1- إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَى قَوْمِهِ أَنْ أَنذِرْ قَوْمَكَ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Şüphesiz biz Nûh’u, “Kendilerine elîm bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye kavmine gönderdik.”
“Elîm azap”tan murat
-Ya tufandır
-Veya ahiret azabıdır.
2- قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Dedi ki: Ey kavmim! Gerçekten ben size açık bir uyarıcıyım.”
3- أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ “Şöyle ki: Allah’a ibadet edin.”
وَاتَّقُوهُ “Ondan korkun.”
وَأَطِيعُونِ “Ve bana itaat edin.”
Şuara sûresinde bunun benzeri geçmişti.[1>
4- يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ “Ta ki günahlarınızdan bağışlasın.”
Bundan murat önceki günahlarıdır. Çünkü Allahın dinine girmek, öncesini affettirir. Dolayısıyla öncekilerden dolayı ahirette sizi hesaba çekmez.
وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى “Ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin.”
Bundan murat, iman ve tâat şartıyla, onlar için takdir olunan en uzun zamandır.
إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاء لَا يُؤَخَّرُ “Şüphesiz Allah’ın eceli gelince ertelenmez.”
Çünkü Allahın takdir ettiği ecel, takdir olunduğu tarzda geldiğinde tehir edilmez. Öyleyse, mühlet verilen ve tehir edilen vakitleri iyi değerlendirin.
Ayetteki “Allahın eceli” ifadesinden murat, onlar için belirlenen en uzun süre de olabilir. Bu geldiğinde, artık bir tehir söz konusu olmayacaktır.
لَوْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ “Keşke bilseydiniz.”
Eğer ilim ve tefekkür ehlinden iseniz, bunun böyle olduğunu bilirsiniz.
Ayetin üslûbunda, Nûhun kavminin kendilerini dünyaya iyice kaptırmalarından dolayı sanki ölüme şüpheyle bakmalarına bir işaret vardır.
5- قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا وَنَهَارًا “Nûh dedi ki: Ey Rabbim! Ben kavmimi gece gündüz davet ettim.”Bundan murat, “daima onları davet ettim” manasıdır.
6- فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا “Fakat benim davetim, ancak onların kaçmalarını artırdı.”
Benim onları davetim, ancak onların iman ve tâatten kaçmalarını artırdı.
Ayette, bu ziyadeliğin davete isnadı “Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden bazısı (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin imanını artırdı?” der.” (Tevbe, 124) ayetinde olduğu gibi, sebebiyet yönündendir. Yani, benim onları davetim, daha da kaçmalarına sebebiyet verdi.
7- وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ “Ben onları Senin bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar.”
Ben onları bağışlaman için ne zaman imana çağırdımsa, daveti duymamak için kulaklarını tıkadılar.
وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ “Elbiselerine büründüler.”
Benim davetimden hiç hoşlanmamaları yüzünden beni görmemek için elbiselerine büründüler.
Veya, onları tanıyıp da kendilerini hakka davet etmeyeyim diye böyle yaptılar.
وَأَصَرُّوا “Israr ettiler.”
Küfür ve isyan üzere ısrar ettiler.
Onların bu ısrarı, erkek eşeğin dişi eşeği görüp de kulaklarını dikip ona yönelmesini çağrıştıran kelime ile ifade edildi.
وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا “Kibirlendikçe kibirlendiler.”
Bana tâbi olmaktan kaçtıkça kaçtılar, kibirlendikçe kibirlendiler.
8- ثُمَّ إِنِّي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا “Sonra ben onları açık açık davet ettim.”
9- ثُمَّ إِنِّي أَعْلَنتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ لَهُمْ إِسْرَارًا “Sonra, onlarla hem açıktan açığa, hem de gizliden gizliye konuştum.”
Yani tekrar be tekrar onları davet ettim. Onları davet için her yolu denedim.
Ayette geçen “sonra” ifadesi davet cihetlerinin farklılığını ifade eder. Çünkü açıktan anlatmak gizli anlatmaya nisbetle daha çetindir.
Açık ve gizliyi cem etmek, sadece biriyle anlatmaktan daha çetindir.
Veya “sonra” ifadesi, tebliğde uyguladığı merhaleleri ifade için de olabilir.
10- فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ “Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin.”
Onlara dedim: Küfürden tevbe ile Rabbinize istiğfar edin.
إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا ا “Çünkü O, Ğaffardır.”
Çünkü O, tevbe edenler için çokça bağışlayandır.
Sanki, Hz. Nûh onlara ibadeti emredince şöyle dediler: Eğer biz hak üzere isek onu terk etmeyiz. Batıl üzere isek, kendisine isyan ettiğimiz Yaratıcı nasıl bizi kabul eder ve bize lütufta bulunur?
