346. DERS (Hucurat Suresi, 11 - 18) İçtimaî Düsturlar

11- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَومٌ مِّن قَوْمٍ “Ey iman edenler! Bir toplu

luk diğer bir toplulukla alay etmesin.”

عَسَى أَن يَكُونُوا خَيْرًا مِّنْهُمْ “Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler.”

وَلَا نِسَاء مِّن نِّسَاء “Kadınlar da kadınlarla alay etmesin.”

عَسَى أَن يَكُنَّ خَيْرًا مِّنْهُنَّ “Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.”

Erkekler ve kadınların başkalarını alaya almasını yasaklayan ayetin çoğul sığasıyla gelmesi, alaya almanın genelde topluluk içinde meydana gelmesindendir.

وَلَا تَلْمِزُوا أَنفُسَكُمْ “Kendinizi (birbirinizi) ayıplamayın.”

وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ “Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”

بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ “İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir!”

Bundan murat, mü’minlere “kâfir” ve “fasık” gibi kötü lakaplar takmanın ne kadar çirkin olduğunu göstermektir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, ayet Safiye Binti Huyey hakkında indi. Safiye Hz. Peygambere “Kadınlar bana “Yahudi kızı Yahudi” diyorlar diyerek şikâyette bulundu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Onlara şöyle deseydin ya: Babam Harun, amcam Musa, eşim de Muhammed.”

Ayette, kötü lakap takmanın fısk olduğuna, bununla imanın yan yana olmasının çirkin kaçtığına delâlet vardır.

وَمَن لَّمْ يَتُبْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim de tevbe etmezse, işte bunlar zalimlerin ta kendileridir.”

Yasaklanan bu hâllerden tevbe etmeyenler,

-Tâat yerine isyanı koymakla,

-Ve kendilerini azaba maruz bırakmakla zâlim olan kimselerdir.

 

12- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının.”

Ayette “zannın çoğundan” denilerek hangi zanlardan kaçınılacağının mübhem bırakılması, insanın her zanda ihtiyatlı davranıp, o zannın hangi türden olduğuna dikkat çekmesi içindir.

Zannın çeşitleri vardır:

1-Tâbi olunması gereken zanlar. Katî bilmediği amelî meseleler ve Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmak gibi.

2-Haram olan zanlar. İlâhiyat ve nübüvvet konularında zan ile hüküm vermek, katî meselelere muhalif zanda bulunmak, mü’minlere su-i zan beslemek gibi.

3-Mubah olan zanlar. Dünyevî işlerde zanda bulunmak gibi.

إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ “Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”

وَلَا تَجَسَّسُوا “Birbirinizin kusurunu araştırmayın.”

Hadiste şöyle buyrulur: “Müslümanların gizli hâllerini araştırmayın. Her kim onların gizli hâllerini araştırırsa Allah da onun gizli hâllerini ortaya koyar, velev evinin içinde de olsa rezil rüsvay eder.”

وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا “Birbirinizin gıybetini yapmayın.”

Birbirinizin ardından kötü konuşmayın.

Hz. Peygambere gıybetten soruldu. Şöyle cevap verdi: “Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır. Söylediğin şey onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer yoksa iftira etmiş olursun.”

أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?”

Ayet, gayet belağatli ve etkili bir şekilde gıybet eden kişinin bu yaptığının ne kadar çirkin bir şey olduğunu gözler önüne sermektedir.

 Şöyle ki:

-Baştaki istifham, ikrar ettirmek içindir.[1>

-“Sizden biri” denilmesi, tamim içindir.

-En çirkin bir şeyi sevmeyi nazara vermek, gıybetten nefret ettirmek içindir.

-Gıybet etmeyi insan eti yemek ile temsil etmek,

-Eti yenilenin kardeşi olduğunu söylemek,

-Hem de ölü eti şeklinde anlatmak gibi hususlar gıybetin ne kadar çirkin bir şey olduğunu anlatmaktadır.

فَكَرِهْتُمُوهُ “İşte bundan tiksindiniz.”

Bu ifade, önceki manayı takrîr ve tahkik eder.

Yani, böyle bir şey olsa ve ölü kardeşinizin eti önünüze konulsa elbette hoşlanmaz, nefret edersiniz. Bunun çirkinliğini inkâr etmeniz mümkün olmaz.

وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”

إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, Tevvab – Rahîm’dir.”

Allah, yasaklarından sakınan ve yaptığı taşkınlıklardan tevbe edenler için Tevvâb’tır, Rahîm’dir. Onların tevbesini kabul eder, merhametiyle muamelede bulunur.

