356. DERS (Vakıa Suresi)

1- إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ “Vâkıa meydana geldiğinde.”Vâkıa’dan murat kıyamettir.

Buna “vâkıa” denilmesi vukuunun kat’i olmasındandır.

 

2- لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ “Onun vukuunu yalanlayacak kimse olmayacaktır.”

Kıyamet koptuğunda, artık Allaha karşı yalan söyleyen bir nefis kalmaz.

Veya şimdi kıyameti yalanlayanlar var, ama kıyamet koptuğunda kimse onu yalanlayamaz.

Veya, o kıyamet koptuğunda hiç bir nefis, sahibine “sen bunun şiddetine tâkat getirebilir dayanabilirsin” diyemez, “haydi dayan” diye teşvikte bulunamaz.

 

3- خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ “O, (kimini) alçaltır, (kimini) yükseltir.”

Kıyamet bir kısım insanları alçaltır, bir kısmını da yükseltir.

Bu, onun büyüklüğünü takrîrdir. Çünkü bu, büyük vak’aların bir özelliğidir.

Veya bu ifade kıyamet esnasında Allah düşmanlarının alçaltılması, dostlarının ise yükseltilmesi şeklindeki durumu beyan etmektedir.

Veya yıldızların saçılmasıyla ecramın yerlerinden kaldırılmasını ve dağların havada yürütülmesini beyan eder.[1>

 

4- إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا “Arz şiddetle sarsıldığında.”

Öyle ki bu sarsılışta üzerinde olan bina ve dağ gibi ne varsa hepsi darmadağın olacaktır.

 

5- وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا “Dağlar parça parça dağılıp…”

 

6- فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثًّا “Saçılmış toz haline geldiğinde.”

 

7- وَكُنتُمْ أَزْوَاجًا ثَلَاثَةً “Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman.”

 

8- فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ “Ashab-ı meymene var ya; onlar ne mutlu kimselerdir!”

 

9- وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ “Ashab-ı meş’eme var ya;onlar ne mutsuz kimselerdir!”

Ashab-ı Meymene, güzel mertebesi olan, ashab-ı meş’eme ise, düşük konumu olan kimselerdir.

Veya ashab-ı meymene amel defterini sağından alan, ashab-ı meş’eme ise amel defterini solundan alanlardır.

Veya bunlar bereket ve uğursuzluk sahibi kimselere isim olmuştur. Çünkü, saadet ehli olan kimseler, tâatleriyle nefislerine karşı yümünlü- bereketli olmuşlardır. Şakî olanlar ise masiyetleri sebebiyle nefislerine uğursuzluk getirmişlerdir.

 

10- وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ “Sabikun (öne geçenler) ise, (ahirette de) öne geçenlerdir.”

Sabikun (önde olanlar). Bunlar hakkın zuhurundan sonra, beklemeden ve gevşeklik göstermeden iman ve tâate koşan kimselerdir.

Veya bunlar peygamberlerdir. Çünkü onlar dindar insanların önderleri ve öncüleridir. Onların hem hâlleri, hem de akıbetleri gözler önündedir, malumdur.

 

11- أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ “İşte onlar mukarreb (Allahın kurbiyetine mazhar kıldığı) kimselerdir.”

 

12- فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ “Naîm cennetlerindedirler.”

Cennette bunların dereceleri önlerdedir ve mertebeleri yüksektir.

 

13- ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ “Birçoğu öncekilerdendir.”

Hz. Âdemden Peygamber Efendimize kadar pek çok kimse bu zümrede yer almışlardır.

 

14- وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ “Birazı da sonrakilerdendir.”

Sonrakilerde, yani ümmet-i Muhammedde ise bu zümrede yer alanlar sayıca azdır.

Ayetin bu ibaresi, Hz. Peygamberin “Ümmetim diğer ümmetlerden sayıca daha fazla olacak” hadîsine muhalif değildir. Çünkü önde olan bu kimselerin, geçmiş ümmetlerde ümmet-i Muhammed’e göre daha fazla olması ümmet-i Muhammed’in ise sayıca onlardan daha fazla olması caizdir.[2>

Birazdan anlatılacak olan ashab-ı yemin hakkında “bir çoğu öncekilerden, bir çoğu da sonrakilerden” denilmesinde de hadisle bir çelişki yoktur. Çünkü iki fırkanın da çok olması, birinin diğerinden daha fazla olmasına engel değildir.

