KIRAAT İHTİLAFI
İhtilafa sebep olan bu kıraat farkları nedir?
Aslında ihtilafa sebep olan bu kıraat farkları büyütüldüğü kadar değildir; fakat müslümanların kitablarına olan hassasiyetleri, titizlikleri ve Kur'ân'ı muhafazaya olan hırsları, haklı olarak bu konuyu daha önemli kılmıştır. Kur'ân-ı Kerim açık bir Arapça ile nâzil olmuştur (Şuarâ, 195; Zümer, 37; Şuarâ, 7). Ayrıca hadis-i şeriflerde, Peygamberimiz (s.a.v), "Bu Kur'ân yedi harf üzere indirilmiştir. Ondan kolayınıza geleni okuyun" buyurmuştur. Bu da böylece hadislerle sabittir. Alimler, bu gibi hadislerde geçen "harf" kelimesinin mânâsı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Başlangıçta Kur'ân'ın Arap kabileleri arasında sür'atle yayılabilmesi için Cenâb-ı Hakk tarafından, Peygamberimize Arapça'nın değişik lehçeleriyle Kur'ânın okunmasına müsade verilmişti.
Arapların büyük çoğunluğu müslüman olup, Kur'ân'a ve Arapça'nın en fasih lehçesi olan Kureyş lisanına alışınca, yine asr-ı saâdette Kureyş lehçesi iyice yerleşmiştir. Bu değişik, lehçelerle okuyuş, her âyette olan birşey değildir.
Kur'ân'ın bazı kelimelerinin değişik telaffuzlarla okunması, bir takdim-tehir bulunması veya aynı mânâya gelen müteradif kelimeler şeklindedir (2).
Farklı hüküm, tezad ve tenâkuz ortaya çıkaracak şeyler değildir Kur'ân' tezad ve tenakuzdan münezzehtir (3).
İşte başlangıçta müsâade edilen bu farklı okuyuş, ayrı ayrı bölgelerde, birbirlerinden farklı telaffuzlu kimselerden alınıp, öylece oralarda yerleşince, bir kıraat ihtilafına sebep olmuştur.
Hz. Osman (r.a)'ın işte bu ihtilafı önlemek için istinsah heyetine, ihtilaf ettikleri noktalarda '' Kureyş lisanı ile yazmalarını, çünkü Kur'ân'ın onların lisanı ile indiğini" (4) söylemesi bundandır.
Kureyş lisanı demek, herhalde Arapça'nın en fasih lehçesi demektir. Yoksa Arapça'dan ayrı bir dil değildir. İşte Hz. Osman bu harf ile birliği sağlamak istemiştir. Bu görüşte olan âlimler şunlardır: Beyhaki, el-Ebheri, Kâmus sahibi Fi-ruzâbâdi, Ebu Ubeyd'dir (5).
İbn Kuteybe ve İbnü'l-Cezeri de bir yerde, harfin lehçe olduğunu söylemişlerdir (6). Büyük müfessir İbn Cerir et—Taberi de aynı görüşü savunur (7).
Muhakkik alim Tahâvi de aynı görüştedir. Bunu Tecrid-i Sarih'in ilgili yerlerinde, aynı görüşü savunan merhum Kâmil Miras ifade eder (8).
Ahmet Cevdet Paşa da buna uygun bir görüş belirtir (9).
Aynı görüşte olan Prof. Dr. Süleyman Ateş, İbn Abdilberr'in de bu görüşte olduğunu bildirir (10).
Bu ihtilafa bir diğer sebep de o zamanki Arap yazısının noktasız ve harekesiz oluşu ve bugünkü gelişmiş yerleşmiş imlâ kâidelerine sahib olmayışıdır (11).
Lehce farkını sadece bir kelimedeki telaffuz farkı olarak kabul etmek, dil vâkı'asına uygun düşmez. Lehçelerde aynı mânâya gelen değişik kelimeler de bulunabilir. Biz bu âlimlerin tercihine uyduk. Bunlar ictihâdi görüşlerdir (12).
İşte Hz. Osman (r.a), Kureyş lehçesi üzerinde birliği sağlamıştır. Bütün Ashab da onu tasvib etmiştir. Çünkü değişik harflerle okuyuş, belirli bir zaman için verilmiş bir rûhsat idi. Aynı harfler devam etseydi, ihtilaf nasıl önlenecekti? Halbuki Ashab ve ümmet Kureyş lisanı üzerinde icmâ ve ittifak etmekle bu birliği sağlamışlardır.