Tevvâb, mübalağalı ism-i fâildir. Bu sığa ile gelmesi, son derece tevbeleri kabul eden olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü Allah tevbe eden kimseyi, günahı olmayan kimse gibi kılmaktadır.

Veya tevbesi kabul edilenlerin çokluğunu veya onların günahlarının ziyade oluşunu ifade etmek içindir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre sahabeden iki kişi, kendilerine yiyecek bir şeyler talep etsin diye Selman-ı Farisiyi Hz. Peygambere gönderdiler. Hz. Peygamber “verebileceğim bir şey yok” dedi.

Selman dönüp bunu kendilerine haber verince, Onun ardından şöyle dediler: “Şayet su dolu kuyuya göndersek, kuyunun suyu çekilir!”

Bu iki kişi daha sonra Hz. Peygamberin yanına geldiler.

O, kendilerine şöyle dedi: “Bu ne hal! Ağızlarınızda et bulaşıkları görüyorum!”

Onlar dediler: “Et yemiş değiliz.”

Hz. Peygamber, “siz hiç şüphe yok gıybet ettiniz” buyurdu.

 

13- يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık.”

Bundan murat, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dır. Veya “her birinizi bir baba ve bir anneden yarattık” manasıdır. Böyle olunca herkes yaratılışta eşittir, neseb ile iftihara kimsenin hakkı yoktur.

Ayetin, bir önceki ayette yasaklanan gıybeti engelleyen hâllerden olan kardeşliği ifade etmesi de caizdir.[2>

وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا “Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.”

Ayet metnindeki “şuub” aynı asla mensup büyük topluluktur. Kabileler bunun altında yer alır. Kabilenin de boy ve benzeri şekilde alt birimleri vardır.

Sizi bu şekilde milletlere ve kabilelere bölmemiz birbirinizi tanımanız içindir, yoksa ecdadınızla ve kabilelerinizle iftihar etmeniz için değildir.

إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ “Şüphesiz Allah katında en değerliniz, en takva sahibi olanınızdır.”

Çünkü nefislerin kemâle ermesi ve şahısların birbirine üstün olmaları ancak takva iledir. Dolayısıyla kim bir şeref arıyorsa takva yoluyla elde etmeye çalışsın. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim insanların en şereflisi olmak istiyorsa, Allahtan korksun.”

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ey insanlar! İnsanlar iki kısımdır.

-Ya mü’min, müttakîdir, Allah nezdinde değerli olur.

-Veya facir, şakidir. Allah nezdinde değersiz olur.”

إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ “Şüphesiz Allah Alîm’dir – Habîr’dir.”

Allah sizi bilir, iç dünyanızda neler olduğundan haberdardır.

 

14- قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا “Bedevîler “iman ettik” dediler.

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, Beni Esed’den bir topluluk hakkında nazil oldu. Bir kuraklık yılında Medine’ye geldiler, kelime-i şehadeti söyleyip İslâm’a girdiler. Hz. Peygambere: “Biz Sana ağırlıklarla ve ailelerle geldik. Falanlar Seninle savaştıkları gibi biz Seninle savaşmadık” deyip minnette bulunuyor, yardım talep ediyorlardı.

قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا “De ki: Siz iman etmediniz.”

Çünkü iman, güvenle ve kalp itminanıyla tasdiktir. Siz bunu gerçekleştirebilmiş değilsiniz. Yaptığınız şey -sûrenin son kısmının delâlet ettiği üzere – ancak peygambere minnette bulunmak ve savaşı terk etmekten ibarettir.

وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا “Ama “İslâma girdik” deyin.

Çünkü İslâm,

-Boyun eğmektir.

-Barışa girmektir.

-Kelime-i şehadeti izhar etmektir.

-Ve savaşa girmemektir.

Onların “İman ettik” demelerine mukabil “İman ettik” demeyin, İslâma girdik” deyin” veya “İman etmediniz, lakin İslâma girdiniz” denilmesi beklenirken “De ki: Siz iman etmediniz. Ama “İslâma girdik” deyin” denilmesi,

-“İman ettik demeyin” ifadesinde imandan yasaklama gibi bir mana çıkmasından

-Diğerinde de Müslüman olduklarının katî ifade edilmesinden sakınmak içindir.[3>

وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ “İman henüz kalplerinize girmedi.”

Çünkü henüz kalpleriniz dillerinize tam uyum sağlamadı.

وَإِن تُطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُم مِّنْ أَعْمَالِكُمْ شَيْئًا “Eğer Allah’a ve Rasûlüne itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.”

