3ِِ1- وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.”
Göklerde ve yerde ne varsa, yaratma ve yönetme olarak Allaha aittir.[1>
لِيَجْزِيَ الَّذِينَ أَسَاؤُوا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذِينَ أَحْسَنُوا بِالْحُسْنَى “O, kötülük yapanları yaptıkları ile cezalandıracak, güzel davrananları da en güzeliyle mükafatlandıracaktır.”
Yani Allah âlemi yarattı, onu insanların amellerinin karşılığının verileceği şekilde tanzim etti.
“Güzel davrananları da en güzeliyle mükâfatlandırması”ndan murat,
-Onların cennetle mükafatlandırılmalarıdır.
-Veya amellerinin en güzeliyle karşılık görmeleridir.
-Veya en güzel amelleri sebebiyle ödüllendirilmeleridir.
32- الَّذِينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَائِرَ الْإِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ إِلَّا اللَّمَمَ إِنَّ “Onlar, ufak kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir.”
Onlar, cezası büyük olan kebaîrden (büyük günahlardan) kaçınırlar.
Kebâir, kendisi hakkında vaîd (sakındırma) bulunan günahlara verilen isimdir.
Denildi ki: Kebâir, kendisine had cezası terettüp eden günahlara denilir.
Fevahiş ise, büyük günahlardan özellikle çirkin olanlara verilen isimdir.
Ayette az ve küçük günahlar müstesna tutulmuştur. Çünkü böyle günahlar, büyük günahlardan kaçınan kimseler için affedilir.
Buradaki istisna munkatıdır.[2>
رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِ “Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır.”
Büyük günahlardan kaçınanların küçük günahlarını bağışlamakla, Rabbin çok geniş mağfiret sahibidir.Veya O, hem küçük hem de büyük günahlardan dilediğini bağışlama hakkına sahiptir.Bu ayetin evvelinde, kötülük yapanların cezası ve iyilik yapanların da mükâfatı anlatılmıştı. Peşinde bunun gelmesi
-Büyük günah işleyenlerin O’nun rahmetinden ümidini kesmemeleri,
-Ve Allah için ceza vermenin vücubunun yani zorunluluğunun tevehhüm edilmemesi içindir.
هُوَ أَعْلَمُ بِكُمْ “O, sizi en iyi bilendir.”
O, sizin hâllerinizi sizden daha iyi bilir.
إِذْ أَنشَأَكُم مِّنَ الْأَرْضِ “Hani sizi arzdan meydana getirdi.”
وَإِذْ أَنتُمْ أَجِنَّةٌ فِي بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ “Ve hani siz analarınızın karnında ceninler idiniz.”
O, sizin hâllerinizi ve işlerinizin nereden nereye çevrildiğini bilir.
Nitekim Âdemi yaratmakla sizi topraktan yaratmaya başladı. Sonra da sizleri analarınızın rahminde şekillendirdi.
فَلَا تُزَكُّوا أَنفُسَكُمْ “Öyleyse nefislerinizi temize çıkarmayın.”
Amelinizin tertemiz olduğu ve ziyadesiyle hayır yaptığınız iddiasıyla nefislerinizi medh ü sena etmeyin.
Veya günahlardan, rezil şeylerden temiz olduğunuz iddiasıyla nefislerinizi kusurdan uzak görmeyin.
هُوَ أَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقَى “O, günahtan sakınanları en iyi bilendir.”
Çünkü O, sizi daha Âdemin sulbünden çıkarmazdan önce sizden kimin müttaki olup olmadığını bilir.
3ّ3- أَفَرَأَيْتَ الَّذِي تَوَلَّى “Şimdi gördün mü o yüz çevireni?”
Hakka uymaktan ve onda sebat etmekten yüz çevireni gördün mü?
34- وَأَعْطَى قَلِيلًا وَأَكْدَى “Azıcık verdi, sonra vermeyi kesti.”
