379. DERS (Nebe Suresi)

1- عَمَّ يَتَسَاءلُونَ “Hangi şeyden birbirlerine soruyorlar?”

Hangi şeyden birbirlerine soruyorlar?” ifadesinde, sordukları şeyin büyüklüğünü nazara vermek vardır. Sanki büyüklüğünden dolayı cinsi gizli kalıp kendisinden sual edilmektedir.

Ayetteki zamir Mekke ehline bakar. Bunlar birbirlerine öldükten sonra dirilme meselesini soruyorlardı. Veya Hz. Peygambere ve mü’minlere alay yollu bu meseleyi soruyorlardı.

Bununla beraber ayetteki zamiri bütün insanlar hakkında genel bir şekilde değerlendirmek de mümkündür.

 

2- عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ “O büyük haberden.”

 

3- الَّذِي هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ “Ki onlar o konuda ihtilaf içindedirler.”

Bir kısmı kesin inkâr ederken, bir kısmı da şüpheyle bakıyor.

Veya bir kısmı ikrar ederken, bir kısmı da inkâr ediyor.

 

4ّ- كَلَّا سَيَعْلَمُونَ “Hayır! İlerde bilecekler.”

 

5- ثُمَّ كَلَّا سَيَعْلَمُونَ “Sonra, hayır! İlerde bilecekler.”

Ayette, inkâr yollu sormaktan sakındırma ve böyle yapanlara bir vaîd vardır.

Aynı ibarenin tekrarı, manayı te’kid içindir. İkincide “sonra” ifadesinin gelmesi, ikinci te’kidin daha şiddetli olduğunu hissettirmek içindir.

Denildi ki: Birinci “Hayır, ilerde bilecekler!” ifadesi ölüm anına, ikincisi ise kıyamete bakar.

Veya birincisi öldükten sonra dirilme zamanına, ikincisi ise yaptıklarına ceza verildiği zamana bakar.

 

6- أَلَمْ نَجْعَلِ الْأَرْضَ مِهَادًا “Biz yeryüzünü bir beşik yapmadık mı?”

 

7- وَالْجِبَالَ أَوْتَادًا “Dağları da birer direk.”

Buradan itibaren gözleriyle gördükleri hayret verici ilâhî sanatlar nazara verilmektedir. Bunlar Cenab-ı Hakkın kudretinin kemaline delâlet eder. Bunların anlatılması, bunlara bakıp da öldükten sonra dirilmenin doğruluğuna istidlalde bulunmaları içindir.[1>

 

8- وَخَلَقْنَاكُمْ أَزْوَاجًا “Sizleri çift olarak yarattık.”

Sizi erkekli – dişili yarattık.

 

9- وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا “Uykunuzu bir dinlenme yaptık.”

İnsan uykuda duyulardan ve hareketten kesilir, böylece dinlenmiş olur.

Uyku, ölümün küçük kardeşidir. Ayet bu yönüyle “uykunuzu bir çeşit ölüm kıldık” manasını da ifade eder.

 

10- وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا “Geceyi bir örtü yaptık.”

Gece, karanlığı ile bir örtü gibi her şeyi örter.

 

11- وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا “Gündüzü de bir geçim zamanı yaptık.”

Gündüzü bir maişet vakti kıldık. O vakitte maişetinizi temin için koşuşursunuz.

Ayet “gündüzü uykunuzdan dirildiğiniz bir vakit yaptık” manasını da ifade edebilir.

 

12- وَبَنَيْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعًا شِدَادًا “Üzerinize sapasağlam yedi (kat semayı)bina ettik.”

Üzerinizde yedi kat semayı, zamanın geçmesiyle bir zarar görmez, kuvvetli, muhkem (sağlam) bir şekilde bina ettik.

 

13- وَجَعَلْنَا سِرَاجًا وَهَّاجًا “Işık saçan bir lamba astık.”

Işık saçan, parıldayan lambadan murat, güneştir.

 

14- وَأَنزَلْنَا مِنَ الْمُعْصِرَاتِ مَاء ثَجَّاجًا “Yoğunlaşmış bulutlardan şarıl şarıl bir su indirdik.”

