1- إِذَا السَّمَاء انشَقَّتْ “Gök yarıldığında.”
Bu ayet, “O gün gök bulutlar şeklinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.” (Furkan 25) ayeti gibidir.
Hz. Ali, bu yarılmanın samanyolundaki yıldızlardan olacağını söyler.
2- وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ “Ve Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit.”Sema, itaatkâr bir memurun, âmirinin emrine uyması gibi, bu yarılma hususunda Rabbinin emrine tam bir inkıyat hâlindedir.
Semanın, Rabbinden gelen emri dinlemesi ve boyun eğmesiyle, bu tahakkuk eder.
3- وَإِذَا الْأَرْضُ مُدَّتْ “Arz, uzatılıp dümdüz edildiğinde.”
Dünya, üzerindeki dağlar ve tepelerin ortadan kalkmasıyla dümdüz hâle gelir.
4- وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ “Ve içindekileri atıp boşaldığı zaman.”
Arz, içinde olanları atar, tamamen bomboş olur.
5- وَأَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ “Ve Rabbini dinleyip kendisine yaraşır şekilde boyun eğdiği vakit.”Sema ve arz ile ilgili bu ilâhî tasarruflar anlatılırken kullanılan إِذَا “iza”
(şöyle olduğunda) ayrı ayrı zikredilmesi, her iki cümlenin müstakil olduğunu ifade eder. Her ikisi de ayrı bir kudret tecellisidir.
“Şöyle olduğunda…” denilip cümlenin tamamlanmaması
-Mübhem bırakarak daha ziyade korkutmak,
-Veya Tekvîr ve İnfitar sûrelerinde geçen cevap ile iktifa etmek[1>
-Veya, bundan sonra gelen ayetin delâletinden olabilir.
6- يَا أَيُّهَا الْإِنسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَى رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاقِيهِ “Ey insan! Şüphesiz, sen Rabbine kavuşuncaya kadar didinip duracak ve sonunda Ona kavuşacaksın.”
7- فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ “Ama kime kitabı sağından verilirse.”
8- فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَسِيرًا “Kolay bir hesapla hesaba çekilecek.”
9- وَيَنقَلِبُ إِلَى أَهْلِهِ مَسْرُورًا “Ve mesrur olarak ehline dönecektir.”
Bu şekilde, ayrıntılara girilmeden kolayca hesabını veren kimse, mutlu bir şekilde ehline döner. Ehlinden murat,
-Ehl-i iman olan yakınları,
-Mü’minler,
-Veya cennetteki ailesi olabilir.
10- وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ وَرَاء ظَهْرِهِ “Ama kime kitabı arkasından verilirse.”
11- فَسَوْفَ يَدْعُو ثُبُورًا “Yetiş ey ölüm!” diye çağıracak.”
Amel defterini arkadan alan kişi, “ey helâk, yetiş, neredesin?” diye feryat eder.
12- وَيَصْلَى سَعِيرًا “Ve alevli ateşe girecektir.”
13- إِنَّهُ كَانَ فِي أَهْلِهِ مَسْرُورًا “Çünkü o, ehli içinde sevinçli idi.”
Çünkü o dünyada, ahireti hiç hatıra getirmeden ehli içinde mal ve makamla şımarık bir hâlde idi.
14- إِنَّهُ ظَنَّ أَن لَّن يَحُورَ “Rabbine hiç dönmeyeceğini sanmıştı.”
15- بَلَى إِنَّ رَبَّهُ كَانَ بِهِ بَصِيرًا “Hayır! Rabbi onu görmekte idi.”
Rabbi ise onun amellerini görüyor, biliyordu. Dolayısıyla onu ihmal etmeyecektir, huzuruna alıp cezasını verecektir.
16- فَلَا أُقْسِمُ بِالشَّفَقِ “Şimdi, yemin ederim o şafağa.”
Şafak, güneş battıktan sonra ufukta görülen kızıllıktır.her nefis neyi önden gönderip ve neyi geri bıraktığını bilir.”
17- وَاللَّيْلِ وَمَا وَسَقَ “Geceye ve içinde barındırdığı şeylere.”
Geceye ve onun topladığı, örttüğü canlılara ve diğerlerine…
18- وَالْقَمَرِ إِذَا اتَّسَقَ “Ve dolunay hâlindeki aya.”
19- لَتَرْكَبُنَّ طَبَقًا عَن طَبَقٍ “Siz elbette halden hale geçeceksiniz.”
Elbette sizler, şiddette birbirine uygun olan ölüm, kıyametin menzilleri ve bunların dehşetleri gibi, bir hâlden başka hâle maruz bırakılırsınız.
Ayet, Hz. Peygambere hitap olarak da açıklanmıştır. Yani, “ey peygamber! Sen bir hâl ve mertebeden sonra, daha şerefli bir hâl ve yüksek bir mertebeye ulaşacaksın.”
Veya “miraç gecesinde sema tabakalarında bir tabakadan başka tabakaya geçeceksin.”
20- فَمَا لَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ “Böyleyken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar?”
Onlara ne oluyor ki kıyamet gününe inanmıyorlar?
21- وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لَا يَسْجُدُونَ “Ve kendilerine Kur’ân okunduğunda secdeye varmıyorlar?”
Onlara Kur’an okunduğunda ona boyun eğmiyorlar, itaat etmiyorlar.
Veya tilavetinden dolayı secdeye varmıyorlar.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Alak sûresini okudu. Sonunda “Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş!” (Alak, 19) ayetini okuduğunda secdeye vardı, yanında olan mü’minler de secde ettiler. Kureyş ise onların başları üzerinde alkış tuttu. Bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu. Ebu Hanife bu ayetle secde ayeti okunduğunda secde etmenin vücubuna delil getirdi. Çünkü ayet, onu işitip de secde etmeyeni zemmetmektedir.
Ebu Hureyre (r.a.) bu ayeti okuduğunda secdeye varmış ve şöyle demiştir: “Vallahi, ben bu ayeti okuduğumda secde etmezdim. Ama Rasûlullahın secde ettiğini gördüm, artık ben de bu ayette secde ediyorum.”
22- بَلِ الَّذِينَ كَفَرُواْ يُكَذِّبُونَ “Doğrusu, inkâr edenler yalanlıyorlar.”
O kâfirler, Kur’anı yalanlıyorlar.
23- وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُوعُونَ “Oysa Allah içlerinde sakladıklarını çok iyibiliyor.”
Allah ise, gönüllerinde gizlemiş oldukları küfür ve düşmanlığı en iyi bilendir.
24- فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “Öyleyse sen onlara elem dolu bir azabı müjdele!”
Ayetin üslûbu onlarla istihzadır.[2>
25- إِلَّا الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ “Ancak iman edip salih ameller işleyenler başkadır.”
لَهُمْ أَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ “Onlar için tükenmez bir ecir vardır.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Kim İnşikak sûresini okusa, Allah onu amel defteri arkadan verilen kimselerden olmaktan muhafaza eder.”
[1> Tekvir suresi 14. ayette şöyle geçer: “(İşte o zaman), herkes ne getirmiş olduğunu anlar.” İnfitar suresi 5. ayette ise şöyle denilmektedir: “(İşte o zaman),
[2> Çünkü “müjde” kelimesi güzel şeyler için kullanılır.