1- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللَّهِ وَرَسُولِهِ “Ey iman edenler!Allah’ın ve rasûlünün önüne geçmeyin.”Yani, Allah ve Rasûlünün herhangi bir meselede hükmünü bilmeden “hükmü şudur” diye öne atılmayın.
Ayette hangi konuda öne geçmenin yasak olduğunun ifade edilmemesi, insan vehminin mümkün olan her meselede bu inceliği nazara alması içindir.[1>
Denildi ki: Ayetten murat, “Rasûlullahın önüne geçmeyin” manasıdır. Allahu Teâlânın zikri, peygamberinin tazimi içindir. Ayrıca, peygamberin Allah nezdinde saygıyı gerektiren bir konumda olduğunu hissettirmektir.
وَاتَّقُوا اللَّهَ “Allah’tan korkun.”
Öne geçmek veya hükme muhalefet etmekten sakının.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Şüphesiz Allah Semi’dir - Alîm’dir.”
Allah sözlerinizi işitir, fiillerinizi bilir.
2- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden fazla yükseltmeyin.”
O’nunla konuştuğunuzda sesinizi O’nun sesinden fazla yükseltmeyin.
وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ “Birbirinize seslendiğiniz gibi, Ona yüksek perdeden seslenmeyin.”
Kendi aranızda yaptığınız şekilde peygambere yüksek sesle nida etmeyin. Edebe müraatla, sesinizi O’nun sesinden daha aşağıda tutun.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Birbirinize isminiz ve lakabınızla hitap etmeniz gibi O’na hitap etmeyin. O’na “ey Allahın nebisi”, “ey Allahın Rasûlü” şeklinde hitap edin.
Bir önceki ayette “ey iman edenler” denildiği hâlde bu ayette de aynı ibarenin tekrar edilmesi,
-Ziyadesiyle basiretli olunmasını istemek,
-Öğüt alınmasında manayı kuvvetlendirmek,
-Nida edilen şeylerin her birinin müstakil olduğuna delâlette bulunmak,
-Ve ziyadesiyle önem verildiğini göstermek içindir.
أَن تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنتُمْ لَا تَشْعُرُونَ “Yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.”Çünkü peygambere karşı istihfaf yoluyla sesi yükseltmek ve bağırmakta, amelleri boşa çıkaran küfre yol açan bir durum vardır.
Bu ise, tahkir etmek ve O’na önem vermemekle meydana gelir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Sabit Bin Kaysın kulağı ağır işitiyordu ve bundan dolayı bağırarak konuşan biriydi. Ayet indiğinde Hz. Peygamberin yanına gelmez oldu. Hz. Peygamber onun ortalıkta görünmediğini fark etti ve yanına çağırdı, niçin görünmediğini sordu. Dedi ki: “Ya Rasûlallah Sana bu ayet nâzil oldu. Ben ise bağırarak konuşan bir adamım, amelimin boşa gitmesinden korkuyorum.”
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ayette anlatılan senin gibilerin durumu değildir. Sen hayır üzere yaşıyorsun ve hayır üzere öleceksin. Ve sen cennet ehlindensin.”
3- إِنَّ الَّذِينَ يَغُضُّونَ أَصْوَاتَهُمْ عِندَ رَسُولِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ الَّذِينَ امْتَحَنَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوَى “Allah rasûlünün huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir.”
Edebe müraatla veya yasağa muhalefet korkusuyla Rasûlullahın yanında sesini kısanlar var ya, Allah onların kalplerini takva için imtihan etmiş, takvaya ehil olduklarını ortaya koymuştur. Çünkü imtihan, bilme sebebidir.
Veya şöyle de denilebilir: Allahın çeşit çeşit zorluklar ve çetin mükellefiyetlere tâbi tutması, takvanın ortaya çıkması içindir. Çünkü takva, böyle zorluklara sabretmekle ortaya çıkar.
Altının ateşe atılmasıyla ona karışan şeylerden ayıklanması gibi, Allah da böyle mükellefiyetle insanları daha seçkin hâle getirmektedir.
لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ عَظِيمٌ “Onlara büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir vardır.”
Onlar için günahlarından bir bağışlanma ve seslerini kısmaları ve diğer tâatleri için çok büyük bir mükâfat vardır.
“Mağfiret ve ecir” kelimelerinin elif-lâmsız gelişi tazim içindir. Yani, onlar için çok büyük bir bağışlanma ve çok büyük bir mükâfat vardır.
Ayette Hz. Peygambere karşı sesini kısan kimselerin, bu hususta ve O’nu râzı etmede kemâl mertebesinde olduklarına dikkat çekilmiştir. Ayrıca, bunların medhedilmesiyle, tersini yapıp da sesini yükselten ve bağıran kimselerin de çok çirkin bir iş yaptıklarına tarizde bulunulmuştur.
4- إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِن وَرَاء الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ “Sana odaların arkasından bağıranların çoğu, aklı ermez kimselerdir.”
Sebeb-i Nüzûl
Hucurat, hücre’nin çoğuludur. Ayette bahsi geçen hucurat (odalar) Hz. Peygamberin hanımlarının odalarıdır. Denildi ki: Ayette nazara verildiği şekilde Hz. Peygambere seslenenler, Uyeyne Bin Hısn ve Akra’ Bin Hâbis idi. Yetmiş kişilik bir heyetle Beni Temim kabilesinden gelmişlerdi. Vakit öğle vaktiydi ve Hz. Peygamber istirahat etmekteydi. Bu ikisi “Ya Muhammed! Biz geldik, dışarı çık” diye seslenmişlerdi.
Nida etmenin hepsine isnat edilmesi,
-Ya diğerlerinin de böyle seslenilmesine rıza göstermelerinden,
-Veya diğerlerinin böyle nida etmeyi emretmelerinden,
-Veya olayın onlar içinde vuku’ bulmasındandır.
Bunlar hakkında “aklı ermez kimselerdir” denilmesi şundandır: Çünkü akıl, hüsn-ü edebi ve hayaya riayet etmeyi gerektirir. Özellikle de peygamberlik makamında olan zata.
5- وَلَوْ أَنَّهُمْ صَبَرُوا حَتَّى تَخْرُجَ إِلَيْهِمْ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ “Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.”
Sen onlara çıkıncaya kadar sabretmeleri, acele etmelerinden çok daha hayırlı olurdu. Çünkü böyle yapmalarında,
-Edebe riayet,
-Peygambere saygı vardır. Bu iki özellik ise, medhe şayan ve sevabı gerektiren durumlardır.
-Ayrıca, talep ettiklerine ulaşmak vardır. Çünkü rivayete göre Benî Temim heyeti, Beni Anber esirlerine şefaatçi olmak üzere gelmişlerdi.
Esirlerin yarısı serbest bırakıldı, yarısından da fidye alındı.
وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve Allah Ğafur – Rahîm’dir (çok bağışlayan, çok merhamet edendir).”
Çünkü edebin gereğini yerine getirmeyen, peygambere tazimi terk eden bu kimselere sadece nasihatle ve kınamakla yetindi.
6- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُوا “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) Velîd Bin Ukbe’yi Beni Mustalık kabilesine zekât memuru olarak göndermişti. Velid ile onların arasında ise bir problem vardı. Onun geldiğini işittiklerinde kendisini karşıladılar. O ise kendisiyle dövüşmek üzere geldiklerini zannetti. Bunun üzerine onlarla konuşmadan geri döndü. Rasûlullaha onların dinden döndüklerini, zekât vermeyi reddettiklerini söyledi. Hz. Peygamber bunun üzerine onlarla savaşmaya niyetlendi, ayet nâzil oldu.
Denildi ki: Hz. Peygamber sonra Halid Bin Velidi gönderdi. Halid Bin Velid onları ezan okuyan ve namaz kılan bir topluluk olarak buldu. Zekâtlarını O’na teslim ettiler, Medineye döndü.
Ayette “fasık” ve “nebe” (haber) kelimelerinin elif-lâmsız gelmesi, tamim içindir. Yani “herhangi bir fasık, herhangi bir haberle gelirse iyice araştırın.”
Araştırma emrinin, haber verenin fıskına bağlanması, âdil olan kimsenin haber getirmesi durumunda araştırmadan kabulünün cevazını gösterir.
أَن تُصِيبُوا قَوْمًا بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ “Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız da sonra yaptığınıza pişman olursunuz.”
7- وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ “Hem bilin ki, içinizde Allah’ın rasûlü vardır.”
لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ “Şayet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz.”
Yani, sizler Allah Rasûlünün, meydana gelen olaylarda sizin görüşünüze tâbi olmasını istiyorsunuz. Bu tavrınızın değişmesi gerekir. Şayet sizin isteğinizi yapsa, sıkıntıya düşersiniz.
Ayette, bir kısım sahabilerin Velidin sözü üzerine “Beni Mustalık’a savaş ilan edelim” şeklinde Hz. Peygambere görüş beyan ettiklerini hissettirmek vardır.
وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ “Fakat Allah size imanı sevdirdi.”
وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ “Ve onu kalplerinize zînet yaptı.”
وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ “Küfrü, fasıklığı ve isyanı da size çirkin gösterdi.”
