1- وَالطُّورِ “Andolsun Tûr’a.”Tûr’dan murat Tur-i Sina’dır.
Tûr-i Sina, Medyende bir dağ olup, Hz. Musa Allahın kelamını burada işitmiştir.
Tûr, Süryanice “dağ” demektir.
Veya “icâdın zirvesinden maddenin çukuruna veya gayb âleminden şehâdet âlemine tayeran eden” demektir.
2- وَكِتَابٍ مَّسْطُورٍ “Andolsun düzenle yazılmış kitaba.”
-Bundan murat Kur’andır.
-Veya Allahın levh-i mahfuzda yazdıklarıdır.
-Veya Hz. Musaya verilen Tevrat levhalarıdır.
-Veya Allah dostlarının kalplerinde yazılan marifetler ve hikmetlerdir.
-Veya hafaza meleklerinin yazdıklarıdır.
3- فِي رَقٍّ مَّنشُورٍ “Yayılmış ince deri sayfalarda.”
Bundan murat, kitabın yazıldığı sahifelerdir. Elif-lâmsız gelmesi hem tazim hem de bu sahifelerin insanlar arasında bilinen sahifeler gibi olmamasındandır.[1>
4- وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِ “Andolsun Beyt-i Ma’mur’a.” Beyt-i Mamur’dan murat,
-Ka’bedir. Hacılarla ve etrafında yaşayıp ziyaret edenlerle mamurdur.
-Veya dördüncü semadaki meleklerin tavaf ettiği makamdır.
-Veya mü’minin kalbidir. Kalbin mamur olması ise, marifet ve ihlâs iledir.
5- وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِ “Andolsun yükseltilmiş tavana.”
Sakf-ı merfu (yükseltilmiş tavan) semadır.
6- وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِ “Andolsun kabaran denize.”
Bahr-i Mescur, dopdolu denizdir.
Veya “Denizler ateşlendiğinde.” (Tekvîr, 6) ayetinde nazara verilen alev almış denizdir. Rivayete göre Allahu Teâlâ kıyamet günü denizleri alev alev yakar, bununla cehennem ateşini tutuşturur.
Veya bundan murat, dalgalı denizdir.
7- إِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِعٌ “Şüphesiz Rabbinin azabı mutlaka gerçekleşecektir.”
8- مَا لَهُ مِن دَافِعٍ “Ona engel olacak hiçbir şey yoktur.”
Yemin edilen bu şeylerin Allahın azabının gelmesine delâleti, bunların
-Allahın kudretinin kemâline,
-Hikmetinin mükemmelliğine,
-Verdiği haberlerin doğruluğuna,
-Kulların amellerini karşılık vermek üzere zaptetmesine delâlet etmeleri yönündendir.
9- يَوْمَ تَمُورُ السَّمَاء مَوْرًا “O gün sema şiddetle sallanıp çalkalanır.” O gün sema çalkalanır, gider, gelir.
10- وَتَسِيرُ الْجِبَالُ سَيْرًا “Dağlar da bir yürüyüş yürür.”
Dağlar, yeryüzünden kaybolur, toz zerreleri hâline gelir.
11- فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّبِينَ “O gün yalanlayanların vay haline!”
Bu gerçekleştiğinde, vay o yalanlayanların hâline!
12- الَّذِينَ هُمْ فِي خَوْضٍ يَلْعَبُونَ “Onlar, daldıkları bir batakta oynayıp duruyorlar.”
Onlar, daldıkları batıl şeylerde oynuyorlar.
13- يَوْمَ يُدَعُّونَ إِلَى نَارِ جَهَنَّمَ دَعًّا “O gün onlar cehennem ateşine itilip atılırlar.”
O gün onlar cehennem ateşine şiddetle itilirler.
Elleri boyunlarına bağlanıp nasiyeleri (alın bölgesi) ayaklarına getirilip cehennem ateşine atılırlar.
14- هَذِهِ النَّارُ الَّتِي كُنتُم بِهَا تُكَذِّبُونَ “İşte yalanlayıp durduğunuz ateş budur!”
Onlara böyle denilir.