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”

Allah, itâat edenlerden sâdır olan günahları bağışlar, onlara lütufta bulunarak merhamet eder.

 

15- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا “Mü’minler ancak şunlardır: Onlar Allah ve Rasûlüne iman ettiler, sonra asla şüpheye düşmediler.”

Ayette, imanın onlardan nefyini icab ettiren duruma bir işaret vardır.[4>

Ayette geçen “sonra” ifadesi, imanın muteber sayılmasında “şüpheye düşmeme” şartının sadece iman ederken değil, hâlde ve istikbalde de şart olduğunu hissettirmek içindir. Buradaki “sonra” ifadesi, “Şüphesiz ‘Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de.” (Ahkâf, 13) ayetinde olduğu gibidir.

وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ “Ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler.”

“Mal ve can ile cihad” ifadesi her türlü mâlî ve bedenî ibadetleri içine alır.

أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ “İşte sadık olanlar ancak onlardır.”

İşte böyle olanlar, iman iddiasında sadık olan kimselerdir.

 

16- قُلْ أَتُعَلِّمُونَ اللَّهَ بِدِينِكُمْ “De ki: Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?”

“İman ettik” sözünüzle dininizi Allaha haber mi veriyorsunuz?

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ “Oysa Allah, göklerde ne var ve yerde ne varsa hepsini bilir.”

وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Allah herşeyi hakkıyla bilendir.”Hiçbir şey O’na gizli değildir.

Ayet, onların cehâletini ortaya koyar ve kendilerini kınar.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, önceki ayet nâzil olduğunda gelip yemin ederek mu’tekid mü’minler olduklarına yemin ettiler. O zaman bu ayet nâzil oldu.

 

17- يَمُنُّونَ عَلَيْكَ أَنْ أَسْلَمُوا “İslâm’a girdiler diye sana minnet ediyorlar.”

قُل لَّا تَمُنُّوا عَلَيَّ إِسْلَامَكُم “De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın.”

بَلِ اللَّهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ أَنْ هَدَاكُمْ لِلْإِيمَانِ “Bilakis sizi imana hidayet ettiği için Allah size minnette bulunur.”Allahın onlara hidayeti, onların hidayet üzere olmalarını gerektirmemekle beraber mana şöyle olabilir: İddianıza göre Allahın size hidayet verdiğini söylüyorsunuz. Bu durumda sizin minnette bulunmaya hakkınız yoktur, minnet etmeye layık olan ancak Allahtır.

إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer sadıklardan iseniz…”

İman iddianızda sadık iseniz… Cümlenin devamına, daha öncesi delâlet eder. Yani, “iman iddianızda sadık iseniz, Allahın size minnette bulunma hakkı vardır.”

Ayetin bu şekilde bir üslûbla sevkinde şöyle bir incelik söz konusudur:

Onlar kendilerinden sadır olana “iman” adını verdiler ve bununla da minnette bulundular. Allahu Teâlâ bunun iman olduğunu nefyetti, onu “İslâm” olarak isimlendirdi. Ve şöyle bildirdi:

Gerçekte İslâma girmek olan bir durumla sana minnette bulunuyorlar. Hâlbuki bu kendisiyle minnette bulunulacak bir şey değildir. Doğrusu, şayet onların iman iddiaları sahih olsa, minnet etmek onların hakkı değil, hidayet ettiği için Allahın onlar üzerinde bir hakkıdır.

 

18- إِنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir.”

وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Allah bütün yaptıklarınızı görendir.”

Allah gizli ve aşikâr bütün amellerinizi bilir. Böyle olunca kalplerinizde olanlar O’na nasıl gizli kalır? Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim Hucurat sûresini okusa, Allaha itaat ve isyan eden kimseler sayısınca kendisine mükâfat verilir.”


[1>Yani, buradaki soru, öğrenmek için olmayıp, “evet, seversiniz” anlamındadır.

[2>Yani, “Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” denildiğinde “nerden kardeş oluyoruz?” demeyin. Hepiniz Âdem ve Havvanın çocuklarısınız.

[3> Beydâvî’nin nazara verdiği bu incelik, gerçekten Kur’anın belağatine çok güzel bir misaldir. Kur’anda kelimelerin seçimi, cümlelerin başka şekilde ifade edilebileceği hâlde bu şekliyle kullanılması nice incelikleri ve belağat nüktelerini ihtiva etmektedir.

[4> Yani, bu kimseler henüz şüphelerden uzak bir iman elde edememişlerdir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
49. Hucurat
Gönderi tarihi: 16-04-2014
1,745 kez okundu
Block title
Block content