1- قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ فَقَالُوا “Deki: “Bana, cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi:”
Cinler, kendilerinde ateş veya hava unsurunun galip olduğu göze görülmeyen akıllı varlıklardır.
Denildi ki: Onlar, mücerred ruhların bir çeşididir.
Bunların, bedenlerinden ayrılmış beşerî ruhlar olduğunu söyleyenler de oldu.
Ayette Hz. Peygamberin bu olayda onları görmediğine ve kendilerine Kur’an okumadığına bir delâlet vardır. Hz. Peygamberin Kur’an okuduğu bir vakitte onlar da hazır olup, dinlemişlerdir. Allahu Teâlâ da olayı vahiyle peygamberine bildirmiştir.
إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا “Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur’ân dinledik.”
Bunlar kavimlerine döndüklerinde “biz hayret verici bir kitap duyduk” dediler.
Kur’anın hayret verici olması, nazmındaki güzellik ve manasındaki incelikle insan sözünden çok farklı olmasıdır.
2- يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ “Hidayete sevk ediyor.”
فَآمَنَّا بِهِ “Biz de ona iman ettik.”
Bu kitap, hakka ve doğruya sevkediyor, biz de ona iman ettik.
وَلَن نُّشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا “Rabbimize hiçbir şeyi asla ortak koşmayacağız.”
Kat’î delillerin tevhidi söylemeleri üzerine, biz Rabbimize hiç kimseyi şerik kılmayacağız.
3- وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا “Doğrusu, Rabbimizin şanı çok yüksektir.”
مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا “Ne bir eş edinmiştir, ne de bir çocuk.”
Sanki Kur’andan duydukları kısım onların içinde bulunduğu şirke ve Allah hakkında eş ve çocuk nisbet etmenin yanlışlığına dikkat çekmişti.
4- وَأَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَفِيهُنَا عَلَى اللَّهِ شَطَطًا “Şüphesiz sefihimiz, Allah hakkında taşkın sözler söylüyordu.”
“Sefihimiz” ifadelerinden murat İblistir veya cinlerin azgın olanıdır.
Allah hakkında taşkın söz söylemesi ise, O’na eş ve evlat nisbet etmesidir.
5- وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن تَقُولَ الْإِنسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا “Doğrusu biz, ins ve cin’in Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.”
Bununla, bu sefih kimseye uymaları konusunda mazeretlerini söylemektedirler.
6- وَأَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِّنَ الْإِنسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِّنَ الْجِنِّ “Doğrusu, insanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı.”
Çünkü, insanlardan birisi ıssız bir yerde geceye girdiğinde “Kavminin sefihlerinden, bu vâdinin efendisine sığınıyorum” diyordu.
فَزَادُوهُمْ رَهَقًا “Böylece onların azgınlıklarını artırırlardı.”Kendilerine sığınılması, cinlerin kibrini ve azgınlığını artırırdı.Veya, cinler insanları yoldan çıkardı, onları kendilerine sığınacak kadar taşkınlıklar yapacak hâle getirdi.
7- وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنتُمْ أَن لَّن يَبْعَثَ اللَّهُ أَحَدًا “Doğrusu onlar da, sizin zannınız gibi, Allah’ın hiç kimseyi peygamber göndermeyecek sanmışlardı.”
Bu iki ayet, cinlerin sözlerini naklediyor olabilir veya Allahu Teâlâ tarafından doğrudan insanlara bilgi vermektir.
Birinciye göre üstteki ayetin manası: Ey cinler! İnsanlar da sizin gibi Allahın kimseyi elçi olarak göndermeyeceğini zannettiler.
İkinciye göre mana: Ey insanlar! Cinler de sizin gibi Allahın kimseyi elçi olarak göndermeyeceğini zannettiler.
8- وَأَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاء فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا “Doğrusu biz semaya ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı alevlerle dolu bulduk.”
Biz semaya ulaşmak veya oradan haber almak istedik. Ama kuvvetli muhafızlar ve şihaplar tarafından korunduğunu gördük.
Bundan murat, onları semadan men eden melekler ve ateşli semavî mermilerdir.[1>
9- وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَن يَسْتَمِعِ “Doğrusu biz göğün bazı mevkilerinde dinlemek için otururduk.”Eskiden biz muhafızlardan ve şihaplardan boş veya tarassuda ve dinlemeye uygun olan bazı yerlere otururduk.
الْآنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَّصَدًا “Fakat şimdi her kim dinleyecek olursa, kendini gözetleyen bir şihap buluyor.”Bunun beyanı Sâffât sûresinde geçmişti.[2>
10- وَأَنَّا لَا نَدْرِي أَشَرٌّ أُرِيدَ بِمَن فِي الْأَرْضِ “Doğrusu biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi.”
