10- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَن تُغْنِيَ عَنْهُمْ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُم مِّنَ اللّهِ شَيْئًا “İnkâr edenlerin malları da evlatları da Allah’a karşı onlara bir fayda sağlamaz.”
وَأُولَئِكَ هُمْ وَقُودُ النَّارِ “Ve işte onlar, cehennem ateşinin yakıtıdırlar.”
İfade, bütün kâfirleri içine alacak şekilde geneldir.
Bununla beraber bundan murat,
-Necran Hristiyanlarından Medineye gelen heyet,
-Yahudiler,
-Arab müşrikleri olduğu da söylendi.
11- كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Bunların durumu, âl-i Firavun ve onlardan öncekilerin durumu gibidir:”
Yani, nasıl ki Firavun hanedanına ve diğerlerine mal ve evlatları bir fayda vermedi, bunlara da vermeyecektir.
كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا “Âyetlerimizi yalanladılar.”
فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ “Allah da onları günahlarıyla kıskıvrak yakaladı.”
وَاللّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Allah, azabı çok şiddetli olandır.”
Ayetin bu kısmı, onların cezalandırılmalarının dehşetini bildirmek ve kâfirleri korkutmak içindir.
12- قُل لِّلَّذِينَ كَفَرُواْ سَتُغْلَبُونَ وَتُحْشَرُونَ إِلَى جَهَنَّمَ “O inkar edenlere de ki: Siz mağlup olacak ve cehenneme sürüleceksiniz.”
Mekke müşriklerine şöyle de: “Bedirde mağlup olacaksınız.”
Sebeb-i Nüzûl
Bunlardan murat Yahudiler de olabilir: Rivayete göre Hz. Peygamber onları Bedir zaferinden sonra Benî Kaynuka pazarında topladı, Kureyşin başına gelenlerin kendi başlarına da gelmesinden sakındırdı. Bunun üzeriÂl-
i İmran Sûresi b 355
ne “harp nedir bilmeyen acemilere galip gelmek seni aldatmasın. Şayet bizimle savaşırsan, ne yaman kimseler olduğumuzu anlarsın” dediler. Ayet, bu vakıa üzerine nazil oldu.
Allahu Teâlâ,
-Kurayza oğullarının katli,
-Nadîr oğullarının sürgüne gönderilmesi,
-Hayberin fethi,
-Diğerlerinin de cizye ödemeye mahkûm edilmeleriyle onlara vaat edilenleri doğru kıldı. Bu ilâhî vaadin tahakkuku, nübüvvet delillerindendir.
وَبِئْسَ الْمِهَادُ “Orası ne fena bir döşektir.”
Bu ifade, onlara söylenen sözün devamıdır.
Veya, “cehennem, onlar için ne kötü bir döşektir.”
Veya “nefisleri için hazırladıkları şey ne kötüdür” anlamında yeni bir cümle de olabilir.
13- قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا “Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır:”
Bedir günü karşılaşan iki toplulukta size bir ibret vardır.
Hitap, Kureyş müşriklerinedir.
Yahudilere veya mü’minlere de olabilir.
فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu.”
وَأُخْرَى كَافِرَةٌ “Öteki ise kâfirdi.”
يَرَوْنَهُم مِّثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ “(Onları) göz kararıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı.”
Müşriklerin sayısı bin kadardı, mü’minleri kendilerinin iki katı görüyorlardı.
Veya kendilerini müslümanların iki katı görüyorlardı. Müslümanlar ise üçyüz on küsur kişi idi. Bu şekilde görmeleri, Allahın müslümanları onlara az göstermesiyle oldu, böylece savaşa cüret edebildiler, onlara yöneldiler. Savaş başladığında ise, kendilerine müslümanlar çok gösterildi, mağlup oldular. Bu, Allahtan mü’minlere bir medet idi.
Veya mü’minler, müşrikler gerçekte onların üç katı olmalarına rağmen, kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Bu onlara sebat verdi, “O halde sizden sabreden yüz kişi olursa ikiyüze galip gelir. Ve sizden bin kişi olursa, Allah’ın izniyle ikibine galip gelir.” (Enfal, 66) ayeti ile kendilerine vaat edilen zafere ulaşacaklarına inandılar.
وَاللّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَن يَشَاء “Allah dilediğini yardımıyla destekler.”
Allah, Bedir’e katılan müslümanlara yardım ettiği gibi, dilediğine yardım eder, zafer kazandırır.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لَّأُوْلِي الأَبْصَارِ “Basiret sahipleri için bunda elbette bir ibret vardır.”
“Bunda” derken, bununla
-İki tarafın az ve çok gösterilmeleri,
-Silahsız bir azınlığın pür silah bir çoğunluğa galip gelmesi
-Bu vakıanın bir ayet olması,
-İşin Hz. Peygamberin haber verdiği şekilde meydana gelmesi kastedilebilir.
İşte bunda, basiret sahiplerine veya onları görenlere bir öğüt, bir ibret vardır.
14- زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاء وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ “Kadınlar, oğullar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insanlara süslü gösterildi.”
Ayet metnindeki “hubbu’ş- şehevat”tan murat, şehvet duyulan şeylerdir. Bunun “şehevat” şeklinde ifadesi onların şu şehvet duyulan şeyleri sevmede kendilerini iyice kaptırmaları, hatta “şehvet sevdalıları” hâline gelmelerine bir imadır. (Sad, 32) ayetinde “hubbul- hayr” yani hayırlı şeyleri sevmek şeklinde bunun müsbet şekli gösterilir.
İnsanlara bu şeyleri süslü kılan Allahu Teâlâdır. Çünkü fiilleri ve fiillere sevkeden şeyleri yaratan O’dur.
Allahu Teâlânın bunları süslü kılması, imtihan içindir.
Veya Allahın razı olduğu şekilde kullanıldığında, bunların ahiret saadetine vesile olmasındandır.
Veya bunların süslü kılınması, yaşamak ve neslin devamı bunlarla olmasındandır.
Ayetin kınama sadedinde olmasından dolayı, bunları süsleyenin şeytan olduğu söylendi. Cübbaî ise, mubah ve haram olanlar arasında ayırım yaparak nazara verdi.[1>
ذَلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Bunlar dünya hayatının metaıdır.”
Yani, bu zikrolunanlar dünya hayatının geçici birer menfaatidir.
وَاللّهُ عِندَهُ حُسْنُ الْمَآبِ “Oysa asıl varılacak güzel yer ise, ancak Allah katındadır.”
Bu ifadede, noksan ve fani şehevatı bırakıp, Allah nezdinde olan hakiki ve daimi lezzetlere yönelmeye bir teşvik vardır.
15 - قُلْ أَؤُنَبِّئُكُم بِخَيْرٍ مِّن ذَلِكُمْ “De ki: Size, daha hayırlısını haber vereyim mi?”
Dünyanın lezzetlerinden daha hayırlı olan Allahın sevabını size haber vereyim mi?
لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ “Günahlardan sakınanlar için Rableri katında, içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır.”
Ayet, daha hayırlı olanları beyan eden yeni bir cümledir.
وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Allah, kullarını hakkıyla görendir.”
Allah kullarının amellerini görür, güzel işler yapanları mükâfatlandırır, kötü işler yapanları ise cezalandırır.
Veya “Allah, günahlardan sakınanların hallerini görür. Gördüğü için onlara cennetler hazırlamıştır.”
Allahu Teâlâ bu ayetle nimetlerini hatırlatmıştır. Bu nimetlerin en aşağı mertebede olanı, dünya hayatının metaıdır, en üstte olanı ise Allahın rızasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle bildirir:
“Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altlarından ırmaklar akan ebedi kalacakları cennetler vaad etti. Ayrıca Adn cennetlerinde hoş meskenler. Allah’ın rızası ise en büyüktür.” (Tevbe, 72) Nimetlerin ortası ise, cennet ve cennetteki nimetlerdir.
16- الَّذِينَ يَقُولُونَ “Bunlar şöyle derler:”
رَبَّنَا إِنَّنَا آمَنَّا “Rabbimiz, biz gerçekten iman ettik.”
فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا “Günahlarımızı bağışla.”
وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ve ateş azabından bizi koru.”
