370. DERS (Hakka Suresi)

1- الْحَاقَّةُ “Hâkka!”

Bundan murat kıyamettir.

Veya “gerçekleşecek olan durum” demektir.

Veya “kendisinde eşyanın hakikatlerinin bilineceği durumdur.”

 

2- مَا الْحَاقَّةُ “Nedir o hâkka!”

Ayette zamir ile “nedir o?” demek yerine “nedir o hâkka” denilmesi, gerçekleşecek olayın büyüklüğüne ve dehşetine işaret etmek içindir.

 

3- وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْحَاقَّةُ “Bildin mi nedir o hâkka?”

Sen onun künhünü bilemezsin. Çünkü o bir insanın anlayamayacağı kadar büyük bir olaydır.

 

4- كَذَّبَتْ ثَمُودُ وَعَادٌ بِالْقَارِعَةِ “Semûd ve Âd, karia’yı (yürekleri hoplatacak kıyameti) yalanladı.”

Semud ve Âd kavimleri, kendisinde semanın yarılacağı ve yıldızların saçılacağı o dehşetli kıyamet gününü yalanladı.

Ayette geçen “kâria” kelimesi, hâkka yerine kullanılmıştır. Bunda, o günün dehşetini tavsif etmek vardır.

 

5- فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ “Semûd’a gelince, onlar tâğıye ile helak edildiler.”

Tâğıye’den murat gayet şiddetli bir ses veya depremdir.

Şöyle de mana verilebilir: “Semud kavmi, dini yalanlamak ve benzeri tuğyanları sebebiyle helâk edildi.” O zaman “tâğıye” kelimesi masdar olarak düşünülür. Ancak diğer ayette Âd kavminin helâkinin “sarsar” ile olduğu nazara alınırsa, bu ikinci mana mutabık düşmez.

 

6- وَأَمَّا عَادٌ فَأُهْلِكُوا بِرِيحٍ صَرْصَرٍ عَاتِيَةٍ “Âd’a gelince, şiddetli ve azgın bir sarsar ile helak edildiler.”

Sarsar, sesi veya soğuğu şiddetli olan rüzgârdır.

 

7- سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا “Allah, onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti.”

Ayette geçen “husumen” kelimesi, bu şiddetli rüzgârın,

-Kesintisiz devam ettiğini,

-Onların kökünü kestiğini, yani geride kimse bırakmadığını anlatır.

Âd kavminin helâki, “eyyam-ı acûz” denilen günlerde, Çarşamba sabahı başlayıp diğer Çarşambanın sonuna kadar aralıksız devam eden fırtına ile olmuştu.

Bu günlere “eyyam-ı acûz” denilmesi, kışın son günleri olmasındandır.

Veya şöyle anlatılır: Âd kavminden yaşlı bir kadın bir kovuğa gizlenmişti. Ama rüzgar sekizinci günde onu ordan çıkardı, helak etti.

فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَى كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ “Öyle ki o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş hâlde görürsün.”

 

8- فَهَلْ تَرَى لَهُم مِّن بَاقِيَةٍ “Şimdi onlardan geri kalan bir şey görüyor musun?”

 

9- وَجَاء فِرْعَوْنُ وَمَن قَبْلَهُ وَالْمُؤْتَفِكَاتُ بِالْخَاطِئَةِ “Firavun, ondan öncekiler ve mü’tefikat hep o günahı işlediler.”“Mü’tefikat”tan murat, Lût kavminin altı üstüne getirilen beldeleridir. Beldelerin helâkinden murat ise, orada yaşayanların helâkidir.

 

10- فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ “Öyle ki Rablerinin elçisine karşı geldiler.”

Her ümmet, kendi peygamberine isyan etti.

فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَّابِيَةً “Bunun üzerine (Allah da) onları gittikçe artan bir azap ile yakaladı.”

 

11- إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاء حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ “Kuşkusuz, sular kabarınca sizi gemide taşıdık.”

