1- هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنسَانِ حِينٌ مِّنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُن شَيْئًا مَّذْكُورًا “Gerçekten insan üzerine zamandan öyle bir müddet geldi ki, o zaman o, anılmaya değer bir şey değildi.”
O insan bir zamanlar unsurlar âleminde idi, sonra belli belirsiz bir nutfe oldu.
Ayetteki “insan” ifadesinden murat, insan cinsidir. Ayetin devamı bunu teyid eder.
Veya “insan” ifadesinden murat Hz. Âdemdir. Ardından da onun evladının yaratılışı nazara verilmiştir.
2- إِنَّا خَلَقْنَا الْإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ أَمْشَاجٍ “Şüphesiz insanı, karışım hâlindeki az bir sudan (meniden) yarattık.”
İnsan, erkek ve kadının döl karışımından yaratılır. Her ikisinden gelen sıvılar; incelik, kıvam ve özellikler itibarıyla muhtelif cüzlerden meydana gelir. Bundan dolayı o cüzlerden her biri bir uzvun maddesi olur.
Denildi ki: Ayetteki “emşac” ifadesinden murat, tavırlardır. Çünkü nutfe alaka olur, sonra mudğa olur, sonra insan hâline gelir.
َّبْتَلِيهِ “Onu imtihan ederiz.”
İnsanı yaratmamız, onu denemek içindir.
Veya bundan murat, insanın bir hâlden başka bir hâle çevrilmesidir.
فَجَعَلْنَاهُ سَمِيعًا بَصِيرًا “Bunun için onu işitir ve görür kıldık.”
Ta ki delilleri müşahede edebilsin, ayetleri de dinleyebilsin.
İnsanın bu şekilde işiten ve gören bir varlık kılınması, denenmesi içindir.
3- إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِرًا وَإِمَّا كَفُورًا “Şüphesiz biz ona yolu gösterdik; ister şükreden biri olsun, isterse çok nankör biri.”
Allahın insana yolu göstermesi,
-Deliller vaz etmek
-Ve ayetler indirmek suretiyledir.
Bu imtihanın neticesinde insanlar iki kısma ayrılır:
-Bir kısmı hidayete ererek nimetlere şükreder.
-Bir kısmı da yüz çevirerek küfranda bulunur.
Ayette “şakir” ifadesine mukabil “kâfir” denilebileceği hâlde “Kefûr” şeklinde daha mübalağalı bir şekilde küfranının anlatılması,
-Ya ayet sonlarına uygunluk açısındandır.
-Veya insanın küfrandan uzak kalmaması yönündendir. Yani, insanda nankörlük hâli daha galiptir. Nankörlüğüne ceza verilmesi, hemen her nankörlük için olmayıp ona çokça dalması sebebiyledir.
4- إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَا وَأَغْلَالًا وَسَعِيرًا “Biz, kâfirler için zincirler, demir halkalar ve alevli bir ateş hazırladık.”
Biz o inkarcılar için, kendileriyle çekilecekleri zincirler, bağlanacakları prangalar ve yakılacakları ateşler hazırladık.
Önceki ayette önce şükreden nazara verilmiş, ardından nankörlük yapanlara geçilmiş iken, bu ayette nankörlük yapan kâfirlerin cezasından başlanılması, böyle bir uyarmanın çok önemli ve çok faydalı olmasındandır. Söze mü’minlerle başlamak ve onlarla bitirmek ise, daha güzeldir.
5- إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُورًا “İyiler ise, şüphesiz karışımı kâfûr olan bir kadehten içerler.”İyiler ise, karışımında kâfur olan bir cennet şarabından içerler. Bu, o içeceğe soğukluk, tatlılık ve lezzet katar.
Denildi ki: Kâfur, cennette bir su ismidir, kokusu ve beyazlığında dünyadakine benzer.
Denildi ki: O cennet şarabında kâfur’un özellikleri yaratılır, onunla karışmış gibi olur.
6- عَيْنًا يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ “Bir kaynak ki, ondan Allah’ın kulları içerler.”
Kâfur, cennette bir su ismi olarak ele alındığında, ayetin bu kısmı ondan bedel olur. Yani, o kâfur bir pınardan çıkar, Allah’ın has kulları bu pınardan afiyetle içerler.
يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيرًا “Onu (istedikleri yere) kolayca akıtırlar.”
Bu suyu, kolaylıkla diledikleri yere götürürler.
7- يُوفُونَ بِالنَّذْرِ “Onlar nezirlerini yerine getirirler.”
Bu, yeni bir cümle olup “niçin böyle bir mükâfata nail oldular?” şeklinde mukadder bir suale cevaptır.Nezir, adaktır. Nezrettikleri şeyleri yaptıklarının nazara verilmesi, Allahın farz kıldıklarını hayli hayli yaptıklarını gösterir. Çünkü, Allah için kendi nefsine borç kıldığını yapan kimse, Allahın emrettiklerini daha kolaylıkla yapar.
وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيرًا “Ve fenalığı her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.”
Ayette, onların inançlarının güzelliğini ve günahlardan kaçınmalarını hissettirmek vardır.
8- وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا “Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.”
Ve onlar,
-Allah sevgisiyle,
-Veya kendileri yemeği sevdikleri hâlde,
-Veya yedirmeyi sever bir hâlde, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
Esirden murat, kâfirlerden esir alınanlardır. Çünkü Hz. Peygambere bir esir getirildiğinde onu bir müslümana verir ve “buna ihsanda bulun” derdi.
Veya esirden murat, mü’min esir de olabilir. Bu durumda köle ve hapisteki mü’min de buna girer. Hadiste şöyle buyrulur: “Sana borçlu olan kimse bir esir gibidir, esirine ihsanda bulun.”
9- إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ “Size sırf Allah rızası için yediriyoruz.”
Onlar hâl dilleriyle veya sözleriyle böyle söylerler. Böyle söylemeleri,
-Minnette bulunmadıklarını,
-Ve bir mükâfat beklentisinde olmadıklarını ortaya koymak içindir. Çünkü, minnetle ve beklenti içinde yapılan bir ikramın Allah nezdinde mükafatı az olur.
Hz. Aişe ile ilgili şöyle anlatılır: O, herhangi bir eve bir sadaka gönderdiğinde, gönderdiği kimseye “ne dediler?” şeklinde sorardı. Onlar dua etmişse kendisi de onlara dua ederdi. Böyle yapması, sadakanın sevabının hâlis bir şekilde Allah nezdinde kalması için idi.
لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورًا “Sizden ne bir karşılık bekliyoruz, ne de bir teşekkür.”
10- إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا “Çünkü biz, bed çehreli, çetin bir günden Rabbimizden korkarız.”Yani, size ikramda bulunmamız böyle bir günden korktuğumuzdandır.Veya sizden bir karşılık beklemeyişimiz böyle bir günden korktuğumuzdandır.“Bed çehreli çetin bir günden korkarız” demeleri, o günün azabından korkmaları demektir. O günde insanların çehresi böyle abus olacak, dehşet içinde kalacaktır.
11- فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ “Allah da onları o günün şerrinden korudu.”
Allah, onların bu korkusu ve korunmaları sebebiyle, kendilerini o günün fenalığından korudu.[1>
وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا “Ve yüzlerine bir aydınlık ve içlerine bir sevinç verdi.”
Fısk ve fücur içinde yaşayanlar o gün abus bir çehre ve keder taşırlarken, Allah bu kimselerin yüzlerini güldürür, gönüllerini sürurla doldurur.
12- وَجَزَاهُم بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيرًا “Sabretmelerine karşılık da onları bir cennet ve ipek ile mükâfatlandırdı.”
13- مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ “Orada koltuklar üzerine kurulmuş olarak bulunurlar.”
Bunlar,
-Farz kılınanları yerine getirmek,
-Haram kılınanlardan kaçınmak,
-Ve maddî meselelerde başkalarını kendilerine tercih etmek hususunda sabır gösterdiklerinden, Allah da onlara kendisinden yiyecekleri bahçeler ve giyecekleri ipek elbiseler verir.
Sebeb-i Nüzûl
İbnu Abbas şöyle anlatır: Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin rahatsızlanmışlardı. Hz. Peygamber onları ziyarete geldi. İçerde başkaları da vardı. Dediler: “Ya Ali, çocukların iyileşmesi hâlinde bir nezirde (adakta) bulunsan.”