Ayet, onların bunda özürlerine dikkat çekiyor. Yani imana ileri derecede muhabbetleri ve küfürden hoşlanmamaları, Velidi duyduklarında böyle bir görüş beyanına sevk etmiştir.
Veya ayet, onlardan böyle yapmayanları medhetmekte, bu şekilde hareket edenlere ise tarizde bulunmaktadır. Ayetin devamı da bunu te’yid eder:
أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ “İşte doğru yolda olanlar bunlardır.”
Yani, bu müstesna tutulanlar, dosdoğru bir yolda gitme hususunda isabet etmişlerdir.
Küfür: İnkâr ile Allahın nimetlerini görmemektir.
Fısk: Tâatten çıkmak, Allaha boyun eğmekten kaçınmaktır.
8- فَضْلًا مِّنَ اللَّهِ وَنِعْمَةً “Bu, Allah’tan bir lütuf ve nimettir.”
Ayetin bu kısmı, Allahın imanı sevdirmesi ve küfrü çirkin göstermesinin bir illetidir. Yani, “kendisinden bir lütuf ve nimet olarak böyle yaptı.”
وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah Alîm’dir – Hakîm’dir.”
Allah Alîm’dir, mü’minlerin hâllerini ve aralarındaki fazilet farklarını bilir. Hakîm’dir, onlara muvaffakiyet vererek lutfetmekle ve nimette bulunmakla hikmetli iş yapar.
9- وَإِن طَائِفَتَانِ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ اقْتَتَلُوا فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا “Eğer mü’minlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarında sulh yapın.”
Onlara nasihat ederek, Allahın hükmüne çağırarak aralarında sulh yapın.
فَإِن بَغَتْ إِحْدَاهُمَا عَلَى الْأُخْرَى فَقَاتِلُوا الَّتِي تَبْغِي حَتَّى تَفِيءَ إِلَى أَمْرِ اللَّهِ “Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın emrine gelinceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın.”
فَإِن فَاءتْ فَأَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَأَقْسِطُوا “Eğer dönerse aralarında adaletle sulh yapın ve (her işte) adaletli davranın.”
Ayetin evvelinde sadece “sulh yapın” denilirken burada “adaletle sulh yapın” denilmesi, haddi aşan topluluğa haddini bildiren kimselerin, sulhu yaparken haksızlıktan sakınmaları içindir. Çünkü böyle hallerde çok haksızlıklar da yapılabilmektedir.
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”
Onların fiiline güzel mükâfatla karşılık verir.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet, Hz. Peygamber devrinde Evs ve Hazreç kabileleri arasında meydana gelen bir savaş hakkında nazil oldu.
Ayet, bâğî’nin mü’min olduğuna delâlet eder.[2> Bâğî kimse, hadiste geldiği üzere, harpten alıkonduğunda bırakılır. Çünkü bu, Allahın emrine gelmektir.
Ayrıca, ayetten anlaşıldığına göre, saldırgan olanlara önce nasihat etmek ve iki taraf arasında sulhu gerçekleştirmeye çalışmak gerekir. Ama bu gayretler netice vermezse, saldırılan tarafa yardım edilmelidir.
10- إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Mü’minler ancak kardeştirler.”
Çünkü hepsi bir asla müntesiptirler. Bu asıl da ebedi hayatı kazandıran imandır.
Ayet, mü’minler arasında sulhu emreden üstteki ayetin hem illetini bildirir, hem de hükmü pekiştirir. Bunun için kardeş olmaları hasebiyle Cenab-ı Hak sulh emrini tekrarlayıp şöyle buyurdu:
فَأَصْلِحُوا بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ “Öyleyse kardeşleriniz arasında sulh yapın.”
“Onların arasında sulh yapın” denilebileceği hâlde “kardeşleriniz arasında” denilmesi, bu gerçeği daha ziyadesiyle bildirmek ve pekiştirmek içindir.
“Kardeşleriniz arasında” denilirken erkekler için kullanılan sığa ile ifade edilmesi, dövüşmenin daha çok erkekler arasında olmasındandır.
وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ “Ve Allah’tan korkun, ola ki merhamet olunursunuz.”
Allahın hükmüne muhalefetten ve ihmalde bulunmaktan sakının. Ta ki takvanıza mukabil merhamete nail olasınız.
[1>“Mef’ulün terki tamim ifade eder” denilir. Burada da bu kurala göre açıklama yapılmıştır. Mesela, “Allahın emirlerine uyun” denildiğinde hangi emirler olduğunun söylenmemesi “bütün emirlerine uyun” manasına gelir.
[2> Baği, “meşru devlet idaresine karşı çıkan, isyan eden” demektir. Siyasî olaylar sebebiyle, İslâm tarihinde zaman zaman “bağiler” zuhur etmiştir.