354. DERS (Rahman Suresi, 1 - 45) Rahmanın Nimetleri

 

1- الرَّحْمَنُ “Rahmân.”Sûre, dünyevî ve uhrevî nimetleri saymaya tahsis edildiğinden, başında Cenab-ı Hakkın Rahmân ismi yer aldı.

 

2- عَلَّمَ الْقُرْآنَ “Kurân’ı öğretti.”

İlk olarak da dinî nimetlerin aslı ve en büyüğü olan Kur’an nimeti, onun indirilmesi ve talimi nazara verildi. Çünkü Kur’an,

-Şerîatın kaynağı,

-Vahyin en büyüğü,

-Ve kitapların en azîzidir.

Zira o, i’cazıyla ve diğer kitapların hülasasına müştemil bulunmasıyla, hem kendisinin doğruluğunu gösterir, hem de onların doğruluğuna şehâdet eder.

 

3- خَلَقَ الْإِنسَانَ “İnsanı yarattı.”

 

4- عَلَّمَهُ الْبَيَانَ “Ona beyanı öğretti.”

İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik beyan’dır. Beyan, içinde olanları ifade edebilmek ve idrak ettiklerini başkalarına da anlatabilmektir.

Bu sayede insan,

-Vahiy yoluyla aldıklarını,

-Ulaştığı gerçekleri,

-Dinden öğrendiklerini başkalarıyla paylaşır.

Üstteki ayetlerde ardarda gelen Rahmânın Kur’anı talim etmesi, insanı yaratması, ona beyanı öğretmesi, birbirine atfedilmemiştir. Bu, nimetleri sayma metoduna daha uygun olmasındandır.

 

5- الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ “Güneş ve ay bir hesab iledir.”

Güneş ve ay kendi yörüngelerinde belli bir hesapla akar giderler. Bu sayede

-Şu süfli (aşağı) âlemin işleri düzgün bir şekilde devam eder.

-Mevsimlerin, gece ve gündüzün farklılıkları meydana gelir.

-Yılların hesabı bilinir.

 

6- وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ “Bitki ve ağaç secde ederler.”

Bitki ve ağaç, mükellef olan insanların iradî olarak boyun eğmeleri gibi, Allahın onlardan murat ettiği şeylere fıtrî olarak boyun eğerler.

Evvelinde Allahın Kur’anı öğrettiği ve insanı yarattığı nazara verilmişti. Normalde burada da “Allah güneş ve ayı yürüttü, bitkiyi ve ağacı secde ettirdi” denilebilirdi. O zaman bu cümleler hem evveline hem sonrasına mutabık da olurdu. Lakin güneş ve ayın, bitki ve ağacın Allaha nisbeti o kadar açık ki, bunu doğrudan ifadeye bile lüzum olmadığını hissettirmek için mücerret olarak anlatıldı.

Bunların atıfla birbirine bağlanmaları, ulvî ve süflî cisimlerin hâllerinde görülen değişikliklerin Allahın takdîr ve tedbiriyle olduğunu göstermede müşterek olmalarındandır.

 

7- وَالسَّمَاء رَفَعَهَا “Semayı da yükseltti.” Semayı, hem mahal hem mertebe olarak yükseltti. Çünkü sema,

-Allahın mukadderatının menşeidir.

-Ahkâmını oradan indirir.

-Meleklerin meskenidir.

وَوَضَعَ الْمِيزَانَ “Ve mizanı koydu.”

Her birine layık olduğunu vermek suretiyle adaleti vaz etti. Her hak sahibine hakkını verdi. Böylece âlem bir sisteme girdi, herşey istikamet üzere oldu. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Gökler ve yer adaletle ayakta durur.”

Veya bundan murat, insanların kullandıkları terazî gibi ölçü âletleridir. Sanki, hükümlerin sudur ettiği yer olarak semanın yüksekliğini nazara verince, arzı da

-Kendisiyle farklılıkların ortaya konduğu,

-Mikdarların bilindiği,

-Hakların ve ödevlerin adil bir şekilde tanzim edildiği bir şeyle vasfetmeyi murat etti ve teraziyi nazara verdi.

 

8- أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ “Sakın mizanda taşkınlık etmeyin.”

 

9- وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ “Ölçmeyi adaletle yapın.”

وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ “Ve mizanda eksiklik yapmayın.”

Çünkü mizanın hakkı, eksiksiz bir şekilde tartmaktır. Vaz edilmesinden maksad budur.