Bunun üzerine Hz. Ali ve Hz. Fatıma, çocuklarının iyileşmesi hâlinde üç gün oruç tutmak üzere adakta bulundular. Derken Hasan ve Hüseyin iyileştiler, ama evde yiyecek bir şeyler yoktu. Hz. Ali, Hayberli Şem’un’dan üç ölçek arpayı ödünç olarak aldı. Bunun bir ölçeğini Hz. Fatıma beş tane ekmek yaptı. İftar etmek üzere sofraya oturduklarında bir miskin geldi, kendileri bir şey yemeyip ona verdiler, sadece su içerek oruçlarını açtılar.
Diğer gün, benzeri bir durumu bir yetimle yaşadılar, yapılan ekmeği ona verdiler. Üçüncü günde ise bir esir geldi, hazırlanan ekmeği kendileri yemeyip ona vermeyi tercih ettiler.
Derken Hz. Cebrail bu sûreyi indirdi ve Hz. Peygambere şöyle dedi: “Ya Muhammed, bu sûreyi al. Allah ehl-i beytini tebrik ediyor.”
لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْسًا وَلَا زَمْهَرِيرًا “Orada ne güneş (yakıcı sıcak) görürler, ne de zemherir (dondurucu soğuk.)”
Yani, orada hoş bir hava vardır. Yakıcı bir sıcak ve rahatsızlık veren bir soğuk olmayacaktır.
Denildi ki: Tay kabilesinin dilinde zemherir ay demektir. Buna göre mana şöyle olur: Cennetin havası bizâtihi aydınlıktır, güneşe ve aya ihtiyaç yoktur.
14- وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا “Üzerlerine cennetin gölgeleri sarkmıştır.”
Bu ifade, üstte anlatılan cennetin bir sıfatı olabileceği gibi, “Rabbinin makamından korkan kimseye iki cennet vardır.” (Rahmân, 46) ayetinde iki cennet vaat edilmesinden hareketle, başka bir cennetin özelliği de olabilir.
وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا “Cennetin meyveleri (kolayca alınacak şekilde) yakınlaştırılmıştır.”
15- وَيُطَافُ عَلَيْهِم بِآنِيَةٍ مِّن فِضَّةٍ وَأَكْوَابٍ كَانَتْ قَوَارِيرَا “Etraflarında gümüş kaplar, şeffaf kadehler dolaştırılır.”
16- قَوَارِيرَ مِن فِضَّةٍ “Gümüşten billur kadehler.”
“Gümüşten kadehler” denilmesi, bu cennet bardaklarının cam gibi duru ve şeffaf, gümüş gibi beyaz ve yumuşak olmasını anlatır.
قَدَّرُوهَا تَقْدِيرًا “Onları (ihtiyaca göre) ölçüp düzenlemişlerdir.”
Cennet ehli bunların miktarlarını ve şekillerini kendi içlerinde takdir edip belirlerler. Buna göre de bunlar meydana gelir.
Veya bundan murat şudur: Cennet ehli salih amelleriyle bunları belirlemiş olurlar, salih amellerine göre karşılık görürler.
Veya daha evvelinde cennet hizmetkârlarının bunların etrafında hizmet için dönmeleri karinesiyle, bu hizmetçiler cennet ehlinin iştihasına göre gümüşten kupalar içerisinde içeceklerini takdim ederler.
17- وَيُسْقَوْنَ فِيهَا كَأْسًا كَانَ مِزَاجُهَا زَنجَبِيلًا “Orada kendilerine, katkısı zencefil olan içecekle dolu bir kâseden içirilir.”
Bu içecekte zencefil karışımı olması, bunun içeceğe hoş bir lezzet katmasındandır.
1ّ8- عَيْنًا فِيهَا تُسَمَّى سَلْسَبِيلًا “Bu, orada bir pınardır ki, adına “selsebil” denilir.”
Bu zencefil, selsebil denilen bir pınardan gelmektedir. Selsebil, boğazdan kolayca aşağıya doğru inmeyi ve içimin kolaylığını anlatır. Ayette bunun nazara verilmesi, dünyada zencefil karışımındaki burukluğun orada olmamasını anlatmak içindir.
19- وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ “Çevrelerinde, daimi cennet çocukları dolaşır.”
