391. DERS (Beled Suresi)

1- لَا أُقْسِمُ بِهَذَا الْبَلَدِ “Hayır! Andolsun bu beldeye.”

 

2- وَأَنتَ حِلٌّ بِهَذَا الْبَلَدِ “Sen bu beldede oturmakta iken.”

Cenab-ı Hak Mekkeye yemin etti ve bu yemini Hz. Peygamberin orada bulunmasıyla kayıtladı. Bunda, Hz. Peygamberin faziletini ziyadesiyle ortaya koymak ve mekânın şerefinin orada bulunanla ilgili olduğunu hissettirmek vardır.

Denildi ki: Şu manaya bir işaret olabilir: Emin belde dışında avın helâl sayılması gibi, (Ey Peygamber) Sana taarruzu bu emin beldede helal saydılar.

Veya burada gündüzün bir vaktinde dilediğini yapmak Sana helâl olacak.

Bu, Mekkenin fethinde Allahu Teâlâ’nın orada kan dökmeyi Hz. Peygambere helâl kılmasını vaat etmektir.

 

3- وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَ “Ve andolsun babaya ve çocuğuna.”

Babaya” ifadesinden murat Hz. Âdem veya Hz. İbrahim olabilir.

Çocuk”tan murat ise, babanın neslidir veya Hz. Muhammeddir. (asm)

Baba ve oğlun elif-lâmsız gelmesi tazim içindir. “Ve ma veled” derken “men” demek yerine “ma” nın tercih edilmesi “-Oysa Allah, onun ne doğurduğunu en iyi bilendir.-” (Âl-i İmran, 36) ayetinde olduğu gibi taaccüp içindir.

 

4- لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي كَبَدٍ “Biz insanı gerçekten bir çile içinde yarattık.”

İnsan hayatı hep çetin hâllerde devam eder. Hayatının başlangıcı ana rahminin karanlığı ve o dar boğazdan geçiştir. Dünyadaki hayatının sonu ise ölüm ve ötesidir.

Ayet, Hz. Peygambere Kureyş’ten çektiklerine mukabil bir tesellidir.

 

5- أَيَحْسَبُ أَن لَّن يَقْدِرَ عَلَيْهِ أَحَدٌ “İnsan, kendisine kimse güç yetiremezmi sanıyor?”Ayette bahsedilen insan, kuvvetiyle mağrur olanlar olabileceği gibi, genel bir mana da ifade edebilir.

 

6- يَقُولُ أَهْلَكْتُ مَالًا لُّبَدًا “Yığınla mal harcadım diyor.”

Bundan murat, kişinin riya ve övünmek için yaptığı harcamalardır.

Veya Hz. Peygamber aleyhinde yaptığı harcamadır.

 

7- أَيَحْسَبُ أَن لَّمْ يَرَهُ أَحَدٌ “Kendisini kimse görmedi mi sanıyor?”

Harcarken veya sonrasında kimsenin onu görmediğini, kendisine hesap sormayacağını mı sanıyor? Yani, Allah onu görmektedir ve yaptığının cezasını verecektir.

Sonra bunu açıklayarak şöyle buyurdu:

 

8- أَلَمْ نَجْعَل لَّهُ عَيْنَيْنِ “Biz ona iki göz vermedik mi?”

 

9- وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ “Ayrıca bir dil ve iki dudak?”

Ona verdiğimiz dil, kalbinden geçenlere tercümanlık yapar. Dudaklar ise onun ağzını örter. Bunlardan istifadeyle konuşur, yer ve içer. Daha başka işlere de yarar.

 

10- وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ “Ve ona iki yolu gösterdik.”

İki yoldan murat, hayır ve şer yollarıdır.

Necd kelimesi “yüksek yer” anlamındadır. Kelime anlamından hareketle, bebeğin annesinin sütünü emmek için memesine yöneltilmesine bir işaret de olabilir.

 

11- فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ “Fakat o, akabe’yi aşamadı.”

Akabe, sarp dağ yoludur. Ayette, istiare yoluyla, insanın üstte nazara verilen nimetlere şükretmediği anlatılmaktadır. Devamındaki ayetler “akabe” manasını tefsir etmektedir:

 

12- وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ “Bildin mi sen, o akabe nedir?”

 

13- فَكُّ رَقَبَةٍ “Köle azat etmektir.”

 

14- أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ “Veya şiddetli bir açlık gününde yemek yedirmektir.”

 

15- يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ “Akraba olan bir yetime.”

 

16- أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ “Veya hiçbir şeyi olmayan bir miskine.”

Çünkü bir köle azad etmek veya muhtaç olana yedirmek, ciddi bir nefis mücadelesi gerektirir.

 

17- ثُمَّ كَانَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ وَتَوَاصَوْا بِالْمَرْحَمَةِ “Sonra da iman edip sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır.”

Yani, bunlar birbirlerine Allaha taat hususunda sabrı tavsiye ettiler ve Allahın kullarına acımayı veya Allahın rahmetinin gerektirdiği şekilde muamele etmeyi tavsiye ettiler.

 

18- أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ “İşte onlar, ashab-ı meymene’dir (amel defterleri sağlarından verilenlerdir).”

 

19- وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِنَا هُمْ أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ “Ayetlerimizi inkâr edenler ise, onlar ashab-ı meş’eme’dir (amel defterleri sollarından verilenlerdir).”

Bunlar, Hakka delil olarak diktiğimiz kitap ve hüccetleri veya Kur’anı inkâr eden kimselerdir.

Biraz önce mü’minlerin durumu anlatılırken “işte onlar…” denilerek onların yümünlü – bereketli kimseler olduğu anlatılmıştı. Burada ise kâfirler nazara verilirken “onlar…” şeklinde sadece zamirle anlatıldı. Bunda, gayet açık bir incelik bulunmaktadır.[1>

 

20- عَلَيْهِمْ نَارٌ مُّؤْصَدَةٌ “Onların üzerlerinde etrafı sımsıkı kapatılmış bir ateş vardır.”

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Beled sûresini okuyana, Allahu Teâlâ kıyamet günü gadabından eman verir.”


[1> Yani, “işte onlar…” derken bir medih manası kendini hissettirir. “Onlar…” derken ise, onların halini bildirmek vardır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
90. Beled
Gönderi tarihi: 17-04-2014
1,537 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content