279. DERS (Secde Suresi, 18 - 30) Fasıl Günü

 

18- أَفَمَن كَانَ مُؤْمِنًا كَمَن كَانَ فَاسِقًا “Hiç mü’min olan kimse, fasık olan gibi midir?”

لَّا يَسْتَوُونَ “Bunlar eşit olmazlar.”Bunlar, şerefte – sevapta bir değillerdir. “Bunlar eşit olmazlar” kısmı, ayetin başında soru üslûbuyla anlatılan manayı hem bir te’kid, hem de tasrihtir.[1>

Ayette fasıktan murat, imandan hariç olan kimsedir.

 

19- أَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوَى نُزُلًا بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “İman edip salih amel işleyenlere gelince, yapmakta olduklarına karşılık bir ikram olarak onlar için Me’vâ cennetleri vardır.”Çünkü cennet, hakiki yerleşim yeridir, dünya ise gelip konulacak ve sonra terk edilecek bir menzildir.

Denildi ki: Me’vâ, cennetlerden birinin adıdır.[2>

“Yapmakta olduklarına karşılık bir ikram olarak”

Onlara verilecek bu mükâfat, amelleri sebebiyledir veya amellerine bir karşılıktır.

 

20- وَأَمَّا الَّذِينَ فَسَقُوا فَمَأْوَاهُمُ النَّارُ “Fasıklık edenlere gelince, onların me’va’sı (barınağı) ateştir.”Mü’minlere me’va cenneti olmasına bedel, bunlara da ateş barınakları vardır.

كُلَّمَا أَرَادُوا أَن يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا “Oradan her çıkmak istediklerinde, oraya döndürülürler.”

Ayet, onların cehennemde ebedi kalmalarını anlatmaktadır.

وَقِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ “Ve onlara, “tadın yalanlamakta olduğunuz ateş azabını!” denilir.”Onlara böyle denilmesi, onları zelil kılmak ve öfkelerini ziyade yapmak içindir.

 

21- وَلَنُذِيقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْأَدْنَى دُونَ الْعَذَابِ الْأَكْبَرِ “Andolsun, onlara o en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız.”Bundan murat, şu dünya hayatında maruz kaldıkları sıkıntılı durumlardır. Mesela, Mekke müşrikleri yedi sene kıtlık çektiler, Bedir gibi savaşlarda katle ve esarete maruz kaldılar.

“En büyük azab”, ise ahiret azabıdır.

لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ “Ola ki, dönerler.”

Olur ki geride kalanlar akıllarını başlarına alır da küfürden dönerler.

 

22- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ ثُمَّ أَعْرَضَ عَنْهَا “Rabbinin âyetleriyle kendisine öğüt verilip de, sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir?”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Velid Bin Ukbe, Bedir savaşının başında Hz. Ali ile müfaharede bulundu, bu ayetler nazil oldu.[3>

Ayetteki “sonra” ifadesi, o ayetlerden yüz çevirmenin ne kadar akıldan uzak olduğunu anlatmak içindir. Çünkü Allahın ayetleri son derece açıktır ve mutluluk sebeplerine irşad etmektedir. Bu kadar açık ve makul olan ayetlere muhatap olup da onlar hakkında düşünmemek, onlardan yararlanmamak doğrusu akıl kârı değildir.

إِنَّا مِنَ الْمُجْرِمِينَ مُنتَقِمُونَ “Gerçekten biz, mücrrimlerden intikam alırız.”

Biz mücrimlerden intikam alırken, her zâlimden daha zâlim olanların hâli nice olur? Hiç onları ihmal eder miyiz?

 

23- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ “Andolsun Musa’ya kitabı verdik.”

Sana verdiğimiz gibi, Musa’ya da kitap verdik.

فَلَا تَكُن فِي مِرْيَةٍ مِّن لِّقَائِهِ “Şimdi ona kavuşmaktan şüphe içinde olma.”

Öyleyse Kitaba ulaşmandan sakın bir şüphe içinde olma.

Bu ayet, “Şüphesiz bu Kur’an sana Hakîm – Alîm (hikmet sahibi ve hakkıyla bilen Allah) tarafından verilmektedir.” (Neml, 6) ayeti gibidir. Yani, “Biz Sana Musaya verdiğimiz kitabın bir mislini, benzerini verdik. Dolayısıyla böyle İlâhî Kitap verilmesi ilk defa olan bir şey değil ki, bundan dolayı şüpheye düşesin.

Veya mana şöyle olabilir: “Ey Musa! Kitaba kavuşacağından şüphe etme” dedik.”

Veya şöyle de denilebilir: “Ey Peygamber! Musaya kavuşacağından şüphe etme!” Nitekim Hz. Peygamber (asm) mi’raç gecesinde Hz. Musa ile de görüşmüştür. Onun uzun boylu, esmer, saçları dalgalı olduğunu ümmetine tasvir etmiştir.

وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ “Ve onu İsrailoğullarına bir rehber kıldık.”

 

24- وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا “Onlardan bir kısmını, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola ileten önderler kıldık.”İsrailoğullarından bir kısmı önder kimseler oldu, insanları kendisinde hikmet ve hüküm olan şeylere sevk ediyorlardı.

Bunu, bizim onlara emretmemizle veya buna muvaffak kılmamızla yapıyorlardı.

وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يُوقِنُونَ “Ve onlar, âyetlerimize kesin bir şekilde inanıyorlardı.”

Onlar, ayetlerimize dikkatle bakıyorlar, anlamaya çalışıyorlardı. Bundan dolayı yakîn sahibi oldular.

 

25- إِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ “Şüphesiz ki Rabbin, ihtilafa düştükleri şeylerde kıyamet günü aralarında ayırıcı hükmü verecektir.”

Allah kıyamet günü onlar arasında hüküm verir, haklıyı haksızdan ayırmak suretiyle hakkı batıldan temyiz eder, din konusunda ihtilafa düştükleri meselelerde aralarında hüküm verir.

 

26- أَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ أَهْلَكْنَا مِن قَبْلِهِم مِّنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ فِي مَسَاكِنِهِمْ “Diyarlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helâk etmiş olmamız, onları doğru yola sevk etmedi mi?”

Mekke ahalisi, ticaret için onların diyarlarına gittiklerinde o helâk olanların meskenlerine uğruyorlardı.

إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ “Şüphesiz bunda ayetler vardır.”

أَفَلَا يَسْمَعُونَ “Hâlâ duymazlar mı?”

Düşünüp öğüt alacak şekilde bunlara kulak vermezler mi?

 

27- أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَسُوقُ الْمَاء إِلَى الْأَرْضِ الْجُرُزِ “Görmediler mi, biz kupkuru yere suyu sevk ediyoruz.”Görmediler mi, bitkileri kalmamış, çorak bir yere biz suyu sevkediyoruz.

فَنُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ أَنْعَامُهُمْ وَأَنفُسُهُمْ “Derken onunla hem hayvanlarının hem de kendilerinin yediği bir mahsul çıkarıyoruz.”

Oradan hem hayvanlarının yiyecekleri ot ve yaprak gibi şeyleri, hem de kendilerinin yiyecekleri hububat ve meyveleri çıkarıyoruz.

أَفَلَا يُبْصِرُونَ “Hâlâ görmezler mi?”Bunları görmüyorlar mı, ta ki bunlarla Allahın kudretinin ve lütfunun kemâline istidlâlde bulunsunlar.

 

28- وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْفَتْحُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söyleyenleriseniz, şu fetih ne zaman?” diyorlar.”Fetihten murat yardımdır veya şu ayette olduğu gibi Allahın onlarla Müslümanlar arasında hükmetmesidir:

“Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını hak ile aç.” (A’raf, 89)

 

29- قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنفَعُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِيمَانُهُمْ “De ki: İnkâr edenlere o fetih günü iman etmeleri fayda vermez.”

وَلَا هُمْ يُنظَرُونَ “Onlara mühlet de verilmez.”

Bundan murat, kıyamet günüdür. Çünkü kıyamet günü, Allahın kâfirlere karşı mü’minlere yardım ettiği ve aralarını ayırdığı gündür.

Denildi ki: Bundan murat Bedir günü veya Mekkenin fethi de olabilir. Bu durumda ayette imanın kendilerine fayda vermeyeceği kimseler de, savaşta öldürülen inkârcılardır. Çünkü öldürülme esnasında iman onlara bir fayda vermez, kendilerine mühlet de verilmez.

Onların “Eğer doğru söyleyenler iseniz, şu fetih ne zaman?” demelerine cevap olarak bunun uygunluğu şu cihetledir: Onlar azabın hemen gelmesini isterlerken aslında o azabı yalanlayarak ve onunla dalga geçerek istediler. Verilen cevapta da, onların maksadına cevap verildi, “acele etmeyin, cezanız geliyor” manası hatırlatıldı.

 

30- فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ “Şimdi sen onlardan yüz çevir.”Ve onların yalanlamalarına aldırma!

Denildi ki: Bu ayet, seyf ayetiyle neshedilmiştir.[4>

وَانتَظِرْ “Ve bekle.”

Onlara karşı yardımı bekle.

إِنَّهُم مُّنتَظِرُونَ “Şüphesiz onlar da bekliyorlar.”

Onlar da Sana galip gelmeyi bekliyorlar.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

Her kim Secde ve Tebareke sûrelerini okursa, Kadir gecesini ihya etmiş gibi kendisine mükâfat verilir.”

Yine şöyle buyurur:

“Her kim evinde Secde sûresini okusa, şeytan üç gün onun evine giremez.”


 [1>Yani, aslında “Hiç mü’min olan kimse, fasık olan gibi midir?” derken bunların bir tutulmayacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca “Bunlar eşit olmazlar” denilmesi, hem bu manayı daha da kuvvetlendirir, hem de açıktan ifade eder.

[2>Bkz. Necm, 15

[3>Arablarda savaş öncesi yiğitler meydana çıkar, teke tek dövüşürler, dövüşmezden önce de her biri kendini över, karşıyı yerin dibine geçirmeye çalışırdı.

[4>İslâm’ın Mekke dönemiyle, Medine dönemi arasında farklılıklar olduğundan, dinin bazı hükümlerinde de farklılıklar olmuştur. Mesela, Mekke’de savaşa izin verilmezken, Medine’de verilmiştir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
32. Secde
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,112 kez okundu
Block title
Block content