إِذَا رَأَيْتَهُمْ حَسِبْتَهُمْ لُؤْلُؤًا مَّنثُورًا “Onları gördüğünde saçılmış inciler sanırsın.”
-Renklerinin duruluğu,
-Cennet ehlinin sohbet meclislerinde şuraya buraya dağılmış olmaları,
-Ve şualarının birbirlerine yansıması itibarı ile, bu daimî cennet çocukları saçılmış inciler gibidirler.
20- وَإِذَا رَأَيْتَ ثَمَّ رَأَيْتَ نَعِيمًا وَمُلْكًا كَبِيرًا “Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Mertebe itibarıyla cennet ehlinin en alt mertebede olanına bin senelik mesafede bir cennet verilir. Bu kimse, (bu özel cennetinde) yakınında olanı gördüğü gibi, en uzakta olanı da görür.”
Arif-i billah kimse için ise, elbette bundan daha büyüğü vardır. O da, mülk âleminin görülenleri ve melekut âleminin görünmeyenleriyle nefsinin nakışlanması ve mukaddes ceberut nurlarıyla aydınlanmasıdır.
21- عَالِيَهُمْ ثِيَابُ سُندُسٍ خُضْرٌ وَإِسْتَبْرَقٌ “Üstlerinde yeşil renkli ince ve kalın ipekten elbiseler vardır.”
وَحُلُّوا أَسَاوِرَ مِن فِضَّةٍ “Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir.”
Başka ayette “altın bilezikler” denilmesi bu ayetle çelişmez. Zira,
-Hem altın hem de gümüşü beraberce takabilirler.
-Bazan altın bazan gümüş takabilirler.
-Bazısı altın, bazısı gümüş takabilir. Çünkü cennet ehlinin süsleri, amellerine göre farklılık arzeder.
Belki de Allahu Teâlâ elleriyle yaptıkları amellerin karşılığını, amellerine göre farklı farklı olacak şekilde şeklinde üzerlerinde süsler ve nurlar şeklinde ifaza eder.
وَسَقَاهُمْ رَبُّهُمْ شَرَابًا طَهُورًا “Onların Rabbi, onlara tertemiz bir içecek sunar.”
Bu içecek, daha önce anlatılan iki içeceğin fevkindedir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak bunu takdim etmeyi doğrudan zâtına nisbet etti ve bu içeceği tertemiz olmakla vasfetti. Çünkü bu, içen kimseyi,
-Maddî lezzetlere meyilden,
-Ve Hakkın dışında olanlara yönelmeden tertemiz hâle getirir. Böyle olunca, bunu içen kimse, tamamen Hakkın cemâlini mütalaaya yönelir, O’na likâ (kavuşmak) ile lezzet alır, O’nun bekâsıyla bekâ bulur.
Bu, sıddıkların en ileri derecesidir. Bundan dolayı ebrar’ın alacakları mükafat bununla noktalandı.
22- إِنَّ هَذَا كَانَ لَكُمْ جَزَاء “İşte bu, size bir mükâfattır.”“İşte bu” ifadesi, onlara vaat edilen mükâfata işarettir.
وَكَانَ سَعْيُكُم مَّشْكُورًا “Çalışmanız karşılığını bulmuştur.”
Çalışmanız zayi edilmemiş, karşılığı verilmiştir.
23- إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ تَنزِيلًا “Şüphe yok ki, Kur’an’ı sana elbette biz indirdik.”
Biz Sana bu Kur’anı, hikmetin gereği olarak parça parça indirdik.
24- فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ “O hâlde, Rabbinin hükmüne sabret.”
Mekke kâfirlerine ve başkalarına karşı Allahtan gelecek yardımın tehirine sabret.
وَلَا تُطِعْ مِنْهُمْ آثِمًا أَوْ كَفُورًا “Onlardan hiçbir günahkâra veya hiçbir kafire itaat etme.”
Gerek günahı işleyen ve gerekse küfürde ileri giden ve Seni de buna davet edene itaat etme.
Ayette hem günahkârın hem de kâfirin itaat edilmeme noktasında eşit olduklarına bir delâlet vardır.Bunların müstakil olarak zikredilmeleri ve bu şekilde kısımlara ayrılmaları, davet ettikleri şeyler yönündendir. Dediklerinin yerine getirilmemesinde ise, hepsi aynıdırlar.
