353. DERS (Kamer Suresi)

1- اقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ “Saat (kıyamet) yaklaştı.”

وَانشَقَّ الْقَمَرُ “Ay yarıldı.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre kâfirler Hz. Peygamberden bir mu’cize talep ettiler, bunun üzerine ay inşikak edip yarıldı.

Denildi ki: Ayetin manası şöyle de olabilir: Ay, kıyamet günü inşikak edecek.

 

2- وَإِن يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَيَقُولُوا سِحْرٌ مُّسْتَمِرٌّ “Bir ayet görseler yüz çevirirler ve “bu, süregelen bir sihirdir” derler.”

Onlar, bir mu’cize görseler üzerinde düşünmekten ve ona inanmaktan yüz çevirirler.

Böyle demeleri daha evvelinde de peşpeşe ayetler ve mu’cizeler görmelerine delâlet eder.

Ayet metnindeki “Sihr-i müstemir” ifadesi, “süregelen bir sihir” manasını ifadesinin yanında.

-“Sağlam bir sihir,”

-Veya “geçici bir sihir” manasına da gelebilir.

 

3- وَكَذَّبُوا وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ “Yalanladılar ve hevâ’larına uydular.”

Bu, hak kendilerine zuhur ettikten sonra şeytanın tezyini ile onu reddetmektir.

Onların yalanlamaları ve hevâlarına uymalarının geçmiş zaman sığasıyla anlatılması, böyle hareketin onların kadîm (eskiden beri devam eden) bir âdetleri olduğunu hissettirmek içindir.

وَكُلُّ أَمْرٍ مُّسْتَقِرٌّ “Hâlbuki her iş yerini bulacaktır.”

Her iş eninde sonunda belli bir akıbete varır.

-Bu, dünyada yüzüstü bırakılmak veya yardım görmek,

-Ahirette ise şekavet veya saadet şeklinde tecelli eder.

Çünkü bir şey nihaî gayesine vardığında sebat ve istikrar bulur.[1>

 

4- وَلَقَدْ جَاءهُم مِّنَ الْأَنبَاء مَا فِيهِ مُزْدَجَرٌ “Andolsun ki onlara kötülükten vazgeçirecek nice önemli haberler gelmiştir.”

Andolsun ki, Kur’anda onlara, Allahın azap vermesinden ve vaîdlerinden sakındıracak önceki devirler veya ahiretle ilgili önemli haberler gelmiştir.

 

5- حِكْمَةٌ بَالِغَةٌ “Bunlar tam bir hikmettir.”

Bunlar, kendisinde hiçbir halel olmayan tam bir hikmettir.

فَمَا تُغْنِ النُّذُرُ “Fakat uyarılar fayda vermiyor.”

Bu, nefiy olabildiği gibi “ama uyarılar ne fayda veriyor?” şeklinde soru da olabilir.

 

6- فَتَوَلَّ عَنْهُمْ “O hâlde sen de onlardan yüz çevir.”

Uyarmanın onlara fayda vermediğini bildiğinde, kendilerinden yüz çevir.

يَوْمَ يَدْعُ الدَّاعِ إِلَى شَيْءٍ نُّكُرٍ “O gün davetçi, görülmemiş bir şeye onları çağırır.”

Bu davetçi, Hz. İsrafil’dir. Bu görülmemiş şey, kıyamet gününün dehşetidir. “Görülmemiş” denilmesi daha evvelinde nefislerin bildiği, tanıdığı bir durum olmamasındandır.

Bunun davet (çağrı) ile ifade edilmesi “kün feyekun” misali olabilir.[2>

 

7- خُشَّعًا أَبْصَارُهُمْ يَخْرُجُونَ مِنَ الْأَجْدَاثِ كَأَنَّهُمْ جَرَادٌ مُّنتَشِرٌ “Gözleri düşkün bir hâlde, sanki dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar.”

O günün dehşetinden, kabirlerinden korku ve zilletle çıkarlar.

Kabirlerinden çıkan bu insanların çekirgelere benzetilmesi,

-Sayıca çok olmaları,

-Dalgalanma hâlinde bulunmaları,

-Ve her tarafa yayılmaları yönündendir.

 

8- مُّهْطِعِينَ إِلَى الدَّاعِ “O çağırana koşarak gelirler.”

يَقُولُ الْكَافِرُونَ هَذَا يَوْمٌ عَسِرٌ “Kâfirler der: Bu çok zor bir gün!.”

 

9- كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ “Onlardan önce Nûh’un kavmi yalanlamıştı.”

فَكَذَّبُوا عَبْدَنَا “Kulumuzu yalanladılar.”

