1- هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ “Ğaşiye’nin haberi sana geldi mi?
“Gaşiye”, insanları şiddetli hâlleriyle bürüyecek olan kıyamet günüdür.
Veya “Ve yüzlerini ateş kaplar.” (İbrahim, 50) ayetinden hareketle cehennem ateşidir.
2- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ خَاشِعَةٌ “O gün bazı yüzler zillete düşmüştür.”
O gün bazı yüzler zelildir.
3- عَامِلَةٌ نَّاصِبَةٌ “Çalışmış, (boşa) yorulmuşlardır.”
O gün bu kimseler ayaklarına bağlanan zincirleri sürüklemekten, develerin bataklığa dalması gibi ateşe dalmaktan, oranın tepelerine ve çukurlarına çıkmaktan ve inmekten yorulmuşlar, üstelik bunları yapmaktan hiç de fayda elde etmemişlerdir.
4- تَصْلَى نَارًا حَامِيَةً “Kızgın bir ateşe girerler.”
5- تُسْقَى مِنْ عَيْنٍ آنِيَةٍ “Kızgın su akıtan bir kaynaktan kendilerine su verilir.”
6- لَّيْسَ لَهُمْ طَعَامٌ إِلَّا مِن ضَرِيعٍ “Onlar için dari’den başka yiyecek de yoktur.”
Dari’, develerin yaş iken yiyebildiği dikenli bir bitkinin kuru hâlidir.
Denildi ki: Bundan murat, bu bitkiye benzeyen ateşte biten bir ağaçtır. Muhtemelen bu, ayette bahsedilen kimselerin yiyeceğidir. Başkalarının yiyeceği ise zakkum ağacı ve irindir.
Veya bundan murat, onların yiyeceğinin zararlı olması ve fayda vermemesi yönünden devenin bile yemekten kaçındığı şeyler olmasıdır. Ayetin devamı cehennem ehlinin yemeğini bu yönüyle nazara verir:
7- لَا يُسْمِنُ وَلَا يُغْنِي مِن جُوعٍ “Ne besler, ne de açlığı giderir.”
Yemekten maksat ise, bu iki özelliktir.
8- وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاعِمَةٌ “Bazı yüzler de var ki, mutludur.”
9- لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌ “Yaptığından hoşnuttur.”Sevabını gördüğü zaman yaptığı amelden râzı olur.
10- فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ “Yüksek bir cennettedir.” Cennetin yüksek oluşu
-Mahal,
-Veya kıymet itibarıyladır.
11- لَّا تَسْمَعُ فِيهَا لَاغِيَةً “Orada boş bir söz işitmezler.”Ey muhatap! Sen orda boş bir söz işitmezsin.Veya o yüzler o gün orada boş bir söz işitmezler. Çünkü cennet ehlinin kelâmı, zikir ve hikmettir.
12- فِيهَا عَيْنٌ جَارِيَةٌ “Orada akan muazzam bir kaynak vardır.”
O kaynağın suyu daima akar, hiç bitmez. Kaynakla ilgili kelimenin elif-lâmsız gelmesi, onun azametini ifade içindir.
13- فِيهَا سُرُرٌ مَّرْفُوعَةٌ “Yükseltilmiş tahtlar oradadır.”Bu tahtların yüksekliği,
-Mekân olarak,
-Veya kıymet itibarıyladır.
14- وَأَكْوَابٌ مَّوْضُوعَةٌ “Ve konulmuş kadehler.”
15- وَنَمَارِقُ مَصْفُوفَةٌ “Ve sıra sıra yastıklar.”
16- وَزَرَابِيُّ مَبْثُوثَةٌ “Ve serilmiş halılar (oradadır).”
17- أَفَلَا يَنظُرُونَ إِلَى الْإِبِلِ كَيْفَ خُلِقَتْ “Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmış!”
Onlar ibret nazarıyla devenin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı?
Deve, o hayret verici yaratılışıyla yaratıcının kudretinin kemâline, tedbirinin güzelliğine delâlet etmektedir. Cenab-ı Hak onu ağır yükleri uzak yerlere götürmesi için yarattı. Deve büyük bir hayvandır, yere çöker, üzerindeki yükle ayağa kalkar. Sahibine boyun eğer. Ağır yükleri yüklenmek için boynu uzundur. Her türlü bitki ile beslenebilir. Stepleri, çölleri aşabilmek için uzun süre susuzluğa dayanabilir. Bundan başka daha nice faydaları vardır. Bundan dolayı Cenab-ı Hak en kıymetli ve en ziyade sanatlı olan hayvanlar içinde deveyi nazara verdi.
Ayrıca deve, Arablar nezdinde bu türden olan hayvanlar içinde en hayret verici olanıdır.
Denildi ki: Deveden murat, istiare yoluyla buluttur.
18- وَإِلَى السَّمَاء كَيْفَ رُفِعَتْ “Semaya bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş?”
Semaya bakmazlar mı, direksiz bir şekilde nasıl yükseltilmiş?
19- وَإِلَى الْجِبَالِ كَيْفَ نُصِبَتْ “Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmiş?”
Öyle köklü ki, sağa sola meyletmez.
20- وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ “Arza bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?”
Yeryüzüne bakmazlar mı nasıl yayılmış, bir beşik hâlini almış?
Bunların nazara verilmesi, insanların basit ve terkip hâlindeki mahlûkat nevilerine bakıp yaratıcının kudretinin kemâlini anlamaları ve bunları yapan bir kudretin insanları yeniden diriltmesini inkâr etmemeleridir. Bundan dolayı, ayetlerin devamında ahiretle ilgili meselelere yer verildi. Ayrıca öğüt verme görevi buna terettüp ettirildi:
21- فَذَكِّرْ إِنَّمَا أَنتَ مُذَكِّرٌ “Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin.”
Sen onlara öğüt ver, Senin vazifen ancak budur. Onlar ibret nazarıyla bakmadıklarında ve öğüt almadıklarında Sana bir vebâl gelmez. Çünkü Sana düşen ancak tebliğdir.
22- لَّسْتَ عَلَيْهِم بِمُصَيْطِرٍ “Onlar üzerinde bir zorba değilsin.”
2ّ3- إِلَّا مَن تَوَلَّى وَكَفَرَ “Ancak her kim yüz çevirir ve kâfir olursa.”
24- فَيُعَذِّبُهُ اللَّهُ الْعَذَابَ الْأَكْبَرَ “Allah ona en büyük azap ile azap edecek.”
“En büyük azap” ahiret azabıdır.
Şöyle de mana verilebilir: “Ey Peygamber! Sen onlara saldıracak bir zorba değilsin. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse, ona haddini bildirirsin. Allah da böylelerini ahirette en büyük azaba maruz bırakır.”
Çünkü kâfirlere karşı cihad etmek ve onları öldürmek, Hz. Peygamberin onlara musallat kılınmasıdır. Sanki Cenab-ı Hak onları dünyada cihad ile tehdid etti, ahirette de cehennem azabıyla korkuttu.
25- إِنَّ إِلَيْنَا إِيَابَهُمْ “Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir.”
26- ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا حِسَابَهُمْ “Sonra onların hesabı da bize aittir.”
Mahşerde hesaplarını görmek de bize aittir.
Hz. Peygambere şöyle buyurur:
“Kim Ğaşiye sûresini okursa, Allah onu kolay bir hesap ile muhasebeye tâbi tutar.”