380. DERS (Naziat Suresi)

 

1- وَالنَّازِعَاتِ غَرْقًا “Andolsun şiddetle çekip çıkaranlara.”

 

2- وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطًا “Andolsun kolaylıkla alanlara.”

 

3- “Andolsun yüzüp yüzüp gidenlere.”

 

4- فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا “Derken yarışıp geçenlere.”

 

 5- فَالْمُدَبِّرَاتِ أَمْرًا “Böylece işi çekip çevirenlere kasem olsun (ki kıyamet var).”

Ayette kendilerine yemin edilenler, şöyle açıklanabilir:

-Bunlar, ölüm meleklerinin sıfatlarıdır.

Çünkü onlar kâfirlerin ruhlarını bedenlerinden çekip çıkarırlar, bedenlerin her tarafından sökerek alırlar. Mü’minlerin ruhlarını ise nazik bir şekilde çıkarırlar.

Melekler ruhu bedenden alırken, denizin derinliklerinden bir şey çıkaran dalgıçlar gibi yaparlar. Ardından kâfirlerin ruhlarını ateşe, mü’minlerin ruhlarını da cennete yarışırcasına ulaştırırlar. O ruhların ceza ve sevap işlerinin tedbirini görürler. Onları, kendileri için hazırlanan elemleri ve lezzetleri idrak etmeye hazır hâle getirirler.

Veya ilk ikisi ölüm melekleri ile ilgili, diğerleri ise farklı melek taifeleri içindir. Bunlar yüzer gibi süratle görev yerlerine ulaşırlar, kendilerine emredilenleri yarışırcasına yerine getirirler.

-Veya bunlar yıldızların sıfatlarıdır.

Çünkü yıldızlar doğudan batıya doğru belli bir yörüngede hareket ederler, batının en ileri noktasında gözden kaybolurlar. Bir burçtan öbürüne giderler, semada yüzer gibi yol alırlar, bazısı daha süratli olduğundan diğerlerinin önüne geçer, her biri kendine tevdi edilen emri ifa eder. Böylece mevsimlerin farklılığı, zamanların takdir edilmesi, ibadet vakitlerinin ortaya çıkması gibi durumlar meydana gelir. Bu yıldızların doğudan batıya olan hareketleri kasri, bir burçtan diğerine olan hareketleri ise kolay olduğundan birincisine “nez’” ikincisine “neşt” denilmiştir.

-Veya bu sıfatlar, bedenlerinden ayrılan üstün nefislerin (ruhların) sıfatlarıdır.

Bu üstün ruhlar, bedenden zor bir şekilde ayrılırlar, melekût âlemine coşkun bir şekilde geçerler, orada âdeta yüzerler. İnd-i ilâhîde (mukaddes mekânda) yer alabilmek için âdeta yarışırlar. Şeref ve kuvvetlerinden dolayı kendilerine tasarruf izni verilir, “müdebbirat”tan olurlar.

-Veya bunlar, nefislerin manevi seyr-ü sülûkunu anlatır.

Çünkü nefisler şehvetlerden ayrı kılınır, mukaddes âleme şevkle yönlendirilir. Yükselme mertebelerinde akıp giderler, kemâlâta ulaşmak için yarışırlar ve sonunda başkalarını da kemâle erdiren bir duruma gelirler.

-Veya bunlar Allah yolunda cihad edenlerin sıfatlarıdır.

Bunlar oku şiddetle gererler, şevkle bırakırlar. Karada ve denizde yol alırlar, düşmanla harbe koşarlar, harbin gereğini yaparlar.

-Veya bu sıfatlar, mücahitlerin atlarının özellikleridir.

Atlar önce dizginlenir, ardından coşku ile İslâm diyarından küfür diyarına çıkarlar, harp sahasına süzülürler, düşmana varmak için yarışırlar, zafer işinde görevlerini yaparlar.

Allah bunlarla kıyametin gelmesine yemin etti. Bunun açıktan söylenmemesi, bundan sonraki kısmın delâlet etmesinden dolayıdır.

