1- وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًا “Andolsun o tozdurup savuranlara.”Yani, toprağı ve başka şeyleri savuran rüzgarlara…
Veya çocuk dünyaya getiren velud kadınlara...
2- فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًا “Derken bir ağırlık taşıyanlara.”
Veya melek ve emsali mahlukatı hareket ettiren sebeplere..
Yağmur yüklü bulutlara…
Veya bulutları yüklenen rüzgârlara…
Veya hamile kadınlara…
3- فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًا “Derken kolaylıkla akanlara.”
Veya bunların sebeplerine…
Denizde kolayca akıp giden gemilere…
Veya hedefe doğru esen rüzgarlara…
Veya yörüngelerinde hareket eden yıldızlara…
4- فَالْمُقَسِّمَاتِ أَمْرًا “Derken bir emir ile taksim edenlere.”
Yağmur, rızık gibi işleri taksim ile paylaşan meleklere…
Veya melek ve başka şeylerden taksim sebeplerine…
Veya bulutları hareket ettirerek yağmurları taksim eden rüzgârlara…
Bütün bunlara yemin ederim ki…
Bu dört ayette nazara verilenler, birbirinden ayrı varlıklara hamledilirse, Allahın
kemâl-i kudretine delaletleri farklı farklı olduğu cihetle فَ (fe) harfiyle atfedilmişlerdir.Ama aynı varlığa hamledilirse, فَ (fe) harfi fiillerin birbirine terettübü nü ifade eder. Mesela rüzgarlar.
-Su buharlarını havaya kaldırır, bulut meydana gelir.
-Bunu yüklenip kendisine emredilen yere götürür.
-Böylece yağmurun her tarafa taksiminde görevini yerine getirmiş olur.
5- إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ “Size vaad edilen, kesinlikle doğrudur.”
6- وَإِنَّ الدِّينَ لَوَاقِعٌ “Ve din (ceza ve hesap günü) şüphesiz olacaktır.”
Bu iki ayet, üstteki yeminlerin cevabıdır. Sanki Cenab- Hak tabiatın gereğine muhalif bu hayret verici şeylerle, vaad edilen ahireti getirmeye muktedir olduğuna istidlalde bulundu.
7- وَالسَّمَاء ذَاتِ الْحُبُكِ “Yollar sahibi semaya yemin ederim.”
Bundan murat, gezegenlerin yörüngeleri şeklinde duyulara hitap eden yollar olabileceği gibi, tefekkür eden kimselerin sülûk ettiği ve kendileriyle bilgilere ulaştıkları aklî yollar da olabilir.
Veya bundan murat “yıldızlarla dolu semaya yemin ederim” manasıdır.
8- إِنَّكُمْ لَفِي قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ “Siz gerçekten muhtelif sözler içindesiniz.”
Sizler, Hz. Peygamber hakkında çeşitli görüşler içindesiniz. Yani, bazan şair, bazan sâhir, bazan da mecnun diyorsunuz.
Onların farklı görüşte oldukları şey,
-Kur’an,
-Kıyamet
-Dinî meseleler de olabilir. Üstteki yeminle beraber düşünülse, bundaki incelik onların bu farklı görüşlerinin ve maksatlarının semadaki yıldızlar kadar birbirinden uzak ve farklı olduklarına dikkat çekmek olabilir.
9- يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ “Çevrilen ondan çevrilir.”
Çevrildiği şey.
-Hz. Peygamber,
-Kur’an,
-Veya iman olabilir.
10- قُتِلَ الْخَرَّاصُونَ “Yalancılar kahrolsun!”
Bu farklı görüş sahiplerinden yalancılar helâk olsun!
11- الَّذِينَ هُمْ فِي غَمْرَةٍ سَاهُونَ “Onlar kendilerini bürüyen cehalet içinde gafildirler.”
Böyleleri kendilerini bürüyen cehâlet içinde, kendilerine emredilen şeylerden gafildirler.
12- يَسْأَلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ الدِّينِ “Din günü (ceza günü) ne zaman?” diye sorarlar.”
13- يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ “O gün, onların ateş üzerinde azap görecekleri gündür.”
Onlara şöyle denilir:
14- ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْ “Tadın azabınızı.”
هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تَسْتَعْجِلُونَ “İşte bu, bir an önce görmek istediğiniz şey!”
15- إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Şüphesiz müttakiler, cennet bahçelerinde ve pınar başlarındadır.”
16- آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ “Rab’lerinin kendilerine verdiklerini alırlar.”
Kendilerine verilene razı bir şekilde, verilenleri alırlar.
Zaten Rab’lerinin onlara verdiği her şey hoştur, güzeldir, makbuldür.
إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ “Çünkü onlar bundan önce muhsin kimselerdi.”
Ayetin bu kısmı, onların bu mükâfata liyakatlerinin sebebini açıklar.
17- كَانُوا قَلِيلًا مِّنَ اللَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ “Onlar geceleri pek az uyurlardı.”
Onların iyi işlerinin bir tefsiridir.
Ayette, onların uyku ve istirahatlarının gayet az olduğu, etkin bir şekilde nazara verilmiştir.
Gece istirahat vakti olmakla beraber, bunlar o istirahat vaktini ibadetle değerlendirirlerdi.
18- وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Ve seher vakitlerinde, onlar istiğfar ederlerdi.”
İstirahatlarının azlığına ve geceyi ibadetle değerlendirmelerine rağmen seher vakti geldiğinde sanki geceyi günahlarla geçirmiş gibi istiğfar ederlerdi.
Ayette “onlar” zamirinin ayrıca zikri şunu hissettirir: Onlar, Allahı iyi bilmeleri ve O’na karşı haşyet duymaları sebebiyle, buna ehil kimselerdir.
19- وَفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ “Onların mallarında hem isteyen hem de (isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.”
Onların mallarında,
-Allaha yaklaşmak,
-Ve kullara şefkat için belli bir pay vardır.
Mahrum, aslında muhtaç olduğu halde, mahcubiyeti sebebiyle hâlini hissettirmeyen ve sadakadan, zekâttan pay alamayan kimsedir.
20- وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِّلْمُوقِنِينَ “Arzda yakîn sahipleri için nice ayetler vardır.”
Arzda olan ayetler,
-Çeşitli madenler ve hayvanların delâletleri olabilir.
-Veya arzın yuvarlak kılınması, bazı kısımlarının suyun üzerine yükseltilmesi, içinde bulunan eczanın keyfiyetleri, özellikleri ve faydaları cihetiyle farklı farklı olması gibi durumlardır. Bütün bunlar Sâni’in ilmine, kudretine, iradesine, birliğine ve herşeyi kuşatan rahmetine delâlet ederler.
21- وَفِي أَنفُسِكُمْ “Kendi nefislerinizde de.”
Çünkü âlemde ne varsa, benzeri insanda bulunmaktadır.
Ayrıca,
-İnsandaki semeredar hey’et,
-Güzel görünüm,
-Hayret verici terkipler,
-Çok garip fiiller yapabilmesi,
-Muhtelif sanatları ortaya koyması,
-Ceşit çeşit kemâlâtı kendinde cem etmesi gibi Sani’i gösteren nice ayetler vardır.
أَفَلَا تُبْصِرُونَ “Hâlâ görmez misiniz?”
İbret alan kimse nazarıyla bakıp bunları görmüyor musunuz?
22- وَفِي السَّمَاء رِزْقُكُمْ “Rızkınız semadadır.”
Semada, rızkınızın sebepleri vardır.
Veya rızkınızın takdiri semadadır.
Denildi ki: Semadan murat, buluttur.
Rızıktan da murat yağmurdur. Çünkü yağmur, yiyeceklerin sebebidir.
وَمَا تُوعَدُونَ “Ve size vaat edilenler de (semadadır).”