Sabikun (önden gidenler) ve ashab-ı yeminin bu ümmetten olduğu da merfu olarak rivayet edilmiştir.[3>

 

15- عَلَى سُرُرٍ مَّوْضُونَةٍ (Onlar), cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler.”

Bunlar, altınla nescedilmiş, inci ve yakutla süslenmiş tahtlar, koltuklar üzerindedirler.

 

16- مُتَّكِئِينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِلِينَ “Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar.”

 

17- يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُّخَلَّدُونَ “Çevrelerinde, vildan-ı muhalledûn dolaşırlar.”

Vildan-ı muhalledûn, hizmet için bunların etrafında dolaşırlar. Bu hizmetçiler, çocuk heyetinde ve taravetinde olup, ebedi olarak böyle kalacaklardır.

 

18- بِأَكْوَابٍ وَأَبَارِيقَ وَكَأْسٍ مِّن مَّعِينٍ “Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehlerle.”

 

19- لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنزِفُونَ “Ondan ne başları döner, ne de akılları giderilir.”

 

20- وَفَاكِهَةٍ مِّمَّا يَتَخَيَّرُونَ “Beğendiklerinden meyveler.”

 

21- وَلَحْمِ طَيْرٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ “Canlarının çektiğinden kuş etleri.”

 

22- وَحُورٌ عِينٌ “İri gözlü hûriler.”

 

23- كَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ “Bunlar saklı inciler gibidir.”

 

24- جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ “Bütün bunlar, yaptıklarına karşılık olarak verilir.”

 

25- لَا يَسْمَعُونَ فِيهَا لَغْوًا وَلَا تَأْثِيمًا “Orada boş bir söz ve günaha sokan bir laf işitmezler.”

 

26- إِلَّا قِيلًا سَلَامًا سَلَامًا “Sadece “selâm!”, “selâm!” sözünü işitirler.”

Bu, “Onlar orada boş bir söz işitmezler, ancak “selam” işitirler.” (Meryem, 62) ayeti gibidir. Selamın tekrarı, aralarında yaygın olmasına delalet etmesi içindir.

 

27- وَأَصْحَابُ الْيَمِينِ مَا أَصْحَابُ الْيَمِينِ “Ashab-ı yemin, onlar ne mutlu kimselerdir!”

 

28- فِي سِدْرٍ مَّخْضُودٍ “Dikensiz sidr ağaçları.”

Dikensiz kirazlar.[4>

Veya bundan murat, meyvelerinin çokluğundan dalları eğilmiş ağaçlardır.

 

29- وَطَلْحٍ مَّنضُودٍ “Meyveleri küme küme dizili muz ağaçları.”

Meyveleri aşağıdan yukarıya dizilmiş muz ağaçları.

 

30- وَظِلٍّ مَّمْدُودٍ “Uzamış gölgeler.”

Çekilmeyen, azalıp çoğalmayan yayılmış bir gölge.

 

31- وَمَاء مَّسْكُوبٍ “Ve çağlayan bir su.”

Zahmetsiz, nerede ve nasıl dilerlerse çağlayarak akan bir su.

Sâbikun olanlar, içlerinde bulundukları refah yönünden medenî kimselerin en yüksek şekliyle anlatılmıştı. Ashab-ı yemin de çölde yaşayanların temennî ettikleri en mükemmel hâl ile tasvir edildi.Bu anlatımda, iki hâl arasındaki farkı hissettirmek de söz konusudur.

 

32- وَفَاكِهَةٍ كَثِيرَةٍ “Ve pek çok meyve.” Farklı türlerde pek çok meyve.

 

33- لَّا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍ “Bunlar ne tükenir ve ne de yasaklanır.”

 

34- وَفُرُشٍ مَّرْفُوعَةٍ “Yükseltilmiş döşekdedirler.”

Bu döşeklerin kıymeti gayet yüksektir.

Veya bundan murat, yüksekçe olmalarıdır.

Denildi ki, bundan murat bu döşeklerdeki kadınlardır. Ayetin devamı da bunu teyid eder:

 

35- إِنَّا أَنشَأْنَاهُنَّ إِنشَاء “Biz onları (cennet kadınlarını) yepyeni bir yaratılışta yarattık.”

