Kur'ân-ı Kerîm okurken "Allah'ın kelimeleri tükenmez" ifâdesi dikkatimi çekerdi. Kelimetullah ne olabilirdi? Uzun bir müddetten beri bu mefhûmu araştırmayı içimden geçiriyordum. Nitekim büyük müfessir Fahreddîn er-Râzî (606/1210) de "Kelimetullah konusunda gâmız, derin ve yüksek bahisler vardır" der. (1) Bu söz de benim merâkımda ne kadar haklı olduğumu ifâde eder. Şimdi Cenâb-ı Hak fırsat verdi. Bir Kur'ân mefhûmu olan kelimetullah'ın lugat ve tefsir kaynaklarından araştırmasını yaptım. Görüleceği gibi bazı tesbitlerimiz olacaktır. Yine de her şeyin en doğrusunu şüphesiz ki Allah Teâlâ kendisi bilir. Bu çalışmamız benim gibi bu kavramı merak edenler için, bir nebze faydalı olursa, Allah'a hamdeder, kendimizi bahtiyar addederiz.
Önce "Kelime"nin lugat mânâlarını ele alalım: KLM kökü iki asıl mânâ ifâde eder: 1. Anlatıcı, ifâde edici konuşma. 2. Yaralama'dır. Sonra bu kök genişletilerek, anlatıcı tek lâfza, kıssa'ya, uzun da olsa kasideye kelime denilmiştir. Çoğulu kelimât ve kelim'dir.2 Bu her iki mânâyı dile getirdiği mısrâ'ında Şâir şöyle der: "Asıllı (Doğru) sözler, yaraların en derini gibi etkilidir" demektir. Yine bir başkası "Dil yarası el yarası gibidir" demiştir.3 Dilimizde de "Dil yarası el yarasından ağırdır" denir. Yâni birisi maddî yönden, diğeri mânevî yönden etkileyici olmaktadır.
Kelime, isim, fiil, harf gibi tek lâfza denildiği gibi, kendi kendisine yeterli söze, kelâm veya kavil mânâsına da kelime denilmektedir ki cümle demektir.4 Kelime-i Şehâdet derken, bu kullanılışla, iki şehâdet sözünü, cümlesini kasdederiz.
Daha sonraki açıklamalarımızda da görüleceği gibi, kelimenin en şümullü anlamını "söz" kelimesi ile karşılayabiliriz. Söz, çoğu âyetlerde geçen mânâyı karşılamaktadır, denilebilir. Nitekim Yüce Allah, cennetten çıkarılan Âdem babamızın tevbe için Cenâb-ı Hak'dan vahiyle bir takım, kelimeler aldığını bildirmektedir: "Derken Âdem Rabbinden bir takım kelimeler aldı, O'na yalvarıp tevbe etti. O da tevbesini kabul buyurdu. Çünkü tevbeyi çok çok kabul eden asıl esirgeyici O'dur" (Bakara, 2/37)- Bu âyet-i kerîmede geçen kelimeler, sözler mânâsına gelmektedir. Âdem (as), kendisine bildirilen o sözlerle Allah'a tevbe etmiş, Cenâb-ı Hak da tevbesini kabul buyurmuştur. Âdem (as)'in Allah Teâlâ'dan aldığı tevbe kelimeleri (sözleri)'nin müfessirlerden bazılarınca şu sözler olduğu ifâde edilmiştir: (Âdem ile Havvâ) dediler ki: "Ey Rabb'imiz, biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bizce acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz" (A'raf, 7/23)5.
Yine Kur'ân-ı Kerîm'de İbrâhim (as)'ın bir takım kelimelerle imtihan edildiği ifâde edilmektedir. "Bir zamanlar Rabbi İbrâhim'i bir takım kelimelerle imtihan etmiş, o da bunları tamâmen yerine getirince: "Ben seni insanlara önder yapacağım" demişti. (İbrâhim): "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbî)" dedi. Allah: "Zâlimlere ahdim ermez (onlar için söz vermem)" buyurdu (Bakara, 2/124). İbrâhim (as)'in imtihan edildiği kelimeler hakkında tefsirlerde çeşitli izahlar vardır. Bunlar, Cenâb-ı Hakk'ın İbrâhim (as)'i mükellef tuttuğu emirlerdir. 6 Oğlu İsmail (as)'i kurban etmesini istemesi de bu emirlerden birisi olabilir. Yâni bu kelimeler her hâl ü kârda Yüce Allah'ın İbrâhim (as)'i imtihan ettiğini bildiren sözleri yani kelimeleridir. 7 Şüphesiz her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
Allah'ın Kelimesi Tamdır