Ayetin meâlinde geçen “sonra vermeyi kesti” ifadesi, Arabçadaki kullanımında kazı yapan birinin sert bir kayaya rastlayınca kazmak işine son vermesinde kullanılır.[3>
Sebeb-i Nüzûl
Ekser müfessirlerin beyanına göre, ayet Velid Bin Muğire hakkında inmiştir.
Velid Bin Muğire Hz. Peygambere tâbi olmuştu. Müşriklerden biri kendisini ayıplayıp “Büyüklerin dinini bıraktın ve onların dalalette olduğunu söyledin!” dedi. Velid, “Allahın azabından korkuyorum” diye cevap verdi. Müşrik, malından bir kısmını verirse ona gelecek cezayı yüklenme garantisi verdi. Bunun üzerine Velîd dinden döndü ve anlaştıkları maldan bir kısmını verdi, ama geri kalanına cimrilik yaptı.
35- أَعِندَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرَى “Yanında gayb’ın ilmi var da onunla mı görüyor?”
Arkadaşının onun günahını yükleneceğini nereden biliyor?
36- أَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا فِي صُحُفِ مُوسَى “Yoksa haber verilmedi mi Musa’nın sahifelerinde yazılı olanlar?”
37- وَإِبْرَاهِيمَ الَّذِي وَفَّى “Ve çok vefakâr olan İbrahim’in (sahifelerindekiler?)”
İbrahim, iltizam ettiği ve kendisine taraf-ı ilâhîden emredilen ne varsa hepsini yerine getirdi.
Veya Allah ile yaptığı ahde uymada hassas bir şekilde vefa gösterdi.
Hz. İbrahimle ilgili vefâ özelliğinin bu şekilde nazara verilmesi, başkasının tahammül edemeyeceği şeylere tahammül göstermesindendir. Mesela,
-Nemrudun ateşine karşı sabır gösterdi. Ateşe atıldığında Cebrail yanına gelip “bir ihtiyacın var mı?” diye sordu. “Sana ihtiyacım yok..” dedi.
-Oğlunu Allah yolunda kurban etme imtihanında muvaffak oldu.
-Her gün bir fersah mesafe kat edip misafir bulursa davet eder, bulmazsa oruca niyetlenirdi.
Ayette Hz. Musa’nın önce nazara verilmesi O’na verilen sahifeler, yani Tevrat, Arablar nezdinde daha meşhur ve daha büyük olmasındandır.
38- أَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى “Ki, hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez.”
Sanki “onların sahifelerinde ne var?” diye sorulmuş ve böyle cevap verilmiştir.
Ayetin manası şöyledir: Hiç kimse başkasının günahıyla cezalandırılmaz.
Bu ayet “Kim bir canı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide, 32) ayetiyle ve Hz. Peygamberin “Her kim kötü bir çığır açsa, hem kendi günahını yüklenir hem de kıyamet gününe kadar bununla amel edenin günahını yüklenir” hadisiyle çelişmez. Çünkü bunlar kötülüğe rehberlik yapmak ve sebebiyet vermek olduğundan yine onun günahı sayılır.[4>
39- وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى “Doğrusu insan için ancak çalıştığı vardır.”
Hiç kimse başkasının günahıyla cezalandırılmadığı gibi, onun fiiliyle de sevap kazanmaz.
“Ölen kişi adına yapılan sadaka ve hac ölüye fayda verir” şeklinde gelen rivayetler, ölü namına bunları yapmaya niyet eden kimsenin, onun nâibi (vekili) gibi olmasındandır.
40- وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى “Ve çalışması da ilerde görülecektir.”
41- ثُمَّ يُجْزَاهُ الْجَزَاء الْأَوْفَى “Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir.”
42- وَأَنَّ إِلَى رَبِّكَ الْمُنتَهَى “Ve şüphesiz en son varış, Rabbinedir.”
Mahlukatın nihayeti ve dönüşü Rabbinedir.
43- وَأَنَّهُ هُوَ أَضْحَكَ وَأَبْكَى “Doğrusu güldüren de O, ağlatan da.”