Ve bir de size vaat edilen sevap da semadadır. Çünkü cennet, yedinci semanın fevkindedir.
Veya mana şöyle olabilir: Ameller ve bunların sevapları semada yazılıdır, orada takdir edilmiştir.
Denildi ki: “Size vaat edilen” ifadesi, bundan sonraki cümlenin başı da olabilir. Yani, “Size vaad edilen, gerçekten haktır.”
23- فَوَرَبِّ السَّمَاء وَالْأَرْضِ إِنَّهُ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَا أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ “Semanın ve arzın Rabbine andolsun ki; o, sizin konuşmanız gibi gerçektir.”
Kendi konuşmanızdan nasıl tereddüte düşmüyorsanız, size vaat edilenin tahakkukunda da tereddüt etmemeniz gerekir.
24- هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ “İbrahim’in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?”
Bunlarla ilgili haberin geldiğinin soru üslûbuyla anlatımında, bu haberin büyüklüğünü nazara vermek vardır.
Denildiğine göre bunlar oniki melekti. Cebrail, Mikail ve İsrafil olarak üç melek geldiği de söylendi.Bunlara “misafir” denilmesi, misafir suretinde gelmelerindendir.
Bunların “şerefli misafirler” şeklinde ifade edilmesi,
-Allah nezdinde itibarlı olmalarından,
-Veya bizzat Hz. İbrahim ve eşinin bunlara hizmet etmesindendir.
25- إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا “Hani İbrahim’in gelmişlerdi de “Selam!” demişlerdi.”
قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ “İbrahim dedi: “Size de selam, tanınmamış topluluk!”
“Siz, tanınmayan bir topluluksunuz” dedi. Hz. İbrahim onları tanımamış, Âdemoğullarından bazı kimseler zannetmişti.
Veya onların verdiği selâm, İslâmın alâmeti olan selâmdı, onlar tarafından kendilerini tanıtma gibiydi. O çevrenin kullandığı selâm gibi olmadığından Hz. İbrahim böyle dedi.
26- فَرَاغَ إِلَى أَهْلِهِ فَجَاء بِعِجْلٍ سَمِينٍ “Ardından hemen ailesinin yanına
varıp, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.”
Hz. İbrahim, misafirlere hissettirmeden âilesine vardı. Çünkü ev sahibinin misafirlere ikramda acele etmesi edeptendir.
Böyle yapılması misafiri memnun eder, bekleme zahmeti vermez.
Onlara semiz bir buzağı ikrâm etmesi, bütün malının sığır cinsinden olmasındandır.
27- فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ “Onu önlerine koydu, “Yemez misiniz?”dedi.”
Bu ifade “buyurmaz mısınız” şeklinde edeb üslûbuyla onları sofraya davet ve yemeye teşviktir. Bu mana, yemeği sofraya koyduğunda söylemesi yönündendir. Ama, eğer onların yemediğini görünce söylemişse “niçin yemiyorsunuz? Haydi yiyin?” manasına gelir.
28- فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً “Sonra onlardan içine bir korku düştü.”Onların yemekten yemediğini görünce, kötü niyetle gelmeleri ihtimaliyle içinde bir korku duydu.
Şöyle de denildi: Kalbine geldi ki, “bunlar meleklerdir, azap için gönderildiler.”
قَالُوا لَا تَخَفْ “Korkma! dediler.”
Biz Allahın elçileriyiz.
Denildi ki: Hz. Cebrail kanadıyla önlerindeki buzağı etine dokundu. Buzağı dirildi, annesinin yanına gitti. Böylece Hz. İbrahim onları tanıdı ve kendilerine güvendi.
وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ “Ve ona çok bilgili bir oğulu müjdelediler.”
O’na oğlu İshakı müjdelediler.
29- فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا “Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak geldi ve elini yüzüne vurdu.”
Hz. İbrahimin hanımı Sare, bu müjdeyi duyunca çığlık atarak onlara yöneldi. Bir köşede onlara bakıyordu.[1>
Denildi ki: İçinde hayz kanının hararetini hissetti, utancından elini yüzüne vurdu.
وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ “Ben kısır bir kocakarıyım” dedi.”
Ben böyle biri iken nasıl çocuğum olur?
30- قَالُوا كَذَلِكَ قَالَ رَبُّكِ “Dediler: Rabbin böyle buyurdu.”
Bunu Rabbin söyledi. Biz ancak bunun habercisiyiz.
إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz O, Hakîm’dir – Alîm’dir.”
Hikmet sahibi ve her şeyi bilen O olduğu için, sözü hak ve fiili sağlamdır.
31- قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ “İbrahim onlara, “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi. Hz. İbrahim onların melekler olduğunu anlayınca, toplu hâlde inmelerinin büyük bir mesele için olduğunu bildiğinden, niçin geldiklerini sordu.
32- قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَى قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ “Dediler: Biz, günahkâr bir kavme gönderildik.”
Bundan murat, Hz. Lûtun kavmidir.
33- لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ “Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar göndermek için.”
34- مُسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ “O taşlar, haddi aşanlar için Rabbin katında işaretlenmiştir.”
Bu çamurdan taşlar, Rabbinin nezdinde işaretlenmiş olup, fücurda haddi aşmış bir kavme yağdırılacaktır.
35- فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ “Nihayet biz mü’minlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.”
36- فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ الْمُسْلِمِينَ “Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka da bulamadık.”Bu iki ayetle iman ve İslâmın aynı olduğuna delil getirenler de oldu, ama bu zayıftır. Çünkü, bir zât için çeşit çeşit mefhumlar kullanılabilir.[2>
37- وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ “Biz orada elîm azaptan korkan kimseler için bir alamet bıraktık.”
Ayette nazara verilen alâmet,
-Gökten yağdırılan taşlar,
-Veya oradaki dizilmiş kayalar
-Veya kokuşmuş siyah su’dur.
38- وَفِي مُوسَى “Musa’da da.”Musa’da da ibretler vardır.
إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Hani biz onu bir sultan-ı mübinle
Firavun’a göndermiştik.”
“Sultan-ı mübin”, asa ve ışık saçan el (yed-i beyza) gibi mu’cizelerdir.
3ّ9- فَتَوَلَّى بِرُكْنِهِ “O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi.” Ama o, Musaya imandan yüz çevirdi. Veya o, kendisiyle kuvvet bulduğu ordusuna güvenip yüz çevirdi.
وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ “Ve “Bu bir sihirbaz veya bir mecnun” dedi.
Hz. Musa’da görülen harika hâlleri cinlerden gelmiş gösterip “mecnun” dedi.
Önce “sihirbaz” deyip ardından “veya mecnun” diyerek, Hz. Musanın bu hâlinin kendi irade ve çalışmasıyla mı, yoksa başka şekilde mi meydana geldiği hususunda tereddüt gösterdi.
40- فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ “Bunun üzerine biz de, kınanmış bir halde onu ve ordularını yakalayıp denize attık.”
Kendisinden sadır olan küfür ve inad yüzünden kınanmış olduğu hâlde, denizde onları boğduk.
41- وَفِي عَادٍ “Âd kavminde de (bir ibret vardır.)”
إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ “Hani biz onların üzerine akîm bir rüzgar göndermiştik.”
Bu rüzgara “akîm” yani “kısır” denmesi, onları helâk edip köklerini kesmesinden dolayıdır.Veya bir fayda getirmediğindendir.
42- مَا تَذَرُ مِن شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ “O rüzgâr, uğradığı her şeyi mutlaka kül gibi dağıtıyordu.”
43- وَفِي ثَمُودَ “Semud kavminde de (bir ibret vardır.).”
إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّى حِينٍ “Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.”
“Bunun üzerine dedi ki: Diyarınızda üç gün daha yaşayın.” (Hûd, 65) ayeti bunu tefsir eder.
44- فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ “Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı.”