Farklı üslûblarla mizanın hakkını vermeye davet etmesi, bu konudaki tavsiyeyi daha etkin kılmak ve kullanımına ziyadesiyle teşvikte bulunmak içindir.

 

10- وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ “Arzı da mahlûkat için vaz etti.”

Ayette geçen “enâm” ifadesi, mahlûkat anlamı yanında, özellikle de ruh taşıyan varlıklar için kullanılır.

 

11- فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ “Orada meyveler ve salkımlı hurma ağaçları vardır.”

 

12- وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ “Yapraklı daneler ve hoş kokulu bitkiler vardır.”

O arzda buğday, arpa gibi gıda olarak yenen hububat ve ayrıca hoş kokulu bitkiler vardır.

 

13- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Hitap, ins ve cinnedir. Biraz önce geçen “enam” ifadesi ve daha sonra otuzbirinci ayette geçen “sekalan” yani ins ve cin ifadeleri buna delâlet eder.

 

14- خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ “İnsanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.”

Allah Hz. Âdemi topraktan yarattı. O toprağı çamur kıldı, sonra hame-i mesnun hâle getirdi. Ardından da salsal (kuru çamur) yaptı. Dolayısıyla bu ayet “Onu topraktan yarattı” (Al-i İmran, 59) ayetine ve benzerlerine muhalif değildir.[1>

 

15- وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ “Cânnı da hâlis ateşten yarattı.”

“Cânn”dan murat cinlerdir veya onların ilk atasıdır.

 

16- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Allah sizleri tavırdan tavıra değiştirerek nice nimetlerde bulundu. Öyle ki neticede sizleri terkip hâlindeki varlıkların en üstünü ve kâinatın hülasası kıldı.

 

17- رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ “O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.”

“İki doğu ve iki batı”dan murat, güneşin yaz ve kış farklı yerlerden doğup batmasıdır.

 

18- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Bunda olan sayısız faydaları nasıl yalanlayabilirsiniz? Mesela,

-Havanın mutedil olması,

-Mevsimlerin farklılığı,

-Her mevsime uygun şeylerin meydana getirilmesi, bu nimetlerden bazılarıdır.

 

19- مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ “İki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar.”

Allah tuzlu ve tatlı denizi birbirine salıverdi. Bunlar birbirine kavuşurlar, satıhları birbirine temas eder.Bundan murat Fars ve Rum denizleri olabilir. Bunlar okyanusta birleşirler. Çünkü her ikisi birer haliç olup, okyanustan birer kol olmuşlardır.

 

20- بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ “Fakat aralarında bir berzah vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.”

“Aralarında bir berzah vardır”

Ama aralarında Allahın kudretinden veya (sebep olarak) arzdan bir perde vardır, birbirlerine karışmazlar, özelliklerini kaybetmezler.

Veya aralarında olan perdeyi aşıp da birbirlerinin sınırını aşmazlar.

 

21- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

22- يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ “İkisinden inci ve mercan çıkar.”

Lü’lü ve mercan, büyük ve küçük incidir.

Denildi ki: Mercan, kırmızı yakuttur.

Denildiğine göre, inci sadece tuzlu denizden çıkar.

Lü’lü ve mercanı büyük ve küçük inci olarak açıklama durumunda ayette “O ikisinden lü’lü ve mercan çıkar” ifadesini birkaç şekilde anlayabiliriz:

-İnci, tatlı ve tuzlu su denizlerinin birleştiği yerden çıkıyor olabilir.

-Veya bu ikisi birleştiği için bir şey gibi olmuştur. Böylece birisinden çıkan, ikisinden de çıkmış gibi sayılmıştır.

 

23- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

24- وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنشَآتُ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ “Denizde koca dağlar gibi yükselen gemiler onundur.”

Çünkü, gemilerin üstte anlatıldığı şekilde istifadeye müheyya kılınmasında,

-Gemiyi meydana getiren maddelerin yaratılması,

-Bunları elde etmeye insanların yönlendirilmesi,

-Gemi yapma sanatının keyfiyeti,

-Bazı sebeplerle bunların denizde yürütülmesi söz konusudur. Bunlar, Allahtan başka kimsenin yaratmaya ve cem etmeye güç yetiremeyeceği nimetlerdir.

 

25- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

26- كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ “Onun üzerinde bulunan her şey fânidir.”

Bundan murat, canlılar ve terkib hâlindeki varlıklardır.

Veya bundan murat, ins ve cindir.

