375. DERS (Müddessir Suresi)

1- يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ “Ey örtüsüne bürünen!”

Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle der: “Hira mağarasında idim. Bana nida edildi. Bunun üzerine sağıma-soluma baktım, ama bir şey göremedim. Derken yukarıya baktım. Bir de ne göreyim, sema ve arz arasında bir arş üzerinde olan bir melek… Hatice’nin yanına vardım “beni örtün” dedim. Bana nida eden Cibril nüzul etti ve bana “ey örtüsüne bürünen…” diye hitap etti.”

Bundan dolayı, ilk nazil olan sûrenin Müddessir sûresi olduğu söylenir.

Denildi ki: Hz. Peygamber Kureyşin ezasına maruz kalmıştı, O da tefekkür halinde elbisesine bürünmüştü.

Veya örtüsüne bürünmüş bir hâlde uykuda idi, bu ayetler nazil oldu.

Denildi ki: Bundan murat, “nübüvvet elbisesiyle ve ruhanî kemâlât ile bürünen” manasıdır.

Veya Müddessirden murat “gizlenen” demektir. Çünkü Hz. Peygamber Hira’da bir nevi gizli hâlde idi.

 

2- قُمْ فَأَنذِرْ “Kalk ve uyar.”

Yatağından kalk ve uyar.

Veya azim ve ciddiyetle kalk, insanları uyar.

“Biz Seni bütün insanlara ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe, 28) ayetinde olduğu gibi, burada uyarma geneldir.

Veya (Önce) en yakın hısımlarını uyar.” (Şuara, 214) ayetine göre de yorumlanabilir.

 

3- وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ “Ve sadece Rabbini yücelt.”

Hem akit hem de söz ile Rabbinin büyüklüğünü ilan et. İnanç olarak O’nu en büyük bil, söz ile de “Allahu ekber” diyerek bunu bildir.

Rivayete göre, bu ayetler indiğinde Hz. Peygamber tekbir getirip “Allahu Ekber” dedi ve bunun vahiyle geldiğine tam kanaat getirdi. Çünkü şeytan böyle bir şeyi (yani “sadece Rabbini yücelt” tarzında bir şeyi) emretmez.

Yani, Hz. Peygamberin en evvel yapması gereken şey, Rabbini şirkten ve teşbihten büyük görmesidir.[1>

Çünkü ilk evvel gereken şey, Allahın marifetidir. O’nun varlığını bildikten sonra ilk gereken şey ise, Onun münezzeh olmasıdır. Hz. Peygamberin kavmi ise, Allahın varlığını kabul ediyorlardı. (Ama şirk içinde idiler.)

 

4- وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ “Elbiseni tertemiz tut.”

Elbisenin tertemiz tutulması” çeşitli şekillerde açıklanabilir:

-Elbiseni pisliklerden tertemiz tut. Çünkü necasetten taharet (pisliklerden temiz olmak) namazlar için şarttır, başka durumlar için de gayet güzeldir.

Elbisenin temiz tutulması, onu yıkayarak veya eteğini-paçasını yerde sürünecek şekilde yapmayıp pislikten koruyarak olur. Bu, kaldırılması emredilen ilk kötü âdettir.

-Nefsini kötü ahlâktan ve düşük fiillerden tertemiz kıl.

Bu manaya göre, önceki ayette nazarî kuvvetin kemâle erdirilmesi emredilmişken, bununla da amelî kuvvetin kemâle erdirilmesi emredilmiş ve buna davet edilmiştir.

-Nübüvvet elbiseni; kin, usanç getirmek ve sabırsızlık göstermek gibi onu lekedâr edecek hâllerden tertemiz kıl.

 

5- وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ “Pislikten uzak dur.”

 

6- وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ “İyiliği, daha fazlasını bekleyerek yapma.”

Bir şey verip de, daha fazlasına beklenti içinde olma.

Bu nehiy, nehy-i tenzihtir.[2>

Veya Hz. Peygambere has bir nehiydir. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Daha fazlasını elde etmek için hibede bulunan kimse, yaptığı hibenin sevabını alır.”

