190- إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لآيَاتٍ لِّأُوْلِي الألْبَابِ “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ihtilafında, selim akıl sahipleri için ibretler vardır.”
Bütün bunlarda, his ve vehim şaibelerinden uzak parlak akıllara,
-Saniin varlığına ve birliğine,
-İlminin ve kudretinin kemâline apaçık deliller vardır.
Ayette gökler ve yer, ayrıca gece ve gündüz nazara verildi. Bunlarla yapılan istidlal, bunların hepsinin değişken olmasıdır. Bu üçü, değişmenin bütün nevilerini içine alır. Çünkü değişiklik,
1-Ya bir şeyin zâtında,
2-Ya bir cüzünde,
3-Veya pozisyonunda olur.
-Gece-gündüzün değişmesi birinciye,
-Elementlerin sûretlerinin değişmesi ikinciye,
-Feleklerde görülen pozisyonların değişmesi ise üçüncüye bir misaldir.
Hz. Peygamber bu ayetle alakalı şöyle buyurur: “Bu ayeti okuyup da tefekkür etmeyene yazıklar olsun!”
191- ْ الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine uzandıklarında Allah’ı anarlar.”
Onlar bütün hâllerde daima zikrederler. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Cennet bahçelerinde dolaşmak isteyen kimse Allahı çokça ansın.”
Ayet, insanların durumuna göre üç farklı durumda namaz kılınabilmesine de işaret eder. Hz. Peygamber (asm) İmran Bin Husayn’a şöyle der: “Namazını ayakta kıl. Şayet ayakta kılamazsan oturarak kıl. Oturarak da kılamazsan uzandığın yerden ima ile kıl.”
İmamı Şafii bu ayete dayanarak uzanarak namaz kılan kimsenin sağ yanına uzanmasının uygun olduğunu söyler.
وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler.”
Onlar, ibret almak ve istidlalde bulunmak için göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.
Tefekkür, ibadetlerin en efdalidir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Tefekkür gibi bir ibadet yoktur.”
Çünkü tefekkür kalbe mahsustur ve yaratılışın da bir gereğidir. Hz. Peygamber şöyle bildirir:
“Adamın biri yatağına yatmıştı. Başını kaldırdı, semaya ve yıldızlara bakıp ta “Şehadet ederim ki seni yaratan ve terbiye eden biri var. Allahım, beni bağışla” dedi. Allah da ona merhamet nazarı ile baktı, bağışladı.”
Bu, usulu’d-din (kelâm) ilminin ve bu ilimle meşgul olanların faziletine açık bir delildir.
رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın.”
Ya Rabbena, Sen hiçbir şeyi hikmetsiz, abes ve boşuna yaratmadın, onları büyük hikmetlerle var ettin. Yarattığın şeyler, insanın varlığına bir başlangıç, geçimine bir sebep, Senin marifetine birer delildir. Bunlar, Senin huzurunda ebedi hayatta daimî bir saadet için Sana taate teşvik eder.
سُبْحَانَكَ “Seni tenzih ederiz.”
Seni abes yapmaktan, boşuna yaratmaktan tenzih ederiz.
فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Bizi cehennem azabından koru.”
Onları “aman ya Rabbi, bizi cehennem ateşinden koru” demeye sevkeden durum, göklerin ve yerin yaratılış gayelerini bilmeleridir. Yaratılış gayesine uygun hareket etmemek ise, cehennem ateşini netice vermektedir.
192- رَبَّنَا إِنَّكَ مَن تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ “Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir.”
Ayette, ruhanî azabın daha dehşet verici olduğunu hissettirmek vardır.
ٍوَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَار “Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”
Cehenneme alınan bu zalimler için hiçbir yardımcı yoktur. Ayette zamir ile “onlar için hiçbir yardımcı yoktur” denilebileceği halde, “Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” denilmesi, cehenneme alınmalarının zulümleri sebebiyle olduğuna delalet etmesi içindir.
Ayette onlara hiçbir yardımcı olmayacağının beyan edilmesi, şefaati ortadan kaldırmaz. Çünkü yardım, galip gelerek bir zararı def etmek manası taşır.
193- رَّبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلإِيمَانِ أَنْ آمِنُواْ بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir münadi işittik, hemen iman ettik.”
Ayette bildirilen davetçi, Hz. Peygamberdir. Kur’an olduğu da söylenmiştir.
رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا “Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla.”
Ayette belirtilen günahlar, özellikle “kebair” denilen büyük günahlardır. Çünkü büyük günahlar cezayı gerektirir.
وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا “Seyyielerimizi ört.”
Ayetteki seyyielerden murat, küçük günahlardır, bunlar da çirkin kaçan durumlardır. Lakin büyük günahlardan kaçınanların küçük günahları örtülür.
وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ “Bizi ebrar ile (iyilerle) beraber vefat ettir.”
Bizi iyi insanlara arkadaş yap, bizi de onların zümresinden eyle.
Ayette, onların Allaha kavuşmayı seven kimseler olduğuna bir tenbih vardır.
Kim Allaha kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever.
194- رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدتَّنَا عَلَى رُسُلِكَ “Rabbimiz! Peygamberlerinle bize va’dettiklerini bize ver.”
Onların, peygamberleri tasdike mukabil Allahın vaat ettiği sevabı istemeleri, vaatte hulfedilmesinden korktuklarından dolayı olmayıp, kötü bir akıbet veya emre itaatte kusurdan dolayı cezalandırılanlardan olma korkusudur.
Veya sırf bir kulluk tavrı olarak da bunu ifade etmiş olabilirler.[1>
وَلاَ تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Ve kıyamet günü bizi rezil etme.”
َ إِنَّكَ لاَ تُخْلِفُ الْمِيعَادَ“Şüphesiz sen, va’dinden dönmezsin.”
Sen va’dinde hulfetmezsin, mü’mine sevabını verir, dua edene ise icabette bulunursun.
İbnu Abbas, ayette geçen “mîad” kelimesinin “öldükten sonra dirilmek” anlamında olduğunu söyler.
Bu mütefekkirlerin dualarında “Rabbena” kelimesini tekrarlamaları,
-Duanın daha etkili yapılması için,
-Ve her bir “Rabbena” denilen yerde, istenilen şeyin diğerlerinden ayrı olması ve bunların ulvî istekler olduğuna delâlet etmek içindir.
Bir rivayette şöyle denilmiştir: “Bir meselede bunalan bir kimse, beş defa “Rabbena” derse, Allah onu korktuğu şeyden kurtarır.”
195- فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لاَ أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِّنكُم مِّن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى “Rableri onlara şu karşılığı verdi: Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmem.”
بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ “Sizler birbirinizdensiniz.”
-Erkek dişiden dünyaya gelir, dişi de erkekten başlanarak yaratılır.
-Veya erkek ve kadının birbirinden olması, aynı asıldan geldikleri içindir.
-Veya aralarında ittisal ve ittihad, yani beraberlik ve birlik ziyade olduğundan böyle denilmiştir.
-Veya dinde bir araya gelmeleri ve beraber olmalarından dolayıdır.
Ayet, amellere vaat olunan şeylerde erkek ve kadının müşterek olduğunu ifade eden bir cümledir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Ümmü Seleme “Ya Rasulallah, işitiyorum ki Allah hicret hususunda erkeklerden söz ediyor, ama kadınları söylemiyor?” deyince, bu ayet nâzil olur.
فَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَأُخْرِجُواْ مِن دِيَارِهِمْ وَأُوذُواْ فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواْ وَقُتِلُواْ لأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ “Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenler (var ya), onların günahlarını elbette örteceğim.”
Daha önce “Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden hiçbir çalışanın amelini zayi etmem” ibaresi geçmişti. Burada medih ve tazim yoluyla, yapılan amellerin ve bunlara hazırlanan sevabın tafsiline geçilmiştir.
Hicretten murat,
-Şirki terk,
-Veya din için vatanı, akrabaları terk olabilir.
وَلأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “Ve onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.”
ثَوَابًا مِّن عِندِ اللّهِ “Allah katından bir mükafat olmak üzere.”
وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ “En güzel mükafat Allah katındadır.”
196- لاَ يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُواْ فِي الْبِلاَدِ “Kâfirlerin refah içinde diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın.”
Ayette hitap Hz. Peygamberedir, murat ise ümmetidir.
Veya hitap doğrudan peygamberedir. “O halde, yalanlayanlara itaat etme.” (Kalem, 8) ayetinde olduğu gibi, bulunduğu hâl üzere sebat etmesi istenmektedir.[2>
Veya ayetteki hitap, muhatap olan herkesedir. Ayetin manası şunu ifade eder: Kâfirlerin içinde bulundukları bolluk ve lezzete bakma ve onlarda zâhiren görülen kazanç, ticaret, ziraatte geniş imkânlara aldanma.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, bazı mü’minler müşrikleri bolluk ve refah içinde görüyor ve şöyle diyorlardı: “Allah düşmanlarını geniş imkânlar içinde görüyoruz, biz ise açlıktan, yokluktan ölüyoruz.” Bunun üzerine üstteki ayet nazil oldu.
197- مَتَاعٌ قَلِيلٌ “(Onların bu refahı) az bir yararlanmadır.”
Onların zâhiren şaşaalı olan bu halleri, Allahın mü’minler için hazırladıkları yanında az bir zaman diliminde birazcık faydalanmaktır.
Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurur:
“Ahirete nisbetle dünya, sizden birinin parmağını denize batırıp çıkarmasına benzer. Bakın bakalım, ne kadar su alabilecek?”
ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ “Sonra onların barınağı cehennemdir.”
وَبِئْسَ الْمِهَادُ “Orası ne kötü bir döşektir!”
198- لَكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْاْ رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “Fakat Rablerinden gereğince korkanlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.”
خَالِدِينَ فِيهَا “Onlar orada ebedîdirler.”
نُزُلاً مِّنْ عِندِ اللّهِ “Allahtan bir ikram olarak.”
Ayet metninde geçen nüzül, misafire hazırlanan yiyecek ve içeceğe verilen bir isimdir.