Tufan olayında sular her tarafı istila ettiğinde, sizi Nûhun gemisinde taşıdık.

Ayette “sizi taşıdık” denilmesi, şimdiki insanların o gün gemide taşınanların sulbünde olmasındandır.

 

12- لِنَجْعَلَهَا لَكُمْ تَذْكِرَةً وَتَعِيَهَا أُذُنٌ وَاعِيَةٌ “Ta ki, bunu sizin için bir uyarı yapalım ve belleyici kulaklar da onu bellesin.”

Ta ki mü’minleri kurtarmak ve kâfirleri suda boğmak fiilini Sani’in kudretine ve hikmetine, kahrının ve lütfunun kemâline bir ibret ve delalet yapalım ve belleyici kulaklar bunu bellesin. Yani, bunu tezekkür etsin, bunun üzerinde düşünsün ve mucibiyle amel etsin.

Ayette “belleyici kulaklar” mealindeki “üzünün vâiye” ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, böylelerinin az olduğuna delâlet eder. Bunlar her ne kadar az da olsa, büyük bir kitlenin kurtarılmasına ve nesillerinin devamına sebebiyet verir.

 

13- فَإِذَا نُفِخَ فِي الصُّورِ نَفْخَةٌ وَاحِدَةٌ “Sûr’a bir üfürülüşle üfürüldüğünde.”

Cenab-ı Hak, sûrenin başında kıyametin dehşetini etkili bir şekilde anlattı ve büyüklüğünü göstermek ve önemine tenbihte bulunmak için onu yalanlayanların akıbetini zikretti. Bu ayetle de, kıyametin açıklamasına döndü.

Ayette nazara verilen durum, âlemin harab olacağı sur’a ilk üfürülmesidir.

 

14- وَحُمِلَتِ الْأَرْضُ وَالْجِبَالُ فَدُكَّتَا دَكَّةً وَاحِدَةً “Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp bir bir çarpılışla çarptırıldığında.”Arzın ve dağların yerlerinden kaldırılması doğrudan ilâhî kudretle olabileceği gibi, rüzgarla da olabilir. Bunun sonunda arz ve dağlar toz hâline gelir.

Veya bundan murat, arzın dümdüz olması ve üzerinde eğri veya yumru hiçbir şeyin kalmaması olabilir. Çünkü dağların bu şekilde çarpışması, düz hâle gelmeye bir sebeptir.

 

15- فَيَوْمَئِذٍ وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ “İşte o gün olacak olmuştur.”Yani artık kıyamet kopmuştur.

 

16- وَانشَقَّتِ السَّمَاء فَهِيَ يَوْمَئِذٍ وَاهِيَةٌ “Ve sema yarılmış ve artık o gün o da çökmeye yüz tutmuştur.”

Ve meleklerin nüzulü için sema yarılır. Artık o gün sema zayıftır, sarkmıştır.

 

17- وَالْمَلَكُ عَلَى أَرْجَائِهَا “Melekler onun etrafındadır.”

Ayet “Bir bina yıkılırken, onun sakinleri binanın etrafına ve çevresine sığınmaları gibi, semanın harabında da melekler onun etrafında yer alırlar” manasında temsîlî bir anlatım da olabilir.Şayet temsil olmayıp zahirine göre ise, muhtemelen meleklerin ölümü semanın parçalanmasından sonra olacaktır.

وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ “Ve o gün Rabbinin Arş’ını, bunların da fevkinde sekiz tanesi taşır.”

Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “Arşa görevli melekler bugün dörttür. Kıyamet günü Allahu Teâlâ dört melekle onlara takviyede bulunur.”

Denildi ki: “Sekiz”den murat sekiz saf melek olup, sayılarını ancak Allah bilir.

Ayette nazara verilen ilâhî arşın taşınması, sultanların hüküm vermek üzere insanların yanına haşmetli bir şekilde çıkmaları gibi, Allahın azametini anlatan bir temsil de olabilir. Ayetin devamı da buna göre değerlendirilebilir:

 

18- يَوْمَئِذٍ تُعْرَضُونَ “O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz.”

