1. Kur'ân'ın lâfzındaki kapsamlılık; bir sözün pek çok anlamı içine alması:
Kur'ân'ın her bir kelâmının, her bir kelimesinin, her bir harfinin, hatta bir sükûnunun çok vecihleri, çok yönleri vardır.
Her muhataba, her seviyeden ve her anlayıştan insana ayrı ayrı, farklı farklı mânâları vardır.
Bu yönüyle Kur'ân, mânâları mutlak, yani kayıtsız ve sınırsız bırakır, böylece muhataba geniş bir mânâ derinliği verir.
Meselâ 'Ulâike humu'l müflihûn (İşte felâh bulanlar, kurtuluşa erenler onlardır)' derken kimin kurtuluşa ereceğini, kimin zafer bulacağını mutlak bırakıyor, belirtmiyor, herkes istediğini içinde bulsun diyor.
Böylece Kur'ân sözü az söyler, tâ ki uzun olsun.
'Felâh (kurtuluş)' şöyle anlaşılabilir:
● Bir kısım muhatabın maksadı Cehennem ateşinden kurtulmaktır.
● Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür.
● Bir kısmı ebedi saâdeti arzu eder.
● Bir kısmı yalnız Allah'ın rızasını ister.
● Bir kısmı Allah'ın Nur Cemalini görmek ister.
Böylece kimin kurtuluşa ereceğini belirtmeyip sükutla geçerek güya şöyle diyor:
● 'Ey Müslümanlar, müjde size!
● 'Ey takva sahipleri, sen Cehennemden felâh bulur-sun.
● 'Ey sâlih, sen Cennette felah bulursun.
● 'Ey ârif, sen Allah'ın rızasına nail olursun.
● 'Ey âşık, sen Allah'ın rü'yetine mazhar olursun.'
2. Kur'ân'ın mânâsındaki kapsamlılıkla birbirinden farklı pek çok topluluklara rehber oluşu:
Kur'ân-ı Kerîm bütün müçtehidlerin ortak kaynağıdır. Her müçtehid ve mezhep imamı içtihadında önce Kur'ân'ı esas almış, dinî hükümleri Kur'ân'da bulmuş ve Kur'ân'dan çıkarmıştır.
Bütün ârifler, irfan sahipleri ve İlâhi marifete ulaşanlar, Allah'ın varlık ve birliğinde, Tevhidde ve hakikatte aklen, kalben ve ruhen birer uzman olan ârif-i billahlar dersleri-ni Kur'ân'dan almışlar, zevklerini, hazlarını ve lezzetleri-ni Kur'ân'la tatmışlar, Kur'ân'la anlamışlardır.
Bütün tasavvuf erbabı, İlâhi vuslata ulaşan gönül erleri, kalb ve ruh eğitimcileri, muhtaç gönülleri İlâhi çeşmeye davet eden Hak erenleri hep Kur'ân'ı rehber almışlardır.
İnsan-ı kâmil vasfını taşıyan kemal sahibi, üstün vasıflı insanlar, mü'min ruhları seyr ü sülûka çağıranlar, mânâyı ve mâneviyatı tattıranlar; halleri, hayaları, edepleri, örnek bakış ve görüşleriyle çevrelerine hakikat incileri saçanlar Kur'ân'la yüceliklere ermişlerdir.
Bütün ilim ve hakikat ustaları, kafa ve beyin zenginleri, akıl ve idrak sahipleri, âlimler ve allâmeler, ulemâ ve dâhiler, önlerini ve yollarını, icatlarını ve keşiflerini, çizgilerini ve mezheplerini Kur'ân'da bulmuşlar, çıkarmışlar ve kitaplarına almışlar. Yüzbinlerce cilt kitapla dünyaya ilim, irfan; hak ve hakikat dersini vermişler.
3. Kur'ân'ın içerdiği bilimlerin kapsamlılığı:
Başta tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh olmak üzere dinî i-limler; en önde tasavvuf olmak üzere manevî ilimler, Kur'ân'a dayandıkları gibi; birer öz ve prensip olarak fizik, kimya, biyoloji, astronomi ve tıp gibi müsbet ilimler de Kur'ân kaynaklıdır.