KUR'AN'IN YAKILMASI OLAYI
Kur'ân'ın yakılması olayı, kamu oyunda verilmek istenen imajdan çok farklı bir mâhiyet arzeder. Çünkü bu olay da Kur'ân'ın muhâfazası için alınan tedbirler halkasından birisidir. Bu hususta kaynaklarda fazla teferruatlı bir bilgi yoktur. Çünkü mes'elenin özü ve hedefi önemlidir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Hz. Osman (r.a), çoğaltılan mushafları önemli İslâm merkezlerine gönderince, bunlar dışında elde bulunan özel sahife ve mushafların bir rivâyete göre yakılmasını (13), bir rivâyete göre yırtılmasını (14) veya bir rivâyete göre yıkanıp temizlenmesini yani silinmesini emretti (15).
Burada (H) harfinin noktalı veya noktasız olmasından da değişik mânâ çıkabilir. Noktasız yakma, noktalı (Hı) yırtma, parçalama mânâsına gelmektedir. İbn Hacer "Rivayetlerin, çoğu yakma hususunda sarihdir" der. Belki de bazıları, yazıları iyice giderebilmek için önce yıkamış veya yırtmış, sonra da yakmışlardır. Yırtma, yıkama ve yakma birleştirilebilir (16).
Gömüldüğüne dâir de bir rivâyet vardır (17).
R. Blachere de her üç rivayetin bulunduğunu kabul eder (18).
T. Nöldeke, yakma işlemini gereksiz görür. Yakma yerine, yıkanıp temizlenir ve o malzeme yeni bir yazı için kullanılır, görüşünü ileri sürer (19).
Mes'elenin özü, bazı müsteşriklerin veya onlara tâbi olan kötü niyetli kimselerin vermeye çalıştıkları, Kur'ân'ın varlığını ortadan kaldırma mes'elesi değildir. Tam tersine Kur'ân'ın korunması için alınmış bir tedbirdir.
Hz. Osman örnek mushafları büyük İslâm merkezlerine gönderirken, az önce bahsettiğimiz kırâat ihtilâfını ortadan kaldırmak maksadıyla, şehirler halkına "Ben şöyle bir iş yaptım (Bundan başka) yanımda bulunan (sayfaları) yok ettim (sildim). Siz de (bundan başka) yanınızda bulunanları siliniz (20) talimâtını yazmıştır.
Hz. Osman, yaptığı te'lif, tanzim ve teksiri bütün ashabın görüşünü alarak onların ittifakıyla yapmıştır (21).
Birliği sağlamak için her güzel tedbiri almıştır. Onun Kur'ân'a bu hizmeti herkese nasib olmayan meziyetlerindendir (22).
Suveyd bin Gafele'nin Hz. Ali'den rivâyeti şöyledir. "Osman hakkında hayırdan başkasını söylemeyin! Vallâhi o mushaflara yaptıklannı ancak bizden bir cemâatin önünde yaptı (23).
O kendiliğinden Kur'ân'da asla bir değişiklik yapmamıştır. İbnu Zubeyr, Hz. Osman'a Bakara, 234, âyetinin başka bir âyetle nesh edildiğini söyleyerek, "Onu niçin yazıyor veya yerine koyuyorsun?" diye sordu. Hz. Osman'da "Yeğenim, Kur'ân'dan hiç bir âyeti yerinden değiştiremem" demiştir (24).
Hz. Osman resmi mushafları ortaya koyduktan sonra, içerisinde Kunut duâları, tefsir kabilinden Kur'ân'dan olmayan notlar ve âhâd yoluyla gelen rivâyetler gibi şeyler bulunan şahsi sahife ve mushafları yaktırmıştır (25).
Bu tedbir, dinen, eskimiş, silinmiş ve okuması zorlaşmış nüshaların, ortada hürmetsiz bir şekilde dolaşmaması için yakılması gibi bir şeydir. Bunda dinen bir sakınca yoktur (26).
Bunu ümmetin tasvibinden anlıyoruz. Hem ümmet, Hz. Osman'ın bu icrâatını benimsemeyi dindarlıklarının bir tezâhürü olarak görmüşlerdir. Yoksa A. Jeffery ve R. Blachere gibi müsteşrik ve misyonerlerin vermeye çalıştıkları nüshalar arasındaki zıtlık ve mübâyeneti Hz. Osman otoritesiyle ortadan kaldırmış değildir (27).