15- أَفَسِحْرٌ هَذَا “Bu da mı bir sihir?”
Siz vahiy hakkında “sihirdir” diyordunuz. Vahyin haber verdiği şu içinde bulunduğunuz hâl de mi sihir?
Cümlede vurgunun sihre yapılması, hem bunun sihir olmadığını göstermek, hem de onları şiddetle kınamak içindir.
أَمْ أَنتُمْ لَا تُبْصِرُونَ “Yoksa görmüyor musunuz?”
Yoksa, dünyada görmediğiniz gibi, burada da mı görmüyorsunuz?!
Bu ifade, onların başına vurmak ve kendileriyle inceden alay etmektir.
Veya mana şöyle olabilir: Dünyada iken “gözlerimiz perdelendi” dediğiniz gibi, yoksa burada da mı gözleriniz perdelendi?!
16- اصْلَوْهَا فَاصْبِرُوا أَوْ لَا تَصْبِرُوا سَوَاء عَلَيْكُمْ “Girin oraya, ister sabredin ister etmeyin, artık sizin için birdir.”Çünkü, sizin için buradan bir kurtuluş yoktur.
إِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Siz ancak yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.”
Sabretmek veya etmemenin eşit olmasının illetini beyan eder.
Çünkü, bu cezanın vukuu kaçınılmaz olunca, fayda vermeme noktasında sabretmek veya etmemek eşit olur.[2>
17- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَنَعِيمٍ “Şüphesiz müttakiler cennetlerde ve nimetler içindedirler.”
Ama ne cennetler ve ne nimetler..!
Veya kendilerine tahsis edilen cennetlerde ve nimetler içindedirler.
18- فَاكِهِينَ بِمَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ “Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk ü sefâ sürerler.”
وَوَقَاهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَحِيمِ “Ve Rableri onları, cehennem azabından korumuştur.”
19- كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “(Onlara şöyle denilir): Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yiyin, için.”
20- مُتَّكِئِينَ عَلَى سُرُرٍ مَّصْفُوفَةٍ “Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanmış haldedirler.”
وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ “Onları iri gözlü dilberlerle evlendirdik.”
21- وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ “İman edip zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu); işte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık.”
وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ “Onların amellerinden bir şey de eksiltmedik.”
Hz. Peygamber “Mü’minin nesli her ne kadar onun derecesinde olmasalar da, Allah onları onun derecesine yükseltir” demiş ve ardından bu ayeti okumuştur.[3>
Ehl-i imanın zürriyetlerinin de yanlarına alınmasında
-Ya kendilerinin mertebelerinin aşağı çekilmesi,
-Veya kendi sevaplarından bir kısmının alınıp nesillerine verilmesi hatıra gelebilir. Ama her ikisi de söz konusu değildir. Bunların amelinden bir şey noksanlaştırılmaz. Allah, lütfuyla onların nesillerini böyle yükseltir. O’nun kemâl-i lütfuna layık olan da budur.
كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ “Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”
Her insan, kendi ameli ile Allah nezdinde rehin alınmış gibidir. Salih amel işlediğinde rehin olmaktan kurtulur, yoksa cezayı hak eder.
22- وَأَمْدَدْنَاهُم بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِّمَّا يَشْتَهُونَ “Onlara canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik.”
Yani, onların arzuladıkları her çeşit nimetlerle vakit be-vakit onları rızıklandırdık.
23- يَتَنَازَعُونَ فِيهَا كَأْسًا “Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar.”
لَّا لَغْوٌ فِيهَا وَلَا تَأْثِيمٌ “Onda ne boş söz söylemek vardır, ne de günaha sokma.”
O kadehlerden içerken, dünyada kadeh tokuşturanların âdetine muhalif olarak boş söz konuşmazlar, günaha sokacak fiillerde bulunmazlar.
Bu, Cenab-ı Hakkın, “O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar.” (Saffat, 47) ayetinde anlatıldığı gibidir.
24- وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَّهُمْ كَأَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ مَّكْنُونٌ “Hizmetlerine verilmiş, kabuğunda saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.”
Onlara hizmetle görevli gılmanlar, kadehle etraflarında dolaşırlar.