Denildi ki, bunlar kadınlardır. Ayetin devamı da buna delâlet etmektedir: Hadiste anlatıldığına göre dünyada iken yaşlı, çirkinleşmiş olan kadınlar, genç ve güzel olarak diriltileceklerdir.

 

36- فَجَعَلْنَاهُنَّ أَبْكَارًا “Onları bâkireler yaptık.”

Eşleri kendileriyle beraber olduklarında, her defasında onları bâkire olarak bulacaklardır.

 

37- عُرُبًا أَتْرَابًا “Hep yaşıt sevgililer halinde.”

Hem onlar, hem de eşleri otuz üç yaşında olacaklardır.

 

38- لِّأَصْحَابِ الْيَمِينِ “Bunlar, ashab-ı yemin içindir.”

 

39- ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ “Bir çoğu öncekilerdendir.”

 

40- وَثُلَّةٌ مِّنَ الْآخِرِينَ “Bir çoğu da sonrakilerdendir.”

 

41- وَأَصْحَابُ الشِّمَالِ مَا أَصْحَابُ الشِّمَالِ “Ashab-ı şimal ise, onlar ne mutsuz kimselerdir!”

 

42- فِي سَمُومٍ وَحَمِيمٍ “İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindeler.”

İnsanın içine işleyen şiddetli bir ateş ve kaynar bir su içinde olacaklar.

 

43- وَظِلٍّ مِّن يَحْمُومٍ “Zifiri bir gölgedeler.”

Simsiyah bir dumandan gölge içindeler.

 

44- لَّا بَارِدٍ وَلَا كَرِيمٍ “Ne serindir, ne de faydalı.”

Ama normal bir gölge gibi serinlik vermiyor, bir fayda da sağlamıyor.

 

45- إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُتْرَفِينَ “Çünkü onlar, bundan önce zenginlikle sefahete dalmış kimselerdi.” Kendilerini şehevî şeylere kaptırmışlardı.

 

46- وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنثِ الْعَظِيمِ “Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.”

Bundan murat şirktir.

 

47- وَكَانُوا يَقُولُونَ أَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَابًا وَعِظَامًا أَئِنَّا لَمَبْعُوثُونَ “Ve diyorlardı ki: Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?”

 

48- أَوَ آبَاؤُنَا الْأَوَّلُونَ “Önceki atalarımızda mı?”

Sorudan maksatları, dirilmeyi inkârdır.

 

49- قُلْ إِنَّ الْأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ “De ki: Hem öncekiler, hem sonrakiler.”

 

50- لَمَجْمُوعُونَ إِلَى مِيقَاتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ “Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.”O gün, Allah indinde muayyen ve malumdur.

 

51- ثُمَّ إِنَّكُمْ أَيُّهَا الضَّالُّونَ الْمُكَذِّبُونَ “Sonra siz ey haktan sapan yalanlayıcılar!”

Hitap, Mekke halkına ve emsalinedir.

 

52- لَآكِلُونَ مِن شَجَرٍ مِّن زَقُّومٍ “Mutlaka (cehennemde) bir ağaçtan, zakkumdan yiyeceksiniz.”

 

53- فَمَالِؤُونَ مِنْهَا الْبُطُونَ “Karınlarınızı ondan dolduracaksınız.”

Açlığın şiddetinden ondan karınlarınızı dolduracaksınız.

 

54- فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَمِيمِ “Üstüne de kaynar su içeceksiniz.”

Üstüne de, susuzluğun galebesinden dolayı kaynar sudan içeceksiniz.

 

55- فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْهِيمِ “Kanmak bilmez susamış develerin suya saldırışı gibi.”

 

56- هَذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدِّينِ “İşte bu, ceza gününde onlara ilk sunulacak ziyafettir.”

Bu, onlara hesap gününde verilecek olan ilk karşılamadır. Cehenneme yerleştikten sonra başlarına neler geleceği buradan kıyas edilebilir.

“Onları elem dolu bir azapla müjdele” (Tevbe, 34) ayetinde olduğu gibi, bu ifadede onlarla bir tehekküm (ince bir alay) vardır. Çünkü nüzül kelimesi, misafire ilk verilen ikrama denilir.

 

57- نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ “Biz sizi yarattık.”

فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ “Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?”

Böyle iken, tereddütsüz iman ettiğinizi gösteren amellerle niçin tahkiki bir şekilde yaratılışı tasdik etmiyorsunuz.

