1. Kur'ân'ın meydan okuyuşuna karşılık, onun benzerini kimsenin getirememesi:
Kur'ân'ın ifadesindeki üstünlük onun en büyük mûcizelik yönüdür. Kur'ân-ı Kerîm, kendisine inanmayanlara meydan okur. Onlara Kur'ân'ın bir benzerini getirme konusunda karşılık vermeye davet eder:
'Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi onun benzeri bir sûreyi getirin.'
Ancak Kur'ân'ın karşısında yer alanlar, onun bir sûre-sinin değil, bir âyetinin bile benzerini getirmeye cesaret edemezler, âciz kalırlar. Kur'ân'ın bu meydan okuyuşu karşısında susar, bir iki satırla dahi olsa cevap veremez-ler. Böylece en kısa, en rahat ve en hafif bir yolu terk eder-ler; onun yerine en tehlikeli, mallarını ve canlarını belaya atacak uzun bir yolu tercih ederler. 'Sözle karşılık verme yerine kılıçla karşılık verme' gibi zorlu bir yolda yürürler.
Milyonlarca Arapça kitap yazıldığı halde hiçbirisi Kur'ân'a benzemez. Âlim olsun, âmi olsun, bir kimse, bir o kitaplara baksa, bir de Kur'ân'a baksa, 'Kur'ân bunlara benzemez, hiçbirisi onun benzeri olamaz' diyecektir.
Zaten o zamandan bu zamânâ kadar hiç kimse Kur'ân'a benzer bir kitap veya Kur'ân sûrelerine benze-yen bir sûre yazmaya teşebbüs edememiştir. Zaten teşeb-büs edilseydi, bu durum duyulacak ve bilinecekti. Olma-dığına ve olamayacağına göre, demek ki, Kur'ân-ı Kerîm her şeyiyle Allah kelâmıdır. Müseylime-i Kezzap gibi kendini peygamber olarak ilan eden bazı sahtekârlar o dönemde bazı şiirimsi şeyler karalamış olsalar da, o sözler birer gülünç ve hezeyan şeklinde tarihe geçmiştir.
2. Kur'ân'ın kelime ve cümlelerindeki düzen ve birbiriyle
ilişkileri:
Nasıl ki saatin; saniye, dakika ve saati sayan ve birbirini tamamlayan bir sistemi varsa, aynı şekilde Kur'ân-ı Kerîmin de her cümlesindeki kelimelerin birbirleriyle irtiba-tı, ilişkisi ve bağlantısı vardır.
Her kelime ve her harf arasında çok sıkı ve kopmaz bir bağ vardır. Bir kelimeyi veya bir harfi aradan çıkarmak mümkün olmadığı gibi, bir başka kelimeyi ve harfi ilave etmek de mümkün değildir.
Meselâ İhlâs sûresinde Tevhidin ispatı yapılır. Her cümle ve her kelimenin biri diğeriyle irtibatlıdır.
Meselâ, ilk âyette, 'De ki, o Allah'tır' denir. Bu cümlenin diğer cümlelerle şöyle mantıki bir bağı vardır:
Çünkü O birdir, çünkü onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, her şey Ona muhtaçtır.
Çünkü O doğurmamıştır (anne olamaz).
Çünkü O doğurulmamıştır (çocuk olamaz).
Çünkü O hiçbir şeye benzemez.
Böylece altı cümlenin herbiri bu şekilde biri diğerinin hem delili, hem de ispatıdır.
3. Kur'ân'ın mânâsındaki üstünlük:
Kur'ân gelmeden önce, insanlık koyu bir cehalet karan-lığı içindeydi. Her şey mânâsız ve anlamsız bir biçimde görünüyordu. Ama Kur'ân gelir gelmez, yerin, göklerin ve ikisi arasındaki her şeyin Allah'ı zikir ve tesbih ettiğini, o varlıkların mânâsız ve başıboş olmadıklarını anlattı. Birdenbire her şey değer ve mânâ kazandı.
'Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder.' , 'Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder' gibi âyetlerin anlattığı üzere, uzayda birer ateş parçası olan yıldızlar ve yerdeki perişan varlıklar 'tesbih etmeleriyle', işitenlerin gözünde, gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar mânâ dolu birer kelime ve hakikat saçan birer ışık oldu.
Yerküre bir baş haline geldi, karalar ve denizler birer dil şekline dönüştü. Hayvanlar ve bitkiler kendi dillerine ve hallerine göre zikir ve tesbih eden birer memur oldular.