Ayetin bu kısmı, icmâlden sonra tafsildir.[3>

Denildi ki: Mana şöyle de olabilir: Bir yalanlamanın peşinde onlar da yalanladılar. Onlardan yalanlayan her bir nesilden sonra, yalanlayan başka bir nesil geldi.

Veya, peygamberleri yalanladıktan sonra, O’nu da yalanladılar.

وَقَالُوا مَجْنُونٌ وَازْدُجِرَ “Bir mecnun” dediler ve alıkonuldu.”

O’na –haşa- “mecnun” deyip, çeşit çeşit eziyetlerle tebliğden sakındırıldı.

Denildi ki: Bu ifade, onların “mecnun” demelerinin devamı da olabilir. Yani, “O, cinlerin kendisini kontrol altına aldığı bir mecnundur.”

 

10- فَدَعَا رَبَّهُ أَنِّي مَغْلُوبٌ فَانتَصِرْ “O da Rabbine, “Ya Rabbi! Mağlup oldum, bana yardım et” diye dua etti.”

“Onlardan benim için intikam al.”

Hz. Nûhun bu bedduası, onlardan ümidi kestikten sonradır.

Rivayete göre, onlardan biri Hz. Nûhla karşılaşınca boğazına sarılıyor, bayıltıncaya kadar sıkıyordu. Hz. Nûh ayıldığında “Allahım, kavmimi bağışla. Çünkü onlar bilmiyorlar” diyordu.

 

11- فَفَتَحْنَا أَبْوَابَ السَّمَاء بِمَاء مُّنْهَمِرٍ “Biz de dökülürcesine yağan bir yağmurla sema kapılarını açtık.”

Sema kapılarının açılması” yağan yağmurun çokluğunu ve şiddetini anlatan bir temsildir.

 

12- وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا “Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık.”

Arzın her yerinden sular fışkırttık.

فَالْتَقَى الْمَاء عَلَى أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ “Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.”

Böylece, gök ve yerin suları Allahın ezelde takdir ettiği şekilde, herhangi bir farklılık olmadan bir araya geldi.Böylece Nûhun kavminin tufanla helâki, Allahın takdir ettiği şekilde gerçekleşti.

 

13- وَحَمَلْنَاهُ عَلَى ذَاتِ أَلْوَاحٍ وَدُسُرٍ “Nûh’u da çivilerle perçinli levhalardan oluşan gemiye bindirdik.”

 

14- تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا جَزَاء لِّمَن كَانَ كُفِرَ “Nankörlük edilene (Nûh’a) bir mükafat olmak üzere gemi, gözetimimiz altında akıp gidiyordu.”

Gemi, korumamız altında akıp gidiyordu.

Bunu, Nûhu inkârlarına bir ceza olarak yaptık. Çünkü Hz. Nûh onlara bir nimet idi, ama onlar nankörlük ettiler. Çünkü her nebi, ümmetine Allahtan bir nimet ve rahmettir.

 

15- وَلَقَد تَّرَكْنَاهَا آيَةً “Andolsun, biz onu bir ayet olarak bıraktık.”

Biz gemiyi veya Nûhun kavmine verilen cezayı, ibret alınan bir alâmet kıldık. Çünkü bu, şüyu buldu ve âlemde meşhur oldu.

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

 

16- فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ “Azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!”

Buradaki soru, İlâhî azabın ve uyarıların büyüklüğünü anlatır ve tehdid manası taşır.

 

17- وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ “Andolsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık.”

Onda çeşit çeşit öğütler ve ibretler anlatmak suretiyle kendisinden istifade edilmesini kolaylaştırdık.Veya mana şöyle olabilir: Onu muhtasar ve lafızlarını tatlı kılarak ezberlenmesini kolaylaştırdık.

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

 

18- كَذَّبَتْ عَادٌ “Ad kavmi yalanladı.”

فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ “Azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!”

Azap kendilerine gelmezden önce, uyarılarım onlara gelmişti.

Veya şu mana olabilir: “Kendilerinden sonra gelenlere, onlara azabım ile ilgili uyarılarım nasıl oldu?”

 

19- إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا صَرْصَرًا فِي يَوْمِ نَحْسٍ مُّسْتَمِرٍّ “Biz onların üstüne, uğursuzluğu sürekli bir günde gürültülü ve dondurucu bir rüzgâr gönderdik.”

Sarsar, rüzgarın soğukluğunu veya sesinin şiddetini anlatır. Bu rüzgâr, onları helâk edinceye kadar devam etti.