Veya mana şöyle olabilir: “Sizi biz yarattık. Öyleyse diriltmemizi niye tasdik etmiyorsunuz? Çünkü yaratmaya kâdir olan, yeniden diriltmeye de elbette kâdirdir.

 

58- أَفَرَأَيْتُم مَّا تُمْنُونَ “Attığınız meniyi gördünüz mü?”

 

59- أَأَنتُمْ تَخْلُقُونَهُ أَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ “Siz mi onu yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?”

O nutfeyi düzgün bir insan hâline getiren siz misiniz, yoksa biz miyiz?

 

60- نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ “Biz aranızda ölümü takdir ettik.”

Bu taksimin sonucu olarak, herkesin ölümü belirli bir vakitte meydana gelir.

وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ “Ve bizim önümüze geçilmez.”

Hiç kimse önümüze geçip de ölümden veya ölüm için belirlenmiş vakitten kaçamaz, bize galip gelemez.

 

61- عَلَى أَن نُّبَدِّلَ أَمْثَالَكُمْ وَنُنشِئَكُمْ فِي مَا لَا تَعْلَمُونَ “İstersek sizin yerinize emsalinizi getiririz ve bilmediğiniz bir yaratılışta sizi inşa ederiz.”

İstersek sizi değil, size bedel başkalarını yaratırız veya sizi daha başka özelliklerde meydana getiririz.

 

62- وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْأَةَ الْأُولَى “Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz.”

فَلَوْلَا تَذكَّرُونَ “O hâlde düşünsenize!”

İlk defa yaratanın ikinci defa yaratmaya kâdir olduğunu neden düşünmüyorsunuz? Çünkü ikincisi, birinciye nisbetle,

-Yaratılış maddelerinin varlığı,

-Meydana geldiği parçaların belli olması,

-Ve mislinin daha önce yaratılması yönlerinden daha az işlem gerektirir.[5>

Ayette, kıyasın sıhhatine bir delil vardır.

 

63- أَفَرَأَيْتُم مَّا تَحْرُثُونَ “Ektiğinizi gördünüz mü?”

 

64- أَأَنتُمْ تَزْرَعُونَهُ أَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ “Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?”

 

 

65- لَوْ نَشَاء لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ “Dilersek, onu kuru bir çöp yapardık da şaşkınlık içinde şöyle geveleyip dururdunuz:”

O zaman şaşar kalırdınız.

Veya ona yaptığınız çalışmaya veya ondan dolayı girdiğiniz günahlara pişman olur, onunla ilgili konuşmaya başlardınız.

 

66- إِنَّا لَمُغْرَمُونَ “Muhakkak biz çok ziyandayız!”

 

67- بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ “Daha doğrusu biz büsbütün mahrumuz!”

 

68- أَفَرَأَيْتُمُ الْمَاء الَّذِي تَشْرَبُونَ “İçtiğiniz suyu gördünüz mü?”

 

69- أَأَنتُمْ أَنزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ أَمْ نَحْنُ الْمُنزِلُونَ “Siz mi buluttan onu indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz?”

 

70- لَوْ نَشَاء جَعَلْنَاهُ أُجَاجًا “Dilersek onu acı bir su yapardık.”

فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ “O halde şükretsenize!”

Böyle zaruri nimetlere karşı şükretmeniz gerekmez mi?

 

71- أَفَرَأَيْتُمُ النَّارَ الَّتِي تُورُونَ “Tutuşturduğunuz ateşi gördünüz mü?”

 

72- أَأَنتُمْ أَنشَأْتُمْ شَجَرَتَهَا أَمْ نَحْنُ الْمُنشِؤُونَ “Siz mi onun ağacını yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz?”

 

73- نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعًا لِّلْمُقْوِينَ “Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir meta’ kıldık.”

Biz onu -Yasin sûresinde geçtiği üzere- öldükten sonra diriltme meselesinde bir ibret kıldık.

Veya onu cehennem ateşine bir uyarıcı ve nümune kıldık.

Ayrıca, onu çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık.

Veya karnı aç olanlara bir fayda yaptık.[6>

 

74- فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ “O hâlde, Rabb-i Azîminin adını tesbih et.”