 

27- وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ “Celâl ve ikram sahibi Rabbinin vechi ise, baki kalır.”

Rabbinin vechi” ifadesindeki vecihten murat, Allahın zâtıdır. Şayet birer birer varlıkların cihetlerini araştırsan ve yüzlerini incelesen, hepsini hadd-i zâtında birer fani olarak bulursun. Ancak Allahın vechi, yani O’na bakan cihet bâkidir.

O, tam bir istiğna ve her varlığı kuşatan lütuf sahibidir.

 

28- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Az önce nazara verildiği üzere, Cenab-ı Hakkın bâki olması ve tamamen bir rahmet ve lütuf olmak üzere faniliğe mahkum varlıklara bekâ vermesi gibi Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

Faniliğe mahkûm olan varlıkları Rabbinizin yeniden iade etmesi, daimî hayat vermesi ve sonsuz nimetlere mazhar kılması gibi nimetleri nasıl yalanlayabilirsiniz?

 

29- يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde bulunanlar, O’ndan isterler.”

Çünkü, göklerde ve yerde olanlar,

-Zâtlarında,

-Sıfatlarında

-Ve kendilerini ilgilendiren diğer durumlarda O’na muhtaçtırlar.[2>

Her varlığın zât ve sıfatlarında kendilerine lazım olan şeyleri Allahtan istemesi doğrudan dilleriyle olabileceği gibi, hâl dili ve ihtiyaç dili ile istemek şeklinde de olabilir.

كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ “O, her gün yeni bir tasarruftadır.”

O, her vakit, ezeli kader proğramına göre varlıklar meydana getirir, ayrıca önceden var ettiklerinin de hâllerini yeniler. Hadiste şöyle bildirilmiştir:

-“Günahı bağışlaması,

-Sıkıntıyı gidermesi,

-Bir kavmi yükseltmesi

-Bir başka kavmi alçaltması O’nun şuunatındandır.’’[3>

Ayet, Yahudilerin “Allah Cumartesi günü bir şeye karışmaz” demelerine bir reddir.

 

30- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

İsteklerinizi vermek ve yokluk karanlıklarında gizli olan şeyleri an be an vücuda çıkarmak gibi, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?

 

31- سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهَا الثَّقَلَانِ “Yakında sizi hesaba çekeceğiz, ey sekelan!”

O zaman sizin hesabınızı görecek, amellerinizin karşılığını vereceğiz.

Bu, kıyamet günü olacaktır. Çünkü Allahu Teâlâ, kıyamet gününü buna tahsis etmiştir.

Denildi ki: Ayet, istiare yoluyla tehdid ifade eder. Nasıl ki sen tehdit ettiğin kimseye “sana zaman ayıracağım” desen, bundan ceza vermek anlaşılır. Çünkü kendini bir şeye tecrid eden kimse, o konuda daha kuvvetli ve daha ciddi olur.

Sekelan, ins ve cindir. Böyle denilmesi, bunların arzda ağır olmalarındandır.

Veya görüş ve kıymetlerinin ağırlığı sebebiyledir.

Veya, teklif gibi ağır bir yükle mükellefiyetleri yüzündendir.

 

32- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

33- يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا “Ey cin ve ins topluluğu! Göklerin ve yerin sınırlarından geçmeye gücünüz yeterse, haydi geçin.”

Eğer Allahtan kaçarak ve hükmünden firar ederek göklerin ve yerin sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse haydi çıkın.

لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ “Ama bir güç olmadan geçemezsiniz.”

Ancak bir kuvvet ve galebe ile çıkabilirsiniz. Ama böyle bir kuvvet ve galebe sizde nerede?!

Veya “Göklerde ve yerde neler olduğunu bilmek için onların sınırlarından çıkmaya gücünüz yeterse, bilmek için çıkınız. Lakin Allahın koyduğu bir beyyine olmadan çıkamazsınız ve bilemezsiniz. O beyyineye de fikirlerinizle yükselirsiniz.[4>

 

34- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Rabbiniz size uyarılarda bulunuyor, sizi fena şeylerden sakındırıyor, size kolaylık gösteriyor, kemâl-i kudretiyle beraber sizi affediyor. Bu gibi nimetlerini nasıl inkâr edebilirsiniz?

Veya sizin önünüze aklî merdivenler, naklî miraçlar koydu, bunlarla o yüce semaların fevkine çıkabilirsiniz. Rabbinizin böyle nimetlerini nasıl inkâr edebilirsiniz?[5>

 

35- يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِّن نَّارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنتَصِرَانِ “Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman/bakır gönderilir de karşı koyamazsınız.”