أَمْ أَرَادَ بِهِمْ رَبُّهُمْ رَشَدًا “Yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”
Semanın bu şekilde korunmasıyla, arzda olanlara bir şer mi murat edildi, yoksa onların Rabbi kendilerine bir hayır mı murat etti, bilemiyoruz.
11- وَأَنَّا مِنَّا الصَّالِحُونَ وَمِنَّا دُونَ ذَلِكَ “Doğrusu, bizden salih olanlar da var, bunun aşağısında olanlar da var.”Salihlerden aşağıda olanlar, orta hâlli kimselerdir.
كُنَّا طَرَائِقَ قِدَدًا “Biz çeşitli yollara ayrıldık.”Hepimiz ayrı ayrı yollar tutmuştuk.
12- وَأَنَّا ظَنَنَّا أَن لَّن نُّعجِزَ اللَّهَ فِي الْأَرْضِ “Anladık ki, Allah’ı yeryüzünde âciz bırakamayız.”
وَلَن نُّعْجِزَهُ هَرَبًا ا “Kaçarak da O’ndan kurtulamayız.”
Şunu anladık ki, arzın neresinde olursak olalım veya arzdan semaya kaçmak isteyelim, ne yapsak Allahı aciz kılamayız, kaçmakla kurtulamayız.
13- وَأَنَّا لَمَّا سَمِعْنَا الْهُدَى آمَنَّا بِهِ “Gerçekten biz hidayet rehberini (Kur’an’ı) işitince ona iman ettik.”
فَمَن يُؤْمِن بِرَبِّهِ فَلَا يَخَافُ بَخْسًا وَلَا رَهَقًا “Artık kim Rabbine iman ederse, ne hakkının eksik verilmesinden, ne de haksızlığa uğramaktan korkar.”
Artık her kim Rabbine iman ederse korkudan emin olur, ne amelinin karşılığının az verilmesinden ne de kendisini zillet bürümesinden korkar.
Veya mana şöyle de olabilir: Rabbine iman eden kimse başkasının hakkını eksik vermekten ve başkasını zillete düşürmekten dolayı bir ceza görmez. Çünkü ne kimsenin hakkını yemiş, ne de başkasına zulmetmiştir. Mü’min olan kimsenin böyle şeylerden kaçınması gerekir.
14- وَأَنَّا مِنَّا الْمُسْلِمُونَ وَمِنَّا الْقَاسِطُونَ “Kuşkusuz içimizde hakka teslim olanlar da var, hak yoldan sapanlar da var.”
Bizden hakka teslim olanlar da var, hak yol olan iman ve tâatten sapanlar da var.
فَمَنْ أَسْلَمَ فَأُوْلَئِكَ تَحَرَّوْا رَشَدًا “Kim hakka teslim olursa, işte onlar doğruyu arayıp bulmuşlardır.”Artık her kim Allaha teslimiyet yolunu seçerse, böyleleri kendilerini mükâfat yurduna ulaştıracak büyük bir hayrı aramış ve bulmuş olurlar.
15- وَأَمَّا الْقَاسِطُونَ فَكَانُوا لِجَهَنَّمَ حَطَبًا “Hak yoldan sapanlara gelince, işte onlar cehenneme odun olmuşlardır.”Cehennem, insanlardan kâfir olanları yaktığı gibi, bunları da yakar.
16- وَأَلَّوِ اسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرِيقَةِ لَأَسْقَيْنَاهُم مَّاء غَدَقًا “(Bana şu da vahyedildi): Eğer dosdoğru yolda olsalar, onlara bolca yağmur yağdırırız.”
Eğer cinler veya insanlar veya her ikisi, istikamet üzere dosdoğru bir yolda gitselerdi, elbette biz onlara bolca rızık verirdik.
Ayette “bolca yağmur” denilmesi,
-Yağmurun maişet ve bollukta temel rükün olmasından,
-Ve bir de Arablar arasında daha da önem atfedilmesindendir.[3>
17- لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ “Ta ki bununla onları imtihan edelim.”
Onlara bolca yağmur göndermemiz nasıl şükredeceklerini denememiz içindir.
Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Şayet cinler eski yollarında hiç sapmadan gitseler ve Kur’anı dinledikten sonra hakka teslim olmasalar biz yine bir istidraç olarak onlara bolca rızık verirdik. Böylece kendilerini imtihan eder, nankörlüklerine karşı azaplandırırdık.
وَمَن يُعْرِضْ عَن ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا “Kim Rabbinin zikrinden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, Rabbi onu gittikçe artan bir azaba sokar.”
“Rabbinin zikri” ifadesinden murat,
-O’na ibadet,
-O’nun nasihati
-Veya O’nun vahyidir.
1ِِ8- وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır.”
فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا “O hâlde, Allah ile birlikte başkasına kulluk etmeyin.”