وَمَا عِندَ اللّهِ خَيْرٌ لِّلأَبْرَارِ “Allah nezdinde olanlar, ebrar (iyi insanlar) için çok daha hayırlıdır.”
Çünkü Allahın nezdinde olan, hem daha çok, hem de devamlıdır. Facirlerin içinde bulundukları geniş imkânlar ise, hem azdır, hem süratle zevale mahkûmdur.
199- وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَن يُؤْمِنُ بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَ لِلّهِ “Kitap ehlinden öyleleri var ki, derinden saygı duyarak Allah’a, size indirilene ve kendilerine indirilene iman ederler.”
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Abdullah Bin Selam ve emsali hakkında nâzil oldu.
Denildi ki: Ayet Necran heyetinden kırk, Habeşistandan otuz iki ve Rumlardan sekiz kişi hakkındadır. Bunlar Hristiyan idiler, İslâma girdiler.
Denildi ki: Habeş kralı Necaşi vefat ettiğinde Cebrail (as) O’nun vefatını Hz. Peygambere haber verdi. Hz. Peygamber de çıkıp gıyabî olarak cenaze namazını kıldırdı. Bunun üzerine münafıklar “Şuna bakın! Hiç görmediği bir Hristiyan gavurunun namazını kılıyor” dediler.
لاَ يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً “Allah’ın âyetlerini az bir bedele satmazlar.”
Bunlar, kendi din adamlarından muharriflerin yaptıkları gibi Allahın ayetlerini az bir dünya menfaati karşılığında satmazlar.
أُوْلَئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ “Onlar var ya, işte onların mükâfatı Rableri katındadır.”
“İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki defa verilecektir.” (Kasas, 54) de vaat ettiği gibi bunların Rableri nezdinde özel mükâfatları vardır.
إِنَّ اللّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ “Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.”
Çünkü Allah,
-İnsanların amellerini bilir.
-Bu amellerinin neyi gerektirdiğini de bilir.
-Hüküm verirken düşünmeye ve ihtiyata muhtaç değildir.
Ayetten murat, vaat edilen mükâfatın onlara ulaşmasının seri olduğunu anlatmaktır. Çünkü hesabın süratli olması, yapılan işin karşılığının süratli olmasını gerektirir.
200- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اصْبِرُواْ “Ey iman edenler! Sabredin.”
Taatin zorluklarına ve başınıza gelen şiddetli musibetlere sabredin.
وَصَابِرُواْ “Sabırda yarışın.”
Hem Allah düşmanlarına karşı harbin zorluklarına dayanarak, hem de en şiddetli düşmanınız olan nefsinize karşı hevâ’ya muhalefette sabır ile galip geliniz.
Aslında bu ifadenin evvelinde “sabrediniz” emri gelmişti. Mutlak olan bu emirden sonra bunun ayrıca gelmesi, şiddetinden dolayıdır.
وَرَابِطُواْ “(Cihat için) hazırlıklı ve uyanık olun.”
Ribat, savaş için hazırlıklı olmaktır. Hem kalelerde, kışlalarda bedeni ve atları hazırlamak, hem de nefis terbiyesi yaparak en büyük düşman olan nefisle mücadele için kullanılır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Namazdan sonra diğer namazı beklemek de ribattandır.”
Keza, şöyle buyurur: “Allah yolunda bir gündüz ve bir gece ribatta bulunan, hazırlık yapan kimse, Ramazan ayının tamamını oruçla ve zaruri ihtiyacı dışında devamlı namazla geçiren kimse gibidir.”
وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ve Allah’a karşı gelmekten sakının, ola ki kurtuluşa eresiniz.”
Masivadan teberri ile (Allahtan başka hiçbir mevcuda gönül/ bel bağlamayarak) Allahtan korkun, ta ki en büyük felahı elde edebilesiniz.
Veya çirkin işlerden korunun, ta ki üç makamı elde edebilesiniz. Bu da ayette nazara verilen sabır, musabere ve ribatla gerçekleşir. Yani,
1-Allaha itaatte acılara sabretmek.
2-Alışmış olduğu âdetleri terk ederek nefse karşı çıkmak.
3-Cenab-ı Hakkın yolunda sefere çıkıp şeriat, tarikat ve hakikat tabir edilen varidatları gözetlemek, bunları elde etmeye çalışmak.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Âl-i İmranın bahsedildiği sûreyi Cum’a günü okuyan kimseye, güneş batıncaya kadar Allah rahmet eder, melekler dua ederler.”
Doğrusunu en iyi Allah bilir.
[1> Yani, “Sen bizim Rabbimizsin, bizde dilediğin gibi tasarruf edersin. Bizim iman edişimiz ve ibadetimizi yapmamız cennete alınmamız demek değildir” manasında böyle diyebilirler.
[2>Yani, Hz. Peygamber elbette dini yalanlayanlara itaat etmemiştir. “O halde, yalanlayanlara itaat etme!” denilmesi, “zaten itaat etmiyorsun, bu hâl üzere sebat et, devam et!” manasına gelir. Benzeri bir durum, konumuz olan ayet için geçerlidir.