"Rabb'inin kelimesi (sözü) doğruluk ve adâldet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir." (En'âm, 6/115). Taberî (310/923), bu âyetteki "Rabbinin kelimesinin Kur'ân olduğunu söylemiştir. Nitekim Kur'ân'a kelâmullah denildiği gibi, Arapların şâirin kasidesine bile kelime dediklerini ifâde eder.8 Fahreddîn er-Râzî ise, bu âyetteki "Rabbinin" kelimesinin va'd, va'îd, sevab ve ikâb cinsinden şeyler olduğunu ve ayrıca Allah'ın kelimelerinin ezelde tahakkuk ettiğini, artık ondan sonra bir şey meydana gelmeyeceğini ifâde eder. "Kur'ân da bulunan şeyler iki çeşittir: Haber ve teklif. Eğer onlar haber cinsinden ise, Allah'ın kelimesi doğrulukça tamamlanmıştır. Teklif cinsinden ise, adâletçe tamam olmuştur" der.9 "Ve temmet kelimetü rabbike" Allah Teâlâ'nın "Bugün size dîninizi tamamladım (...) " (Mâide, 5/3) kavli gibi âyetlere,10 yâni Rabbinin ahkâmı ve dini tamamlandı mânâsına gelebilir. Allah'ın kitabı Kur'ân'dır, O'nu hiç kimse tahrif edemez, demektir.11 Allah'ın bu tamam kelimeleri bize aynı zamanda Rasûlullah Efendimiz (sav)'in şu duâlarını hatırlatmaktadır: "Her türlü şeytandan, zehirleyici haşerâtdan ve dokunan her gözden Allah'ın tam olan kelimelerine sığınırım."12
ALLAH TEÂLÂ HAKKI KELİMELERİYLE ORTAYA KOYAR
"Hani Allah size iki tâifeden birinin muhakkak sizin olduğunu va'dediyordu. Siz ise zahmetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah kelimeleriyle (size verdiği emirlerini ifâde eden sözleriyle) hakkı gerçekleştirmek ve kâfirlerin kökünü kesmek istiyordu. Bunun hikmeti şu idi: (Allah), mücrimler istemese de hakkı gerçekleştirecek ve bâtılı ortadan kaldıracaktı" (Enfal, 8/7-8). Âyet-i kerîmede geçen ihkâk-ı hakkın mânâsı, hakkın ortaya konulması, açığa çıkarılması ve kuvvetlendirilmesi demektir13 ki bu da hakkın hâkim kılınmasıdır. Yüce Rabbimiz kelimeleriyle, yâni hüccetleriyle, bürhanlarıyla hakkı ve hak olan İslâm'ı tahakkuk ettirecek, sağlamlaştıracak ve açıklayacaktır.14 Allah Teâlâ, Lâilâhe illallah sözünü, doğrudan doğruya yaratma ile değil, kelimeleri vasıtasıyla, yâni emir ile, cihâdı emretmekle gerçekleştirmek ister. Çünkü böyle, Allah'ın söz ve emirleriyle, beşerin irâde ve itâatiyle yapılması gereken şeylerde suç ve günah veyâ dereceler ve mağfiret gerçekleşir.15 Evet suçluların hoşuna gitmese de Allah sözleriyle gerçeği ortaya çıkaracaktır (Yûnus), 10/82). "(...) Allah bâtılı yok eder; sözleriyle hakkı ortaya koyar. Şüphesiz O kalblerde olanları bilendir" (Şûrâ, 42/ 24). Bir îzâha göre de Allah, hakkı emirleriyle, hükümleriyle ve kitabıyla gerçekleştirir.16
Kelimetullah Yücedir
"Eğer siz ona (Rasûlullah'a) yardım etmezseniz (bu önemli değil); Allah ona yardım etmiştir. Hani kâfirler onu iki kişiden biri olarak (Ebûbekir ile birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; hani onlar mağaradaydı; o, arkadaşına: "Üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir" diyordu. "Bunun üzerine Allah ona sükûnetini indirdi, onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi ve kâfir olanların sözünü alçaktı, Allah'ın kelimesi (sözü) ise, zâten yücedir. Çünkü Allah mutlak gâlibdir, yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir" (Tevbe, 9/40).
Bu âyet-i kerîmede geçen küfür kelimesinin İbn Abbas'dan gelen rivâyete göre, şirk koşmak; Allah kelimesinin de "La ilahe illallah" kelime-i tevhîdi olduğu bildirilmiştir. Allah Teâlâ şirki kahr ve mağlûb etmiş, mahvedip iptal etmiştir. Kelimetullah ki o da Allah'ın dîni ve tevhididir, onu da gâlib ve yüce kılmıştır.17 Küfür kelimesi, müşriklerin Dâru-n Nedve'de hicret esnâsında Hz. Peygamberi yakalayıp öldürmeleri sözlerine îmâ veya şirk olabileceği; kelimetullah'ın da Allah'ın onların bu tuzaklarını boşa çıkarması veya kelime-i tevhîd veyâ İslâm daveti olabileceği görüşünde olan müfessirler vardır.18 Allah'ın kelimesinin hücceti ve hükümleri üstündür, yücedir mânâsına geldiği de ifâde edilmiştir.19
Kelimetullah Allah'ın Va'di, Nusreti Ve Takdiridir