Bunu nehyetmeyi icap ettiren şey, böyle bir tavırda hırs ve cimrilik olmasıdır.

Veya ayetin manası şöyle de olabilir: “İbadetini çok görerek Allaha karşı bununla minnette bulunmaya kalkma.”

Veya “Dini insanlara tebliğde bulunurken, buna karşılık olarak onlardan bir ücret bekleme.”

 

7- وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ “Rabbin için sabret.”

Mükellef olduğun şeylerin zorluklarına ve müşriklerin ezasına sabret.

 

8- فَإِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِ “O sûra üflendiği zaman.”

Sen sabret. Çünkü neticede kıyamet kopacak ve Sen sabrının mükafatını göreceksin, Senin düşmanların da Sana verdikleri ezâ’nın cezasını çekecekler.

 

9- فَذَلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَسِيرٌ “İşte o gün, pek zorlu bir gündür.”

 

10- عَلَى الْكَافِرِينَ غَيْرُ يَسِيرٍ “Kâfirler için hiç kolay değildir.”

Ayetin ifadesi, o günün mü’minlere kolay bir gün olacağını hissettirmektedir.

 

11- ذَرْنِي وَمَنْ خَلَقْتُ وَحِيدًا “Tek olarak yarattığım o kimseyi bana bırak.”

Ayet, Velid Bin Muğire hakkında indi.

“Onu bana bırak. Çünkü Senin bedeline ben ona yeterim.”

Tek olarak yarattım” ifadesi,

-“Kapasiteli biri olarak yarattım” manasına gelebilir.

-Veya “tek olarak yarattım” ifadesi, “tek başıma yarattım. Onun yaratılışında kimse bana şerik olmadı” anlamı da ifade edebilir.

Veya “tek olarak yarattım” ifadesi, “malı ve evlâdı yok bir hâlde yarattım” manasını anlatabilir.Veya “tek olarak” denilmesi Allahu Teâlâdan bir zem’dir. Çünkü kavmi ona “eşsiz kişi” anlamında “vahîd” demekteydiler. Allahu Teâlâ tehekküm üslûbuyla (ince bir alayla) “o eşsiz olanı bana bırak” buyurdu.

Veya “evet o eşsizdir, ama şerde eşsiz biridir” manası murat edilmiştir.

Veya baba yönüyle böyle denilmiştir, çünkü veled-i zina idi.

 

12- وَجَعَلْتُ لَهُ مَالًا مَّمْدُودًا “Hem ona bol servet verdim.”

Velidin hem tarlaları, hem hayvanları vardı, ayrıca ticaretle de meşguldü.

 

13- وَبَنِينَ شُهُودًا “Ve gözü önünde duran oğullar verdim.”

Oğulları, babalarının imkânları sebebiyle geçim için sefere çıkmaya ihtiyaç duymuyorlar, daima Velidin etrafında bulunabiliyorlardı. Pek çok hizmetçilere sahip olduğundan işlerini takip için oğullarını göndermeye ihtiyaç duymuyordu.

Veya oğullarının kabiliyetli ve itibarlı olmasıyla, çeşitli mahfillerde ve toplantı yerlerinde göz doldurmakta idiler.

Denildi ki: Velid’in on, hatta daha fazla evladı vardı, hepsi de erkekti. Onlardan Hâlid, Amare ve Hişam Müslüman oldular.

 

14- وَمَهَّدتُّ لَهُ تَمْهِيدًا “Hem ona büyük imkânlar sağladım.”

Velid’e öyle bir riyaset ve makam verilmişti ki “Kureyşin Reyhanesi” ve “Vahîd” lakabıyla anılırdı.

 

15- ثُمَّ يَطْمَعُ أَنْ أَزِيدَ “Sonra daha da artırmamı umar.”