Bunun öyle olmadığını, ümmetin, Hz. Osman'ın yakma tedbirini de dindârâne bir görev bilerek benimsemeleri ve bu yüzden Osman mushaflarının kısa zamanda bütün İslâm beldelerinde tutulup yayılması ve birliği sağlaması gösterir. Ebu İshak, Musab bin Sa'd'ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Hz. Osman mushafları yaktırdığı zaman çok insanlara uğradım. Onlar bunu beğendiler. Onlardan hiç kimse bunu yadırgamadı (28).
Yine aynı zattan Muhammedin ashâbı "Vallahi, Osman iyi etti" dediler şeklinde de rivâyet gelir (29). İbn Battal, Hz. Osman'ın bu davranışından "Üzerinde Allah ismi yazılı şeyin yakılmasının câiz olduğu kanâatına varmıştır"(30).
Râfizilerin bu konuda Hz. Osman'ı ithamlarına gelince, bunların tutarsızlığını Hz. Ali'den naklettiğim ve edeceğim tarihi beyanlar ortaya koymaya kâfidir (31). Suveyd bin Ğafele Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivâyet eder:
"Ey insanlar! Osman hakkında aşırı gitmeyiniz. Mushaflar hakkında ve mushafları yakma hususunda onun için hayırdan başka bir şey söylemeyiniz. Vallahi o, mushaflar hakkında yaptığını bizden ileri gelen bir topluluğun hepsinin önünde yapmıştır" (32).
Yine Hz. Ali (ra) Osman mushafları yaktığı zaman "O yapmasaydı onu ben yapardım" demiştir (33).
Suveyd bin Ğafele Ali bin Ebi Talibi "Ey insanlar topluluğu!. Allah'tan korkunuz! Osman hakkında aşırı gitmekten ve Kur'ân yakıcısı demekten sakınınız. Vallahi, bunları bize, Rasulullah'ın ashabına danışmadan yakmadı" derken işittim demiştir (34).
Ömer bin Said, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Hz. Osman zamanında vâli (idareci) ben olsaydım, mushaflar hususunda Hz. Osman'ın yaptığı gibi yapardım" (35).
Hz. Ali (ra) da Osman mushafını okur, onu rehber ittihaz eder ve dâima onunla hükmederdi (36).
Bu ifâdeler karşısında, gulât-ı şia'nın ve onların iddialarını öne çıkaran müsteşriklerin tutumlarının ne kadar mesnedsiz, asılsız ve bâtıl olduğu ortadadır (37).
T. Nöldeke bile şöyle demek zorunda kalmıştır: "Böylece devlet adamı olarak o (Osman), en anlamlı işi yapmış, hâtırasını taçlandıran tek hareketi gerçekleştirmiştir (...) Tersine Abdullah bin Ömer ve Ali gibi ileri gelen kişiler her ne kadar- kişisel siyâsal olarak Osman'a karşı idilerse de bu konuda onunla uyuşmuşlardı" (38).
Şu halde Hz. Osman'ın gerekli şartları hâiz olmayan bozuk kırâatli suhuf ve mushafları yakma kararı şüphesiz hikmetli bir davranış olmuştur. Çünkü onların kalması, bilhassa insanların Rasulullah zamanından uzaklaşmasıyla ihtilâf sebeplerinin artmasına sebep olurdu. Hz. Osman'ın yaptığı sahâbe (r.a)'ün gönülden kabul ve tasvibine mazhar oldu (39).
Herkes onun mushafını benimseyip kendi mushaflarını yaktılar. Osman mushafında toplandılar (40).
Bunun bir istisnâsı Abdullah bin Mes'ud ise, önceki itirazından bilâhere vazgeçmiş ve cemâatin haziresine dönmüştür. Hz. Osman mushafının üstünlükleri, ümmetin onun üzerinde toplanması ve bu husustaki söz birliği ortaya çıkınca, Allah, İbn Mes'ud'a Osman mushafına dönmeyi ilham etmiştir. Çünkü onun mushafı tüm ümmetin mushafı idi. Böylece İslâm'ın semâsı ihtilâf ve niza' vebalarından temizlendi (41).