Bazı âyet-i kerîmelerde de Allah'ın kelimesi, Allah'ın mü'minlere nusret ve zafer va'di, yâhut da inkârcılara bu dünyâda azâb etmeyip, onların hesaplarını âhirette göreceğine dâir sözü ve takdîri mânâlarına gelmektedir. "Andolsun ki Sen'den önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar yalanlanmalarına ve eziyete uğramalarına rağmen sabrettiler. Nihâyet onlara yardımımız gelip yetişti. Allah'ın kelimelerini (sabredenler hakkındaki sözünü, kânûnunu) değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun (tarafımdan) gönderilen (o peygamberlerin haberlerinden bir kısmı Sana da geldi.." (En'âm, 6/34). Yâni önceki peygamberler de tekzibe uğramışlar, onların da ashâbına ezâ cefâ edilmiş; ama sonunda onlara kelimetullah olan Allah'ın yardımı, nusret ve zaferi gelmiştir. "Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz gâlip gelecektir. Onun için Sen bir süreye kadar onlara aldırma" (Sâffât, 37/171-176). "Allah elbette Ben ve elçilerim gâlib geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, gâlibdir" (Mücâdele, 58/21). Bu âyet-i kerîmede peygamberlerin galebesinin Allah'ın bir yazgısı olduğunun bildirilmesi, bu husûsun nasıl bir takdir ve kânun olduğunu ifâde etmesi bakımından dikkat çekicidir. Peygamberlere ve mü'minlere Allah'ın bu yardım va'di kelimetullah olduğu gibi,20 inkârcılara ve âsîlere olan şu va'îdi (tehdîdi) de Allah'ın bir kelimesidir, yâni hem kânûnu, hem takdiridir: "(...) Rabbinin "Andolsun ki cehennemi tümüyle insanlar ve cinlerle dolduracağım" sözü yerine gelmiştir" (Hûd, 1/119). Allah Teâlâ bu durumu ezelî ilmi ile bilip takdir ettiği için böyle buyurmuştur. Çünkü onlar inkâr ve isyanlarıyla orayı hak edeceklerdir.21 Nitekim şöyle buyurur: "Böylece Rabbinin yoldan çıkanlar için söylediği "Onlar inanmazlar" sözü gerçekleşmiş oldu" (Yûnus, 10/33). "Gerçekten haklarında Rabbinin sözü (hükmü) sâbit olanları, kendilerine istedikleri her mucize gelmiş olsa bile, elem verici azâbı görünceye kadar inanmayacaklardır" (Yûnus, 10/96-97). Bu âyetlerdeki "kelimetü rabbike" bâzan çok açıklıkla "kelimetü'l-azâb" şeklinde geçer. "(Resulüm) hakkında azâb kelimesi (sözü) gerçekleşmiş kimseyi ve o ateşde olanı sen mi kurtaracaksın?" (Zümer, 39/19). "(...) Evet, geldi dediler, ama kâfirlerlerin üzerine azâb sözü hak oldu" (Zümer, 39/71). Ancak bunu Cenâb-ı Hak âhirette gerçekleştirecektir. Cehennemlik olanlar ise orayı bu dünyâda hak etmektedirler. Buna rağmen Yüce Allah onların cezasını orada vereceğini bildirdiği için bâzı istisnalar dışında küllî cezâları âhirete bırakmaktadır. "Eğer belli bir süreye kadar Rabbinden bir (erteleme) sözü geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi (...)" (Şûrâ, 42/14). "İnsanlar ancak bir tek ümmetti, sonradan ayrılığa düştüler. Eğer (azâbın ertelenmesiyle ilgili) Rabb'inden bir söz (ezelî bir takdir) geçmemiş olsaydı, ayrılığa düştükleri konuda hemen aralarında hüküm verilirdi. (Derhal azab iner ve işleri bitirilirdi)" (Yûnus, 10/19). Taberî bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der: "Allah'tan, bir kavmi ancak ecelleri bittikten sonra helâk edeceği sözü geçmemiş olsaydı, onlardan bâtıl ehlini helâk etmek ve hak ehlini kurtarmak sûretiyle iş bitirilir, hüküm verilirdi."22 Bu cezânın kıyâmete tehiri hem âsilere bir in'âmı ifâde ettiği gibi, hem de onlara teklifin devam ettiğini ve müslümanlara kâfir ve zâlimlerden gelecek kötülüklere karşı sabırlandırmayı da ifâde eder. "Rahmetim gazabımı geçmiştir" mazmunu olduğu söylenmiştir. Allah rahmeti gâlib olunca, o gâlib rahmet sapık câhilin üzerine de setr perdesini uzatmayı ve buluşma vaktine kadar ona mühlet tanımayı gerekli kılmaktadır.23 Bu, aynı zamanda, Allah Teâlanın delilsiz, kimseye azab etmeyeceğini ve herkesin hayâtında o hüccet ve delilleri tamamen yaşayarak, görerek ecellerini tamamlayıncaya kadar imtihanlarını sonuna ulaştırmalarını ifâde eder.24 Yâni Cenâb-ı Allah, belli bir süreye kadar insanlara mühlet vermektedir. O va'dinde hulf etmeyen bir Zât olduğu için hem bu süreye ve hem de hüküm ve takdîrine riâyet etmektedir.25 "Yoksa onların Allah'ın izin vermediği şeyleri kendilerine dinden (diye) ortaya koyan ortakları mı var? Eğer (azabın tehirine dâir) o fasıl sözü olmasaydı, aralarında (hüküm) mutlaka (dünyâda icrâ) edilmiş (işleri bitirilmişti bile). Şüphesiz ki o zâlimlerin hakkı çetin bir azabdır" (Şûra, 42/21).26 Ayrıca müfessirlerden, bu ümmet hakkında, azdıkları zaman kökten kazıyıp yok edici azâbın tehiri sözü olduğunu ileri sürenler de vardır. Bunun da hikmeti, ya Muhammed (sav)'e ikram içindir: "Halbuki sen içlerinde iken (Habîbim), Allah onlara azab edecek değildir" (Enfâl, 8/33); yâhut da onların nesillerinden îman ve iyi amel sâhibi kimselerin gelmesidir. Veya bizim bilmediğimiz Allah'ın bildiği bir başka hikmetten dolayıdır.27