 

15- لِنُخْرِجَ بِهِ حَبًّا وَنَبَاتًا “Onunla taneler ve otlar çıkaralım diye.”

 

16- وَجَنَّاتٍ أَلْفَافًا “Ve sarmaş dolaş bağlar, bahçeler…”

 

17- إِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا “Şüphesiz o fasıl günü, kararlaştırılmış bir vakittir.”

Fasıl günü, Allahın ilminde veya hükmünde vakti belli bir zaman dilimidir. Onun vakti geldiğinde dünya hayatı sona erer.

 

18- يَوْمَ يُنفَخُ فِي الصُّورِ فَتَأْتُونَ أَفْوَاجًا “O gün Sûr’a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.”

O fasıl gününde sura üfürülür, sizler grup grup kabirlerden mahşer meydanına varırsınız. Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir:

“Ümmetimden on sınıf haşir meydanına getirilir. Bir kısmı maymun, bir kısmı domuz suretindedir. Bir kısmı tersyüz edilmiş, yüz üstü sürünmektedir. Bazısı kör, bazısı sağır ve dilsizdir. Bir kısmı ateşten sehpalarda asılmıştır. Bir kısmı leşten daha fena kokar. Bazısı katrandan vücutlarına yapışmış elbiseler giymiştir.”

Hz. Peygamber ardından bunları sırasıyla şu kimselerle açıklar:

1-İftira edenler.

2-Rüşvet yiyenler.

3-Faiz yiyenler.

4-Hükümde zulmedenler.

5-Amellerini beğenenler.

6-Sözü başka ameli başka olan âlimler.

7-Komşularını rahatsız edenler.

8-İnsanları haksız yere jurnalleyenler.

9-Allahın hakkını engelleyip şehvetine uyanlar.

10-Kendini beğenmiş kibirli kimseler.

 

19- وَفُتِحَتِ السَّمَاء فَكَانَتْ أَبْوَابًا “Sema da açılmış, kapı kapı olmuştur.”

Sema yarılıp parça parça olur. Sanki her biri birer kapı gibi olur.[2>

 

20- وَسُيِّرَتِ الْجِبَالُ فَكَانَتْ سَرَابًا “Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur.”

Dağlar havada toz kabarcıkları haline gelir, uçuşur. Biraz önce dağ görülürken, parçalanması ve tuz-buz olmasıyla âdeta bir serab halini alır.

 

21- إِنَّ جَهَنَّمَ كَانَتْ مِرْصَادًا “Şüphesiz cehennem, bir gözetleme yeridir.”

Cehennem bir gözetleme yeridir. Cehennem zebanileri, oraya gelecek kâfirleri gözlerler.

Veya cennette görevli melekler, cehennemin üzerinden geçen mü’minleri gözlerler, onları cehennemin alevlerinden korurlar.

Ayetteki “mirsad” ifadesi, “gözetleme yeri” manasına geldiği gibi “ciddi bir şekilde gözetleyen” anlamına da gelir. Bu durumda, cehennemin kâfirleri tam bir ciddiyetle gözetlemesini ifade eder, ta ki hiçbir kâfir kaçıp kurtulmasın, cezadan müstesna kalmasın.

 

22- لِلْطَّاغِينَ مَآبًا “Azgınlar için bir dönüş yeri olmuştur.”

 

23- لَابِثِينَ فِيهَا أَحْقَابًا “Orada devirler boyu kalacaklardır.”

Onlar orada ardı ardına devirler halinde kalırlar.

Ayette gün gelip onların cehennemden çıkacaklarına bir delil yoktur.

Ayetteki “Ahkab” ifadesi “hukub” kelimesinin çoğuludur. Bu kelime seksen sene veya yetmişbin sene gibi devirleri ifade eder. Bu manadan hareketle, kâfirlerin gün gelip cehennemden çıkacakları söylenemez. Çünkü bu devirler ardı ardına devam edebilir, bir dönem bittiğinde başka bir dönem onu takip eder. Başka ayetlerde kâfirlerin cehennemde daimî kalacakları nazara verildiğinden “orada devirler boyu kalacaklar” ifadesinin mefhum-u muhalifi olarak “devirler bittiğinde azap da bitecek” denilemez.