Yoksa bu birliği sağlamak için, müsteşriklerin iddia ettikleri gibi zor kullanılmamıştır. Hz. Osman (r.a)'ın memurlarının, her e-vi, çöldeki her çadırı, her köyü ve her şehri tarayıp da onlardaki mushafları yakmaları mümkün değildir(42).
Bu zorla olacak iş değildir. Nitekim Hz. Osman'ın emrine rağmen özel mushafların saklandığı, İbn Ebi Dâvud gibi kimselerin, Kitâbu'l-Mesâhif'de nüsha farklarını belirttikleri mushaflardan anlaşılmaktadır (43).
Ancak bunlar ümmetin tasvibine mazhar olmamış, sönüp gitmişlerdir.
HAFSA MUSHAFI VE SONUÇ
Burada son olarak yine büyütülmek istenen, Hafsa (r.a) mushafının yakılması rivâyetine temas etmek istiyoruz. Ebu Ubeyd ve İbn Ebi Dâvud, İbn Şihâb tarikiyle, Sâlim bin Abdullah'ın şu rivâyetini haber verirler: Mervan, Muâviye tarafından Medine vâlisi olduğu zaman, Hafsa'ya adam gönderip Kur'ân yazılı sahifeleri istiyordu. O da vermekten kaçınıyordu. Sâlim şöyle der: Hafsa vefât edip de biz onun defninden dönünce, Mervan kararlılıkla Abdullah bin Ömer'e adam gönderip "O sahifeleri kendisine göndermesini" istedi. Abdullah onları ona gönderdi. Mervan da onların yırtılmasını emretti. Mervan "Bunu sâdece aradan uzun zaman geçmesiyle, bu sahifeler hakkında birinin şüphe etmesinden korktuğum için yaptım" dedi (44).
Ebu Ubeyd'in bu rivâyetinde sahifelerin yırtıldığı bildirildiği halde, İbn Ebi Dâvud'un rivâyetinde, Mervan'ın aynı gerekçe ile o mushafı yaktığı haberi vardır (45).
Yıkadığı da rivâyet edilmiştir (46).
T. Nöldeke "Haber kuşkuludur. Verilen gerekçe Osman edisyonunun, Hafsa edisyonunun kopyası olduğu yolundaki olguyla uyuşmamaktadır" (47) der.
Bu haberin sıhhat derecesini bilmiyoruz. Ancak şunu biliyoruz ki, Mervan zamanından çok önceleri, Hz. Osman mushafları resmi mushaf olarak yayılmış, yerleşmiş ve bütün Ümmet tarafından benimsenmişti. Hz. Hafsa (r.a) 'ın mushafı zâten Hz. Osman mushafının esâsı olduğu için sâdece bir hatıra değeri taşıyordu. Bu rivâyet sahih bile olsa, ümmet olayı önemli görmediği için üzerinde durmamıştır.
Eğer esâsa dokunan bir şey olsaydı, büyük tepki olur, istisnâ kabilinden tepkilerin bile nakledildiği gibi o da nakledilirdi. Asırlar sonra bazı müsteşriklerin ve onların tesirinde kalan bazı şaşkınların, büyük bir şey varmış gibi bu mes'eleyi kurcalamaları hiç önemli değildir. Bu meselede asıl olan müslümanların tutumudur. Çünkü kitab, onların kitabıdır. Onlar kitabları konusunda her zaman için, herkesten çok daha titiz olmuşlardır. Hem sonra Hafsa (r.a) nüshası, elde olsa bile, ne bulunacak ki..?
Harf farklılıkları. Bunlar ise zaten çeşitli kitablarda yer alıyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, hüküm değiştirecek tezad ve mübâyenet olabilecek hiçbir şey yoktur. O halde daha ne aranıyor da, bir takım Kur'ân bilgisinden mahrum kimselere şüphe verilmek isteniyor? Eğer –hâşâ- öyle birşey olsaydı, bu zamanı beklemeden, daha fırkaların doğduğu asırda bunlar öne sürülürdü. Halbuki yetmişiki fırka, ellerindeki aynı Kur'ân metninin değişik yorumları ile birbirlerine karşı delil getirmeye çalışmışlardır. İbaresi üzerinde bir tartışmaları olmamıştır.
Sözü başa döndürüyor ve diyoruz ki: Cenâb-ı Allah selef-i sâlihin'e (Allah onlardan râzı olsun), Kerim Kitab'ını muhafaza yollarını İlham etmiş, gerekli tedbirleri aldırmış ve nezd-i ilâhisinden indiği şekilde korunmasını, Kendinden bir va'd olarak, onlar eliyle fi'len gerçekleştirmiştir.