Mescitler Allaha hastır. Öyleyse oralarda bir başkasına ibadet etmeyin.
Denildi ki: Mescitlerden murat, arzın tamamıdır. Çünkü arz, Hz. Peygambere bir mescid kılındı.
Denildi ki: Bundan murat secde yerleridir. Yani “Allahtan başkasına secde etmeyin” manası murattır.
19- وَأَنَّهُ لَمَّا قَامَ عَبْدُ اللَّهِ يَدْعُوهُ كَادُوا يَكُونُونَ عَلَيْهِ لِبَدًا “Allah’ın kulu O’na ibadet etmek için kalktığında cinler nerede ise (kalabalıktan) onun etrafında birbirlerine geçiyorlardı.”
“Allahın kulu” ifadesinden murat, Hz. Peygamberdir. “Abd: Kul” lafzıyla ifade edilmesi tevazu içindir. Çünkü O’nun kendinden söz etmesi mevkiinde yer almıştır:[4>
Ayrıca bu ifadede, Onun ibadet için kalkmasını gerektiren durumu hissettirmek vardır.[5>
Ayet, Hz. Peygamber ibadet hâlinde iken O’nun ibadetini gören ve Kur’an okumasını işiten cinlerin, şaşkınlıklarından iyice sokulup üst üste yığılmalarını anlatmaktadır.
Veya şöyle bir mana olabilir:
Neredeyse ins ve cin, O’nun davasını ibtal için bir ve beraber olacaklar, sırt sırta verecekler.
20- قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي “De ki: Ancak Rabbime dua ederim.’’[6>
وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا “Ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.”
Dolayısıyla, bu benim yaptığım sizin taaccübünüzü ve benim aleyhimde mutabakatınızı gerektirecek garip bir hareket ve nahoş bir durum değildir.
21- قُلْ إِنِّي لَا أَمْلِكُ لَكُمْ ضَرًّا وَلَا رَشَدًا “De ki: Şüphesiz ben, (kendiliğimden) size ne zarar verebilir ne de yol gösterebilirim.”
22- قُلْ إِنِّي لَن يُجِيرَنِي مِنَ اللَّهِ أَحَدٌ “De ki: Gerçekten beni Allah’a karşı hiç kimse asla koruyamaz.”
وَلَنْ أَجِدَ مِن دُونِهِ مُلْتَحَدًا “Ve asla O’ndan başka sığınacak kimse de bulamam.”
23- إِلَّا بَلَاغًا مِّنَ اللَّهِ وَرِسَالَاتِهِ “Bana düşen, ancak Allah’tan gelenleri tebliğ etmek ve O’nun mesajlarını bildirmektir.”Ben size tebliğden başka bir şeye mâlik değilim.
وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَإِنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Kim Allah’a ve Rasûlüne isyan ederse, şüphesiz onlar için, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.”
Her kim tevhidle ilgili emirde Allah ve rasûlüne karşı gelse, onlar için ebedi cehennem ateşi vardır.Bunu tevhid ile açıklamamız, konunun tevhidle alâkalı olmasındandır.
24- حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ أَضْعَفُ نَاصِرًا وَأَقَلُّ عَدَدًا “Kendilerine vaad edileni gördüklerinde, kimin yardımcısının en zayıf ve sayıca en az olduğunu bilecekler.”Onlara vaat edileni görmeleri, Bedir Savaşı örneğinde olduğu gibi dünyada veya cehennem azabı şeklinde ahirette olabilir.
Ondokuzuncu ayette, onların Hz. Peygamberin davetine mukabil ittifak etmeleri manasına dikkat çekilmişti. Bu manaya göre, bu ayette de ahiretteki âkıbetlerine işaret edilmiştir denilebilir.Veya kâfirlerin Hz. Peygambere bakıp da “bunun yardımcısı yok, tâbi olanları da çok az” demelerine bir cevaptır. Ahirette kimin yardımcısız ve sayıca az olduğunu bileceklerdir.
25- قُلْ إِنْ أَدْرِي أَقَرِيبٌ مَّا تُوعَدُونَ أَمْ يَجْعَلُ لَهُ رَبِّي أَمَدًا “De ki: Bilmiyorum, o size vaad edilen şey yakın mı, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar?”
Ayet, müşriklerin mukadder sualine cevap gibidir. Üstteki ayette “kendilerine vaat edileni gördüklerinde…” denilmesine mukabil, müşrikler tarafından inkâr yoluyla “O vaat ne zaman” demelerine bununla cevap verilmiştir. Hz. Peygambere denilmiştir ki: “Ey peygamber! De ki: O vaat mutlaka olacak, ama vakti ne zaman, onu bilmiyorum.”
26- عَالِمُ الْغَيْبِ “O, gaybı bilendir.”
فَلَا يُظْهِرُ عَلَى غَيْبِهِ أَحَدًا “Hiç kimseye gaybını bildirmez.”
