç hükmü de nakledelim. Y. Moubarac, kronolojik sıralama çalışmalarını eleştirdikten sonra diyor ki: "Böylece araştırıcı, tabii olarak, eski Sünnî metoda dönecektir. Ne var ki, onun çalışması, kritik sınıflama labirentinden geçmiş olduğundan, daha semereli olacaktır. Fakat o, bu labirenti aşacaktır."17 R. Caspar, sûrelerin 2. ve 3. Mekke devresi içine konulmaları hakkında "çok tesadüfî, tahminî" olduğunu söyler. Rodinson da18 Bell ve Blachere'in eserleri hakkında ihtiyata davet eder.19
Biz şu sonuca varıyoruz; Kur'ân metninin günümüze kadar intikali hakkında ciddî hiçbir şüphe ortaya konulamadığı gibi, onun iddia olunan "gelişmelerini", "tenakuzlarını" ortaya çıkarmak için yapılan kronolojik sıralama çabaları da başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûm olmuştur.
Kronolojik sıralama işinin ne derece müşkil olduğunu şu örneklerden anlamak mümkündür
Sûre
|
İslâmi Rivâyet
|
Bazergan |
Muiran |
Nöldeke |
Blachere |
Grimme |
Fatiha |
5 |
32 |
6 |
48 |
45 |
79 |
Kâfirun |
18 |
26 |
38 |
45 |
44 |
92 |
İnfitar |
82 |
7 |
11 |
26 |
15 |
24 |
Tâhâ |
45 |
53 |
71 |
55 |
55 |
74
|
Dipnotlar
1. es-Suyûtî, el-Itkan, Kahire, 1370/1951, 1:11-12.
2. Aynı eser, 1:9.
3. Bu rivâyetler için bk. Aynı eser, 1:9-18.
4. G. Weil, Historich-Kritische Einleitung in der Koran, Bielefeld, 1844.
5. Th. Nِöldeke, Geschichte des Quorans, 1860.
6. R. Blachere, Le Coran. Traduction Selon un essai de reclassement des Sourates, II-III, Paris, 1949-1951.
7. M. Rodinson, "Bilan des etudes mohammediennes", Revue historique, Paris, PUF, 229 (1963), s. 193.
8. Rishad Bell, The Qur'an, Translated With a Cricital Rearrangement of the Surahs, Edinburgh, T. et T. Clark, 1937-1939, 2 cilt. Bu eserin bir tenkidi: S. Vahiduddin, R. Bell's Study of the Qur'an, İslâmic Culture, 30 (1956), s. 263-272.
9. Rodinson, Bilan, s. 193.
10. Blachere, 2:5.
11. Sur Quelques Noms d'Allah Dans le Coran, Annuaire Ecole Pratique deş Hautes Etudes, 1929-1930, s. 12 ve 20.
12. Le Coran Traduction Selon un Essai de Reclassement des Sourates, 2:133-134.
14. J. Chelhod, Note sur I'emplui du Mot Rabb Dans le Coran, Arabica, 5 (1958), s. 159-167.
15. J. Jamier, Le Nom Divin "al-Rahman" Dans le Coran, Me'langes L. Massignon'da, t. II, s. 361-381, Damas, 1957.
17. Y. Moubarac, Abraham dans le Coran, Paris J. Vrin, 1958, s. 95.
18. R. Caspar, La Foi Selon le Coran, Proche-Orient Chretien Dergisi, 18 (1968), s. 20-21.
19. Rodinson, Bilan, s. 193.