Cenab-ı Hakkın, bazı hayret verici sanatlarını ve nimetlerini saydıktan sonra, isminin tesbih edilmesini emretmesi,

-Ya O’nun birliğini inkâr eden ve nimetlerine nankörlük yapanların sözlerinden münezzeh olduğunu bildirmek,

-Veya nimetlerini küçük görmelerinden dolayı hayret ifade etmek,

-Veya bu sayılan nimetlere şükredilmesini istemek içindir.

 

75- فَلَا أُقْسِمُ بِمَوَاقِعِ النُّجُومِ “Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.”

Buna iki türlü mana verilebilir:

1-Yemin etmiyorum. Çünkü mesele yemine ihtiyaç hissettirmeyecek kadar açıktır.

2-Yemin ederim ki…

Mevaki-i nücum, yıldızların batış yerleri manasında olabilir. Batış yerlerinin nazara verilmesi,

-Bunların etkisinin son bulmasını,

-Ve tesiri zevâl bulmayan bir müessirin varlığına delâlet ettiklerini gösterir.

Veya mevaki-i nücum, onların menzilleri ve yörüngeleridir.

Denildi ki: Nücum’dan murat, Kur’anın bölümleridir. Bunların mevakii ise, nüzûlleridir.

 

76- وَإِنَّهُ لَقَسَمٌ لَّوْ تَعْلَمُونَ عَظِيمٌ “Bilirseniz, bu çok büyük bir yemindir.”

Çünkü kendisine yemin edilen durum,

-Allahın kudretinin azametine,

-Hikmetinin kemâline,

-Rahmetinin çokluğuna delâlet eder. Onun rahmetinin muktezalarından biri de, kullarını başıboş bırakmamasıdır.

 

77- إِنَّهُ لَقُرْآنٌ كَرِيمٌ “O, elbette şerefli bir Kur’ân’dır.”

O Kur’an, dünya ve ahiretin saadetini elde etmede mühim ilimlerin usûlüne şümullü olmasıyla, çok faydalıdır.

Veya kitap cinsi içinde gayet güzel ve makbuldür.

 

78- فِي كِتَابٍ مَّكْنُونٍ “Korunmuş bir kitaptadır.”

Levh-i Mahfuzda korunmuştur.

 

79- لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ “Ona, ancak tertemiz olanlar dokunabilir.”

Levh-i Mahfuza da cismanî bulanıklıklardan tertemiz olanlardan başkası dokunamaz. Onlar da meleklerdir.

Veya Kur’ana abdestli olanlardan başkası dokunamaz.

Bu ikinci mana, nehiy anlamı içeren bir nefiydir.[7>

Veya onu ancak küfürden tertemiz olanlar talep eder.

 

80- تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ “O, âlemlerin Rabbinden indirilmiştir.”

Bu ibare, Kur’anın üçüncü veya dördüncü sıfatıdır.[8>

 

81- أَفَبِهَذَا الْحَدِيثِ أَنتُم مُّدْهِنُونَ “Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?”

Şimdi siz böyle bir sözü küçümsüyor, hafife mi alıyorsunuz?

 

82- وَتَجْعَلُونَ رِزْقَكُمْ أَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ “Ve rızkınızı, yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz?”

Bu nimetlere şükretmeniz gerekirken, onları sebeplere nisbet ediyorsunuz.

Veya Kur’an hakkında “o bir sihirdir” veya “o bir şiirdir” gibi sözlerinizle Kur’an nimetine şükrünüzü küfürle gösteriyorsunuz![9>

 

83- فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ “Can boğaza dayandığı zaman.”

 

84- وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ “Ki o zaman siz (ölmek üzere olana) bakar durursunuz.”

Hitap, ölüm döşeğindeki kimsenin etrafında olanlaradır.

 

85- وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ “Biz ona sizden daha yakınız.”

Ayette, Allahın o kimsenin hâlini bilmesi yakınlık ile ifade edildi. Çünkü yakınlık, muttali olma sebeplerinin en kuvvetlisidir.

وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ “Fakat siz görmezsiniz.”

Lakin siz, o ölüm döşeğindeki kimsede neler olduğunu idrak etmiyorsunuz.

 

86- فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ “Şayet cezalandırılmayacak iseniz.”

 

87- تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Onu geri çevirsenize; şayet iddianızda sadık iseniz.”

Şayet siz kıyamet günü ceza görmeyecekseniz, o ruhu geri döndürsenize!