Bu ifade, ona daha fazla verilmeyeceğini anlatır. Bu ise,

-Ya zâten verilecek şeylerin kendisine verilmiş olmasından,

-Veya verilen nimetlere nankörlüğü ve nimetleri veren Zâta karşı düşmanlığı sebebiyle, daha fazla verilmesinin uygun olmayışındandır. Bundan dolayı, ayetin devamında şöyle denildi:

 

16- كَلَّا “Hayır, (umduğu gibi olmayacak.)

إِنَّهُ كَانَ لِآيَاتِنَا عَنِيدًا “Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı inatçıdır.”

Nimetleri veren Zâtın ayetlerine karşı inatçı olmak, değil nimetlerin artmasına, bilakis nimetlerin elden çıkmasına sebeptir.

Denildi ki: Bu ayet nazil olduktan sonra, ölünceye kadar malı devamlı azaldı.

 

17- سَأُرْهِقُهُ صَعُودًا “Ben onu dimdik bir yokuşa süreceğim.”

Yokuşa süreceğim” ifadesi karşılaşacağı zorluklar için bir deyimdir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Saud, ateşten bir dağdır. Kişi yetmiş sene buna tırmanır, sonra da oradan aşağıya doğru yuvarlanır. Bu, böyle devam eder gider.”

 

18- إِنَّهُ فَكَّرَ وَقَدَّرَ “Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.”

Ayetin bu kısmı, ona yapılan bu tehdidin illetini anlatır veya onun inadını beyan eder. Mana şöyledir:

“O Kur’an hakkında nasıl tenkidde bulunacağını düşündü ve ne diyeceğini kendi kendine tasarladı.”

 

19- فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ “Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti.”

Onun tasarladığı şeyle, istihza yoluyla hayret etmektir.

Veya bundan murat, bu konuda denilebilecek en ileri şeyi söylediğini anlatmaktır.

Rivayete göre, Velid Bin Muğire Hz. Peygambere uğramıştı. Hz. Peygamber Kur’an okumaktaydı. Velid, Hz. Peygamberin Kur’an okuyuşundan sonra kavmine vardı ve onlara şöyle dedi: “Biraz önce ben Muhammedden öyle bir kelâm işittim ki, ins ve cinnin kelâmından değil. Onda bir tatlılık, üzerinde bir güzellik var. Kelâmının yukarısı meyvedar bir ağaç, aşağısı ise sulak – verimli bir toprak. O hep üstün gelir, ona galip gelinmez.”

Bunun üzerine Kureyş “Velid dininden döndü” dedi. Kardeşinin oğlu Ebu Cehil, “Ben onu hallederim” deyip hazin bir şekilde yanına oturdu. Onun cahiliye damarını tahrik edecek şekilde kendisiyle konuştu. Bu konuşmadan sonra, Velid kavmine seslendi, şöyle dedi:

“Muhammedin mecnun olduğunu söylüyorsunuz. Hiç onda sar’alı bir durum gördünüz mü?”

“O bir kâhindir” diyorsunuz.

Peki hiç kehanette bulunduğunu gördünüz mü?

“O bir şairdir” diyorsunuz. Hiç Onu şiir söylerken gördünüz mü?”

“Hayır, görmedik” dediler.

Bunun üzerine Velid şöyle dedi: “O ancak bir sihirbazdır. Görmüyor musunuz kişiyle çoluk çocuğunun ve kölelerinin arasını ayırıyor.”

Kureyş, ondan duydukları bu sözler üzerine sevindiler, ona hayret ederek ve hayran kalarak dağıldılar.

 

20- ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَ “Sonra, kahrolası nasıl da ölçtü biçti.”

Aynı ifadenin tekrarı, te’kid içindir. Buradaki “sonra” ifadesi, mana yönüyle birinciden daha etkin olmasını sağlar. Bundan sonraki gelen “sonra” ifadeleri ise, aslî manası üzere tertip ifade ederler.

 

21- ثُمَّ نَظَرَ “Sonra baktı.”

Sonra, Kur’an hakkında tekrar be tekrar nazar etti.

 

22- ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَ “Sonra yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı.”

Onda ayıplayacak bir şey bulamamaktan ve ne diyeceğini bilememekten dolayı yüzünü ekşitti, suratını astı.

