386. DERS (Büruc Suresi)

 

1- وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ “Andolsun burçlar sahibi semaya.”

Burç kelimesi, “zuhur” yani görülmek anlamındadır. Ayette burçlardan murat oniki burç olabilir. Yüksek sarayların burçları olması gibi, yukarı âlemlerdeki yıldızlar, burçlara benzetilmiştir.

Ayın menzillerine veya büyük yıldızlara da, zâhir olup görülmeleri cihetiyle “burçlar” denilmiştir.

Veya burçlardan murat sema kapılarıdır. Çünkü yukarıdan aşağıya inen şeyler oralardan çıkarlar.

 

2- وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِ “Andolsun vaad edilen o güne.”

Vaad edilen gün, kıyamet günüdür.

 

3- وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍ “Andolsun şahit ve meşhuda.”

Bundan murat, mahlûkattan bu güne şahit olan kimseler ve o günde meydana gelecek hayret verici olaylardır. Bunların elif-lâmsız gelmesi, vasfedilmelerinin müphem kalması içindir. Yani, öyle şahit ve meşhut ki, bunlar hakkıyla vasfedilemezler.

Veya sayıca çokluk içindir. Yani, o günde ne kadar çok şahit ve meşhut vardır!

Şahit ve meşhuttan murat,

-Hz. Peygamber ve ümmeti,

-Ümmet-i Muhammed ve diğer ümmetler,

-Her peygamber ve ümmeti,

-Hâlık ve mahluk,

-Mahluk ve Hâlık olabilir.

Çünkü yaratıcı, mahlûkatının hâllerine muttalidir ve kendi varlığına kendisi şahiddir.

-İnsanın amellerini kaydeden melek ve mükellef olan kimse,

-Kurban günü,

-Arafat ve hacılar,

-Cum’a günü ve o günde toplanma.

-Veya her gün ve o günde bulunan kimseler olabilir.

 

4- قُتِلَ أَصْحَابُ الْأُخْدُودِ “Ashab-ı Uhdud lanetlendi.”

Bazıları bunu kasemin cevabı olarak görmüşse de, zahir olan o ki, bu ifade mahzuf bir cevabın delilidir. Sanki şöyle denildi: “Onlar melundurlar.”

Çünkü sûre, mü’minlere Mekke kâfirlerinin ezasına karşı sebat kazandırmak ve onlardan öncekilerin akibetini kendilerine hatırlatmak için gelmiştir.

Rivayete göre bir hükümdarın bir sihirbazı vardı. Yaşlandığında, yetiştirmek üzere yanına bir genç aldı.Bu gencin yolu üzerinde bir râhib vardı, kalbi ona meyletti.

Bir gün yolu üzerinde bir yılan gördü. İnsanlar yılandan korku içindeydiler. Yerden bir taş alıp “Allahım, rahip sihirbazdan Sana daha sevimli ise, şu yılanı öldür” diye dua etti. Allah da yılanı öldürdü. Genç, anadan doğma körlerin gözünü açıyor, cüzzam hastalarını iyileştiriyor ve şifaya vesile oluyordu. Hükümdarın nediminin gözü âmâ oldu, onun gözünü açtı. Hükümdar nedimine gözünü kimin açtığını sordu. “Rabbim” diye cevap verdi. Bunun üzerine hükümdar ona kızdı, işkence yaptı. Nedimi, sonunda genci haber verdi.

 Hükümdar ona da işkence yaptı, o da rahibi anlattı. Hükümdar rahibi testere ile biçtirdi. Genci de bir dağın tepesinden atmaları için adamlarıyla gönderdi. Genç, Allaha dua etti, deprem oldu, diğerleri öldü, o kurtuldu. Bunun üzerine hükümdar genci denizde boğulsun diye gemiye bindirdi. Gemi devrildi, hükümdarın adamları boğuldu, genç kurtuldu.

Bunun üzerine genç, hükümdara şöyle dedi:

“Sen beni öldüremezsin. İlla öldürmek istersen insanları topla, beni as, ok torbamdan bir ok al ve “bu gencin Rabbi olan Allahın adıyla” deyip at.”

Hükümdar, gencin dediğini yaptı, ok gencin şakağına isabet etti ve genç öldü. Bunu gören insanlar gencin Rabbine iman etti. Hükümdar ise çukurlar kazılmasını emretti, orada ateşler yaktırdı. Allaha imandan dönmeyeni o çukurlara attı. Derken sıra, bebeği olan bir kadına geldi. Kadın ateşli çukura atılmaktan çekinir gibi olunca bebek konuştu: “Anneciğim sabret, hak yoldasın.” Bunun üzerine kadına cesaret geldi, imandan dönmedi, o da ateşli çukura atıldı.

Hz. Aliden şöyle rivayet edilir: Mecusî krallardan biri insanlara hitap edip şöyle dedi: “Allah size kızkardeşlerinizle evlenmeyi helâl kıldı.” Ama insanlar bunu kabul etmediler. Bunun üzerine ateş dolu çukurlar açılmasını emretti, kabul etmeyenleri oraya attırdı.

Denildi ki: Necran halkı Hristiyanlığa girince, Yahudi kral Zü Nevvas onlara savaş ilan etti. Dininden dönmeyenleri ateşli çukurlarda yaktırdı.

 

5- النَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِ “O tutuşturulmuş çıralı ateşin.”

Ayet, ateşin çıralı oluşunu ifade eder, büyüklüğünü ve alevlerinin çokluğunu anlatır.

 

6- إِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌ “Hani o ateşin çevresine oturmuşlardı.”

