361. DERS (Mümtehine Suresi)

 

1- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء “Ey iman edenler!Düşmanım ve düşmanınızı dost edinmeyin.”

Sebeb-i Nüzûl

Ayetler, Hâtıb İbni Ebi Beltea hakkında nazil oldu. Hâtıb, Hz. Peygamberin Mekkeye savaşa çıkacağını öğrenince onlara “Hz. Peygamber size geliyor, tedbirinizi alın” diye mektup yazdı. Mektubu Muttalib oğullarının kölesi Sare ile gönderdi. Bunun üzerine Hz. Cebrail inip durumu Hz. Peygambere bildirdi. Hz. Peygamber; Ali, Ammar, Talha, Zübeyir ve Ebu Mirsedi (r. anhum) mektubu almak üzere görevlendirdi ve şöyle dedi: “Yola çıkın, Hâh ravzasına varınca orada bir kadın bulacaksınız. Onda, Hâtıbın Mekkelilere yazdığı bir mektup var. Mektubu kadından alın, kendisini ise yoluna bırakın. Şayet direnirse boynunu vurun!”

Kafile yola çıktı. Belirtilen yerde kadını buldular. Ama kadın mektubu inkâr etti, bunun üzerine dönmeye niyetlendiler. Hz. Ali kılıcı gösterince, saçlarının arasından mektubu çıkardı.

Daha sonra Hz. Peygamber Hâtıbı huzuruna çağırdı, niye böyle yaptığını sordu. Hâtıb dedi: “Ya Rasûlullah, İslâma girdikten sonra küfre dönmüş değilim, Sana bağlılığımı bildirdikten sonra aldatmış da değilim. Lakin ben, Kureyş kabilesi içine sonradan karışmış biriyim, onlar içinde benim ailemi himaye edecek kimse yoktur. Bundan dolayı onlar nezdinde bir yerim olsun istedim. Çünkü bildim ki, bu mektubum onlardan bir zararı gidermeyecek.”

Hz. Peygamber Hatıbın doğru söylediğine kanaat getirdi ve mazeretini geçerli saydı.

تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ “Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz.”

وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ “Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler.”

يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ “Rabbiniz olan Allah’a iman ediyorsunuz diye Peygamberi ve sizi (yurdunuzdan) çıkarıyorlar.”

إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي “Eğer benim yolumda cihad etmek ve rızamı kazanmak üzere çıktıysanız (böyle yapmayın).”Onları dost edinmeyin!

تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ “Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz.”

وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ “Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim.”

وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ “Sizden her kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur.”

 

2- إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء “Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar.”

Yani, sizin onlara sevgi göstermeniz size bir fayda vermez.

وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ “Ve ellerini de, dillerini de size kötülük etmek için uzatırlar.”Elleriyle öldürmeye, dilleriyle aleyhinizde konuşmaya çalışırlar.

وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ “Ve inkâr etmenizi istediler.”

Ve dinden dönmenizi istediler.

Ayette sadece “istediler” kısmının geçmiş zaman sığasıyla gelmesi, onların her şeyden önce birinci hedeflerinin bu olduğunu ve ayrıca Müslümanları ele geçiremeseler bile onların bu isteğinin her hâl ü kârda bulunduğunu hissettirmek içindir.

 

3- لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ “Yakınlarınız ve çocuklarınız size asla fayda vermeyecektir.”

يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ “Kıyamet günü Allah aranızı ayıracaktır.”

Kıyamet günü başınıza gelecek dehşetli bir hâlle aranızı ayırır, o zaman birbirinizden kaçarsınız.Öyleyse ne diye bugün Allahın hakkını bırakıp da yarın sizden kaçacak olanlara yöneliyorsunuz?

وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”

Ona göre de karşılık verir.

 

4- قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ “İbrahim ve beraberindeki kimselerde sizin için güzel bir örnek vardır.”

إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ “Onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız.”

كَفَرْنَا بِكُمْ “Sizi tanımıyoruz.”

Yani dininizi, mabudunuzu inkâr ettik. Size de batıl mabutlarınıza da bir kıymet vermiyoruz.

وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ “Siz tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve buğz belirmiştir.”

Ama Allaha inandığınızda, aramızdaki düşmanlık ve buğz, ülfete ve muhabbete dönüşür.

إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ “Yalnız İbrahim’in babasına şöyle demesi hariç:”

لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ “Senin için mağfiret dileyeceğim.”

Buradaki istisna, Hz. İbrahim’in örnek olmasını anlatan kısmadır. Yani O’nun, kâfir olan babasına olan istiğfarı, örnek bir durum değildir.

Hz. İbrahim’in, babasına olan istiğfarı,

-Ya bu konuda yasaklama gelmeden önce idi.

-Veya istiğfarda bulunacağını vaat ettiği için, vaadini yerine getirmek için idi.

وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ “Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez”

رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا “Rabbimiz! Sadece sana tevekkül ettik.”

وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا “Ve sadece sana yöneldik.”

وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ “Dönüş de ancak sanadır.”

Ayetin bu kısmı, istisna edilen durumdan öncesiyle bitişiktir.

Veya Allahu Teâlâ mü’minlere kâfirlerle alâkalarını kesmelerini bildirdikten sonra, bunun bir tetimmesi olarak ne demeleri gerektiğini anlatan bir emirdir.

 

5- رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا “Ya Rabbena! Bizi inkâr edenler için bir fitne kılma!”

Onları bize musallat kılarak, dayanamayacağımız bir azaba bizi düşürmelerine fırsat verme.

وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا “Bizi bağışla, ya Rabbena!”

Taşkınlıklarımızı bağışla.

إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Azîz – Hakîm olan ancak Sensin.”

Azîz ve Hakîm olan ise, tevekkül edeni korumaya ve dua edene cevap vermeye elbette ehildir.

 

6- لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِيهِمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ “Andolsun, onlarda sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlara güzel bir örnek vardır.”

Hz. İbrahimi model almaya ziyadesiyle teşvik için, O ve O’na tâbi olanlarda güzel bir örnek olduğu tekrar edilmiştir. Bunun için de başta yemin getirilmiş, devamında da “sizin için” demek yerine “Allahı ve ahiret gününü umanlara” denilmiştir. Çünkü bu ifadede “mü’min olan birinin onlara uymayı terk etmesi yakışmaz” manasına bir delâlet vardır.

Ayrıca, ayet şunu da bildiriyor ki, “kim onları terk etse, inancındaki bozukluktan dolayı terk etmiş olur.” Bundan dolayı ayetin devamında şöyle denildi:

وَمَن يَتَوَلَّ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ الْغَنِيُّ الْحَمِيدُ “Kim de yüz çevirirse, şüphesiz Allah, Ğani’dir – Hamîd’dir.”

Demek ki böyle bir terk, kâfirlerin tehdit edilmesine layık bir durumdur.

 

7- عَسَى اللَّهُ أَن يَجْعَلَ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَ الَّذِينَ عَادَيْتُم مِّنْهُم مَّوَدَّةً “Umulur ki Allah, sizinle onlardan düşman olduğunuz kimseler arasında bir sevgi meydana getirir.”

Bu sûrenin ilk ayetleri indiğinde, mü’minler müşrik olan akrabalarına düşmanlık göstermiş ve onlardan teberri etmişlerdi. Allahu Teâlâ bu ayetle de aralarında bir dostluk meydana geleceğine vaatte bulundu ve fiilen de bu vaadini gerçekleştirdi. Çünkü müşriklerin çoğu İslâma girdiler ve onlara dost oldular.

وَاللَّهُ قَدِيرٌ “Allah kadirdir.”

Allahın gücü buna yeter.

وَاللَّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Ve Allah Ğafur – Rahîm’dir.”

Allah, daha önceden onlara dostluk göstermenizle ilgili taşkınlıklarınızı ve akrabalık meyliyle kalbinizde onlara yönelik sevginizi bağışlar, size merhamet eder.

 

8- لَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ لَمْ يُقَاتِلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَلَمْ يُخْرِجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ “Allah, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizden, onlara adaletli davranmanızdan sizi men etmez.”

أَن تَبَرُّوهُمْ وَتُقْسِطُوا إِلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Çünkü Allah adil olanları sever.”

Sebeb-i nüzûl

Rivayete göre Hz. Ebubekirin kızı Esma, müşrike olan annesinin hediyesini kabul etmemiş, içeri girmesine de izin vermemişti. Ayet, bu münasebetle indi.

 

9- إِنَّمَا يَنْهَاكُمُ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ قَاتَلُوكُمْ فِي الدِّينِ وَأَخْرَجُوكُم مِّن دِيَارِكُمْ وَظَاهَرُوا عَلَى إِخْرَاجِكُمْ أَن تَوَلَّوْهُمْ “Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan men eder.”Nitekim Mekke müşrikleri bu ayette anlatıldığı şekilde idi. Bir kısmı mü’minleri Mekkeden çıkarmaya çalışırken, bir kısmı da onlara yardımcı olmuştu.

وَمَن يَتَوَلَّهُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Her kim onlarla dost olursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”Onlara dostluk gösterenler, dostluğu asıl yerinde kullanmadıkları için zâlimlerin ta kendisi olurlar.

 

10- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا جَاءكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّ “Ey iman edenler! Mü’min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin.”

Ta ki dillerinde olan imanın, kalplerindeki imana muvafık olduğuna dair sizde bir zann-ı galip meydana gelsin.

اللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِهِنَّ “Allah onların imanlarını en iyi bilendir.”

Çünkü o, onların kalplerinde olanlara muttalidir.

فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ “Eğer onların mü’min  kadınlar olduğunu bilirseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin.”Zann-ı galiple onların mü’min olduklarına kanat getirirseniz, onları kâfir olan kocalarına geri göndermeyiniz.Onların mü’min olduklarını öğrenmek, kendilerine yemin ettirerek ve bazı emarelerin zuhuru ile gerçekleşir. Bu şekildeki bir kanaat aslında tam bir ilim değil iken, ayette “eğer bilirseniz…” denilmesi, kendisiyle amelin vücubunda böyle bir zannın ilim gibi olmasındandır.

لَا هُنَّ حِلٌّ لَّهُمْ “Bunlar (mü’min kadınlar) onlara helal değildir.

وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ “Onlar da bunlara helal olmazlar.”

Ayette her iki tarafın birbirine helâl olmadığını birer birer söylemek

-Mutabakat ve mübalağa içindir.

-Veya birincisi ayrılığın meydana gelmesi, ikincisi ise men etmek içindir.

وَآتُوهُم مَّا أَنفَقُوا “Onların (yani kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin.”

Kâfir olan kocalarının onlara verdikleri mehirleri, kocalarına iade edin.

Bunun böyle olması şu yüzdendi: Hudeybiye Barışında Müslümanlar “sizden bize gelen kimseleri iade edeceğiz” diye anlaşma imzalamışlardı.

Ancak, mü’min kadınların kâfir kocalarına geri gönderilmesini yasaklayan ayet inince, bunu uygulamak zorlaştı. Böyle olunca da o kadınların mehirlerini, kâfir kocalarına geri vermek lüzumu hâsıl oldu.