Bir başka âyette şu mânâlar hatırlatılıyor:
'Ey âcizliği ve küçüklüğü ile gurur ve inada kapılan insanlar ve cinler! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi elinizden gelirse mülkümün sınırlarından çıkınız.
Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanın emirlerine karşı geliyorsunuz; yıldızlar, aylar ve güneşler emrinde çalışırlar, itaat ederler.
'İsyan ederek öyle bir sultana karşı geliyorsunuz ki, onun öyle büyük itaatli askerleri vardır ki, faraza şeytanlarınız dayanabilseler onları dağ gibi güllelerle taşlayabilir.
'Siz isyan etmekle öyle bir kanunu çiğniyorsunuz ki, o kanunla öyleleri bağlıdır ki, eğer lüzum olsa dünyanızı yüzünüze çarpar gülleler gibi yıldızları üstünüze Allah'ın izniyle yağdırabilir.'
4. Kur'ân'ın üslûbundaki benzersizlik ve olağanüstülük:
Kur'ân'ın üslubu hiçbir insanın üslubuna benzemeyecek kadar hârika ve ikna edicidir. Kur'ân hiçbir şeyi, hiç bir kimseyi taklit etmemiş, hiç kimse de onu taklit edememiştir. Nasıl gelmişse o şekilde üslubunu, tazeliğini, orijinalliğini muhafaza etmiştir.
Bir kısım sûrelerin başlarında yer alan 'Elif lâm Mîm', 'Elif Lâm Râ' gibi mukattaât harfleri, Allah ile Peygamberimiz (a.s.m.) arasında birer şifre olduğu gibi, pek çok sırları ve gizli mânâları da içermektedir.
Kur'ân'ın bu genel üslubuna bir örnek:
Meselâ Amme Sûresine dikkat edilse âhireti, Cennetin ve Cehennemin hallerini öyle güzel bir üslûpla anlatır ki, şu dünyadaki İlâhi fiil ve eserler ahiretteki hallere bakar, ispat eder ve kalbi ikna eder.
Sûrenin başında kıyamet gününü ispat ederken de şöyle der:
'Size yeryüzünü güzelce serilmiş bir beşik, dağları evlerinize ve hayatınıza defineli birer direk, hazineli birer kazık, sizi birbirini seven, ünsiyet eden çiftler, geceyi uyku ve rahatınız için bir örtü, gündüzü geçiminiz için bir meydan, güneşi ışık verici ve ısıtıcı bir lamba, bulutu ise bir çeşme gibi yarattım.
'Basit bir sudan, bütün rızkınızı taşıyan çiçekli ve meyveli birçok şeyi kolayca ve kısa bir zamanda Biz icat ederiz.
'Öyle ise her şeyin birbirinden ayrıldığı gün olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek de Bize ağır gelmez.'
Yine Hûd Sûresinde Nuh Tufanını anlatırken, peygamberlerini dinlemeyen ve azabı hak eden Nuh kavmi-nin helak edilmesi için göklere ve yere emir verir, tufan da görevini yaptıktan sonra şöyle emreder:
'Ey arz, suyunu yut, ey semâ, işin bitti.
'Su çekildi, dağın başında çadır vazifesini gören gemi-si kurtuldu, Cûdi dağına oturdu, zalimler cezalarını buldular.'
Böylece yer ve gök iki asker gibi emri dinlerler, itaat ederler.
Bu misâlle şu hakikate işaret ediyor:
'Yer ve gök itaat eden iki asker gibi emirlerine bakan bir zata isyan edilmez ve edilmemelidir.'
5. Kur'ân'ın lâfzındaki olağanüstülük; tekrar tekrar okunmasına rağmen usandırmaması:
Kur'ân binlerce defa okunsa usandırmaz, belki lezzet verir. Küçük bir çocuğun hâfızasına ağır gelmez, Kur'ân'ı ezberleyebilir.
En basit ve kısık bir sesten rahatsız olan en ağır hastaları rahatsız etmez, kulaklarına hoş gelir.
Son anlarını yaşayan bir insanın beynine bir şerbet gibi gelir. Kur'ân'ın zemzemesi bu haldeki bir insanın kulağı-na ve ağzına giren zemzem suyu gibi lezzet verir.