Bu işkenceyi yapanlar ateşin etrafında halka olup oturmuşlardı.

 

7- وَهُمْ عَلَى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِنِينَ شُهُودٌ “Mü’minlere yaptıklarına şehadet ediyorlardı.”

Hükümdarın yanında, kendilerine emredilenleri noksansız yaptıklarına dair birbirlerine şehadet ediyorlardı.

Veya bundan murat kıyamet günü hallerini anlatmak olabilir: Dillerinin ve ellerinin kendi aleyhlerine şehadet edeceği o günde, mü’minlere ne yaptıklarını görüp anlayacaklar.

 

8- وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ إِلَّا أَن يُؤْمِنُوا بِاللَّهِ الْعَزِيزِ الْحَمِيدِ “Onlara bu zulmü, ancak Azîz-Hamîd olan Allah’a iman etmelerinden dolayı reva gördüler.”

Onların mü’minleri böyle cezalandırmaları, ancak ve ancak onların Aziz- Hamid olan Allaha imanlarından dolayı idi.

Aslında Allaha iman bir suç değildir.

Bu, “düşmanla savaşmaktan kılıçlarında gedik açılmasından başka bir ayıpları yok” denilmesi gibidir.Cenab-ı Hakkın Azîz - Hamid vasfı, O’nun hükmünde gâlip olup cezasından korkulması ve nimet verici olup sevabının umulması noktasındandır. Ayetin devamında bu şöyle bildirildi:

 

9- الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “O ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur.”

وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ “Allah, her şeye şahittir.”

Bununla iman ve ibadet edilmeye layık olanın ancak o olduğu hissettirildi.

 

 

10- إِنَّ الَّذِينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ “Şüphesiz mü’min erkekler ve mü’min kadınlara işkence edip, sonra da tevbe etmeyenler için cehennem azabı vardır.”

وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَرِيقِ “Ve onlar için yangın azabı vardır.”

Bu şekilde mü’minleri ezaya maruz bırakan bu kimseler, son derece yakıcı ateşle cezalandırılacaklardır.

Mü’minleri ezaya maruz bırakanlardan murat ashab-ı uhdud’tur. Yakıcı ateşten de murat, mü’minleri yakmak isterlerken, ateşin aleyhlerine dönüp kendilerini yakmasıdır.

 

11- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ “İman eden ve salih amel yapanlar için ise, altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.”

ذَلِكَ الْفَوْزُ الْكَبِيرُ “İşte büyük kurtuluş budur.”

Çünkü Cennete nisbetle dünya ve içindeki her şey çok küçük kalır.

 

12- إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ “Rabbinin yakalaması çok çetindir.”

 

13- إِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُعِيدُ “Şüphesiz O yoktan yaratır ve tekrar diriltir.”

O, mahlûkatı ilk defa yaratır, diğer âlemde de iade eder, yeniden yaratır.

Veya ayetten murat, Allahu Teâlânın kâfirlere ceza vermeye dünyada başlaması, ahirette de azap vermeye devam etmesidir.

 

14- وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُ “Ve O, Ğafur – Vedûd’tur.”

O, tevbe edenleri affeder, itaat edenleri sever.

 

15- ذُو الْعَرْشِ الْمَجِيدُ “Arş’ın sahibidir, mecid’dir.”

Arşın yaratıcısıdır.

Arştan muradın “saltanat” olduğu da söylendi.

O, zât ve sıfatlarında azamet sahibidir. Çünkü Vacibu’l-vücud olanın kudret ve hikmeti tamdır, noksansızdır.Ayette geçen “Mecîd”, arşın sıfatı da olabilir. O zaman arşın yüceliğini ve azametini ifade eder. Yani “O, yüce arşın sahibidir.”

 

16- فَعَّالٌ لِّمَا يُرِيدُ “Dilediğini yapandır.”

Hem kendi fiillerinde hem de başkasının fiillerinde murat ettiğine bir mani’ yoktur.

 

17- هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ الْجُنُودِ “O orduların haberi sana geldi mi?”

 

18- فِرْعَوْنَ وَثَمُودَ “Firavun ve Semud’un?”

Yani, Sen onların peygamberleri yalanlamalarını ve başlarına neler geldiğini muhakkak ki bildin. Öyleyse üzülme, kavminin yalanlamasına karşılık sabret. Onlara, Firavun ve Semud kavmi gibilerin başlarına gelenleri anlatarak kendilerini sakındır.

 

19- بَلِ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي تَكْذِيبٍ “Doğrusu o inkârcılar bir yalanlama içinde.”

Seni yalanlayanlar, öncekilerden daha hayret verici bir haldeler. Çünkü önceki kavimlerin kıssalarını duydular, helâk edilmelerinden arda kalan harabeleri gördüler, ama yine de onlardan çok daha şiddetli bir şekilde yalanlama içindeler.

 

20- وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ “Oysa Allah onları arkalarından kuşatmıştır.”

Bir şeyi kuşatandan kuşatılan şeyler kaçamadığı gibi, Allah onları kuşatmıştır, kaçıp kurtulamazlar.

 

21- بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ “Doğrusu o, şerefli bir Kur’ân’dır.”

Yalanlamış oldukları bu Kur’an, nazım ve manada eşsiz, şerefli bir kitaptır.

 

22- فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ “Levh-i Mahfuz’dadır.”

Tahriften korunmuş bir levhadadır.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

 

“Büruc sûresini kim okusa, Allah ona dünyadaki bütün Cum’a ve Arefenin on katı hasene verir.”

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
85. Buruc
Gönderi tarihi: 17-04-2014
1,659 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content