Buna mukabil Hz. Nûh onlara günahlarını ortadan kaldıracak ve kendilerine lütfu celbedecek ameli, yani istiğfarı emretti. Ayrıca onların kalplerinde en ziyade etkili olacak şeyleri kendilerine vaat etti.
Denildi ki: Onlara davet uzayıp ısrarları sürünce Allah kırk yıl boyunca onlara yağmuru kesti, hanımlarını kısır bıraktı. Bundan dolayı Hz. Nûh, içinde bulundukları günahlardan istiğfar etmelerine mukabil bu sıkıntılardan kurtulacaklarını vaat etti:
11- يُرْسِلِ السَّمَاء عَلَيْكُم مِّدْرَارًا “Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın.”
Bundan dolayı yağmur duasında istiğfarda bulunmak bir esas olmuştur.
12- وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ “Mal ve evlat vererek imdadınıza koşsun.”
وَيَجْعَل لَّكُمْ جَنَّاتٍ “Sizin için bahçeler yapsın.”
وَيَجْعَل لَّكُمْ أَنْهَارًا “Ve ırmaklar meydana getirsin.”
13- مَّا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًا “Size ne oluyor ki Allah için bir vakar ummuyorsunuz?”
Size ne oluyor ki, Allahın kendisine ibadet ve itaat edenlere tazimde bulunacağını ummuyorsunuz, ta ki size de büyük ikramda bulunacağını umasınız.
Veya mana şöyle olabilir:
Size ne oluyor ki Allah için bir azamet takdir etmeyip O’na isyandan korkmuyorsunuz?
Ayette inançla ilgili bir durumun, en ednâ bir zanna tâbi olan ummak ile ifade edilmesi, mübalağa içindir.
14- وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا “Hâlbuki O, sizi tavırdan tavıra yarattı.”
Ayetin bu kısmı hâl cümlesidir. Yani, Allah sizi tavırdan tavıra geçirerek yaratmış iken nasıl olur da O’nun azametini ummazsınız? Çünkü Allahın böyle yaratması, ummayı gerektiren bir durumdur. Zira insanın yaratılışında şu merhaleler vardır:
İnsan önce unsurlar (elementler) âlemindedir. Sonra mürekkebât aleminde yer alır. (Yani, terkip halinde bulunur.) İnsan bunlarla gıdalanır. Bu gıdalar karışım halinde olur. Bunlardan nutfe yaratılır. Sonra sırasıyla alaka, mudğa, kemik ve et merhalelerinden geçer. Sonra Allah ona ruh üfler.
Bütün bunlar, Allahın yeniden bu insanı iâdeye muktedir olduğunu ve ona büyük bir karşılık vermeye gücü yettiğini gösterir. Çünkü Onun kudreti büyük, hikmeti tamdır.
Hz. Nûh ardından bu manayı teyid eden afakî ayetlere dikkat çekip şöyle dedi:
15- أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا “Görmediniz mi, Allah yedi semayı birbiriyle uyumlu olarak (tabaka tabaka) nasıl yarattı?”
16- وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا “Ayı onların içinde bir nur kıldı.”
Ay, dünya semasında olduğu hâlde ayette semavatta bir nur olduğu ifade edildi. Onlara nispet edilmesi, aralarında olan mülabesetten dolayıdır.[2>
وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا “Güneşi de bir lamba yaptı.”
Güneşin lamba olması bir temsildir. Yani, nasıl ki lamba çevresindeki karanlığı izale ediyorsa, güneş lambası dahi arzın yüzündeki karanlığı ortadan kaldırmaktadır.
17- وَاللَّهُ أَنبَتَكُم مِّنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا “Allah sizi yerden bir bitki bitirir gibi bitirdi.”
Bundan murat, insanın arzdan inşa edilmesidir. Çünkü bu, yaratılışa ve arzdan meydana gelmeye daha ziyade delil olmaktadır.
18- ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا “Sonra sizi oraya geri çevirecek.”
Sonra ölümle sizi toprağa iade edecek, üzeriniz toprakla örtülecek.
وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًا “Ve sizi bir çıkarışla tekrar çıkaracaktır.”
Haşir ile sizi oradan çıkaracaktır.
Ayette insanın haşrinin ilk yaratılış gibi kolay olduğuna ve şüphesiz gerçekleşeceğine delâlet vardır.
19- وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ بِسَاطًا “Allah, yeryüzünü size bir sergi yaptı.”
20- لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا “Ta ki, oradaki geniş yollarda yürüyesiniz.”
21- قَالَ نُوحٌ رَّبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي “Nûh dedi ki: Ya Rabbi! Onlar bana isyan ettiler.”
Onlar, emrettiğim şeylerde bana karşı geldiler.