Ayette, askerlerin sultana teftiş için arzolunmaları gibi, insanların hesaba çekilmek üzere Allaha arzedilmeleri anlatılmaktadır.

Ayette geçen “o gün” ifadesi

-Sura ikinci defa üfürülmesi,

-Göklerde ve yerde olanların bu üfürme ile baygın yere düşmeleri,

-Yeniden diriltiliş,

-Hesaba çekiliş,

-Cennet ehlinin cennete ve cehennem ehlinin de cehenneme alınmalarına kadar bütün safhaları içine alacak bir genişliktedir.

لَا تَخْفَى مِنكُمْ خَافِيَةٌ “Hiç bir gizli haliniz kalmaz.”

Sizin hiçbir hâliniz Allaha gizli olmadığından, bu arzediliş durumunuza muttali olmak için değil, hâlinizin ifşası ve adaletin kemâlini göstermek içindir.

Veya “O gün sırlar meydana çıkarılır.” (Tarık, 9) ayetinde de olduğu gibi, “sizin hiçbir hâliniz o gün insanlara gizli kalmaz” manası da düşünülebilir.

 

19- فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ “Kitabı sağından verilen kimseye gelince, o der ki: Gelin, kitabımı okuyun!”

 

20- إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيهْ “Çünkü ben, hesabıma kavuşacağımı zannediyordum.”

Ayette “hesabıma kavuşacağımı zannediyordum” demesi, “biliyordum” manasınadır. Bunun zann ile ifade edilmesi, akla ve kalbe vesvese şeklinde gelen şeylerin itikada zarar vermediğini hissettirmek içindir. Nazarî ilimlerde böyle vesveseler genelde görülmektedir.

 

21- فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَّاضِيَةٍ “Artık o, hoşnut bir hayat içindedir.”

Çünkü ahiretteki hayat ğıll u ğıştan azâde ve daimidir. Ayette bunun elif-lâmsız gelmesi, o hayatın azametini gösterir.

 

22- فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ “Yüksek bir cennettedir.”Cennet, yüksek bir mekândadır, çünkü semanın fevkindedir.Veya cennetin yüksek olmasından murat, ondaki âli dereceler, yüce binalar ve muhteşem ağaçlardır.

 

23- قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ “Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir).”

Öyle ki, oturan kimse bile kolaylıkla ulaşabilmektedir.

 

24- كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.”Onlara şöyle denilir: Geçmiş günlerde yapmış olduğunuz salih ameller sebebiyle bugün afiyetle yiyin ve için.

 

25- وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ “Kitabı sol tarafından verilen ise der ki:”

Amel defterini solundan alan kimse, orada çirkin amellerini ve kötü akıbetini görünce şöyle der:

يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ “Keşke kitabım verilmeseydi.”

 

26- وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ “Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim.”

 

27- يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَةَ “Ne olurdu o, iş bitirici olsaydı.”

Keşke ölüm işimi bitirseydi de, sonrasında diriltilmeseydim.

Veya “keşke bu hâl, benim işimi bitiren ölüm olsaydı.”

Veya “Keşke dünya hayatında bana hayat verilmeseydi de bu sonuçla karşılaşmasaydım.”

 

28- مَا أَغْنَى عَنِّي مَالِيهْ “Malım bana hiç fayda vermedi.”

“Malım bana ne fayda verdi?” şeklinde, malından bir fayda görmediğini ifade etmiş de olabilir.

 

29- هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ “Saltanatım da yok olup gitti.”

“Saltanatım ve insanlara tasallutum bitti.”

Veya “Dünyada insanlara karşı kullandığım delilim sona erdi.”

 

30- خُذُوهُ فَغُلُّوهُ “Tutun onu ve bağlayın.”

Bu emir, Allah tarafından cehennem görevlilerine verilir.