Ayet, müttakilerin sıfatıdır.
Veya “Allah, kullarını hakkıyla görendir” ayetindeki kulların bir sıfatıdır. Yani, “o kullar şöyle derler…”
Onların Cenab-ı Haktan mağfiret isterken bunu imanlarına dayandırmalarında, yani “biz gerçekten iman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla.” demelerinde, mağfirete layık olmada veya ona mazhar olmaya kabiliyet kesbetmede imanın kâfi olduğuna bir delil vardır.
17- الصَّابِرِينَ وَالصَّادِقِينَ وَالْقَانِتِينَ وَالْمُنفِقِينَ وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالأَسْحَارِ “Onlar; sabredenler ve sadık olanlar ve huzurda boyun büküp divan duranlar ve Allah yolunda harcayanlar ve seherlerde istiğfar edenlerdir.”
Ayet, Allah yolunda sülûk eden kimsenin makamlarını anlatır. Çünkü sâlikin Allah ile muamelesi
1-Ya tevessül ile,
2-Veya talep ile olur.
Tevessül ya nefis ile olur. Bu da, nefsi rezaletlerden men etmek ve faziletli işlere sevk etmekledir. Sabır, bunların her ikisini de içine alır.
Veya beden ile olur. Bu da ya söz iledir, sözün sadık olmasıdır. Veya beden iledir, o da taate devam etmekten ibarettir.
Veya mal ile olur. O da hayır yolunda infak etmektir.
Talep ise, o da istiğfarla olur. Çünkü mağfiret istemek, taleplerin en büyüğüdür, onların hepsini cem eder.
Ayette “sabredenler ve sadık olanlar ve huzurda boyun büküp divan duranlar...” şeklinde her biri atıf vavıyla gelmesi, bu özelliklerden her birinin müstakil oluşuna ve bu kimselerin o özelliklerde kemâl mertebede bulunmalarına delâlet içindir.
Veya bunlarla nitelenen kimselerin ayrı ayrı insan grupları olmasına delâlet de düşünülebilir.
“Seherlerde istiğfar edenler” derken, seher vaktinin belirtilmesi, o vakitte yapılan duanın kabule daha yakın olmasındandır. Keza, o vakitte yapılan ibadet daha meşakkatli, nefis daha sâfi, ilâhî haşyet daha ziyadedir.
Denildi ki: Onlar seher vaktine kadar namaz kılarlar, sonra da istiğfar ve dua ederler.
18- شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَاً بِالْقِسْطِ “Allah, melekler ve ilim sahipleri, ondan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ettiler.”
Allahın kendisinin tek ilah oluşuna şehadet etmesi, tevhide delâlet eden tekvinî ayetleri dikerek ve onların manalarını anlatan kelamî ayetleri indirerek olur.
Melekler de tevhidi ikrar ederler.
Ehl-i ilim olanlar ise, tevhide inanarak ve ona deliller getirerek şehadette bulunurlar.
Ayette bu iman, şahidin şehadetine benzetilerek anlatıldı.
Allahın şehadeti, tam vakıa mutabık, âdil bir şehadettir.
لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُو “O’ndan başka ilâh yoktur.”
Bunun tekrarı
-Te’kid içindir,
-Delilleri serdedildikten sonra tevhid delillerini bilmeye ve tevhidle hükmetmeye daha ziyade itina gösterilmesi içindir.
-Bir de devamında gelen iki ismin zikrinin buna bina edilip, Allahın izzet ve hikmet sıfatlarıyla mevsuf olduğunun bilinmesi içindir.
الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “O, Azîz’dir –Hakîm’dir.”
Önce Azîz isminin gelmesi, Allahın kudretini bilmenin hikmetini bilmekten önce olmasındandır.
Marifet ehlinin fazileti hakkında Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: Marifet ehli kıyamet günü getirilir. Allahu Teâlâ der: “Bu kulum için nezdimde bir ahit vardır. Ben ise ahde vefaya en ehil olanım. Kulumu cennete alın.”
Bu rivayet, usulud-din ilminin üstünlüğüne ve ehlinin şerefine bir delildir.
19- إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır.”