ALLAH'IN KELİMESİ DEĞİŞMEZ
Cenâb-ı Allah'ın gerek peygamberlerine ve onların mü'minlerine olan yardım ve zafer va'di husûsundaki ve gerekse diğer konulardaki sözü değişmez ve değiştirilemez.28 "Onun sözlerini değiştirecek yoktur" ifâdesi bir çok âyette tekrar edilir.29 Kur'ân-ı azîmuşşan'ın bu ifâdesi için birbirine yakın değişik açıklamalar yapılmıştır. Kelimetullah Allah'ın kitâbı demektir. Onu neshedecek hiç bir nebî ve hiç bir kitab gelmeyecektir. Onu kimse tahrif edemeyecek, değiştiremeyecek demektir. Çünkü müşrikler "Bundan başka bir Kur'ân getir, veya onu değiştir" (Yûnus, 10/15) demişlerdi.30
Allah'ın kelimelerini değiştirecek yoktur, demek, ne dünyâda ve ne âhirette Allah'ın hükmünün aksine bir hüküm verebilecek veya O'nun hükmünü aksine çevirebilecek kimse yoktur, demektir.31 Biraz farkla Allah'ın ahkâmını değiştirecek kimse yoktur. Onlar ezelî ve ebedî oldukları için tebdil ve zeval kabul etmezler, demektir. Allah'ın kelimeleri, Allah'ın değişmeyen, va'd, vaîd, sevab ve ikâb cinsinden şeyleri de olabilir. "Benim indimde söz değişmez" ve yine Hz. Peygamberin "Kıyâmete kadar olacak şeyler hakkında kalem kurumuştur," yâni hüküm verilip bitmiştir, kabilinden verdiği bilgidir. Allah'ın hükmü ezelde hâsıl olmuştur. Ondan sonra bir şey meydana gelmez, demektir.32 Aynı zamanda kitaplarında Allah Teâlâ'nın haber verdiği şeylerin zamanında vukû'unu veyâ meydana geleceği zamanı değiştirebilecek hiç kimse yoktur, demektir.33 Ve yine Allah'ın sözlerinin değiştirilmesi ve va'dlerinden hulfetmesi yoktur, demektir.34 Çünkü "Allah aslâ sözünden dönmez" (Âl-i İmrân, 3/9). "Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vâsıtasıyla va'd ettiklerini ver ve kıyâmet gününde bizi rezil-rüsvay eyleme; şüphesiz sen va'dinden caymazsın!" (Âl-i İmrân, 3/194). "Onlara (Allah'ın velî kullarına) dünyâ hayatında da âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözlerinde aslâ değişme yoktur. İşte bu büyük kurtuluşun tâ kendisidir" (Yûnus, 10/ 64). O halde Allah'ın verdiği haberleri, hükümleri ve sözleri sonuna ulaşmıştır. Bunların en doğru ve en âdil olmasıyla onları değiştirebilecek kimse yoktur.35
Kelimetullah Hz. İsa'dır
Âl-i İmrân, 39, 45. ve Nisâ 171. âyetlerinde geçen Allah'ın kelimesinin Hz. İsâ (as) olduğunda müfessirlerin cûmhûru müttefiktirler.36 Çünkü âyetler sarihdir. Zekeriyyâ mâbette durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nidâ ettiler : "Allah sana, kendisi tarafından gelen bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler" (Âl-i İmrân. 3/39) "Hâni melekler demişlerdi ki, "Ey Meryem' Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsâ'dır. Dünyada da âhirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır." (Âl-i İmran, 3/45) "Ey Kitâb Ehli! Dîninizde aşırı gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın Rasûlu, Meryemle ulaştırdığı kelimesi ve ondan bir rûhdur. O halde Allah'a ve peygamberlerine îman edin (Allah) üçtür" demeyin. Bundan vazgeçin ki sizin için hayırlı olsun. Allah ancak bir tek Allahdır. O çocuğu olmaktan münezzehdir. Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter" (Nisâ, 4/171). Bu âyet-i kerîmelerde Hz. İsa'nın Allah'dan bir kelime olduğu açıkça ifâde edilmektedir. Hz. İsa'nın Allah'ın kelimesi olmasını müfessirler şöylece açıklamışlardır:
Hz. İsa'yı Cenâb-ı Allah, babasız olarak "ol" emriyle yâni kelimesiyle yarattığı için, Allah'ın kelimesi adını vermiştir.37 Nitekim Allah Teâlâ, Âdem' (as) ı da anasız babasız topraktan yaratmıştır. "Allah nezdinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol" dedi o da oluverdi" (Âl-i İmran, 3/59).