 

31- ثُمَّ الْجَحِيمَ صَلُّوهُ “Sonra onu cehenneme atın.”

Sonra da başkasına değil, cehennemin en şiddetli kısmına onu atın.

Çünkü o, insanlara karşı büyüklük taslıyordu.

 

32- ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ “Sonra da uzunluğu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya sokun.”

Ayette “uzunluğu yetmiş arşın olan zincirin” önce söylenmesi, mutlaka böyle bir zincirle bağlanmasını bildirmek ve kendisine azap olmak üzere nelerin kullanılacağına önem verildiğini göstermek içindir.

Ayette geçen “sonra” ifadesi, bunlar arasındaki şiddet farklılığına dikkat çekmek içindir.

 

33- إِنَّهُ كَانَ لَا يُؤْمِنُ بِاللَّهِ الْعَظِيمِ “Çünkü o, büyük Allah’a inanmıyordu.”

Ayetin bu kısmı, bu kimsenin niçin böyle bir azaba maruz kaldığının illetini beyan eder.

Büyük Allaha” denilmesi, büyüklüğün Allaha mahsus olduğunu hissettirmek içindir. Dolayısıyla, her kim büyüklenme davası içinde olursa, böyle bir azaba maruz kalır.

 

34- وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ “Ve yoksula yedirmeye teşvik etmiyordu.”

Ne kendi yedirir, ne de başkasının yedirmesine teşvik ederdi.

Ayette teşvikte bulunmayan kimse bile böyle kınanmışken, bilfiil yedirmeyenin çok daha kötü durumda olduğunu hissettirmek vardır.

Ayette, kâfirlerin dinin füruatıyla da mükellef olduklarına bir delil vardır.

Ayette, cehenneme atılan bu kişinin,

-Allaha inanmaması

-Ve yoksulu yedirmeye teşvik etmemesinin nazara verilmesi, inanç itibarıyla en çirkin şeyin Allaha inanmamak ve en çirkin bir amelin de cimrilik ve kalp katılığı olmasındandır.

 

35- فَلَيْسَ لَهُ الْيَوْمَ هَاهُنَا حَمِيمٌ “Bu sebeple bugün burada ona candan bir dost yoktur.”

 

36- وَلَا طَعَامٌ إِلَّا مِنْ غِسْلِينٍ “İrinden başka bir yiyecek de yok.”

 

37- لَا يَأْكُلُهُ إِلَّا الْخَاطِؤُونَ “Onu günahkârlardan başkası yemez.”

Çünkü o, bilerek günaha giren kimselerdendi.

 

38- فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ “Hayır, gördüklerinize yemin ederim.”

Buna “yemin etmiyorum” manası verilebilir. Yani, mesele o kadar açık ve yemin ile onun gerçek olduğunu bildirmeye lüzum yok.Veya “Yemin ediyorum…” manası da verilebilir. Bu durumda ayette ل “lâ” ifadesi “hayır” manasına gelir ve onların öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmelerini reddeder.

 

39- وَمَا لَا تُبْصِرُونَ “Görmediklerinize de.”

Gördüklerinize ve görmediklerinize” ifadesi hem yaratıcıyı ve hem de yaratılanları içine alır.

 

40- إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ “Hiç şüphesiz o, çok şerefli bir elçinin sözüdür.”

Şüphesiz o Kur’an, Allah nezdinde şerefli bir elçinin sözüdür.

Elçiden murat Hz. Peygamber veya Hz. Cebraildir.

Kur’anın, “elçinin sözüdür” şeklinde ifade edilmesi, elçinin Allah namına o sözü tebliğ etmesindendir. Çünkü elçi, kendi nefsinden böyle bir şey söylemez.

 

41- وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ “O bir şair sözü değildir.”

Bazan iddia ettiğiniz gibi, o bir şair sözü değildir.

قَلِيلًا مَا تُؤْمِنُونَ “Ne de az iman ediyorsunuz!”