 

6- يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُ “O gün büyük bir sarsıntı kopar.”

Ayette “racife”den murat, “O gün yer ve dağlar sarsılacak.” (Müzzemmil, 14) ayetinden de anlaşılacağı üzere dünya ve dağlar gibi sakin cirimlerdir. Kıyamet koptuğunda bunlar şiddetle sarsılacak, harekete geçecektir.

Veya “racife”den murat, kendisinde ecramın sarsılacağı olaydır, yani sura ilk üfürülüşle kıyametin kopmasıdır.

 

7- تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُ “Onu râdife izler.”

“Râdife”den murat sema ve yıldızlardır. Sema yarılır ve yıldızlar ipi kopmuş tesbih taneleri gibi dağılır.Veya bundan murat, sura ikinci üfürülüştür.

 

8- قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌ “O gün bir kısım kalpler kaygıdan hoplar.”

 

9- أَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌ “Onların gözleri (korku ile) aşağı iner.”

Kalbi şiddetle muzdarip olan bu kimselerin gözleri, o gün korkudan zelîl bir hâldedir.

 

10- يَقُولُونَ أَئِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِ “Diyorlar ki: Biz tekrar eski halimize mi döndürüleceğiz?”

“Ölümden sonra tekrar mı diriltileceğiz?” diyorlar.

 

11- أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا نَّخِرَةً “Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı?”

 

12- قَالُوا تِلْكَ إِذًا كَرَّةٌ خَاسِرَةٌ “Öyleyse bu, çok zararlı bir dönüştür”dediler.”

“Şayet bu doğruysa, bunu yalanladığımız için biz yandık demektir.”

Bu ifade, onlardan bir istihzadır.

 

13- فَإِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ “Hâlbuki o, ancak bir na’radan ibarettir.”

Bundan murat, sura ikinci üfürülüştür.

 

14- فَإِذَا هُم بِالسَّاهِرَةِ “Bir de bakarlar, hepsi meydandadır.”

Bir de bakarlar ki, yerin altında ölüler iken, yerin üstünde hayat sahibi kimseler olmuşlardır.

Ayette geçen “sâhira” kelimesi; düz, parlak arazi anlamına da gelir. Böyle isimlendirilmesi, kendisinde serap meydana gelmesindendir.

“Sahira” kelimesi aynı zamanda uykusuzluğu da ifade eder.[1>

“Sahira” kelimesi hakkında “cehennemin isimlerinden biri” olduğu da söylenmiştir.

 

15- هَلْ أتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى “Musa’nın haberi sana geldi mi?”

Sana Musa’nın haberi gelmedi mi ki, kavminin yalanlamasına karşılık sana teselli versin, onlardan daha büyük olanlara isabet eden musibetin bir benzerinin onlara da isabet edeceği hususunda kendilerini tehdid etsin.

 

16- إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى “Hani Rabbi Ona mukaddes vadi Tuva’da şöyle seslenmişti:”

Bunun açıklaması Taha sûresinde geçti.[2>

 

17- اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَى “Firavun’a git, çünkü o çok azdı.”

 

1ّ8- فَقُلْ هَل لَّكَ إِلَى أَن تَزَكَّى “Ona de ki: İster misin temizlenesin?”

Küfür ve tuğyandan temizlenmen için bir meylin var mı?

 

19- وَأَهْدِيَكَ إِلَى رَبِّكَ فَتَخْشَى “Seni Rabbine ileteyim de ondan korkasın.”

Rabbinin marifetine karşı seni irşat edeyim, yapılması gerekenleri eda ederek ve haram kılınanları da terkederek O’ndan korkasın.

Çünkü haşyet, ancak marifetten sonra olur. Bu ayet, “Varın da ona kavl-i leyyinle söyleyin.” (Taha, 44) ayetinin tafsili gibidir.

 

20- فَأَرَاهُ الْآيَةَ الْكُبْرَى “Derken ona ayetü’l-kübrayı (o büyük mu’cizeyi)gösterdi.”