"Bikelimetin minhü" denilmesi, Allah'tan bir risâlet ve "O'nun katından bir haber" demektir. Yâni melekler Meryem'e, Allah tarafından İsa'yı ve risâletini kendisine ilkâ etmesini emrettiği kelimesini müjdelemişlerdi; yani Allah'ın kendisinden kocasız ve erkeksiz bir çocuk yaratacağı müjdesini daha doğrusu bu müjde sözünü vermişlerdir.38 Kelimenin müjde mânâsına olduğu da söylenmiştir. Ebû Ubeyde, kelimenin kitab ve onunla da İncil'in murâd edildiğini söylemiştir. Nitekim İncil'de müjde demektir.39
Hz. İsa daha bebekken korunmuştur. Allah daha bebekliğinde ona kitab vermiştir. O da daha o çağda konuşan, yetişkin bir tebliğci olmuştur, (Meryem, 19/39)
Kelime, mânâlar ve hakikatler ifâde eder. İsa (as)'ın da ilâhî esrar ve hakikatlere irşâd etmesinden dolayı kendisine bu isim verilmiş olabilir. Allah, Hz. İsa'nın kendisiyle hidayet ettiği gibi onun sözüyle de doğru yolu gösterir. Bu cihetle ona kelimetullah denmiş olabilir.40
Kendisinden önceki peygamberlerin kitaplarında Hz. İsa'nın müjdesi vârid olmuştur. O gelince de "İşte o bu kelime!" denilmiş olabilir. Bir kimse bir haber verir de o da olursa, söylediğim çıktı kabilinden, "İşte dediğim, yâni sözüm geldi""denir.
İsa (as), Allah'ın kelâmının açığa çıkmasına şüphelerin ve tahriflerin giderilmesine sebep olduğu için onun, Allah'ın sözcüsü yerine, kelimetullah, Allah'ın sözü olarak isimlendirilmesi uzak düşmez. Nitekim cömertliği, kerem ve ikbâli kendisinde gâlib bir huy olan kimseye mübâlağa üslubuyla cömertliğin tâ kendisi, saf ve sâde kerem, denir. Hz. İsa'nın da ilâhî gerçekleri temsillerle çok beliğ ve etkili bir üslûbla tebliğ ettiği malumdur.41
Ezherî (980/1572)'den, kelimenin çocuk mânâsına geldiği de nakledilir. Kelimetullah, Allah'ın kudret ve meşîeti mânâsına da gelir.42 Âl-i İrnran, 39 ve 45. âyetlerindeki Hz. İsâ demek olan kelimenin nekre olması, onun Allah tarafından ga-rib bir kelime, bir fiil ve tesir, mânâlı bir eser, alışılanın aksine bir yaratma işi olduğunu ve bir hak olduğunu ifâde eder.43
Nihâyet, İbn Abbas'dan gelen rivâyete göre, insanlar nasıl Allah'ın yaratıklarını diledikleri isimlerle isimlendiriyorlarsa, Allah Teâlâ'da Hz. İsa'yı kelime olarak isimlendirmiştir, kelime İsa demektir.44
Hz. İsa'ya kelimetullah denildiği gibi, rûhullah da denir. Bunu da müfessirler şöyle îzah etmişlerdir:
Allah Teâlâ insanı rûh ile ihyâ ettiği gibi, Hz. İsa'nın getirdiği ilâhî gerçeklerle de onları mânen ihyâ ettiği için kendisine rûhullah denmiştir.45
İnsanlar âdeten son derece temiz olan şeylere rûh derler. Hz. İsâ da meni damlasından değil, Cebrail (as)ın nemasından olmuştur. Elbette ki rûh ile vasfedilmeye lâyıktır. Halkın dinî hayatları için bir sebep olduğu için kendisine rûh denmiş olabilir. Nitekim Kur'ân'ın sıfatları hakkında Yüce Allah "İşte sana da böylece emrimizden bir rûh (Kur'ân) vahyettik. Sen kitab nedir, îman nedir? bilmezdin (...)" (Şûra, 42/52) buyurmuştur.
Ruh, rahmet mânâsına da gelir. İsa (as) da insanların dinlerinde dünyalarında onları irşad eden bir rahmet olmuştur. Ayrıca Araplarda rûh üfürme mânâsına da gelir. Hz. İsa, Cibril'in bir üfürmesi mânâsına gelebilir. Çünkü Hz. İsa, Cebrâil (as)'ın, Allah'ın emriyle Meryem'in yakasına üfürmesinden hasıl olmuştur.46
Belki de ruh Yüce Allah'ın dilediği vakitte, dilediği şekilde kullarına akıttığı kudsî bir emir ve ilâhî bir sırdır. İsa (as)'a rûhullah denilmesi mübâlağa kabilinden olabilir.47
ALLAH'IN KELİMELERİ TÜKENMEZ
"Eğer Rabb'inin kelimeleri (ni yazmak) için bütün denizler mürekkeb olsa bir o kadar daha yardımcı getirsek bile, Rabbimin sözleri bitmeden denizler tükenirdi" (Kehf, 18/109). "Şâyet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de, -arkasından yedi deniz daha katılarak- mürekkeb olsa, yine Allah'ın kelimeleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok kî Allah mutlak gâlib ve yegâne hüküm ve hikmet sâhibidir" (Lukmân, 31/27).