Hükmün vasıf üzere terettüp ettirilmesinde ise şöyle bir incelik vardır: Ayette yasaklanan itaat, günah ve küfür yönüyledir. Günah ve küfür olmayan hususlarda onlara uymak ise yasak değildir.[2>
25- وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ بُكْرَةً وَأَصِيلًا “Sabah erkenden ve gün biterken
Rabbinin ismini zikret.”
Sabah akşam Rabbini anmaya devam et.
Veya “sabah, öğle ve ikindi namazlarını kılmaya devam et.”
Çünkü ayetteki “asîl” kelimesi öğle ve ikindi vaktini içine alır.
26- وَمِنَ اللَّيْلِ فَاسْجُدْ لَهُ “Gecenin bir bölümünde O’na secde et.”
Gecenin bir kısmında Allah için namaz kıl.
Bundan murat akşam ve yatsı namazı olabilir.
Ayette “gecenin bir bölümünde” ifadesinin önce gelmesi, gece ibadetinde hem daha ziyade külfet, hem de daha ziyade ihlas olmasındandır.
وَسَبِّحْهُ لَيْلًا طَوِيلًا “Geceleyin de O’nu uzun uzadıya tesbih et.”
Gecede uzun bir vakit teheccüdde bulun, gece ibadeti yap.
27- إِنَّ هَؤُلَاء يُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ “Şüphesiz şunlar peşin olanı (bu dünyayı) seviyorlar.”
وَيَذَرُونَ وَرَاءهُمْ يَوْمًا ثَقِيلًا “Önlerindeki ağır bir günü ise arkaya atıyorlar.”
Ayet, önceki emir ve yasakların bir illeti gibidir.
28- نَحْنُ خَلَقْنَاهُمْ “Onları biz yarattık.”
وَشَدَدْنَا أَسْرَهُمْ “Ve mafsallarını sımsıkı bağladık.”
Eklem yerlerini sinirlerle birbirine çok sağlam bağladık.
وَإِذَا شِئْنَا بَدَّلْنَا أَمْثَالَهُمْ تَبْدِيلًا “Dilediğimizde yerlerine benzerlerini getiririz.”
Dilediğimizde onları helâk eder, yaratılışta ve mafsallarını sağlam kılmada onların emsalini getiririz.
Bundan murat ikinci yaratılıştır. Bundan dolayı vukuuna kesin delâlet eden “dilediğimizde” ibaresi kullanılmıştır.
Veya “onları helâk eder, itaatkâr olanları getiririz” manası da kastedilmiş olabilir. Bu durumda “dilediğimizde” ibaresi kudretin tahakkukuna ve bunu yapmayı gerektiren sebebin kuvvetli oluşuna delâlet eder.
29- إِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ “İşte bu bir öğüttür.”
Bundan murat, sûrenin tamamıdır veya biraz önceki uyarı ayetleridir.
فَمَن شَاء اتَّخَذَ إِلَى رَبِّهِ سَبِيلًا “Artık dileyen, Rabbine giden bir yol tutar.”
30- وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا “Şüphesiz Allah, Alîm’dir - Hakîm’dir.”
O, herkesin neye layık olduğunu bilir. Dilediği herşey, mutlaka hikmetlidir.
31- يُدْخِلُ مَن يَشَاء فِي رَحْمَتِهِ “Dilediği kimseyi rahmetine alır.”
Hidayet ederek ve tâate muvaffak kılarak dilediğini rahmetine nail kılar.
وَالظَّالِمِينَ أَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Zalimlere ise, elîm bir azap hazırlamıştır.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “İnsan” sûresini okuyanın mükâfatı, Allahın kendisini cennete alması ve ipek elbiseler giydirmesidir.
[1> Burada korkan, orada korkmaz. Onlar dünyada azaptan korktukları için istikametli bir hayat yaşadılar, Allah da mükafat olarak kıyametin dehşetli hallerinden ve ahiret azabından onları korudu.
[2> Mesela, bir Müslüman, günahkâr ve hatta kâfir olan birinin maiyetinde çalışıyor olabilir. Onun günah ve küfür olmayan emirlerini yerine getirmesi gayet normaldir, mahzuru yoktur. Yoksa, ayetin zâhirine göre “ben bir günahkara ve bir kâfire itaat etmem” demesi gerekirdi.