Veya bu rüzgâr, onların hepsine, büyüğüne küçüğüne gönderildi, geride kimseyi bırakmadı.

 

20- تَنزِعُ النَّاسَ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ مُّنقَعِرٍ “O rüzgâr, sökülmüş hurma kütükleri gibi, insanları yere seriyordu.”Rivayete göre, şiddetli rüzgâr kendilerini kuşatınca çukurlara, hendeklere girdiler, birbirlerine tutundular. Rüzgâr onları oralardan çıkardı, hepsini cansız yere serdi.Denildi ki: Rüzgâr başlarını kopardığı ve cesetlerini fırlattığı için hurma kütüklerine benzetildiler.

 

21- فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ “Azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!”

Bunun tekrarı, işin dehşetini göstermek içindir.

Denildi ki: Birinci ayet, onların dünyadaki başlarına gelenle alakalıdır. İkincisi ise, ahirette başlarına gelecek olanla alakalıdır. Nitekim onların kıssaları hakkında başka ayette şöyle denilmiştir:

“Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha zillet vericidir.” (Fussılet, 16)

 

22- وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ “Andolsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık.”

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

 

23- كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِالنُّذُرِ “Semûd o uyarıları yalanladı.”

Semud kavmi uyarıları ve verilen öğütleri yalanladı.

Buna, “uyarıcıları” yani “peygamberleri yalanladı” manası da verilebilir.

 

24- فَقَالُوا أَبَشَرًا مِّنَّا وَاحِدًا نَّتَّبِعُهُ “Dediler: Bizden bir insana mı tabi olacağız?”

Bizden bir insana mı tabi olacağız?” demelerinde, “Onun bizden bir üstünlüğü yok. Tek başına. Etrafında adamları yok. Sıradan biri, eşraftan değil” gibi manalara işaretler vardır.

إِنَّا إِذًا لَّفِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ “O takdirde biz apaçık bir dalalete ve ateşe düşmüş oluruz.”

Tam tersinden değerlendirerek, O’na uymaları hâlinde dalâlette ve ateşte olacaklarını söylediler.[4>

Ayet metninde geçen “su’ur” kelimesi ateşi ifade ettiği gibi, cünunu da ifade edebilir. O zaman mana şöyle olur: “Ona uyarsak yoldan çıkar, delilik etmiş oluruz.”

 

25- أَؤُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِن بَيْنِنَا “Aramızdan zikir ona mı verildi?”

İçimizde buna çok daha layık olanlar varken, kitap veya vahiy O’na mı verildi?

بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ “Doğrusu o, şımarık bir yalancıdır.”

 

26- سَيَعْلَمُونَ غَدًا مَّنِ الْكَذَّابُ الْأَشِرُ “Yarın onlar şımarık yalancının kim olduğunu bilecekler.”Azap başlarına geldiğinde veya kıyamet günü kimin şımarık yalancı olduğunu bilecekler.Şımarıklığın kimi hakkı inkâra ve batılı aramaya sevkettiğini, “şımarık yalancı”nın Hz. Salih mi yoksa O’nu yalanlayanlar mı olduğunu görecekler.

 

27- إِنَّا مُرْسِلُو النَّاقَةِ فِتْنَةً لَّهُمْ “Biz onlara, kendilerini imtihan etmek

için dişi deveyi göndereceğiz.”

فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْ “Onun için sen onları gözet ve sabırlı ol.”

Onların ezalarına karşı sabret.

 

28- وَنَبِّئْهُمْ أَنَّ الْمَاء قِسْمَةٌ بَيْنَهُمْ “Onlara, suyun (deve ile) kendileri arasında (nöbetleşe) paylaştırıldığını bildir.”

Bir gün deveye, bir gün de onlara.

كُلُّ شِرْبٍ مُّحْتَضَرٌ “Her su nöbetinde, sahibi hazır bulunsun.”

Deve sahipleri de su nöbetinde hazır olsun. Veya ona bedel, başkası hazır olsun.

 

29- فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَى فَعَقَرَ “Derken arkadaşlarına bağırdılar, o da bıçağı çekerek deveyi kesti.”

 

30- فَكَيْفَ كَانَ عَذَابِي وَنُذُرِ “Azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!”

 

31- إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً “Biz, onların üzerine tek bir sayha gönderdik.”

Bu, Cebrailin sayhasıydı

فَكَانُوا كَهَشِيمِ الْمُحْتَظِرِ “Onlar, ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi kırılıp dökülüverdiler.”Ağıl çırpısı gibi kırık-dökük bir hâle geldiler.