Bu âyetlerde geçen nihâyetsiz olan Allah'ın olan kelimelerinin, Yüce Rabbimizin ilmi, hikmeti ve malûmatı olduğu şeklinde îzahlar yapılmıştır. Denizler büyüklük ve genişlikte ne kadar büyük farzedilse de sonludur, Allah Teâlâ'nın mâlûmâtı ise sonsuzdur. Sonlular ne kadar çok olursa olsun sonsuza elbette yetmez ve yetişemez.48 Sonlu olanın sonlu ile toplamı veyâ çarpımı yine sonludur. Kulların hepsinin ilmi, Allah'ın ilmi yanında bütün denizlerin sularının bir damlası bile olamaz.49
Tâbiîn müfessirlerinden Katâde (118/736) demiştir ki müşrikler Kur'ân için : "Bu ancak tükenmek üzere olan bir sözdür" demişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Lokman, 27. âyetini indirmiştir. Yâni dünyânın ağaçları kalem olsa, o denizle birlikte yedi deniz daha olsa, Rabbimin hayret verici varlıkları, yaratıkları ve hikmeti tükenmez. Bir de bu âyetin Yahudi âlimlerine cevap olarak indiği rivâyet edilmiştir. İbn İshâk'ın İkrime tarikiyle İbn Abbas'dan rivâyetine göre Yahudi âlimleri: "Yâ Muhammed "(Rûh hakkında) size ancak az bir bilgi verilmiştir" (İsrâ, 17/ 85) sözüyle bizi mi kasdediyorsun, yoksa kendi kavmini mi? demişler. Hz. Peygamber (sav), "İkinizi de" buyurmuş. Onlar da : "Ama sen sana indirilen (Kur'ân'da), içerisinde her şeyin tibyânı (açıklaması) bulunan Tevrât'ın bize indirildiğini okumuyor musun?" demişler. Hz. Peygamber: "O Tevrât, Allah'ın ilminde azdır. Size göre ise ondan size yetecek kadar şey bulunmaktadır" buyurur. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların sorduğu hakkında bu âyeti indirir. 50
Allah'ın kelimeleri bitmez demek, O'nun san'atının acâiblikleri bitmez, demektir. O halde bu âyetlerdeki kelime, acîb şey, demektir. Bunun îzah şekli acâibliklerin Allah Teâlânın "Ol" emriyle olmasıdır. Sebep olan şeyin müsebbebe kullanılması câizdir. Meselâ, hastaya ilaç için "Bu senin şifândır" denildiği gibi; Hz. İsa'ya kelime denilmesi de, onun babasız var olduğundan dolayı hayret verecek ve hayret edilecek bir iş ve garîb bir san'at olmasındandır.51
Bir zâtın varlığını hissettiren en kuvvetli eser, onun konuşmasıdır. Bir kimsenin sözünü işitmek, onun varlığını bin delil kadar hatta gözle görme derecesinde isbat eder. Bundan dolayı Allah'ın kelimelerinden ibâret olan O'nun ilâhî kelâmı yâni Kur'ân-ı Kerîm, öncelikle Cenâb-ı Hakk'ın varlığını gösterip isbat eder. Kur'ân'ın da kaynağı olan ezelî kelâmın kelimelerine ise saymak mümkün değildir. Bunlar için denizler, ağaçlar yetmez.
Malum olduğu üzere sesler uzayda ses dalgalarıyla yayılmaktadır. Frekansına giren cihazlar bunları alabilmektedir. Cenâb-ı Hakk'ın kelâmı ve o mukaddes kelâmın kelimeleri de, insanlar, cinler, melekler gibi yerde ve göklerde tüm şuur sâhibi varlıkların kulakları sayısınca ve hattâ ses dalgaları sayısınca çoğaltılmaktadır. Ses dalgaları sayısınca çoğaltılan bu ilâhî kelâmın kelimelerine ne denizler, ne ağaçlar yetişebilir.
Yüce Allah yarattığı kullarıyla, gönderdiği mukaddes kitabı vâsıtasıyla bir nevi konuşmaktadır. Bu tekellüm, insanlarla umûmî bir konuşma hükmünde ise, bir de kullarının kalb telefonu ile kendi varlık ve birliğini hissettirdiği doğru ilhamlar şeklinde olan özel bir konuşması vardır. Bu konuşma her yaratığa özel kâbiliyetine göre bir nevi bilgi vâsıtası olan özel ilhamlarıdır. Bu ilhamlar da kişiye özel Rabbânî bilgiler ifâde ettiği için, bir çeşit ilâhî kelime ve kelâmdırlar. "Allah'a giden yollar yaratıkların nefesleri sayısıncadır" hikmeti gibi, bu özel kelimelere de ne denizler, ne ağaçlar yeter.
Biri kâl yâni söz, diğeri hâl olmak üzere iki dil vardır. Bunların ikisi de insanlara söylerler. Kâl dilinin kelimeleri sözler ise, hâl dilinin kelimeleri de çeşitli hallerdir. Binaenaleyh şâirin : "Ve fi külli şey'in lehü ayetün; tedüllü ala ennehü vahidün" dediği gibi, "Her şeyde O'nun varlığını, birliğini gösteren bir alâmet vardır." Şu büyük kâinat, şu hâle göre büyük bir kitab gibidir. Bu kâinat ve onda yaratılan her şey, o Yüce Yaratı'cının ululuğunu gösteren birer hâl kelimeleridir. Ağaçlar ve denizler -bilfarz- varlıklar kitabında mevcut hâl kelimelerinin yazılmasına kâfî gelse bile, o denizlerin damlaları ve o ağaçların da zerreleri birer hâlî kelime olduğundan, tekrar onların da yazılması için onlar kadar başka ağaçlar ve denizler olması lâzım gelir ki nihâyetsiz bir teselsül devam eder gider. O halde Cenâb-ı Hakk'ın kelimelerinin tükenmeyeceği yâni O'nun azamet ve yüceliğine delâlet eden hâlî kelimeleri bitmez tükenmez. Bu da gösteriyor ki Kehf sûresi, 109. âyet-i kerîmesi ile, Lokman sûresi 27. âyet-İ kerîmesinin ifâde ettiği mânâlarda hiç bir şekilde mübâlağa yoktur.