Her şeyiyle bir gayb âlemi olan âhirete ait bilgiler, Cennet ve Cehennem gibi aklın kavramakta zorlandığı malumatları gerçek anlamda ve doğru bir şekilde sadece Kur'ân haber vermektedir.
Bunun içindir ki, Kur'ân'da kıyamet tasvirleri, Cennetin bütün nimetleri, Cehennemin bütün azap çeşitleri, mahşer yerinin ve mizanın bütün bilgileri, en ince detay-lara varıncaya kadar Kur'ân'da yer almıştır.
Bundan dolayıdır ki, sonsuz âlemlere merak saranlar, meraklarını sadece Kur'ân'la giderebilirler.
4. Kur'ân'ın konuları ele alışındaki kapsamlılık:
Kur'ân insan ve insanla ilgili bütün meselelerden, kâinat ve kâinatla alakalı bütün konulardan açıkça ve genişçe söz eder. Göklerden ve yerden, dünyadan ve âhiretten, geçmişten ve gelecekten, ezelden ve ebedden, her şeyden eksiksiz bahseder.
İnsanın ana rahmine düşmesinden tâ kabre girmesine kadar, yemek ve içmek âdâbından yatıp kalkma âdâbına, insanın kader ve kaza ile olan ilişkisine varıncaya kadar her yönüyle insanı ele alır.
Cenâb-ı Hakkın insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden bütün bir semayı kudret elinde tutmasına kadar, yeryüzü bahçesindeki çiçek, üzüm ve hurmadan tut, kıyametin kopmasına varıncaya kadar, dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar, âhiretin ilk girişi olan kabirden berzaha, mahşerden sırat köprüsüne, tâ Cennete ve ebedi saâdete varıncaya kadar, Hazret-i Âdem'in ilk yaratılışından ve iki oğlunun kavgasından tâ Nuh (a.s.) tufanına, Firavun'un kendisinin ve kavminin denizde boğulmasına ve bütün peygamberlerin başlarından geçenlere varıncaya kadar hepsinden mükemmel bir şekilde bahseder.
5. Kur'ân'ın üslûp ve özlü ifadesindeki kapsamlılık:
a. Bir âyette bir sûreyi, bir sûrede Kur'ân'ı ve kâinatı topla-yan kapsamlılık:
Kur'ân'daki âyetlerin çoğu, her biri birer küçük sûre, sûrelerin çoğu ise her biri birer küçük Kur'ân gibidir. Bu ise çok güzel bir kolaylıktır. Çünkü herkes her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde ya bilgisizliğinden veya başka bir sebepten dolayı her vakit bütün Kur'ân'ı okumaya zaman ve fırsat bulamaz. Kur'ân'dan mahrum kal-mamak için her bir sûre birer küçük Kur'ân hükmünde-dir. Hatta her bir uzun âyet birer kısa sûre yerine geçer.
Hatta Kur'ân'ın Fatiha'da, Fatiha'nın da Besmele içinde bulunduğuna keşif ve keramet sahibi zatlar ittifak etmişlerdir.
b. Kur'ân'ın herkesin her türlü ihtiyacına cevap veren kapsamlılığı:
Kur'ân âyetlerinde emir ve yasaklar, Cennet müjdesi ve Cehennemden sakındırma, teşvik ve korkutma, kötülükten uzaklaştırma, doğruya irşad etme, kıssalar ve mi-sâller, hükümler, Allah'ın varlık ve birliğini tanıtan konular, kevnî ilimler ve kanunlar, şahsi ve sosyal hayatın şartları, kalbî ve manevi hayat, âhiret hayatı gibi insanın ihtiyacı olan her şeyi içinde bulundurduğundan dolayıdır ki, 'İstediğin her şey için Kur'ân'dan her ne istersen al' denmiştir.
Kur'ân'da öyle bir kapsamlılık vardır ki, Kur'ân âyetle-ri her derde deva, her ihtiyaca gıda olabilir.
c. Kur'ân'ın mûcize derecesinde özlü oluşu:
Kur'ân bazen, uzun zincirleme bir hakikatin iki yönünü öyle bir biçimde anlatır ki, o hakikati çok güzel gösterir.