Ayette geçen nühas, duman anlamına geldiği gibi, bakır eriyiği manasını da ifade eder.

 

36- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Çünkü tehdît de bir lütuftur.[7>

Ayrıca, yaptıklarına karşılık vererek, itaat eden ve isyan edeni birbirinden ayırmak ve kâfirlerden intikam almak Allahın nimetleri silsilesine dâhildir.

 

37- فَإِذَا انشَقَّتِ السَّمَاء فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ “Sema yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kıpkırmızı gül hâline geldiği zaman...”

 

38- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

39- فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُسْأَلُ عَن ذَنبِهِ إِنسٌ وَلَا جَانٌّ “İşte o gün insana da, cine de günahı sorulmaz.”Çünkü simalarından tanınırlar.

Bu, kabirlerinden çıktıklarında ve mertebelerinin farklılığına göre grup grup hesap yerine sevkedildikleri zamandır. Ama “Rabbin hakkı için, biz onların hepsini hesaba çekeceğiz. Yaptıklarından soracağız.” (Hicr, 92) ayeti ve benzeri ayetler, mahşer meydanında hesaba çekilmeleri hâlini anlatır.

 

40- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

Allahın bu günde mü’min kullarına verdiği nimetlerden hangi birini yalanlayabilirsiniz?

 

41- يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ “Mücrimler (suçlular) simalarından tanınır.”

Bu, üzerlerinde görülen gam ve kederden belli olur.

فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ “Perçemlerinden ve ayaklarından tutulurlar.”

Denildi ki: Bazan perçemlerinden bazan da ayaklarından tutulup cehenneme atılırlar.

 

42- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

 

43- هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ “İşte bu, mücrimlerin (suçluların) yalanladığı cehennemdir.”

 

44- يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ “Onlar, cehennem ateşi ile kaynar su arasında gider gelirler.”

Kendisiyle yanıp kavruldukları cehennem ile üzerlerine boşaltılan veya kendilerine içirilen kaynar su arasında dolaşır dururlar.

Denildi ki: Ateşten feryat edip yardım istediklerinde kaynar su ile kendilerine yardım edilir.[7>

 

45- فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”


[1> Yani, Hz. Âdemin yaratılışıyla ilgili ayetlerde her ne kadar farklı ifadeler kullanılmışsa da bunların hepsi toprağın farklı merhaleleridir.

[2> Her şeyin zâtını, cevherini yaratan O olduğu gibi, bunlara değişik sıfatlar, özellikler veren de yine O’dur. Küçücük bir karınca, kendisinde yaratılan hayat sebebiyle havaya, suya, güneşe muhtaçtır. Her canlının hayatının varlığı ve devamı için kâinat çapında büyük bir fabrikanın çarkları dönmektedir.

[3> Şuunat, Allah’ın tasarruflarını, âlemdeki daimî faaliyetini ifade eder.

[4> Günümüzde insanoğlu dünyanın hemen hemen her tarafını keşfetmiş, dünyanın sınırlarından kısmen çıkıp aya kadar insan gönderebilmiş, Mars gezegenine de insansız uzay aracı indirebilmiştir. Beydâvî’nin bu yorumda nazara verdiği “O beyyineye de fikirlerinizle yükselirsiniz” manası sanki yaşanıyor bir hâldedir.

[5> İnsan, hakikatin semasına akıl ve nakil (vahiy) yoluyla yükselir. Aklımız ile nice ilimleri bulduk, âlemdeki gizi kanunları keşfettik. Vahiy ile gelen mesajlarla da görmediğimiz âlemlere yükselir, oralarda neler olduğunu bilebiliriz. Âlemin meleklerle dolu olması, ölümden sonraki hayatın varlığı gibi metafizik meseleleri naklin (vahyin) ışığında hallederiz.

[6> Uyarılmadan ceza almak, insana daha zor gelir. Hatası olup da tehdit edildiğinde aklı başına gelir, hatasından dönebilir.

[7> Bilindiği gibi, sıcaktan kavrulan birisi su ile serinlemek ister. Cehennem ehli, cehennemin kavurucu sıcağından feryat ettiklerinde kendilerine kaynar su verilir. Bu ise gerçekte bir yardım olmayıp, azaplarının daha da artmasıdır.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
55. Rahman
Gönderi tarihi: 16-04-2014
2,577 kez okundu
Block title
Block content