44- وَأَنَّهُ هُوَ أَمَاتَ وَأَحْيَا “Öldüren de O, dirilten de.”
Öldürmeye ve diriltmeye O’ndan başkası güç yetiremez. Çünkü, mesela kâtil, maktulün bünyesine zarar verir. Ölüm ise o esnada âdeten Allahın yaratmasıyla meydana gelir.
45- وَأَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى “Şüphesiz erkeği, dişiyi eş olarak yaratan da O’dur.”
46- مِن نُّطْفَةٍ إِذَا تُمْنَى “Atıldığı zaman bir nutfeden.”
47- وَأَنَّ عَلَيْهِ النَّشْأَةَ الْأُخْرَى “Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir.”
Va’dine vefa olarak ölümden sonraki diriltmek O’na aittir.
48- وَأَنَّهُ هُوَ أَغْنَى وَأَقْنَى “Şüphesiz zengin eden de O, sermaye verende.”
49- وَأَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرَى “Doğrusu Şi’râ yıldızının Rabbi O’dur.”
Şi’ra ve Ğumeysa, parlak iki yıldızın ismidir. Şi’ra, diğerinden daha parlak idi. Hz. Peygamberin ecdadından Ebu Kebşe buna ibadet etmiş ve putlara tapma hususunda Kureyşe muhalefette bulunmuştu. Bundan dolayı Hz. Peygambere “Ebu Kebşenin oğlu” diyorlardı.
Burada Cenab-ı Hakkın “Şi’ra yıldızının Rabbi” diye tahsisen anlatılması, Hz. Peygamberin müşriklere muhalefette Ebu Kebşe’ye muvafakat etmekle beraber, ibadette muhalif olduğunu hissettirmek içindir.[5>
50- وَأَنَّهُ أَهْلَكَ عَادًا الْأُولَى “Âd-ı ûlâ’yı O helak etti.”
Âd-ı Ûlâ, Âd kavminin kadîm olanlarıdır. Bunlar, Hz. Nûhun kavminden sonra helâk edilen ilk ümmetlerden olmuştur.
Denildi ki: Âd-ı Ûlâ, Hz. Hûd’un kavmidir. Âd-ı Uhrâ ise İrem halkıdır.
51- وَثَمُودَ “Ve Semûd’u da.”
فَمَا أَبْقَى “Bunlardan geriye bir şey bırakmadı.”
52- وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ “Önceden de Nûh kavmini (helak etmişti).”
Âd ve Semud’dan önce de Nûh kavmini helâk etmişti.
إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَى “Gerçekten onlar daha zalim ve daha azgınlardı.”Nûh’un kavmi Âd ve Semud kavminden daha zalim ve daha taşkın idi. Çünkü Hz. Nûha eziyet ediyorlar, halkı ondan ürkütüyorlardı. Hareket edemeyecek hâle gelinceye kadar O’na vuruyorlardı.
53- وَالْمُؤْتَفِكَةَ أَهْوَى “O, “Mu’tefike”yi de kaldırıp yere çarptı.”
Bundan murat Hz. Lût’un kavminin beldeleridir. Bunların üstü altına getirilmişti. Beldeleri semaya yükseltilip aşağıya çevrilmişti.
5ّّ4- فَغَشَّاهَا مَا غَشَّى “Ve onları neler kapladı neler!”
Ayette, onlara isabet eden cezanın dehşetini ve hepsine şümulünü göstermek vardır.
55- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكَ تَتَمَارَى “O halde Rabbinin hangi nimetinden kuşku duyuyorsun?”Hitap, Hz. Peygamberedir.Veya herkesedir.
Bu ayetlerde sayılanlar her ne kadar hem nimet hem de nikmet (azap) olsa da, ayette nimet cihetine dikkat çekilmiştir. Çünkü, anlatılan bu azap ayetlerinde ibret alanlar için ibretler ve öğütler vardır. Ayrıca, bu olaylar, peygamberler ve mü’minler açısından birer intikamdır.[6>
56- هَذَا نَذِيرٌ مِّنَ النُّذُرِ الْأُولَى “Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.”