Meselâ, 'Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ağaç çıkarır, onunla ateşinizi yakarsınız' mealindeki âyet-i kerîmede geçen nimetleri hatırlatarak asıl olan zincirleme haki-kati anlatır.
Bundan önceki iki âyette şu hakikat dile getirilmiştir: İsyana sapan insanın, 'Çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diye meydan okur gibi inkârına karşı Kur'ân şöyle der:
'Kim başlangıçta yaratmışsa O diriltecek. O yaratan Zat ise her bir şeyi her bir haliyle bilir. Hem size yeşil ağaçtan ateş çıkaran Zat, çürümüş kemiğe de hayat verebilir.'
Yani: Size ağaçtan meyveyi ve ateşi, ottan erzakı ve sebzeleri, topraktan hububatı ve bitkileri verdiği gibi, yeryüzünü size hoş ve her bir erzakınızın içine konulduğu bir beşik ve dünyayı güzel ve bütün ihtiyaçlarınızın içinde bulunduğu bir saray yapan Zattan kaçıp başıboş kalıp, yokluğa gidip saklanılmaz. Vazifesiz olup, kabre girip uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.
Sonra Kur'ân haşrin bu deliline işaret olan 'yeşil ağaç' kelimesiyle der ki:
'Ey haşri inkâr eden adam! Ağaçlara bak. Kışta ölmüş kemikler gibi sayıya gelmez çokluktaki ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hatta her bir ağaçta yaprak, çiçek ve meyve vererek haşrin üç örneğini gösteren bir Zata karşı, inkâr ile, akla sığıştıramamakla kudretine meydan okunmaz.'
Sonra Kur'ân bir delile daha işaret eder:
Size ağaç gibi sert, katı ve karanlıklı bir maddeden ateş gibi latif, hafif ve nurlu bir maddeyi çıkaran bir zatın, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat, nur gibi bir şuûr vermesini nasıl aklınız almaz?
Kur'ân haşrin bu deliline daha açıklayıcı şöyle bir mâ-nâ getirir:
Arap bedevileri için kibrit yerine ateş çıkaran meşhur ağacın yeşilken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit ateşi ya-ratan ve rutubetiyle yeşil, ve hararetiyle kuru gibi iki zıt özelliği bir araya getirip onu buna sebep kılmakla her bir şey, hatta asıl unsurlar ve esas özellikler Onun emrine bakar, Onun kuvvetiyle hareket eder. Hiç birisi başıboş olup kendi kendine hareket etmediğini gösteren bir Zatın, top-raktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı, topraktan yeniden çıkarması akla ters gelmez, isyan ile Ona meydan okunmaz.
d. Kur'ân'ın cüz'î olaylarda kapsamlı kanunları dile getiren özlülüğü:
Kur'ân hakikatleri o kadar özlü, o kadar kapsamlı ve derindir ki, bazen bir denizi bir ibrikte gösterir biçimde, çok geniş, çok uzun temel düsturları ve genel kanunları sıradan insanlara bile bir merhamet eseri olarak basit bir yöntemle ve özel bir olayla gösterir.
Bazen bir kelimenin içine açık olarak veya işaret şek-linde bir davanın delillerini gösterir.
Birinci misâl:
Âdem Aleyhisselama meleklerin secde edip, şeytanın secde etmemesi gibi özel bir olayla şu geniş hakikati ders verir:
Balıktan meleğe varıncaya kadar pek çok varlık insanoğlunun emrine verildiği ve ona itaat ettiği gibi, yılandan şeytana varıncaya kadar pek çok zararlı varlık da ona itaat etmeyip düşmanlık etmektedir.