Veya Hz. Peygambere bakıp yüzünü ekşitti.

 

23- ثُمَّ أَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَ “Sonra arkasını döndü ve büyüklük tasladı.”

Sonra hak’tan veya Hz. Peygamberden yüz çevirdi, tâbi olmaktan kaçındı.

 

24- فَقَالَ إِنْ هَذَا إِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُ “Dedi: Bu, ancak nakledilegelen bir sihirdir.”

“Bu, sihirbazlardan nakledilen ve öğrenilen bir sihirdir” dedi.

Ayetteki

فَ (fe) harfi bu kelime hatırına gelir gelmez beklemeden ve düşünmeden bunu söylediğine delâlet eder.

 

25- إِنْ هَذَا إِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِ “Bu, ancak bir insan sözüdür.”

Bu, önceki cümleyi te’kid gibi olduğundan ona atfedilmemiştir.

 

26- سَأُصْلِيهِ سَقَرَ “Ben onu Sakar’a (cehenneme) sokacağım.”

 

27- وَمَا أَدْرَاكَ مَا سَقَرُ “Bilir misin sen, nedir o Sakar?”

Bu üslûpla anlatım, onun dehşetini bildirmek içindir.

 

28- لَا تُبْقِي وَلَا تَذَرُ “Geride bir şey koymaz, bırakmaz.”

Kendisine bırakılan kimseleri ne oldurur, ne öldürür.

 

29- لَوَّاحَةٌ لِّلْبَشَرِ “Derileri kavurur.”

 

30- عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَ “Üzerinde ondokuz vardır.”

Bunun üzerinde ondokuz adet veya ondokuz sınıf melek vardır, bunlar orayla ilgili görevleri edâ ederler.

Ondokuz adedinin belirtilmesi şundandır:

Beşerî nefislerin nazar ve amelde (teorik ve uygulamalı meselelerde) bozulmaları oniki hayvanî ve yedî de tabiî kuvveler sebebiyledir.

Veya şöyle olabilir: Cehennemin yedi derekesi vardır. Bunlardan altısı kâfir grupları için, biri de ehl-i imandan isyankâr kimseler içindir. Kâfirlere ait olan cehennem derekelerinde

-İtikadı terk,

-İkrarı terk,

-Veya ameli terkten dolayı üçer ayrı dereke vardır, her biri durumuna uygun bir şekilde azap görürler. Her birinde görevli bir melek veya bir grup melek bulunmaktadır. İsyankar mü’minlerin bulunduğu cehennem derekesinde de, ameli terk etmelerinden dolayı azap gören kimseler bulunur, orada da bununla görevli bir melek veya bir grup melek bulunmaktadır.

Veya şöyle düşünülebilir: Bir günde yirmidört saat vardır. Bunun beş saati beş vakit namaza ayrılır. Geriye kalan ondokuz saat ise insanın azabına yol açabilecek işlerde geçer. Zebaniler, o saatlerde işlenen günahlara azap verme hususunda görevlerini edâ ederler.

 

31- وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً “Biz cehennem görevlilerini ancak meleklerden kıldık.”

Cehennemin işleri için meleklerin görevlendirilmesi, azap görenlerin cinsinden farklı olup, onlara acımamaları ve onlara rahat nefes aldırmamaları içindir. Ayrıca melekler, mahlukatın en kuvvetlileri ve Allah için gadabta en ileri olanlardır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Ebu Cehil cehennem melekleriyle alakalı “ondokuz” lafzını duyunca Kureyşe “Sizden her on kişi onlardan birini yakalamaktan aciz mi kalır” dedi. Bunun üzerine ayet nâzil oldu.

وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا “Onların sayısını, inkâr edenler için bir imtihan yaptık.”

Kâfirler için ondokuz adedinin fitne kılınması,

-Bu sayıyı az bulmaları,

-Bununla dalga geçmeleri,

-Ve bu sayıda meleğin ekser ins ve cinnin cezalandırılmasına yetmeyeceğini düşünmeleridir.

لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ “Kendilerine kitap verilenler kesin olarak bilsinler.”

Kitap ehli olanların da, bu adedin kendi kitaplarında olana uygun olduğunu görüp Hz. Peygamberin nübüvvetine ve Kur’anın doğruluğuna karşı bir yakîn elde etmeleri için böyle yaptık.

وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا “İman edenlerin de imanı artsın.”

Ehl-i imanın da, ehl-i kitabın tasdikiyle imanları artsın istedik.

وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ “Kendilerine kitap verilenler ve mü’minler şüpheye düşmesinler.”

Ayetin bu kısmı, daha önce nazara verilen,

-Ehl-i kitabın yakine ulaşmaları,

-Ve ehl-i imanın imanını ziyadeleştirmeleri manasını te’kiddir ve yakîn içinde olan kimseye arız olabilen bir şüpheyi de nefyetmektir.

وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلًا “Kalplerinde bir maraz bulunanlar ve kâfirler: “Allah bu misalle ne demek istedi?” desinler.”

Kalplerinde bir maraz bulunanlar” ifadesinden murat, bir şek veya nifaktır. (Mekkede münafıklar olmadığı cihetle), bu manaya göre ayet-i Kerime Medinede hicretten sonra meydana gelecek bir durumu haber vermektedir.

كَذَلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَن يَشَاء وَيَهْدِي مَن يَشَاء “İşte böyle, Allah dilediğini yoldan saptırır, dilediğini de yola getirir.”

Burada zikrolunan meselede olduğu gibi, Allah aynı olayda kâfirleri saptırır, mü’minlere ise hidayet eder.

وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ “Rabbinin ordularını ancak kendisi bilir.”

Bütün mahlûkâtı, bulundukları hâl üzere ancak Allah bilir. Çünkü hiç kimse için,

-İmkân âleminde olanların nelerden ibaret olduğunu bilmeye,

-Bunların hakikatlerine ve sıfatlarına muttali olmaya,

-Bunların ne kadar, nasıl, ne itibar ile ve ne nisbetle bu hakikatlere ve özelliklere sahip olduklarını bilmeye bir yol yoktur.

وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَى لِلْبَشَرِ “O, insanlar için ancak bir uyarıdır.”

O” zamirinden murat

-Sakar (Cehennem),

-Cehenneme görevli meleklerin sayısı,

-Veya bu sûre olabilir.

 

32- كَلَّا “Hayır.”

وَالْقَمَرِ “Andolsun aya.”

 

33- وَاللَّيْلِ إِذْ أَدْبَرَ “Andolsun döndüğü an geceye.”

 

34- وَالصُّبْحِ إِذَا أَسْفَرَ “Andolsun açtığı sıra sabaha.”

 

35- إِنَّهَا لَإِحْدَى الْكُبَرِ “Şüphesiz o (Sakar), büyük belalardan biridir.”

Yani, büyük belâlar pek çoktur. Sakar onlardan biridir.

Bu cümle, kasemin (yeminin) cevabıdır.

Veya “Kella” ifadesinin illetini beyan eder.

 

36- نَذِيرًا لِّلْبَشَرِ “İnsanlar için bir uyarıcıdır.”

 

37- لِمَن شَاء مِنكُمْ أَن يَتَقَدَّمَ أَوْ يَتَأَخَّرَ “İçinizden ileri gitmek veya geri kalmak isteyen kimseler için.”

Bundan murat “Artık dileyen iman etsin. Dileyen de inkâr etsin.” (Kehf, 29) ayetindeki gibi bir mana da olabilir. Yani, “artık dileyen öne geçsin, dileyen de geri kalsın. Gereken uyarı yapılmıştır.”

 

38- كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ “Her nefis kendi kazandığına karşılık bir rehindir.”

 

39- إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ “Ancak ashab-ı yemîn (amel defterleri sağından verilenler) hariç.”

Çünkü onlar yaptıkları iyi amellerle kendilerini rehin olmaktan kurtarmışlar, hürriyetlerine kavuşmuşlardır.