Denildi ki: Bundan murat, kendilerinden önce (küçük yaşta) vefat eden evlâtlarıdır.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Nefsim elinde olan Allaha yemin ederim ki, cennette hizmet edilenin hizmet edene üstünlüğü, dolunay hâlindeki ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”
25- وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُونَ “Birbirlerine dönüp sormaya başladılar.”
Birbirlerine, hâllerinden, ne yaptıklarından sormaya başlarlar.
26- قَالُوا إِنَّا كُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِينَ “Derler ki: Şüphesiz daha önce
biz, ehlimiz içinde endişe duyardık.’’[4>
Allaha itaata gayet dikkat eder, O’na karşı gelmekten korkardık.
Veya akıbetimizden korkardık.
27- فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا “Allah da bize lütfetti.”
Allah bize rahmet ve tevfik ile lütfetti.
وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُومِ “Ve bizi semûm azabından korudu.”
Ayette bildirilen Semûm azabı, sam yelinin kavurucu sıcağının insanın ta içine işlemesi gibi, insanı yakıp kavuracak, en derinlerine nüfuz edecek cehennem azabıdır.
28- إِنَّا كُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ “Gerçekten biz bundan önce O’na yalvarıyorduk.”
Biz daha önce dünyada O’na ibadet ediyor, korumasını istiyorduk.
إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيمُ “Çünkü O, Berr – Rahîmdir.”
Gerçekten de O, iyilik yapan, çokça merhamet edendir.
29- فَذَكِّرْ فَمَا “O hâlde, sen öğüt ver.”Sen öğüt vermeye devam et, onların sözlerine aldırma.
أَنتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ “Rabbinin nimeti sayesinde,sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnûn!”
Sen, Rabbinin nimeti sayesinde onların dedikleri gibi ne kâhinsin ne de mecnun.
30- أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ “Yoksa onlar, “O bir şairdir; onun zamanın felaketlerine uğramasını bekliyoruz” mu diyorlar?”
Ayet metnindeki rayb-i menun, felâket, ölüm gibi anlamlara gelir.
31- قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ “De ki: Bekleyin, çünkü ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
Siz benim helâkimi gözetlediğiniz gibi, ben de sizin helâkinizi gözetliyorum.
32- أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُم بِهَذَا “Yoksa akılları mı bunu kendilerine emrediyor?”
Yoksa sözlerindeki çelişkiyi akılları mı kendilerine emrediyor? Çünkü kâhin akıllı ve ince bir nazara sahiptir. Mecnun ise aklı perdeli kimsedir.Şaire gelince, hayale dayalı bir şekilde ölçülü, düzgün kelâmlar söyler. Bu ise, bir mecnundan meydana gelmez.
أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ “Yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?”
Yoksa onlar inadda haddini aşan azgın bir kavim midir?
33- أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ “Yoksa “Onu uydurdu” mu diyorlar?”
بَل لَّا يُؤْمِنُونَ “Hayır, onlar inanmıyorlar.”Doğrusu onlar iman etmezler, küfür ve inadlarından böyle iftiralar ederler.
34- فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ “Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz meydana getirsinler.”Eğer iddialarında sadık iseler, Kur’an gibi bir söz getirsinler. Çünkü onların içinde fusahadan (söz ustalarından) sayılan pek çok kimse vardır.
Ayet, tahaddi yani meydan okuma yoluyla bahsi geçen sözlerini reddetmektedir.
Bunun sadece “Kur’anı kendisi uyduruyor” demelerine red olması da düşünülebilir. Çünkü diğer kısımların fesadı gayet açıktır.
35- أَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ “Yoksa onlar, hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar?”
Yoksa bir yaratıcı, bir takdir edici olmadan mı yaratılıp takdir edildiler, bundan dolayı ibadet etmiyorlar!?
Veya mana şöyle olabilir: “Yoksa onlar ibadet ve amellerine karşılık verilmesi gibi bir gaye olmaksızın mı yaratıldılar?”
أَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ “Yoksa kendileri mi yaratıcıdırlar?”