Sebeb-i nüzûl

Rivayete göre Hudeybiye Barışından sonra Beni Eslem kabilesinden Harisin kızı Sübay’a, Müslüman olarak Hz. Peygamberin yanına vardı. Kocası da Hudeybiye anlaşmasına dayanarak hanımını geri istedi. Bu münasebetle bu ayet nazil oldu.[1>

Hz. Peygamber Sübay’a’ya Müslüman olduğuna dair yemin ettirdi. O da yemin edince, Hz. Peygamber, kocasına mehrini iade etti. Bu şekilde ayrılmaları tahakkuk edince, Hz. Ömer Sübay’a ile evlendi.

وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ أَن تَنكِحُوهُنَّ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ “Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur.”

Çünkü Müslüman olmaları, onları kâfir olan kocalarından ayrı hâle getirdi.

Ayette mehrin nazara verilmesi, kocalarına iade verilenlerin mehir yerine geçmeyeceğini bildirmek içindir.

وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ “Kâfire kadınları nikâhınızda tutmayın.”

Ayetten murat, mü’min erkekleri müşrik kadınlarla beraberlikten nehyetmektir.

وَاسْأَلُوا مَا أَنفَقْتُمْ “Onlar için sarfettiğinizi (mehirleri) isteyin.”

Kâfirlere giden hanımlarınızın mehirlerini onlardan isteyin.

وَلْيَسْأَلُوا مَا أَنفَقُوا “Onlar da (mü’min kadınların kocaları) sarfettiklerini istesinler.”

Onlar da size hicret eden hanımlarının mehirlerini istesinler.

ذَلِكُمْ حُكْمُ اللَّهِ “Size Allah’ın hükmü işte budur.”

Ayette zikrolunanların hepsi, Allahın size bildirdiği birer hükümdür.

يَحْكُمُ بَيْنَكُمْ “O aranızda hükmeder.”

وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Ve Allah Alîm’dir – Hakîm’dir.”

Alîm’dir, her şeyi bilir. Hakîm’dir, hikmetinin iktizasına göre hüküm koyar.

 

11- وَإِن فَاتَكُمْ شَيْءٌ مِّنْ أَزْوَاجِكُمْ إِلَى الْكُفَّارِ فَعَاقَبْتُمْ فَآتُوا الَّذِينَ ذَهَبَتْ أَزْوَاجُهُم مِّثْلَ مَا أَنفَقُوا “Eğer eşlerinizden biri kâfirlere kaçar ve sizde onlarla çarpışıp ganimet alırsanız, eşleri gidenlere sarf ettikleri (mehir) kadarını verin.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, önceki ayet nazil olduğunda, müşrikler kendilerine gelen kâfir kadınların kocalarına mehir ödemekten kaçındılar, ayet bu münasebetle nâzil oldu.

Denildi ki: Ayetin manası şöyle de olabilir: Şayet bir mü’minin hanımı kâfirlere gider ve eşi bu yüzden bir mağduriyet yaşarsa, ganimet elde ettiğinizde onun zararını ganimetten telâfi edin.

وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ “Ve iman ettiğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının.”

Çünkü O’na iman, O’ndan sakınılmasını gerektirir.

 

12- يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا جَاءكَ الْمُؤْمِنَاتُ يُبَايِعْنَكَ “Ey Peygamber! Mü’min kadınlar sana geldiğinde şöyle biat etsinler:”

عَلَى أَن لَّا يُشْرِكْنَ بِاللَّهِ شَيْئًا “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaklar.”

Ayet Mekkenin fethinde nâzil oldu. Çünkü Hz. Peygamber erkeklerden biat aldıktan sonra, kadınlardan da biat aldı.

وَلَا يَسْرِقْنَ “Hırsızlık yapmayacaklar.”

وَلَا يَزْنِينَ “Zina etmeyecekler.”

وَلَا يَقْتُلْنَ أَوْلَادَهُنَّ “Çocuklarını öldürmeyecekler.”

Bundan murat, “ve’d-i benat” denilen kız çocuklarını öldürmektir.