Denildi ki: Ashab-ı Yemîn’den murat melekler ve küçük çocuklar olabilir.

 

40- فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ “Onlar cennettedirler, birbirlerine sorarlar.”

 

41- عَنِ الْمُجْرِمِينَ “Mücrimlerin durumunu.”

 

42- مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ “Nedir sizi Sakar’a sokan?”

 

43- قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ “Dediler ki: Biz namaz kılanlardan değildik.”

 

44- وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ “Yoksulu da yedirmezdik.”

Verilmesi vacip olanı vermezdik.

Ayette, kâfirlerin (imanî meseleler dışında) füruatla da mükellef olduklarına bir delil vardır.

 

45- وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ “Batıla dalanlarla birlikte biz de dalardık.”

 

46- وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ “Hesap gününü yalanlardık.”

Bütün bunlardan sonra, üstelik biz kıyameti de yalanlayanlardandık.

 

4ّ7- حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ “Nihayet yakîn bize geldi.”

Bundan murat, ölüm ve ölümün öncüleridir.

 

48- فَمَا تَنفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ “Artık şefaatçilerin şefaatı onlara bir fayda vermez.”

Bütün şefaatçiler onlara faraza şefaat de etseler, bir fayda veremezler.

 

49- فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِضِينَ “Böyle iken onlara ne oluyor da öğütten yüz çeviriyorlar?”

Öğütten murat Kur’andır veya genel anlamda bütün öğütlerdir.

 

50- كَأَنَّهُمْ حُمُرٌ مُّسْتَنفِرَةٌ “Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri.”

 

51- فَرَّتْ مِن قَسْوَرَةٍ “Arslandan kaçmaktalar.”Onların ürkmüş yaban eşekleri gibi olmaları,

-Yüz çevirmeleri,

-Ve öğüdü dinlemekten ürkmeleri cihetindendir.

 

52- بَلْ يُرِيدُ كُلُّ امْرِئٍ مِّنْهُمْ أَن يُؤْتَى صُحُفًا مُّنَشَّرَةً “Hatta onlardan her biri, kendisine açılmış sahifeler verilmesini istiyor.”

Müşrikler Hz. Peygambere şöyle demişlerdi: “Sen bize semadan “Bu falana mektuptur. Muhammede tâbi ol” şeklinde Allahtan bir mektup getirmedikçe Sana uymayacağız.”

 

53- كَلَّا “Hayır, hayır.”

بَل لَا يَخَافُونَ الْآخِرَةَ “Doğrusu onlar ahiretten korkmuyorlar.”Onların öğütten yüz çevirmeleri bu yüzdendir. Yoksa, kendilerine sahifeler verilmesinin imkânsız olmasından değildir.

 

54- كَلَّا “Hayır, hayır.”

Ayet, onların yüz çevirmelerinden bir men ediştir.

إِنَّهُ تَذْكِرَةٌ “O, şüphesiz bir öğüttür.”

Hem de nasıl bir öğüt!

 

55- فَمَن شَاء ذَكَرَهُ “Artık kim dilerse ondan öğüt alır.”

 

56- وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ “Bununla beraber, Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar.”

Bu ayet, “Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (Tekvîr, 29) ayeti gibidir. Ayet, kulun fiilinin Allahın yaratmasıyla olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir.

هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ “O, ehl-i takva ehl-i mağfirettir.”

O, ikabından korkulmaya, kullarını ve özelilikle de onlardan müttaki olanları bağışlamaya ehil olandır.

Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim Müddessir sûresini okusa, Mekke’de Muhammedi (asm) tasdik ve tekzip edenler sayısınca Allah ona haseneler verir.”


 

[1> Yani, O öyle büyüktür ki, O’nun şeriki olmaz ve hiçbir şey O’na benzemez. O, şeriki ve naziri olmaktan yücedir, münezzehtir.

[2> Yani, böyle yapmanın haram olduğuna delâlet etmez, hoş bir şey olmadığını bildirir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
74. Müdessir
Gönderi tarihi: 17-04-2014
2,161 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content