Yani, Allahın fiillerini inkârınız ve ayetlerini yalanlamanızın delâlet ettiği üzere, kendinizi ser-azad, ceza görmez kimseler olarak görüyorsanız, batıl iddialarınızda sadık iseniz, can boğaza geldikten sonra ruhları bedenlere geri döndürün bakalım![10>

 

88- فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ (Ölen kişi) mukarreb olanlardan (Allah’a yakın kılınmışlardan) ise.”

 

89- فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ “Artık ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.”

 

90- وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ “Eğer ashab-ı yeminden ise.”

 

91- فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ “Sana selam ashab-ı yeminden!”

 

92- وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ “Ama haktan sapan, tekzip edenlerden ise.”

Tekzip edenler”den murat, ashab-ı şimaldir. Ayette ashab-ı şimal denilmek yerine onların bir özelliğinin nazara verilmesi,

-Hem bu kötü fiilden onları sakındırmak,

-Hem de böyle bir cezayı niçin göreceklerinin sebebini hissettirmek içindir.

 

93- فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ “İşte kaynar sudan bir ikram!”

 

94- وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ “Ve cehenneme atılma vardır.”

Bu, o kimsenin kabirde karşılaşacağı ateşin semumu ve dumanıdır.

 

95- إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ “Şüphesiz bu, kesin gerçektir.”

Yani, bu sûrede zikrolunan veya bu üç fırka hakkında anlatılanlar, gerçeğin ta kendisidir.

 

96- فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ “O hâlde, Rabb-i Azîminin adını tesbih et.”

Yüce Rabbini anarak, O’nun şânının azametine layık olmayan şeylerden tenzih et.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim her gece Vâkıa sûresini okursa, asla kendisine fakirlik isabet etmez.”


[1> Yani, gökteki ecram düşerken, yerdeki varlıklar –velev dağ gibi büyük ve köklü de olsa- yukarıya yükseltilecektir.

[2> Nitekim bu zümrede en önde yer alan peygamberler önceki milletlerde pek çok olmakla beraber, peygamber efendimizin ümmetinde hiç olmamıştır ve olmayacaktır. Çünkü Hz. Muhammed (asm) son peygamberdir.

[3> Ayetin anlatımında böyle bir ayırıma gidilmeden genel bir anlatım vardır. Ama her hâl ü kârda ümmet-i Muhammed içinde de “sabikun” zümresinin varlığı ve bunların da genelde İslâmın ilk devirlerinde yaşadığı ortadadır.

Nitekim Hz. Peygamber (asm) “en hayırlı asır benim asrımdır. Sonra ondan sonraki, ardından da bir sonraki asırdır” diyerek “sahabe – tâbiin ve tebe-i tâbiin devirlerine işaret etmiştir.

[4> “Sidr” Arabistan kirazı diye bilinen dikenli bir meyve ağacıdır. Cennette her şey mükemmel olduğundan ayette bunun dikenli olmadığı nazara verilmiştir.

[5> Nazara verilen bu durumlar anlamada kolaylığı sağlamak içindir. Yoksa Allaha nispetle hepsi aynı kolaylıktadır. “Ol” emriyle hem yaratır, hem de iâde eder.

[6> Yani o ateş vasıtasıyla yemeklerini pişirir, karınlarını doyururlar.

[7> Yani, “abdestli olanlardan başkası dokunamaz” denilmesi “dokunmasın” anlamına gelir.

[8> Bu sıfatlar: Kur’anın şerefli olması, ona ancak tertemiz olabilenlerin dokunabilmesi ve bir de âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olmasıdır. “Korunmuş bir kitapta” kısmı müstakil bir özellik olarak düşünülebildiği gibi, “korunmuş bir kitapta şerefli bir Kur’andır” şeklinde değerlendirilebilir.

[9> Yani, böyle bir nimetin şükrü bu olmamalıydı. Onu anlamak ve ondan istifade etmek varken, onu inkâr etmek ne büyük bir nankörlüktür, ne büyük bir nasipsizliktir!

[10> Ayette, insanın acizliği kuvvetli bir şekilde vurgulanmaktadır. Şöyle bir mesaj verilmektedir: Madem ölümü öldüremiyor, kendinizi de başkalarını da ölümden kurtaramıyorsunuz, o hâlde hayatı ve ölümü yaratan zâta kul olduğunuzu kabul etmeniz gerekir.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
56. Vakıa
Gönderi tarihi: 16-04-2014
3,219 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content