وَلَا يَأْتِينَ بِبُهْتَانٍ يَفْتَرِينَهُ بَيْنَ أَيْدِيهِنَّ وَأَرْجُلِهِنَّ “Elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmeyecekler.’’[2>

وَلَا يَعْصِينَكَ فِي مَعْرُوفٍ “Hiçbir marûf işte sana karşı gelmeyecekler.”

Kendilerine emredeceğin güzel, makul bir şeyde Sana karşı gelmeyecekler.

Hz. Peygamber ancak marûf olanı emredeceği hâlde, ayette “Hiçbir marûf işte sana karşı gelmeyecekler” denilmesi “Hâlıka isyan olan yerde mahlûka itaat edilmez” manasına tenbihte bulunmak içindir.[3>

فَبَايِعْهُنَّ “Sen de onların biatlarını kabul et.”

Onlar Sana bunları yerine getirmek hususunda garanti verdiklerinde, sen de bunlara vefa göstermeleri halinde kendilerine sevap garantisi ver.

وَاسْتَغْفِرْ لَهُنَّ اللَّهَ “Ve onlar için Allah’tan mağfiret dile.”

إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”

 

13- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَوَلَّوْا قَوْمًا غَضِبَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ “Ey iman edenler! Allah’ın gadap ettiği bir kavmi dost edinmeyin.”

Bundan murat,

-Ya bütün kâfirlerdir.

-Veya Yahudilerdir.

Sebeb-i nüzûl

Çünkü rivayete göre, ayet bazı fakir mü’minler hakkında nazil oldu. Bunlar, Yahudilerin yanına gidiyor, onlardan faydalanmak istiyorlardı.

قَدْ يَئِسُوا مِنَ الْآخِرَةِ كَمَا يَئِسَ الْكُفَّارُ مِنْ أَصْحَابِ الْقُبُورِ “Bunlar, kabir ehlinden kâfirlerin ümit kestikleri gibi, ahiretten tamamen ümitlerini kesmişlerdir.”

Kâfirlerin ahiretten ümitlerini kesmeleri, ahirete inanmamalarındandır. Yahudilerin ümit kesmeleri ise, Tevratta geleceği anlatılan ve mu’cizelerle teyid edilen Hz. Peygamberi sırf inatları sebebiyle kabul etmemeleri yüzünden, ahirette kendilerine bir nasip olmayacağını bilmelerindendir.

Bunların ahiretten ümitlerini kesmelerinin, kâfirlerin kabirdekilerden ümidini kesmelerine benzetilmesi,

-“Bunlar diriltilmez” şeklindeki kabullerindendir.

-Veya “Kabirdeki kafirlerin sevap kazanmaktan ümitlerini kestikleri gibi” manasındadır.

-Veya “nasıl ki kabirdekilerden bir fayda beklenmez…” şeklinde bir benzetmedir.

Birinci manaya göre değerlendirildiğinde, onları ümitsizliğe atan şeyin küfürleri olduğuna dikkat çekilmiş olur.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim Mümtehine sûresini okusa, erkek ve kadın bütün mü’minler kıyamet günü ona şefaatçi olurlar.”


[1> Ayet, Hudeybiyede varılan anlaşma metninin erkeklerle sınırlı olduğunu bildirmiş, mü’min kadınların kâfir kocalarına geri verilmesini ise yasaklamıştır. Ancak buna bedel olarak, kocalarına mehirleri iade edilecektir.

[2> Bu ifade ile, zina mahsulü çocuğun kocaya isnat edilmemesi kastedilmiş olabileceği gibi, genel olarak iftirada bulunulmaması da kastedilmiş olabilir. Yalan söylenmemesi ve sahtekârlık yapılmaması gibi.

[3> Hz. Peygamber elbette akla ve dine aykırı bir şey emretmez. Ama -farz-ı muhal olarak- emredecek olsa, Ona da itaat edilmez.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
60. Mümtehine
Gönderi tarihi: 17-04-2014
1,460 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content