Veya davar sahiplerinin kışın hayvanlarına vermek üzere topladıkları kuru ot yığını hâline geldiler.

 

32- وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ “Andolsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık.”

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

 

33- كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ بِالنُّذُرِ “Lût kavmi uyarıları yalanladı.”

 

34- إِنَّا أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ حَاصِبًا “Biz de üzerlerine taşlar savuran bir rüzgâr gönderdik.”

إِلَّا آلَ لُوطٍ “Yalnız Lût’un ehli müstesna.”

نَّجَّيْنَاهُم بِسَحَرٍ “Seher vakti onları kurtardık.”

Onlara taş yağdıran bir rüzgâr gönderdik.

 

35- نِعْمَةً مِّنْ عِندِنَا “Katımızdan bir nimet olarak.”

Ayetin bu kısmı, kurtarmanın illetini bildirir.

كَذَلِكَ نَجْزِي مَن شَكَرَ “Şükredenleri işte böyle mükâfatlandırırız.”

Nimetimize iman ve tâatle karşılık verenleri biz böyle mükâfatlandırırız.

 

36- وَلَقَدْ أَنذَرَهُم بَطْشَتَنَا “Lût, bizim onları cezalandırmamıza karşı uyarmıştı.”

فَتَمَارَوْا بِالنُّذُرِ “Fakat uyarıları şüpheyle karşıladılar.”

Şüpheye düşerek uyarıları yalanladılar.

 

37- وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَن ضَيْفِهِ “Andolsun, onlar onun misafirlerinden murad almaya kalkıştılar.”

Onlarla fücurda bulunmak istediler.

فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ “Biz de onların gözlerini silme kör ettik.”

Biz de onların gözlerini ortadan kaldırdık, yüzün diğer kısımlarıyla aynı hâle getirdik.

Rivayete göre, Hz. Lût’un kavmi zorla O’nun evine girdiklerinde Hz. Cebrail bir kanat hareketiyle yüzlerini dümdüz ediverdi, hepsi âmâ hâle geldiler.

فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”

Onlara meleklerin diliyle böyle dedik.

Veya bu söyleyiş hâl diliyle de olabilir.

 

38- وَلَقَدْ صَبَّحَهُم بُكْرَةً عَذَابٌ مُّسْتَقِرٌّ “Andolsun, onlara sabah erkenden kalıcı bir azap geldi.”

 

39- فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ “Haydi azabımı ve uyarılarımı tadın!”

 

40- وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ “Andolsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık.”

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

Bu ifadenin bu sûrede anlatılan her kıssada tekrarı,

-Her peygamberi yalanlamanın azabı gerektirdiğini,

-Ve her kıssayı duymanın öğüt ve ibret almaya vesile olduğunu hissettirmek,

-Ayrıca muhataplarının yanlışa düşmemeleri ve gaflette bulunmamaları için tekrar be tekrar tenbihte bulunmak içindir.

(Rahmân, 13) ve (Mürselat, 15…) ayetleri ve benzerlerinin tekrarında da aynı nükteler vardır.[5>

 

41- وَلَقَدْ جَاء آلَ فِرْعَوْنَ النُّذُرُ “Andolsun âl-i Firavna da uyarılar geldi.”

Ayette âl-i Firavn yani “Firavun hânedanı” denilip Firavunun söylenmemesi onun evleviyetle buna dâhil olduğunun bilinmesindendir.

 

42- كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا “Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar.”

Bunların dokuz mu’cize olduğu başka ayette anlatılmıştır.[6>

فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُّقْتَدِرٍ “Biz de onları mutlak güç ve iktidar sahibinin yakalaması gibi yakaladık.”

 

43- أَكُفَّارُكُمْ خَيْرٌ مِّنْ أُوْلَئِكُمْ “Sizin kâfirleriniz onlardan daha mı hayırlı?”

Ey Arab topluluğu! Sizin kâfirleriniz kuvvet ve silah yönünden veya Allah katında itibar ve din yönünden bu anlatılan kâfirlerden daha mı hayırlı?

أَمْ لَكُم بَرَاءةٌ فِي الزُّبُرِ “Yoksa sizin için kitaplarda bir berat mı var?”

Yoksa semavî kitaplarda sizin için “bunlardan kâfir olanlar azaptan emindirler” şeklinde bir hüküm mü var?

 

44- أَمْ يَقُولُونَ نَحْنُ جَمِيعٌ مُّنتَصِرٌ “Yoksa onlar, “Biz yardımlaşan (güçlü) bir topluluğuz” mu diyorlar?”