Emrine uymayı gururlarına yediremediler.
فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ “Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.” Çünkü, gündüzün aydınlığında onlara gelmişti.
45- فَمَا اسْتَطَاعُوا مِن قِيَامٍ “Artık, ne yerlerinden kalkabildiler.”
Bu, “Bunun üzerine onları, şiddetli sarsıntı onları yakaladı. Diyarlarında diz üstü çökekaldılar.” (A’raf, 78) ayetinde anlatıldığı gibidir.
وَمَا كَانُوا مُنتَصِرِينَ “Ve ne de başkalarına gelene engel olabildiler.”
46- وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ “Daha önce de Nûh kavmini.”
“Nûhun kavmini de bunlardan önce helâk etmiştik.”
Ayetin devamı, bu manaya delâlet etmektedir.
إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ “Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.”
Çünkü onlar, küfür ve isyan ile istikametten çıkmış bir topluluktu.
47- وَالسَّمَاء بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ “Semayı kudretimizle biz bina
ettik ve şüphesiz biz genişleteniz.”
Ayetteki Mûsî’, “infak etmeye gücü yeten” demektir.
Cenab-ı Hakkın Mûsi’ olması
-Dilediğini yapmaya gücünün yetmesi,
-Veya semayı genişletmesi,
-Veya sema ile arz arasına genişlik vererek yaratması,
-Veya bolca rızık vermesini ifade eder.
48- وَالْأَرْضَ فَرَشْنَاهَا “Arzı de biz döşedik.”
فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ “Biz ne güzel döşeyiciyiz!”
49- وَمِن كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ “Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) çift yarattık.”
Ta ki müteaddid olmanın mümkinatın (eşyanın) özelliklerinden olduğunu, Vacib-i bizzat olan Allahın ise müteaddid olmak ve kısımlara bölünmekten münezzeh olduğunu bilesiniz.
50- فَفِرُّوا إِلَى اللَّهِ “Öyleyse Allah’a firar edin.”
-İman,
-Tevhid
-Ve tâate sarılmak suretiyle Allaha firar edin.
إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Gerçekten ben size O’nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”
Şüphesiz ki ben, Allaha şirk koşan ve isyan eden kimse için hazırlanan azabı haber veren apaçık bir uyarıcıyım.
“Nezir-i mübin” (apaçık bir uyarıcı) şu manaları da ifade edebilir:
-Benim uyarıcı olduğum, bana verilen mu’cizelerle ortaya konulmuştur.
-Ben, sakınılması gereken şeyleri size beyan ediyorum.
51- وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ “Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin.”
Allaha firar edilmesi gereken şeylerin en büyüğü budur.
إِنِّي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ “Gerçekten ben size O’nun tarafından gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım.”
Bu ibare aynıyla önceki ayette geçmişti. Tekrar gelmesi te’kid içindir.
Veya birincisi iman ve taati terke terettüp ettirilmişti, bu ikinci ise Allaha şirk koşmaya terettüp ettirildi.
52- كَذَلِكَ مَا أَتَى الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ “Bunun gibi, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber gelince de, mutlaka: “Bir sihirbazdır veya bir mecnundur.” dediler.”
Bununla işaret edilen, onların Hz. Peygamberi yalanlamaları ve O’na –haşa- sihirbaz veya mecnun gibi isimler vermeleridir.
53- أَتَوَاصَوْا بِهِ “Onlar bunu birbirlerine vasiyet mi ettiler?”
Sanki öncekiler ve sonrakiler birbirlerine böyle demeyi vasiyet etmişler, öyle ki hepsi böyle söyledi.
بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ “Hayır, onlar azgın bir kavimdir.”
Hayır, böyle bir vasiyet yok. Çünkü yaşadıkları devirler birbirinden çok çok uzak. Ama onları bu ortak söze sevkeden bir şey var. O da, tuğyanda müşterek olmalarıdır.