Cenâb-ı Hakk'ın kelam sıfatının tecellî ettiği kelimeleri olduğu gibi, kudret sıfatının da tecellî ettiği cisimli kelimeleri vardır. İlim sıfatının da kaderle ilgili kelimeleri vardır. Onlar da tüm varlıklardır. Özellikle hayat sâhibi küçük yaratıkların her biri birer rabbânî kelimedir. Bunlar da ezelî mütekellim olan Allah Teâlâ'yı söz şeklinde olan kelimelerden daha kuvvetli bir şekilde ifâde ederler. Çünkü bunlar sözde kalmamış fiiliyâta dökülmüşlerdir. Gözle görülen görülemeyen tüm varlıklar düşünülünce, bunları, denizler mürekkeb, ağaçlar kalem olsa yazmakla bitiremezler. 52
Mâdem ki ulûhiyet, ilâhî isimlerin ve rabbânî sıfatların tümünü kendisinde toplamaktadır. Onların görülme ve ortaya çıkma sâhası olan varlıklar âlemini bilmeyince bunlar nasıl bilinebilir.53
Muhyiddîn İbn Arabî (623/1240) şöyle der: "Kur'ân-ı Kerîm yaratma ve icadın "Ol" fermânıyla derhal vâki olduğunu haber verdiği gibi bilcümle mahlûkatın da ilâhî kelimeler olduğunu söylüyor: "Bizi bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sâdece "Ol" dememizdir. O hemen oluverir." (Nahl, 16/40); "Nûn, Kaleme, ve (Kalem tutanların) yazdıklarına andolusn ki..." (Kalem, 1-2). Binâenaleyh varlıklar âleminde her ne varsa, onun aslî hakikati ilmi ilâhîde birer harf mesâbesindedir (...). Sonra bu harfler görülme kisvesine girmiş ve birbirleriyle birleşip şu felekleri ve varlıkları husule getirmişlerdir.54
Mâdem ki âyetin de sarâhatinden anlaşıldığı gibi varlıklar, Allah Teâlâ'nın yaratma emri olan "Ol" kelimesiyle yaratılmışlardır. O halde bütün varlıklar tek tek büyük kâinât kitâbının sözleri demek olan kelimeleri mesâbesindedir ve kelimeleri demektir. Zerrelerden (atomlardan) kürelere kadar varlıkların tümü Allah'ın birer kelimesidir. Bu kelimeler, Allah'ın sözlü kelâmı olan Kur'ân-ı Kerîm'in tercümanıdırlar. Bu iki ilâhî kelimeler topluluğu -ki ikisine de kitâb diyoruz- birbirilerini kavlen ve fiilen tasdik eder ve açıklarlar. Çünkü her ikisi de aynı Yüce Zât'ın esmâ ve sıfatlarının tecellîleridir. Büyük müfessir İmam Fahreddîn er-Râzî'nin (606/1210) de dediği gibi, Allah'ın sun'unun yâni yaratmasının ve yarattığı varlıklardaki hârikaları ve acaiblikleri yâni hayret verici yaratılışları varlıkları ve o varlıklardaki ilâhî san'at gerçekleri, bitmez tükenmez.55 Görünen görünmeyen o varlıkları ve o varlıklardaki ilâhî sanatları ve ilâhî gerçekleri yazmaya ne ağaçlar yeter, ne denizler! Denizler, ağaçlar tükenir, Rabbimin kelimeleri tükenmez!
Konuyla ilgili mânâlarıyla Kur'ân-ı Kerîm'de müfred, cemi' ve izâfet hâlinde 42 def'a geçtiğini tesbit ettiğimiz kelimetullah insanın bilgi dağarcığında işte böyle yüce ufuklar açmaktadır. Bu konuda da elbetteki bizim sınırlı sözlerimizin ifâdesi olan kelimelerimiz tükendi. Ama, bir de, ilâhî hakikatler, demek olan Rabbimin kelimeleri tükenmez. Her şeyin içyüzünü bilen O olduğu gibi, kelimelerin verâsındaki hakîkatini de elbetteki yine en iyi O bilir.
Sübhâne men tahayyera fî sun'ihi'l-ukûl,
Sübhâne men bi-kudretihi yu'cizü'l-fuhûl.
(Ziya Paşa)
DİPNOTLAR:
1) İmam Fahruddîn er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XVIII. 144, Mısır, 1357/1938.
2) Ebu'l-Hasen Ahmed bin Fâris, Mu'cemu Mekâyisi'l-Luğa, V, 131, 2. baskı, Mustafa el-Bâbî el-Halebî neşri, Mısır, 1392/1972.
3) Ebu'l-Kâsım Huseyn bin Muhammed er-Râğıb el-İsfahanı, el-Mufredâl fî Garibi'l-Kur'ân, s. 439, Beyrut, ts.