Öte yandan, “Orada devirler boyu kalacaklar” ifadesinden sonra gelen ayetler bununla bağlantılı olarak değerlendirilebilir. Bu durumda mana şöyle olur:

“Onlar orada kaynar su ve irin dışında bir şey tatmadan devirler boyu kalırlar. Ardından başka bir azap ile azaplandırılırlar.”

 

24- لَّا يَذُوقُونَ فِيهَا بَرْدًا وَلَا شَرَابًا “Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içecek bir şey.”

Onların orada bir serinlik tatmamasından murat, onları ferahlandıracak, ateşin sıcaklığından nefes aldıracak bir rahatlığın olmayışıdır. Bu cümleden olmak üzere “onlara orada bir uyku yok” manasına da dikkat çekilmiştir.

 

25- إِلَّا حَمِيمًا وَغَسَّاقًا “Onlara ancak kaynar su ve irin var.”

Ayetin bu kısmındaki irini ifade eden kelimeye “zemherir” manası da verilmiştir. Yani, “onlara bir serinlik olmayacak, dondurucu soğukla da cezalandırılacaklar.”

 

26- جَزَاء وِفَاقًا “Tam da yaptıklarına uygun.”

Onlara verilen bu ceza, yaptıklarına uygun bir cezadır.

 

27- إِنَّهُمْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ حِسَابًا “Çünkü onlar bir hesap ummuyorlardı.”

Ayetin bu kısmı, bu cezanın onlara niçin uygun olduğunu beyan eder.

 

28- وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كِذَّابًا “Ayetlerimizi de yalanladıkça yalanladılar.”

Ayette, onların bu yalanlamalarında yalancı olduklarına bir delâlet vardır. Öte yandan, kâfirlerle mü’minler arasında birbirini yalancı görme durumu vardır. Kâfirler Müslümanlar nezdinde yalancıdırlar, Müslümanlar da onların nezdinde yalancı kabul edilirler.

Ayetin manası “onlar yalanladıkça yalanladılar, tekzibde çok aşırı gittiler” manasını da ifade edebilir.

 

29- وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا “Biz her şeyi bir kitapta tek tek kaydettik.”

Biz her şeyi levh-i mahfuzda, kiramen kâtibin meleklerinin sayfalarında tek tek yazdık.

 

30- فَذُوقُوا “Öyleyse tadın azabı!”

فَلَن نَّزِيدَكُمْ إِلَّا عَذَابًا “Artık sizin ancak azabınızı artıracağız.”

“Öyleyse hesap gününü inkârınız ve ilâhî ayetleri yalanlamanız sebebiyle tadın bakalım azabı.”

Daha önce onlardan gıyabî olarak söz edilirken burada doğrudan kendilerine hitap yoluyla seslenilmesi, cezanın daha da etkili olmasını anlatır.

Hadiste şöyle bildirilir: “Bu ayet, Kur’anda cehennem ehli hakkındaki en şiddetli ayettir.”

 

31- إِنَّ لِلْمُتَّقِينَ مَفَازًا “Şüphesiz takva sahipleri için bir kurtuluş var.”

 

32- حَدَائِقَ وَأَعْنَابًا “Bahçeler, üzüm bağları.”

Ayetin bu kısmı, önceki ayette nazara verilen kurtuluşu beyan eder.

 

33- وَكَوَاعِبَ أَتْرَابًا “Memeleri tomurcuklanmış yaşıtlar.”

 

34- وَكَأْسًا دِهَاقًا “Ve dopdolu kadehler var.”

 

35- لَّا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا كِذَّابًا “Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan.”

Orada kimse kimseye yalan söylemez.

 

36- جَزَاء مِّن رَّبِّكَ “Bu, Rabbinden bir mükâfattır.”

Bu, Rabbinin vaadi gereği bir mükâfattır.