Bu, asayı bir yılana çevirme mu’cizesidir. Çünkü bu mu’cize hem diğerlerinden öncedir, hem de asıldır.

Bununla beraber “ayetü’l-kübra”dan murat, bütün mu’cizeleri de olabilir. Çünkü bu mu’cizeler, delâlet itibarıyla tek bir mu’cize gibidir.

 

21- فَكَذَّبَ وَعَصَى “O ise, yalanladı, isyan etti.”

Firavun ise Hz. Musayı yalanladı, mu’cize geldikten, iş tahakkuk ettikten sonra Allaha karşı geldi.

 

22- ثُمَّ أَدْبَرَ يَسْعَى “Sonra dönüp mücadeleye başladı.”

Sonra taatten yüz çevirdi. Hz. Musanın davasını ibtale çalıştı.

 

23- فَحَشَرَ فَنَادَى “Derken (adamlarını) toplayıp nida etti.”

Sihirbazları veya askerlerini topladı. Doğrudan veya bir münadi aracılığıyla onlara seslendi:

 

24- فَقَالَ أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى “Ben sizin en yüce Rabbinizim” dedi.”

 

25- فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَى “Allah da onu tuttu, ahiret ve dünya azabıyla yakaladı.”

Allah da onu gören veya duyan herkese ibret olacak bir şekilde ahirette ateşe atarak, dünyada ise suda boğarak cezalandırdı.

Veya mana şöyle olabilir:

Allah da onu hem bu son nakledilen “ben sizin en yüce Rabbinizim

sözünden, hem de daha önce “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim.” (Kasas, 38) demesinden dolayı şiddetle cezalandırdı.

 

26- إِنَّ فِي ذَلِكَ لَعِبْرَةً لِّمَن يَخْشَى “Şüphesiz bunda, haşyet duyacaklar için bir ibret vardır.”

 

27- أَأَنتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاء “Sizi yaratmak mı daha çetin, yoksa semayı yaratmak mı?’’[3>

بَنَاهَا (Allah) onu bina etti.”

Sonra, Allahu Teâlâ nasıl bina ettiğini açıkladı.

 

2ّ8- رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوَّاهَا “Tavanını yükseltti, onu tesviye etti.”

Semanın tesviyesi,

-Herşeyinin itidalli olması

-Düzgün yapılması,

-Mükemmel kılınması manalarını ifade edebilir.

 

29- وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا “Onun gecesini karanlık yaptı.”

Gecenin semaya nisbet edilmesi, semanın hareketiyle meydana gelmesindendir.

وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا “Işığını da çıkardı.”

Güneşin ziyasını gözler önüne serdi. Ayetteki ifade “Andolsun güneş’e ve onun aydınlığına.” (Şems, 1) ayeti gibidir. Bundan murat, gündüzdür.

 

30- وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا “Arzı da bundan sonra düzenleyip döşedi.”

Bundan sonra ise arzı yaydı, onu mesken olmaya uygun hâle getirdi.

 

31- أَخْرَجَ مِنْهَا مَاءهَا وَمَرْعَاهَا “Ondan suyunu ve mer’asını çıkardı.”

Bu ayette atıf olmaması, cümle olarak hâl cümlesi veya arzın mesken olmaya uygun hâle gelmesini beyan olmasındandır.

 

32- وَالْجِبَالَ أَرْسَاهَا “Ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.”

 

33- مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِأَنْعَامِكُمْ (Bütün bunları) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması için yaptı.”

 

34- فَإِذَا جَاءتِ الطَّامَّةُ الْكُبْرَى “Fakat tâmmetü’l-kübra geldiği vakit.”

“Tâmmetü’l-kübra”dan murat, kıyamettir. Diğer dehşet verici hâllerden daha şiddetli olduğundan böyle denilmiştir.

Veya bundan murat, sura ikinci üfürülüştür. Artık bununla cennet ehli cennete, cehennem ehli de cehenneme sevk edilir.

 

35- يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْإِنسَانُ مَا سَعَى “O gün insan neyin peşinde koştuğunu anlar.”