İkinci misâl:
Hz. Mûsa'nın kıssasında geçtiği gibi, tanrılık iddiasında bulunan Firavun, veziri olan Hâman'a emir verir: 'Bana yüksek bir kule yap, gökleri gözetleyip bakacağım. Uzayın gidişatından, acaba Mûsa'nın dava ettiği gibi se-mada tasarruf eden bir ilâh var mıdır?' Kule anlamına gelen 'sarhan' kelimesiyle Kur'ân, şu basit olayla dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Yaratıcıyı tanımadığından tabiata taparak tanrılık dava eden, despotluğunun izlerini göstermekle adını yaşatan, şöhrete düşkün oluşuyla dağlar gibi piramitleri inşa eden, sihre ve öldükten sonra ruhun beden değiştirmesi olarak bilinen reenkarnasyona inanıp cesetlerini mumyalattıktan sonra dağlar büyüklüğündeki mezarlarda muhafaza altına alan Firavunların geleneklerinde geçerli olan çok garip bir prensibe işaret eder.
Bir başka misâl:
Kur'ân, Hz. Mûsa'nın peşine düşen Firavun'un Kızıldeniz'de boğulmasından yüzyıllar sonra cesedinin sahile vurması sonucu, mumyasız olduğu halde dört bin senedir bozulmayıp kalması hususunda Firavun'a şöyle der:
'Bugün senin cesedini kurtaracağız.'
Bu âyetle Kur'ân, bütün Firavunların reenkarnasyona inandıkları için cesetlerini mumyalatarak geçmişi gelecek nesillerin gözleri önünde sergilemekle, ölüm dolu ibretli bir hayatta kalma anlayışlarını ifade eder.
Yirminci yüzyılın başında ise denizde boğulan Firavun'un cesedinin bulunmasıyla, zaman denizinin dalgaları üstünde şu asır sahiline atılacağını gaybî bir işaret şeklinde mûcize olarak dile getirir.
(Bilindiği gibi Firavun'un bu cesedi İngiltere'de Louvre Müzesinde sergilenmektedir.)
e. Kur'ân'ın gerek içerik, gerekse üslûp itibarıyla bütün üstünlükleri, hiçbir karışıklığa yol açmadan kendisinde toplayan kapsamlılığı:
Kur'ân'ın sûre ve âyetlerine ve özellikle sûre ve âyetlerinin başlarına dikkat edilse görünür ki, belâğat kaidelerinin bütün çeşitlerini, güzel sözlerin bütün kısımlarını, üstün üslupların bütün sınıflarını, güzel ahlakın bütün özelliklerini, müspet ilimlerin bütün özlerini, İlâhi marifetin bütün içeriklerini, şahsi ve sosyal hayatın bütün faydalı prensiplerini, kâinatta var olan üstün hikmetlerin bütün nurlu kanunlarını bir araya getirmekle beraber hiçbir karışıklık eseri yoktur.
O kadar farklılıkları bir arada toplayıp bir münakaşa, bir karışıklık çıkarmamak, hâkim bir îcaz düzeninin işi olabilir.
Bu bütünlük içinde şu nizamla birlikte kara cahilliğin kaynağı olan hârika olayları sıradanlaştıran perdeleri keskin açıklamalarıyla yırtmak, sıradanlık perdesi altında gizli olan pek çok hârikalıkları çıkarıp göstermek ve din-sizliğin temeli olan tabiat tağutunu delillerin elmas kılıcıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını gök gürlemesi gibi seslerle dağıtmak ve felsefeyi âciz bırakan kâinatın kapalı tılsımını ve âlemin yaratılışının bil-mecesini açıp keşfetmek, ancak hakikati gören, gaybı bilen, hidâyet nuru saçan ve hakkı gösteren Kur'ân gibi bir mûcizenin işidir.
Kur'ân, Kâinat Sahibinin çok yüce, çok ciddi ve hakiki bir konuşması ve konuşturmasıdır. Bunun taklidi hiçbir şekilde mümkün değildir. Sadece O söyler ve söylettirir. Kur'ân'ı en ufak bir biçimde dahi taklit eden çıkmamış ve çıkamamıştır.
262-Bakara Sûresi, 5
263-Yâsin Sûresi, 80
264-Ğâfir Sûresi, 36
265-Yunus Sûresi, 92
266- Bakara Sûresi, 23