Ama siz, aşırı inadınız yüzünden, onun doğruluğunu bilmenize rağmen çok az tasdik ediyorsunuz.

 

42- وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ “Bir kâhin sözü de değildir.”

O, bazan iddia ettiğiniz şekilde bir kâhin sözü de değildir.

قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ “Ne de az düşünüyorsunuz!”

Çok az düşündüğünüzden dolayı Kur’an konusunda şüpheye düşüyorsunuz.

Kur’anın bir şair sözü olmadığı nazara verilirken “ne de az iman ediyorsunuz” denildi. Kâhin sözü olmadığı nazara verilirken ise “ne de az düşünüyorsunuz” denildi. Bundaki incelik şöyledir:

Kur’anın şiire benzememesi gayet açık bir durumdur, inatçı kimseden başkası bunu inkâr etmez. Ama kâhinlerin sözüne benzememesi aynı açıklıkta değildir, düşünmeyi gerektirir. Çünkü kâhin sözü olmadığını anlamak Hz. Peygamberin hâllerini ve Kur’anın manalarını düşünmeye bağlıdır. Bunu yapan kişi, Kur’anın kahinlerin izlediği yoldan gitmediğini ve sözlerinin kâhinlerin sözleri gibi olmadığını anlar.

 

43- تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ “O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir.”

Âlemlerin Rabbi o Kur’anı Cebrailin dili üzere indirmiştir.

 

44- وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ “Şayet O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı.”

 

45- لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ “Elbette biz onu sağ elinden yakalardık.”

 

46- ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ “Sonra da onun şah damarını keserdik.”

Ayet, faraza Cebrail Kur’ana kendinden bir şey katsa, hükümdarların kızdıkları kimseye verdikleri en şiddetli ceza şeklini anlatarak, verilecek korkunç cezayı tasvir etmektedir. Bu da, öldürülecek olan kimsenin sağ elinin tutulup kendisine göstere göstere kılıçla boynunun vurulmasıdır.Denildi ki: Ayetteki “yemin” ifadesi “kuvvet” anlamına da gelebilir. Yani, “şayet o bize atfen bazı sözler uydursaydı, kuvvetle onu yakalardık.”

 

47- فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ “O vakit sizden hiçbiriniz ona siperde olamazdı.”

 

48- وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ “Şüphesiz o, müttakiler için bir öğüttür.”

Çünkü müttaki olanlar ondan öğüt alırlar.

 

49- وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ “Şüphesiz biz, içinizden yalanlayanlar olduğunu elbette biliyoruz.”Dolayısıyla, onları yalanlamalarına karşı cezalandıracağız.

 

50- وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ “Şüphesiz o, kâfirler için bir nedamettir.”

Mü’minlere verilen sevabı görünce, çok pişman olacaklardır.

 

51- وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ “Şüphesiz o, gerçek kesin bilgidir.”

O, kendisinde asla şüphe olmayan kesin gerçektir.[1>

 

52- فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ “O hâlde, Rabb-i aziminin adıyla tesbih et.”

Öyleyse Sen, O’nun büyük ismini yâd ile, kendisine iftira ile söz uydurulmasına rıza göstermekten münezzeh olduğunu ilan edip Sana vahyedilenlere de şükür ile karşılık vererek tesbihte bulun.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim Hâkka sûresini okursa, Allah onu kolay bir şekilde hesaba çeker.”


[1> Yakînin üç ana mertebesi vardır: İlmel yakîn, aynel yakîn ve hakkal yakîn. İlmel yakîn, bir şeyin, bir hakikatin varlığını iki kere iki dört eder gibi kat’i bilmektir. O hakikati, gördüğü yahut işittiği, kısacası his âlemine giren bir şeyi bilir gibi kat’i bilmek ise aynel yakîni ifade eder. Yine o şeyi yaşadığı bir hakikatin varlığını bilir gibi bilmek ise hakkal yakîndir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
69. Hakka
Gönderi tarihi: 17-04-2014
1,907 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content