Yani, gayb ilmi O’na mahsustur.
27- إِلَّا مَنِ ارْتَضَى مِن رَّسُولٍ “Ancak seçtiği elçiye açar.”Ancak razı olduğu rasûle (elçiye) bir mu’cize olmak üzere, o gayb ilminden biraz verir.Bu ayetteki “gayb ilminin ancak Allahın razı olduğu rasûle bildirileceği” esasından hareketle, gaybla ilgili kerametlerin iptaline delil getirenler olmuştur.Buna cevaben şöyle deriz:Ayetteki “rasûl” (elçi) ifadesi melek için de kullanılır.[7> “Gaybı izhar etmekten” murat da “vasıta olmadan doğrudan izhar etmek, göstermek” manasında anlaşılabilir.
Allahın veli kullarının gaybî meselelerde kerametleri, ancak meleklerden almak şeklinde gerçekleşir. Bu, bir nevi peygamberler vasıtasıyla bizlerin ahiretin hâllerine muttali olmamıza benzer.[8>
فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا “O, elçinin önünde ve arkasında gözetleyiciler salar.”
Allah, razı olduğu elçinin önünden ve ardından gözcülük yapan muhafızlar salar. Bunlar, onu şeytanların müdahalesinden ve karıştırmasından korurlar.
28- لِيَعْلَمَ أَن قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ “Ta ki şunu bilsin: Onlar, Rablerinin mesajlarını tam ulaştırdılar.”
Ta ki kendisine vahiy gönderilen peygamber, Cebrail ve vahiyle inen meleklerin mesajı tam ulaştırdıklarını bilsin.
Veya mana şöyle olabilir: Ta ki Allah, kendi mesajlarını peygamberlerin hakkıyla tebliğ ettiklerini ortaya koysun.[9>
وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ “Ve Allah, onların her hâlini kuşatmıştır.”
Allah, elçileri nezdinde olanları kuşatmıştır.
وَأَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا “Ve her şeyi bir bir saymıştır.”
Yağmur damlalarına ve kum tanelerine varıncaya kadar, Allah herşeyi tek tek saymış, belirlemiştir.Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Cin sûresini okursa Hz. Peygamberi tasdik eden veya yalanlayan cinler sayısınca köle azat etmiş gibi sevap kazanır.
[1> Ayette, kalenin burçlarına çıkıp içeri girmeye çalışan yabancıların, kale muhafızları tarafından ateşli silahlarla püskürtülmeleri tablosu nazara verilmektedir. Ruhen semaya yükselme kâbiliyetine sahip olan cinler, sema kalesinin burçlarına yükselmek ve oralardan haberler almak istediklerinde, melekler tarafından engellenmektedirler.
[2> Bkz. Sâffât, 6 – 10.
[3> Çünkü çöl ikliminde yaşadıklarından yağmura çok ihtiyaç duymakta idiler.
[4> Kur’anın ilk muhatapları bu ifadeyi doğrudan Hz. Peygamberin ağzından duymakta idiler.
[5> Yani, O bir abddir, böyle olunca ubudiyet görevini eda etmesi gerekir.
[6> Ayete şöyle de mana verilebilir:
“Ancak Rabbime ibadet ederim.”
Veya “Ancak Rabbime davet ederim.”
Bu farklılık “daâ” kelimesinin bu anlamlarda kullanılabilmesinden kaynaklanmaktadır.
[7> Mesela. Fatır suresi 1. ayette şöyle bildirilir: “O, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılandır.”
[8> Yani, Allah peygamberlerine meleği vasıta yapmadan doğrudan gaybî bazı sırlar verebilir. Ama veli zâtlara bildirilen gaybî sırlar melek aracılığıyla olur. Ayetteki “rasûl” kelimesi sadece “peygamber” anlamında olmayıp “elçi” manasında melekler için de kullanılmaktadır. Nitekim ayette “Allah hem meleklerden, hem de insanlardan elçiler seçer.” (Hacc, 75) denilmektedir. Böyle olunca, veli zâtların gaybla ilgili bazı sırlara muttali olmalarına bir engel bulunmamaktadır. Bu ayeti, onların gayb bilgisine mazhariyetlerini inkârda kullanmak, yerinde bir kullanım değildir.
[9> Ayet metinlerindeki “Allahın bilmesi” şeklinde ifadeler “Allahın ortaya koyması, izhar etmesi” şeklinde açıklanır. O ezeli ilmiyle zâten her şeyi gerçekte olduğu gibi bilmektedir. Ama bu şekilde icraat ile, bu bilinenler haricî vücut bulmakta, gözle görülür hâle gelmektedir. Tâhiru’l-Mevlevî şöyle der: “Allahın bizi imtihan etmesi bizi bilmek için değil, bizi bize bildirmek içindir.”