عَطَاء حِسَابًا “Yeter mi yeter.”

Ve bu mükâfat, Rabbinden bir lütuftur. Çünkü O’na vacip bir şey yoktur.

Ve özel bir lütuf olarak verilen bu mükâfat, yeter mi yeter.

Bu ifade, “bu mükâfat, onların amellerine göredir” manasına da işaret eder.

 

37- رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرحْمَنِ “O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir, Rahmân’dır.”

Ayet, daha önce geçen “Rabbinden” ifadesinden bedeldir. Yani, böyle bir mükâfat, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbi olan, Rahmân olan Senin Rabbindendir.

لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا “Ona bir hitaba mâlik olamazlar.”

Ayette anlatılanlar, göklerin ve yerin ahalisidir. Yani, gök ve yer ehli Allaha hitap etmeye, sevap ve cezada itiraza yeltenemezler. Çünkü her biri mâlik değil memlüktür, dolayısıyla herhangi bir itiraz hakkına sahip değillerdir.

Ancak bu, Allahın izniyle şefaatın olmasına aykırı değildir.

 

38- يَوْمَ يَقُومُ الرُّوحُ وَالْمَلَائِكَةُ صَفًّا “O gün Ruh ve melekler sıra sıra dururlar.”

لَّا يَتَكَلَّمُونَ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرحْمَنُ وَقَالَ صَوَابًا “Rahmân’ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz, o da doğruyu söyler.”

Ayetin bu kısmı, biraz önce nazara verilen “Ona bir hitaba mâlik olamazlar” ifadesini açıklar ve te’kid eder. Çünkü melekler ve ruh, Allahın en efdal ve O’na en yakın mahlûkları iken O’nun izni olmadan şefaat edemez ve doğru olandan başkasını söyleyemezse, diğerleri nasıl hitaba muktedir olabilsin?

Ayette geçen “ruh”,

-Ruhlara veya ruhanilere görevli melek,

-Cebrail,

-Veya meleklerden daha üst mertebe bir varlık olabilir.

 

39- ذَلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ “İşte bu, hak gündür.”

Böyle bir gün, hiç şüphesiz gelecek, bunlar tahakkuk edecektir.

فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ مَآبًا “Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.”

 

40- إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا “Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.”

“Biz sizi yakın bir azap olan ahiret azabıyla uyardık.”

Ahiret azabının yakın bir azap olması, tahakkuku noktasındandır. Çünkü “her gelecek yakındır.”

Öte yandan, bu azabın başlangıcı ölümledir. Ölüm de herkese yakındır.

يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ “O gün kişi ellerinin ne takdim ettiğine bakar.”

O gün kişi önden gönderdiği hayır veya şerre bakar.

Ayetteki ifadede geçen “kişi” geneldir, bütün insanları içine alır.

Ancak biraz önce denilen “biz sizi yakın bir azapla uyardık” ifadesinden hareketle, bundan muradın kâfir kimse olduğunu söyleyenler de olmuştur.

وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَا لَيْتَنِي كُنتُ تُرَابًا “Ve kâfir şöyle der: Keşke ben bir toprak olsaydım.”

Ve kâfir “keşke dünyada bir toprak olsaydım da insan olarak yaratılmasam, mükellef kılınmasaydım” der.

Veya “keşke bu gün bir toprak olsaydım da diriltilmeseydim” der.

Denildi ki: Diğer canlılar, aralarında kısas için diriltilirler, sonra da toprak haline getirilirler. Kâfir de onlar gibi olmayı ister.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Amme sûresini kim okusa, Allah kıyamet günü ona serinletici cennet içeceği sunar.”


[1> Yani, bunları yapan, elbette ölüleri de diriltmeye kâdirdir.

 

[2> Ayet, şu anda muhkem olan semanın parça parça olacağını anlatır. Sağlam bir kaleye top gülleleri ve füzeler isabet ettiğinde kapı gibi gedikler açılması buna bir misal olabilir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
78. Nebe
Gönderi tarihi: 17-04-2014
2,809 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content