O gün insan ya gafletten veya aradan uzun müddet geçtiğinden unuttuğu şeyleri, amel defterinde toplanmış olarak görür, bunları tek tek hatırlar.

 

36- وَبُرِّزَتِ الْجَحِيمُ لِمَن يَرَى “Cehennem, gören herkes için apaçık bir şekilde ortaya çıkarılır.”

 

37- فَأَمَّا مَن طَغَى “Artık her kim azgınlık etmiş”

 

38- وَآثَرَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا “Ve dünya hayatını tercih etmişse”

 

39- فَإِنَّ الْجَحِيمَ هِيَ الْمَأْوَى “Şüphesiz cehennem, onun varacağı yerdir.”

Yani, haddi aşıp küfre kadar giden, dünyaya dalıp da ibadetle, ahlâk güzelliği ile ahirete bir hazırlık yapmayan kimsenin varacağı yer cehennemdir.

 

40- وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى “Kim de Rabbinin makamından (divanında hesap vermekten) korkmuş, nefsi hevâdan menetmiş ise.”

 

41- فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى “Şüphesiz onun varacağı yer cennettir.”Mebde ve maad (Allahın yaratıcılığını ve ahreti getireceğini) bildiği için Rabbinin huzurunda hesap vereceğinden korkan kimseye gelince, böyle biri için cennetten başka varacak yer yoktur.

 

42- يَسْأَلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ أَيَّانَ مُرْسَاهَا “Sana kıyameti soruyorlar, ne zaman kopacak diye.”

Ayet metnindeki “mürsa” kelimesi “geminin varacağı ve demir atacağı liman” anlamına gelir.

 

43- فِيمَ أَنتَ مِن ذِكْرَاهَا “Sen onu nereden bileceksin ki?”

Sen onun ne zaman gelip çatacağını bilemezsin. Onun vakti, Allahın kendi ilminde sakladığı gaybî haberlerdendir.Şöyle de mana verilmiştir: “Niye soruyorlar? Sen o kıyametin alâmetlerinden birisin.” Çünkü Hz. Peygamberin son peygamber olarak gönderilmesi, kıyametin emarelerinden bir emaredir.Denildi ki: Ayetin bu kısmı da onların suallerine dâhildir.[4> Cevap ise, devamındaki şu ayettedir:

 

44- إِلَى رَبِّكَ مُنتَهَاهَا “Onun nihaî bilgisi Rabbine dayanır.”Yani, onun ilmi Rabbine aittir.

 

45- إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرُ مَن يَخْشَاهَا “Sen ancak ondan korkanı uyarıcısın.”

Sen ancak onun dehşetinden korkan kimseyi uyarmak için gönderildin. “Sen ancak ondan korkanı” şeklindeki tahsis, Hz. Peygamberin uyarmasından sadece böyle olanların istifade etmelerindendir.

 

46- كَأَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا عَشِيَّةً أَوْ ضُحَاهَا “Onlar o kıyameti görecekleri gün sanki dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.”

Sanki onlar kıyameti gördüklerinde, dünyada veya kabirlerde ancak bir akşam vakti veya kuşluk zamanı kadar kalmış olacaklar. Bir başka ayette “Onlar için acele etme. Onlar kendilerine vaat edilen azabı gördükleri gün, sanki dünyada gündüzün bir anından başka kalmadıklarını sanırlar.” (Ahkaf, 35) denilmiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:“Naziat sûresini okuyan kimse, Allahın kıyamette sanki bir namaz miktarı kadar bekletip sonra cennete aldıklarından olur.”


[1> Yani, kıyamet koptuğunda, daha önce gaflet uykusunda olanlar uyanacak, gerçekleri göreceklerdir. Ama iş işten geçmiştir.

[2> Bkz. Taha, 11-36

[4> O zaman mana şöyle olur: “Sana kıyameti soruyorlar: O ne zaman kopacak? Sen onun neresindesin?”

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
79. Naziat
Gönderi tarihi: 17-04-2014
1,706 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content