Usandırmamasının sırrı ise şudur:
Kur'ân kalblere güç ve gıdadır, akıllara kuvvet ve zenginliktir, ruhlara su ve ışıktır, nefislere ilaç ve şifadır. Her gün ekmek yeriz, usanmayız, fakat en güzel bir meyveyi her gün yesek usandırır.
Demek ki, Kur'ân'da öyle hak ve hakikat, doğruluk ve hidâyet ve hârika bir fesâhat vardır ki usandırmıyor. Devamlı gençliğini koruduğu gibi, tazeliğini de koruyor.
Kureyş kabilesinin reislerinden meşhur bir belâğat ustası, müşrikler tarafından Kur'ân'ı dinlemesi için gönderilmiş, dinledikten sonra gelmiş ve hayranlığnı şöyle ifade etmiştir:
'Şu kelâmın öyle tatlılığı ve tazeliği var ki, insan sözü-ne benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların sözlerine hiç benzemez. Olsa olsa çevremizdeki insanları kandırmak için sihir demeliyiz.'
6. Kur'ân'ın konuları açıklamasındaki olağanüstülük:
Kur'ân'ın açıklamalarında çok üstün bir güzellik vardır. Kur'ân, Cenneti ve ebedi saâdeti anlatırken âb-ı kevser gibi hoş, Cennet çeşmesi gibi akıcı, Cennet meyveleri gibi tatlı, huri elbisesi gibi güzeldir.
Kıyamet ve Cehennemden bahsederken, küfür ehlinin kulağında kaynayan kurşun gibi, beyninde alevlenen ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde hücuma geçen Cehennem gibi, midesine acı dikenli ot gibi tesir eder.
Ayrıca Cehennem gibi bir azap memurunun, öfkesinden ve kızgınlığından parçalanma derecesine gelmesi, Kâinat Sahibinin tehdidinin şiddetini gösterir.
* * *
Kur'ân-ı Kerîmi medih ve övgü makamında meselâ, beş sûrenin 'Elhamdülillah' kelimesiyle başlaması, Kur'ân'ın açıklamalarının güneş gibi parlak, yıldız gibi ziynetli, gökler ve yer gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara merhamet etme gibi şefkatli, âhirette Cen-net gibi güzeldir.
Günahlı işleri kötü gösterme konusunda ise, meselâ gıybet hakkında 'Bazınız bazınızın gıybetini yapmasın. Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?' derken, 'Vicdanınız nerede, fıtratınız bozulmuş mu ki, en acınacak bir halde bir kardeşinin etini yemek gibi çirkin bir işi yapıyor' açıklamasını getiriyor.
Kur'ân, iman hakikatlerini ispat ederken meselâ haşir hakkında, 'Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine, yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan el-bette ölüleri de diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir' âyetiyle akılları teskin ediyor.
Yâsin Sûresinin ilk âyetinde 'Hikmetli Kur'ân'a kasem ederim, sen resullerdensin' diyerek Kur'ân, Kur'ân'ı anla-tırken, şu hakikati dikkatimize veriyor:
'Sen resulsün. Çünkü senin elinde Kur'ân vardır. Kur'ân ise haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü içinde ha-kiki hikmet ve mûcize mühürleri vardır.'
* * *
İnsanlara hakkı göstermede ve anlatmada Kur'ân'ın açıklamaları o kadar etkili, o derece cana yakın ve sıcaktır ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi, merakla aklı ve gözü yaşla doldurur.
Meselâ, İsrailoğullarına der ki: 'Mûsa Aleyhisselamın asâsı gibi bir mûcizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki, Mûsa Aleyhisselamın bütün mûcizelerine karşı ilgisiz kalarak gözünüz kuru, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor.'
Kur'ân'ın, karşısına çıkan muhataplarını susturmada ve çaresiz bırakmadaki üslubuna bir misâl olarak şu âyet verilebilir:
'Eğer Kur'ân'da bir şüpheniz varsa, size yardım edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarınızı çağırınız, bir tek sûresine bir nazire yapınız, bir benzerini getiriniz.'
Bunun gibi âyetlerle Kur'ân'a itiraz edenlerin ellerini ve kollarını bağlı olarak bırakıyor.
257-Bakara Sûresi, 23
258-Hadîd Sûresi, 1
259-Hûd Sûresi, 44
260-Hucurat Sûresi, 12
261-Rum Sûresi, 50
262-Bakara Sûresi, 23