4) M. Murtaza ez-Zebîdî, Tâcu'l-Arûs min Cevahiri'l-Kâmûs, IV, 49, Beyrut, ts.; İbn Manzur, Lisânu'l-Arab, XII, 523-525, 1388/1968, Beyrut; Ebu'l-Fida İsmail İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, I, 371, Beyrut, 1388/1969.
5) Ebû Ca'fer Muhammed İbn Cerîr et-Taberî, Câmi'ul-Beyân'an Te'vîli Âyi'l-Kur'ân, I,234-245, Dâru'l-Fikr, Beyrut, 1408/1988; Ebu'l-berekât Abdullah en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl, I,43, İstanbul, 1984; Kâdî el-Beyzâvî, Envâru'l-Tenzîl ve Esraru't-Te'vil ve hâşiyesinde Tefsîru't-Celâleyn, I,50, el-Halebî, Mısır, 1388/1969.
6) İbn Kesîr, I, 165-166.
7) Beyzâvî, I,80; Cerâleyn, aynı sayfa.
8) Câmi'ul-Beyân, VIII, 9.
9) Tefsîr-i Kebîr, XIII, 161-162; Bkz. Şihâbuddîn Mahmûd el-Âlûsî, Rûhu'l-Me'ânî., XV, 257, Beyrut, 1405/1985.
10) Rağıb el-İsfahânî, s. 440.
11) Âlusî, VIII, 10.
12) Buhârî, Enbiya, 10; Bir başka varyant için bkz. Muslim, Zikr. 54-55.
13) Râzi, XVII, 144.
14) İbn Kesîr, IV, 114; IV, 126.
15) Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, IV. 2371; Taberî. IX, 188; XI, 149.
16) Beyzâvî, I,455; Nesefî. II, 169; III, 106, 284; Âlûsî, XI, 166.
17) Taberî, X, 137; İbn Keşîr, II, 358; Râzî. XVIII, 69.
18) Beyzâvî, 1.452; Nesefî, II, 127; Âlûsî, X, 98-99.
19) Âlûsî, VIII, 10.
20) Âlûsî, V, 137.
21) Taberî, XII, 144; İbn Kesîr, II, 465.
22) XI, 98, 114: Nesefi, II. 157; ÂIüsî, XI, 90.
23) Râzî, XVII, 63.
24) İbn Kesîr, II, 411; 170.
25) Taberî, XXV. 16; XXIV. 129; XV, 21; XII, 123.
26) Bu konuda ayrıca şu âyetlere de bakılabilir: Hûd, 116110; Tâhâ, 20/129: Mü'min, 40/6; Fussilet, 41/45.
27) Âlûsî, XVI, 280
28) Âlûsî. XV. 257; Taberî XV, 233.
29) Bkz. En'âm, 6/64,115: Yûnus, 10/64; Kehf, 18/27.
30) Râğıb el-İsfahânî, s.440; Taberî, VIII, 9; İbn Kesîr, III, 80; Beyzâvî, I, 328.
31) İbn Kesîr, 11,508.
32) Râzî. XIII, 161-162.
33) Taberî, VIII, 9.
34) Nesefi, II, 169; II, 10, 30.
35) Beyzâvî. I,328.
36) Bkz. Taberî, III. 252-253, 269; İbn Kesîr, I, 361; Râzî, VIII, 38, 50; Nesefî, I. 156, 158; 265; Âlûsî, III, 160; VI, 25; Elmalılı, II, 1095, 1101-1102; III, 1536.
37) Râğıb el-İslahânî, s.439-440.
38) Taberî, III, 269.
39) Âlûsî. III, 147.
40) Âlûsî, III, 160; Râgıb el-İsfahânî. s. 439-440; Nesefî, I, 265.
41) Râzî, VIII, 38, 50: Âlûsî, III, 160.
42) Zebîdî, IX, 49.
43) Elmaiılı, II, 1101-1102.
44) Taberî, III, 269.
45) Râzî, VIII. 38.
46) Râzî, XVIII, 38; XI, 115-116; Âlûsî, VI, 25.
47) Âlûsî, VI, 25.
48) Beyzâvî, II, 27; Nesefi, III, 27; Râzî, XXI, 179; Âlûsî, XVI, 51; Elmalılı, V, 3296.
49) İbn Kesîr. III, 108.
50) İbn Kesîr. III, 451; Âlûsî, XXI, 100-101: Ebu'l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vâhidî, Ebsâbu'n-Nüzûl, s. 245, 288, Beyrhut, 1410/1990
51) Râzî, XXV, 156-157; Âlûsî, XXI, 100-101.
52) Hekimoğlu İsmail başkanlığında bir hey'et, Yeni Ansiklopedi, Kelime, Kelimat ve İlhâm maddeleri, II, 675, (Osmanlıca Lem'alar, s.898) II, 551 (Şualar, s. 128 Mektûbat, s. 448); 11,674 (de İşâratu'l-İ'câz, s.157'den sadeleştirerek nakil). Timaş yayınları. İstanbul, 1989.
53) Mehmed Ali Aynî, Muyiddîn İbn Arabî Şeyh-i Ekberi Niçin Severim, s. 81, Evkâf-ı İslâmiye Matbaası, İstanbul, 1339-1341.
54) M. Ali Aynî, s. 19.
55) Tefsir-i Kebîr, XXV, 156-157