Ayet, önceki ayeti te’kid eden yeni bir cümledir. Yani, Allah indinde İslâmdan başka makbul bir din yoktur.
İslâm dini tevhiddir ve Hz. Peygamberin getirdiği yolu yol olarak seçmektir.
وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ “Kendilerine kitap verilenler, onlara ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler.”
Kendilerine kitap verilenler, Yahudi ve Hristiyanlardır.
Veya önceki kitapların erbabı olanlardır.
Onların ihtilafı, İslâm dini hakkında oldu. Mesela bir kısmı “haktır” derken bazıları “Arabların dini” dedi. Bazıları ise, tümüyle reddetti.
İhtilaf tevhid hakkında da olabilir. Mesela Hristiyanlar teslise inandı. Yahudilerin bir kısmı “Üzeyir Allahın oğludur” dediler.
Veya bunlardan murat, Musanın kavmi de olabilir. Hz. Musadan sonra ihtilaf ettiler.
Keza Hristiyanlar da olabilir, onlar da Hz. İsa hakkında ihtilaf ettiler.
Bütün bunların ihtilafları, işin hakikatini öğrendikten ve ayet ve delilleri iyice bildikten sonra oldu. Onları bu ihtilafa sevk eden haset, riyaset sevdası gibi durumlardı. Yoksa bir şüpheden veya ihtilaf edilen konuda bir gizlilik olduğundan değildi.
وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ “Kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”
20- فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ “Buna karşı seninle münakaşaya kalkışırlarsa de ki:”
Şayet din hususunda Seninle tartışmaya girerler veya Sen onlara delil getirdikten sonra mücadeleye kalkışırlarsa, onlara şöyle de:
أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ “Ben, bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah’a teslim ettim.”
O zaman Sen onlara de ki: Ben kendimi ve her şeyimi Allaha adadım, Allah için yapıyorum. Başkasını ona şerik yapmam.
Bu, delile dayanan, ayetlerin ve peygamberlerin davet ettiği dosdoğru dindir.
Ayette nefsin vecih (yüz) ile tabir edilmesi yüzün azaların en şereflisi olmasından, insandaki kuvve ve duyguların kendisinde görülmesindendir.
وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ “Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: Siz de Hakka teslim oldunuz mu?”
Ümmiler, kitap ehlinden olmayan olanlara denilir. Arab müşrikleri gibi…
Siz de apaçık delili gördükten sonra benim gibi teslim oldunuz mu? Yoksa hâlâ küfrünüz üzere misiniz?
Bu ayetin üslûb olarak bir benzeri “Artık vazgeçtiniz, değil mi?” (Maide, 91) ayetidir.[2>
Ayette onları kıt akıllılıkla veya inatla ayıplama vardır.
فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَو “Eğer teslim olurlarsa, hidayete ermiş olurlar.”
Hakka teslim olduklarında kendilerini dalaletten çıkarmakla yine kendilerine fayda vermiş olurlar.
وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ “Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen ancak tebliğ etmektir.”
Eğer yüz çevirirlerse, Sana bir zarar veremezler. Çünkü Sana düşen ancak tebliğdir, zâten onu da yaptın.
وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ “Allah kulları görendir.”
Ayetin bu kısmı, hem vaad hem de vaîddir.[3>
[1> Yani, “mubah şeklini süslü kılan Allahtır, haram şeklini süslü kılan ise şeytandır” dedi. Cübbaî Mu’tezile mezhebindendir. Bu ekol mensupları, tenzih amacıyla, şerrin yaratılışını Allaha vermezler.
[2> Ayetin evvelinde içki ve kumarın kötülüğü nazara verilmiştir. Yani, içki ve kumarın haramlığı bildirildikten ve bunun hikmeti beyan edildikten sonra, bunları terk etmeniz gerekir. “Artık vazgeçtiniz, değil mi?” ifadesi “artık vazgeçin” manasına gelir. Benzeri bir şekilde “Siz de Allaha teslim oldunuz mu?” ayeti de “Allaha teslim olun” mesajı verir.
[3> Allah ehl-i imanın hallerini görür, onları mükâfatlandırır. Ehl-i küfrün hallerini görür, onları da cezalandırır.