Bu ifade, birinci manayı te’yid eder. Çünkü manası şöyledir: “Yoksa kendilerini kendileri mi yarattılar?”Bundan dolayı da devamında şöyle geldi.
36- أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ “Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?”
بَل لَّا يُوقِنُونَ “Hayır, onlar kesin olarak inanmıyorlar.”
Bu ayetlerde “Yoksa…” ifadesi inkâr içindir.[5>
Onlara “Sizi, gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorulduğunda “Allah” derler. Böyle olunca, şayet “Allah” demelerinde yakîn sahibi olsalardı, O’na ibadetten yüz çevirmezlerdi.
37- أَمْ عِندَهُمْ خَزَائِنُ رَبِّكَ “Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?”
Yoksa Rabbinin rızık hazineleri onların yanında mı? Ta ki nübüvveti de dilediklerine versinler.
Veya “yoksa Rabbinin ilim hazineleri onların yanında mı?” manası da düşünülebilir.
أَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ “Yoksa her şeye hükmeden kendileri midir?”
Yoksa eşyaya onlar mı hükmediyor, diledikleri şekilde tedbirinde mi bulunuyorlar?
38- أَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ “Yoksa onların, kendisi vasıtasıyla (ilâhî vahyi) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var?”Yoksa kendileri için semaya yükselen bir merdiven mi var ki, melekleri ve onlara vahyedilen gayb bilgisini öğreniyorlar, böylece ne olacağını biliyorlar?!
فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin!”
Öyleyse kulak hırsızlığında bulunan kimse, dinlediğini doğrulayan açık bir delil getirsin!
39- أَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ “Yoksa kızlar O’na, oğullar size, öyle mi?”
Ayette onların akılsızlıklarını göstermek ve bu görüşte olan birinin, değil ruhuyla melekût âlemine yükselip gaybî şeylere muttali olması, akıllı kimselerden bile sayılmayacağını hissettirmek vardır.[6>
40- أَمْ تَسْأَلُهُمْ أَجْرًا فَهُم مِّن مَّغْرَمٍ مُّثْقَلُونَ “Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?”
Yoksa Sen, risalet görevini tebliğe mukabil onlardan bir ücret mi bekliyorsun da, onlara böyle bir bedel ödemek ağır geliyor? Bundan dolayı da Sana tâbi olmak hususunda istiğna gösteriyorlar!?
41- أَمْ عِندَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ “Yoksa gayb kendilerinin yanında olup, onlar mı yazıyorlar?”Yoksa kendisinde gaybî şeylerin sabit olduğu levh-i mahfuz kendi yanlarında olup, oradan bir şeyler mi yazıyorlar!?
42- أَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا “Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar?” Dâr’un-Nedve’de Hz. Peygambere karşı plan kurmuşlardı.
فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ “Fakat o kafirlerin kendileri tuzağa düşeceklerdir.”
O inkârcıların tuzağı kendi aleyhlerine dönecektir.
Veya tuzaklarının vebâli kendi aleyhlerine olacaktır. Bu da Bedir savaşında öldürülmeleridir.
Veya, yaptıkları tuzak boşa çıkacaktır. Ayette “onlar” demek yeterli olabileceği hâlde “o kâfirler” denilmesi, küfürlerini tescil içindir.
Bu kâfirlerden murat Hz. Peygamber devrindekiler olabileceği gibi, ayetin genel ifadesi çerçevesinde bütün kâfirler de kastedilmiş olabilir.
43- أَمْ لَهُمْ إِلَهٌ غَيْرُ اللَّهِ “Yoksa onlar için Allah’tan başka bir ilâh mı var?”
Yoksa onlar için kendilerine yardım eden, O’nun azabından koruyan başka bir ilah mı var?
سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Allah, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”
44- وَإِن يَرَوْا كِسْفًا مِّنَ السَّمَاء سَاقِطًا يَقُولُوا سَحَابٌ مَّرْكُومٌ “Gökten bir parçanın düştüğünü görseler, “Üst üste yığılmış bir bulut” derler.”Gökten başlarına bir parça düşse bile, aşırı tuğyan ve inatlarından dolayı “üst üste yığılmış bir bulut” derler.