54- فَتَوَلَّ عَنْهُمْ “Öyleyse onlardan yüz çevir.”Davet defalarca kendilerine yenilendiği halde, batılda ısrarlarını ve inatlarını daha da artıran kimselerden yüz çevir.
فَمَا أَنتَ بِمَلُومٍ “Artık sen kınanacak değilsin.”Sen, tebliğde elinden gelen gayreti gösterdikten sonra, onlardan yüz çevirmenden dolayı kınanacak değilsin.
55- وَذَكِّرْ “Öğüt verip hatırlat.”
Nasihat etmeyi, öğüt vermeyi bırakma.
فَإِنَّ الذِّكْرَى تَنفَعُ الْمُؤْمِنِينَ “Çünkü, öğüt vermek mü’minlere fayda verir.”
Çünkü öğüt vermek. Allahın imanı mukadder kıldığı kimselere veya zaten iman etmiş olanlara fayda verir. Çünkü onların da bu şekilde basiretleri ziyadeleşir.
56- وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”Bundan murat, ibadete müteveccih bir surette yaratılmalarıdır. Yoksa “Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.” (Araf, 179) ayetiyle zahiren çelişir görülür.[3>
57- مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ “Ben onlardan herhangi bir rızık istemiyorum.”
وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ “Ve beni yedirmelerini de istemiyorum.”
“Siz bana rızık vermek için yaratılmadınız. Öyleyse yaratılış gayenize uygun ve size emredilene muvafık şeylerle meşgul olunuz, ibadetinizi yapınız.”
Bundan murat, Allahın kullarıyla olan münasebetinin, efendinin kölelerle olan münasebeti gibi olmadığını beyan etmektir. Çünkü efendiler kölelerinden kendi maişetlerini tahsil için yardımcı olmalarını isterler.
Ayetin başında “De ki” ifadesinin takdiri ile, Hz. Peygamberin durumunu ifade ediyor da olabilir. O zaman “De ki: Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum.” (En’am, 90) ayeti gibi olur.
58- إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ “Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.”Rızka muhtaç her varlığı rızıklandıran O’dur.
Ayette, Allahın rızıktan müstağni oluşuna bir ima da vardır.[4>
59- فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَابِهِمْ “Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) emsallerinin azap payı gibi payları vardır.”
Hz. Peygamberi yalanlamak suretiyle O’na zulmeden kimselerin geçmiş milletlerdeki emsâlleri için söz konusu olan pay gibi, azaptan payları vardır.
فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ “Artık azabımı acele istemesinler.”
“Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu vaat ne zaman gerçekleşecek?” (Yasin, 48) demelerine bir cevaptır.
60- فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا مِن يَوْمِهِمُ الَّذِي يُوعَدُونَ “Uyarıldıkları günden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!” Bu günden murat, kıyamet günüdür.Veya Bedir günü de olabilir.Hz. Peygamber şöyle buyurur:“Her kim Zâriyât sûresini okusa, Allah ona dünyada esen ve cereyan eden rüzgârlar sayısınca haseneler verir.”
[1> Ayette çizilen tablo, normal şartlarda çocuğu olma ihtimali olmayan yaşlı ve kısır bir kadının, bilge bir evlat sahibi olacağı müjdesi karşısında sevinç ve şaşkınlık içinde ellerini yüzüne vurup “aman Allahım” diyerek çığlık atması, müjdeyi verenlere koşup gelmesidir.
[2> Mesela, bir zât hem ressam, hem hattat, hem mühendis olabilir. Kendisinin bunlarla nitelenmesinden, bu sıfatların herbirinin aynı şey olması gerekmez.
[3> İnsana irade verilmiştir. Bu iradesini dilerse ibadete yönlendirir, dilerse de isyana çevirir. İbadete yönlendirdiğinde yaratılış gayesini tahakkuk ettirir. İsyan ettiğinde ise, “Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.” (A’raf, 179) ayetinin hakikatı tecelli eder.
[4> Yani, bırakın Allahın sizden rızık istemesini, size ve bütün mahlûkata rızkı veren O’dur.