وَاتَّبَعُوا مَن لَّمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلَّا خَسَارًا ا “Malı ve çocuğu hüsrandan başka bir şeyini artırmayanın ardına düştüler.”Bana uymak yerine mallarıyla şımarmaları ve evlatlarıyla mağrur olmaları yüzünden, ahirette ziyanı ziyade olacak reislerine tabi oldular.Ayette, bu kimselerin o reislere uymalarının, sırf onlarda mal ve evlât ile meydana gelen cazibe yüzünden olduğuna işaret vardır. Hâlbuki mal ve evlat o reislere hayır getirmemiş, kendilerini zarara sevk etmiştir.
22- وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًا “Ve çok büyük bir tuzak kurdular.”
Bu reisler çok büyük bir tuzak kurdular. Bundan murat, din hususunda aldatmaları ve insanları Hz. Nûha eziyet etmeye tahrik etmeleridir.
23- وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ “Şöyle dediler: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın.”
Sakın ilahlarınıza olan ibadetinizi bırakmayın.
وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا ا “Hele Vedd, Süvâ’, Yeğûs, Ye’ûk ve Nesr’i hiç bırakmayın.”Ve özellikle de bunları hiç mi hiç terketmeyin!
Denildi ki: Bunlar salih kimselerin isimleri olup, Hz. Âdem ile Hz. Nûh arasında yaşamışlardı. Vefat ettiklerinde kendileriyle teberrük niyetiyle bunların heykellerini yaptılar. Zamanla da bunlara ibadet etmeye başladılar. Bunlar Arablara da intikal etti. Vedd, Kelb kabilesinin; Süva, Hemedan kabilesinin; Yeğus, Mezhac kabilesinin; Yeuk, Murat kabilesinin ve Nesr, Hımyer kabilesinin putu idi.
24- وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا “Onlar gerçekten birçoklarını yoldan çıkardılar.”
Zamir reislere racidir. Veya “Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunu yoldan saptırdılar.” (İbrahim, 36) ayetinde olduğu gibi, putlara râci de olabilir.
وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَلَالًا “Sen de bu zalimlerin sadece dalaletlerini artır.”
Hz. Nûhun talep ettiği şey, din hususunda dalaletlerini istemek değil de, hilelerini revaçlı kılmada mahrum kalmalarını ve dünyevî faydalarında dalaletlerini istemek olabilir.
Veya “Şüphesiz mücrimler, dalalet ve ateşler içindedirler.” (Kamer, 47) ayetinde olduğu gibi, onların zâyi olmalarını ve helâketlerini istemektir.
25- مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا “Hataları (küfür ve isyanları) yüzünden suda boğuldular.”
فَأُدْخِلُوا نَارًا “Ardından da ateşe alındılar.”
Ateşten murat kabir azabı veya ahiret azabıdır. Boğulmalarını ifadeden sonra
فَ (fe) harfiyle hemen ateşe alınmalarını ifade etmek, bu ikisi arasın da geçen zamanın önemi olmamasındandır.
Veya bir şartın eksik kalması veya bir mani bulunması yüzünden her ne kadar gecikse de neticenin sebebe bağlı olmasındandır.Ayette ateşin elif-lâmsız gelmesi, onun büyüklüğünü göstermek içindir.Veya bundan murat, ateşin bir nevi olmasıdır.
فَلَمْ يَجِدُوا لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ أَنصَارًا “Kendileri için Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.”
Ayet, kendilerine yardım edemeyecek batıl mabutlar edinmelerinden dolayı onlara bir tarizdir.
26- وَقَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا “Nûh dedi ki: Ya Rabbi! Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bile bırakma.”
27- إِنَّكَ إِن تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ “Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar.”
وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا “Ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar.”
Hz. Nûhun onlara bu şekilde beddua etmesi, kendilerini dokuzyüz elli sene deneyip araştırmasından, böylece karakterlerini ve tabiatlarını tanımasından sonradır.
28- رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَن دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ “Ya Rabbi! Bana, ana-babama, mü’min olarak evime girenlere ve erkek - kadın bütün mü’minlere mağfiret et.”
وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا “Zalimlerin ise sadece helakini artır.”
Hz. Nûhun “evime giren…” ifadesinden murat “mescidime… gemime” manası olabilir. “Erkek ve kadın mü’minler” derken ise, kıyamete kadar gelecek bütün ehl-i iman buna dâhildir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Nûh sûresini okursa Hz. Nûhun duasına giren mü’minlerden olur.”
[1> Bkz. Şuara, 105 – 108.
[2> Mesela mahallemizden çıkan âlim birine “insanlık seninle iftihar ediyor” deriz. Çünkü neticede O da bir insandır ve insanlık âlemiyle bir şekilde münasebeti bulunmaktadır.