Ayet, “Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşür.” (Şuara, 187) ayetinin bir cevabıdır.
4ّ5- فَذَرْهُمْ حَتَّى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ “Artık çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar onları (kendi hallerine) bırak.”
Çarpılacakları gün, sura ilk üfürülecek gündür.
46- يَوْمَ لَا يُغْنِي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا وَلَا هُمْ يُنصَرُونَ “O gün tuzakları kendilerine hiçbir fayda vermez ve kendilerine yardım da edilmez.”
Allahın azabına karşı bir yardım da görmezler.
47- وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ “Şüphesiz o zulmedenlere ondan başka da bir azap vardır.”O zalimler için ahiret azabından başka bir azap vardır. Bundan murat,
-Kabir azabıdır.
-Veya Bedirde öldürülmeleri ve yedi yıl kıtlık çekmeleri gibi cezalardır.[7>
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “Fakat onların çoğu bilmezler.”
48- وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ “Rabbinin hükmüne sabret.”
فَإِنَّكَ بِأَعْيُنِنَا “Çünkü sen gözetimimiz altındasın.”
Çünkü Sen, bizim korumamız altındasın. Seni görür, kollarız.
Ayetin metninde “gözlerimiz” ifadesi geçer. Bunun çoğul gelmesi Cenab-ı Hakkın kendisinden “biz” diye söz etmesinden ve bir de koruma sebeplerinin çokluğunu nazara vermek içindir.
وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ حِينَ تَقُومُ “Kalktığın zaman Rabbini hamd ile tesbih et.”
Herhangi bir yerden ve özellikle de uykudan kalktığında ve namaz için kalktığında Rabbine hamd ile tesbih et.
49- وَمِنَ اللَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَإِدْبَارَ النُّجُومِ “Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında O’nu tesbih et.”
Çünkü gecede ibadet nefse daha zor gelir, riyadan da daha uzaktır. Bundan dolayı cümlede geceye vurgu yapılıp bu kelime önce kullanıldı.
Ve bir de gecenin son kısmında yıldızlar battığında da tesbih et.
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Tûr sûresini okursa, onu azabından emin kılması ve cennetinde nimetlendirmesi Allah üzerine bir haktır.”
[1> Mesela, Kur’anın tamamını ezberleyen bir hafızın kalbinde altıyüz sayfa baştan sona yazılmıştır. Ama yazıldığı yer, bizim bildiğimiz sahifelere benzemez. Levh-i mahfuzda her şeyin yazılı olması da bizim bildiğimiz türden kalem ve sahifelerle değildir.
[2> Mesela insan, zifiri karanlık bir yere düşse gözünü açsa da açmasa da neticesi aynıdır.
[3> Bundan hareketle “hepsi aynı derecede olurlar” manasını anlamamak gerekir. Hadisin nazara verdiği husus, beraber olmalarıdır, aynı makamda bulunmaları değil. Dünyada da çok yüksek derece rütbeli biri, yakınlarından olup da aşağı derecede olanlarla zaman zaman beraber olur. Ama herkes yine kendi makamındadır. Öte yandan Selimiye Camii gibi bir sanat eserini seyretmekte, sanattan pek nasibi olmayan biriyle mimaride dâhi olan bir başkası beraber olurlar, aynı mekânda beraberce seyrederler. Ama, aldıkları zevk ve fark ettikleri incelik aynı olamaz.
[4> “Akıbetinden korkmayanın akıbetinden korkulur” sözü meşhurdur. Ayette methedilen bu kimseler, hem kendileri, hem de aileleri hakkında endişe duyan ve ona göre de ahiretine ciddi çalışan kişilerdir.
[5> Yani mesela “yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?” ifadesi, “hayır, onlar yaratmadı” manasını vurgulamak içindir.
[6> Yani, bunlardan gayb âlemine yükselen kişi melekleri orada kızlar şeklinde görüp de ona göre mi böyle diyor?!
[7> Bu açıklama, ayetin ilk muhataplarına göredir. Aynı durum, emsali bütün olaylar için de söz konusudur.