Bugün müsteşrikler, Kur'ân'ın sağlamca muhafaza edilip, onu kendi kitabları seviyesine in dirememelerinin sıkıntısını duymaktadırlar (48).
Bunlardan birisi olan Leblois, Kur'ân'ın muhafazasındaki sağlamlıktan, İncil için, içine düşen hasreti şöyle dile getirir: "Kim istemezdi ki, Hz. İsâ'nın vefatından sonra, yakın tilmizlerinden birisi, onun talimini yazı ile kaydetmiş olsun" (49).
İşte Kur'ân-ı Kerim, sünnisi ile, şi'isi ile bir milyar müslümanın elinde, aynı şekilde mazbut ve mahfuz bir hüccet olarak yaşamaktadır.
DİPNOTLAR:
1) Buhâri, Fezâilü'l-Kur'ân, 5.
2) Bkz.: İbn Ebi Dâvud. s. 33-49 Bâkıllâni, s.23, 383-395; Mukaddemetân, s.45, 117; Zerke-şi, I, 211-227; Suyuti, I, 75-
83; 133-135; Zerkâni, I, 155-156; Subhi Sâlih, s. 109-112; M. A. Draz, s. 46-47.
3) M. İzzet Derveze, el Kıır'ân ve'l-Mülhidun, s.326.
4) Buhâri, Fezâilü'l-Kur'ân. 2.
5) Zerkâni, I, 180; El-Kâmusu'l-Muhit, 111,127, Kâhire, ts.
6) Zerkâni, 1, 163.
7) Câmi'ul-Beyân, 1, 20-22, 26.
8) Bkz., Sahihi Buhâri Muhtasarı Tecridi Sarih Terc,VII,312-319; IX, 28; XI, 231.
9) Hulâsatü'l-Beyân, s. 7-8.
10) Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, I, 43; 30 - 40.
11) O. Keskioğlu, s. 97.
12) A. C. Paşa, s. 12.
13) Buhâri, Fezâilü'l-Kur'ân, 4; Suyuti, I, 59.
14) Mukaddemetân, s. 274.
15) Bâkıllâni, s. 401; O. Keskioğlu, s. 99.
16) Fethu'l-Bâri, X, 395; Mukaddemetân, s. 274.
17) İbn Ebi Dâvud, s. 34.
18) İntroduction au Coran, s. 55
19) Kur'ân Târihi, s. 110.
20) İbn Ebi Dâvud, s. 22.
21) Mukaddemetân, s. 78.
22) Zerkeşi, I, 240; İbn Ebi Dâvud, s. 13.
23) İbn Ebi Dâvud, s. 22; Suyuti, I, 59; S. es-Sâlih, s. 86.
24) Suyuti, I, 60.
25) Bâkıllâni, s. 401; O. Keskioğlu, s. 99, 110.
26) Bkz. İbn Hacer, X, 395.
27) M. İzzet Derveze, s. 326; T. Nöldeke, s. 111.
28) İbn Ebi Dâvud, s. 12, Mukaddemetân, s.45; İbn Hacer. X, 395.
29) Mukaddemetân, s.45, 52; Zerkâni, I, 261.
30) İbn Hacer, X, 395.
31) Zerkeşi, I, 240.
32) İbn Ebi Dâvud, s. 22; Bâkıllâni, s. 359.
33) İbn Ebi Dâvud, s. 13; Mukaddemetân, 52.
34) Zerkâni, I, 262; T Nöldeke, s. 63, 110.
35) A.Yerler.
36) Bâkıllâni, s. 359.
37) Zerkâni, J, 282.
38) Kur'ân Tarihi, s. 63.
39) Subhi es-Sâlih, s. 82. 40) Zerkâni, I, 261.
41) Zerkâni, I, 261; Subhi es-Sâlih, s. 83.
42) M. İzzet Derveze, s. 325-326.
43) S. Ateş, Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, I, 12.
44) İbn Hacer, X, 395.
45) K. Mesâhif, s. 21.
46) Mukaddemetân, s. 22.
47) Kur'ân Tarihi, s. 136.
48) İ. Cerrahoğlu. s. 113; M. A. Draz, s. 42 - 43.
49) M. A. Draz, s. 31 (Le Koran et La Bible Hebraiquc'den naklen).