Yani bu Kur’an önceki devirlerde gelen uyarıcılar cinsindendir.
Veya Hz. Peygamber önceki uyarıcılar sınıfından bir uyarıcıdır.
57- أَزِفَتْ الْآزِفَةُ “Yaklaşan yaklaştı.”“Saat (kıyamet) yaklaştı.” (Kamer, 1) ayetinde de nazara verildiği üzere, vasfı anlatılan kıyamet vakti artık yaklaştı.
58- لَيْسَ لَهَا مِن دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ “Onu Allah’tan başka açacak kimse yoktur.”
Meydana geldiğinde Allah dışında hiçbir varlık, onu gidermeye muktedir olamaz. Allah da onu ibtal etmez.[7>Veya şu anda Allahtan başka kimse onu te’hir edemez.
Veya onun vaktini Allah’dan başka kimse bilemez. Çünkü O’nun dışında kimse ona muttali olamaz.
59- أَفَمِنْ هَذَا الْحَدِيثِ تَعْجَبُونَ “Şimdi siz bu sözden mi hayret ediyorsunuz?”
Siz inkâr ile bu Kur’ana mı şaşıyorsunuz?
60- وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَ “Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?”
Alay ederek gülüyor, ihmalleriniz ve taşkınlıklarınız karşısında üzüntüden ağlamıyorsunuz!
61- وَأَنتُمْ سَامِدُونَ “Ve siz kendinizce eğleniyorsunuz!”Siz işin ciddiyetinde değilsiniz.
Veya kibirlenmektesiniz. Ayetin metninde geçen “Samid” kelimesi, başını diken deve için kullanılır.Veya insanlar bu Kur’anı dinlemesinler diye şarkılarla onları oyalıyorsunuz.
6ِِ2- فَاسْجُدُوا لِلَّهِ وَاعْبُدُوا “Haydi Allah için secdeye varın ve ibadet edin.”
Batıl mabutlara değil, sadece O’na ibadet edin!
Hz. Peygamber şöyle buyurur: Her kim Necm sûresini okusa Muhammedi Mekkede tasdik ve inkâr edenler sayısınca kendisine hasene verilir.”
[1> Yani, yaratan da Odur, yöneten de O’dur. Mesela insan, kendi kalbini ve yüz trilyon hücresi içinde herhangi bir hücresindeki faaliyeti ne yaratabilir, ne de yönetebilir. En akıllı varlık bu konuda âcizse, diğerleri elbette yaratmaktan ve yönetmekten çok çok uzaktırlar.
[2>Yani, ayet “büyük günahlardan ve özellikle de bunların fahiş olanlarından kaçınırlar. Ama küçük günahlardan kaçınmazlar” şeklinde anlaşılmamalıdır. Elbette küçüklerden de kaçınırlar, ama bunlardan tümüyle kaçınabilmek çok zor olduğundan bazı küçük günahları olabilir. Bunlar da taraf-ı İlâhiden bağışlanır.
[3> Bazı insanlar da böyledir. Kolay zamanda İslâmı yaşar, ama zor güne gelince dönüverir.
[4>Yani, suçun şahsîliği esastır. Ama “sebep olan o işi yapmış gibidir” sırrıyla, başkalarının günah ve suç işlemesine rehberlik yapan, sebebiyet veren kişi aynen onların günah ve suçuna ortaktır. Böyle olunca, yine kendi günahını çekmiş olacaktır.
[5> Benzeri bir durumu “Öyleyse bu Beytin Rabbine ibadet etsinler.” (Kureyş, 3) ayetinde görürüz. İslâm, Ka’beye değil Ka’benin Rabbine ibadeti getirir. Şi’ra yıldızına değil, onun Rabbine ibadet edilmesini emreder.
[6> Böyle olunca, bunlar da birer nimettir.
[7> Çünkü, kıyameti vaat eden ve getiren zaten O’dur.