 

45- سَيُهْزَمُ الْجَمْعُ وَيُوَلُّونَ الدُّبُرَ “O topluluk yakında bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”Bu, Bedir gününde tahakkuk etti. (Gaybtan haber olması cihetiyle) peygamberlik delillerindendir.

Hz. Ömer’den şöyle nakledilir: Bu ayet nazil olduğunda, bundan muradın ne olduğunu bilmiyordum. Bedir günü geldiğinde gördüm ki,

Rasûlullah zırhını giyiyor ve bu ayeti okuyordu. O zaman muradın ne olduğunu bildim.

 

46- بَلِ السَّاعَةُ مَوْعِدُهُمْ “Hayır, kıyamet, onların (görecekleri asıl azabın) vaktidir.”

Doğrusu onların asıl azaplarının zamanı, kıyamettir. Dünyada başlarına gelen, o azabın öncüsü ve habercisidir.

وَالسَّاعَةُ أَدْهَى وَأَمَرُّ “Kıyamet (azabı) daha müthiş ve daha acıdır.”

Kıyamet randevusu onlar için daha dehşetlidir. Devası olmayan, kurtuluşu bulunmayan tam bir felâkettir.

 

47- إِنَّ الْمُجْرِمِينَ فِي ضَلَالٍ وَسُعُرٍ “Şüphesiz mücrimler, dalalet ve ateşler içindedirler.”

Mücrimler dünyada haktan bir uzaklık içinde ve ahirette de ateştedirler.

 

48- يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ “Yüzüstü ateşe sürüklendikleri gün kendilerine (denilir): “Sakar’ın (Cehennemin) dokunuşunu tadın!.”

Onlara “cehennem ateşinin hararetini ve elemini tadın” denilir. Çünkü o ateşin dokunması, ondan elem duymaya bir sebeptir.Sakar, cehennemin isimlerindendir.

 

49- إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ “Gerçekten biz, her şeyi bir kaderle yarattık.”

Biz her şeyi hikmetin gereğine dayalı bir şekilde takdir ettik.

Veya “biz her şeyi vukuundan önce levh-i mahfuzda yazılı olarak belirledik.

 

50- وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ “Emrimiz ancak bir tek emirdir.”

O da zahmetsiz, meşakkatsiz bir tek fiille veya “ol” emriyle icad etmektir.

كَلَمْحٍ بِالْبَصَرِ “Göz kırpması gibidir.”

Bu, kolaylık ve süratte göz açıp kapama gibidir.

 

51- وَلَقَدْ أَهْلَكْنَا أَشْيَاعَكُمْ “Andolsun biz, sizin emsalinizi helak ettik.”

Andolsun ki, sizden önce küfürde benzerleriniz olan nicelerini helak ettik.

فَهَلْ مِن مُّدَّكِرٍ “Var mı düşünüp öğüt alan?”

 

52- وَكُلُّ شَيْءٍ فَعَلُوهُ فِي الزُّبُرِ “İşledikleri her şey, kitaplarda kayıtlıdır.”

Yapmış oldukları herşey hafaza meleklerinin kayıtlarında yazılıdır.

 

53- وَكُلُّ صَغِيرٍ وَكَبِيرٍ مُسْتَطَرٌ “Küçük, büyük hepsi satır satır yazılmıştır.”

Küçük-büyük amel olarak ne yapmışlarsa hepsi levh-i mahfuzda yazılıdır.

 

54- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَهَرٍ “Şüphesiz müttakiler cennetlerde, ırmak başlarındadırlar.”

 

55- فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ “Muktedir bir hükümdarın nezdinde, sıdk meclisindedirler.”Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Her kim gün aşırı Kamer sûresini okusa, Allah onu kıyamet gününde yüzü ayın ondördü gibi parlar vaziyette haşreder.”


[1>Mesela küçük bir çekirdek, uzun bir yolculuktan sonra, meyvedar bir ağaç olur. Başlangıçta tek hücre olan insan, yıllar sonra yüz trilyon hücreden meydana gelen küçük bir âlem hâline gelir…

[2> Yani, Allah, bir şeyin olmasını murat edince “ol” der ve o şey olur.

[3> Yani, evvelinde Nûh kavminin yalanladığı anlatıldı. Bununla da işin ayrıntısına girildi.

[5> Rahmân suresindeki ibare otuz bir, Mürselat suresindeki ibare ise on defa tekrarlanmaktadır.

[6> Bkz. İsra 101 ve Neml 12.

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
54. Kamer
Gönderi tarihi: 16-04-2014
1,733 kez okundu
Bu Kategorideki Diğer Yazılar
Block title
Block content