22- وَخَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ “Allah, gökleri ve yeri, hak ile yarattı.”
Ayet, önceki hükme bir delil gibidir. Şöyle ki: Göklerin ve yerin hak ile yaratılması adaleti iktiza eder. Bu ise mazlumun hakkını zâlimden almayı, kötülük yapanla iyilik yapan arasında farklılık olmasını gerektirir. Hayatta iken bu olmadığında, öldükten sonra farklı olmaları kaçınılmaz olur.
وَلِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ “Ta ki her nefsis yaptığının karşılığını bulsun.”
Bunun evvelinde mukadder bir illet cümlesi düşünülebilir. O zaman mana şöyle olur: Allah gökleri ve yeri, kudretine delil olsun ve her nefis kendi kazancına göre karşılık bulsun diye yarattı.
وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ “Ve onlara zulmedilmez.”
Onlara
-Sevapları azaltılarak
-Veya cezaları artırılarak zulmedilmez. Allah şayet böyle de yapsa aslında zulüm değilken buna “zulüm” denilmesi, bir başkası yapmış olsa zulüm olacağı cihetledir.[1>
Allah’ın şeklen zulüm gibi görülen fiilleri, insanları denemek, imtihan etmek içindir.
23- أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ “Hevâsını ilâhı edineni gördün mü?”
Hüdaya tâbi olmayı terk edip hevâya uydu, sanki hevâsına tapar hâle geldi.
وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ “Allah onu bir ilim üzere saptırdı.”Allah onun dalâletini ve ruh cevherinin bozulmasını bilerek, kendisini yüzüstü bıraktı, yoldan saptırdı.
وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ “Kulağını ve kalbini mühürledi.”
Bunun sonucu olarak artık verilen öğütlere aldırmaz, ayetler hakkında düşünmez.
وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً “Ve gözüne de perde çekti.”Dolayısıyla basiret ve ibret gözüyle bakmaz.
فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ “Artık Allah’tan sonra ona kim hidâyet verebilir?”
Artık Allahın saptırmasından sonra kim onu hidayete sevk edebilir?
أَفَلَا تَذَكَّرُونَ “Hala düşünmez misiniz?”
24- وَقَالُوا مَا هِيَ إِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا “Dediler ki: Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur.”
نَمُوتُ وَنَحْيَا “Ölürüz ve yaşarız.”
Nutfe iken ve daha evvelinde ölü idik, ardından hayat bulduk.
Veya ruhlarımız ölür, çocuklarımızın hayatlarının devamı ile biz de yaşarız.
Veya bazımız ölür, bazımız yaşar.
Veya ölüm ve hayat şu dünyada bize isabet eder, bunun devamında başka bir hayat yok!
Bununla tenasühü murat etmeleri de muhtemeldir. Çünkü tenasüh inancı, puta tapanların çoğunda görülen bir durumdur.
وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ “Bizi ancak zaman yok eder.”
Bizi ancak zamanın geçmesi helâk eder.
Dehr kelimesi, aslında âlemin bekası müddetidir.
وَمَا لَهُم بِذَلِكَ مِنْ عِلْمٍ “Bu hususta onların hiç bir bilgisi yoktur.”
Onların olayları müstakil olarak feleklerin hareketine ve bununla alakalı şeylere bağlamaları veya öldükten sonraki hayatı inkâr etmeleri, ilme dayalı bir inanç değildir.
إِنْ هُمْ إِلَّا يَظُنُّونَ “Onlar ancak zanda bulunuyorlar.”
Çünkü, bu konuda bir delilleri yoktur. Bunu,
-Taklide
-Ve duyularıyla muhatap olmadıkları şeyi inkâra binâ ederek söylediler.
25- وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَّا كَانَ حُجَّتَهُمْ إِلَّا أَن قَالُوا ائْتُوا بِآبَائِنَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman onların delilleri ancak, “Doğru söyleyenler iseniz babalarımızı getirin” demek oldu.”
Onların inançlarının tersine delalet eden apaçık ayetlerimiz onlara okunduğunda “haydi ölmüş ecdadımızı diriltin de görelim!” dediler.
Ayette onların böyle demelerine “hüccet” yani delil denilmesi, onların kabulüne göredir.
Veya “onların birbirlerine selâmları karşılıklı tokat atmaktır” deyiminde olduğu gibidir. Çünkü, bir şeyin meydana gelmeyişinden, mutlak manada onun imkansızlığı lâzım gelmez.[2>
26- قُلِ اللَّهُ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يَجْمَعُكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لَا رَيبَ فِيهِ “De ki: “Allah sizi yaşatıyor, sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde sizi bir araya getirecek.”De ki: Hüccetlerin delâlet ettiği üzere, Allah size hayat verir, sonra da sizi öldürür.
Çünkü yoktan yaratan, yeniden yaratmaya da kâdirdir. Daha önceleri de pek çok kereler nazara verildiği üzere, ilâhî hikmet insanların amellerinin karşılığını vermek için ikinci bir hayatı iktiza etmektedir.
Mu’cizelerle doğruluğu sabit olan ilâhî vaad de, bunun vukuuna delâlet eder.
Durum böyle olunca, aslında onların ecdadını hemen diriltivermek mümkündür, ama ilâhî hikmet amellerinin karşılığını vermek üzere kıyamet günü diriltilmelerini iktiza etmiştir.
وَلَكِنَّ أَكَثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ “Lakin insanların çoğu bilmezler.”
Lakin insanların çoğu,
-Az düşünmelerinden
-Ve nazarlarını sadece duyularına hasretmelerinden dolayı bunu bilmezler.
27- وَلَلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرضِ “Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
Ayet, Allahın kudretinin hayata ve ölüme bakan cihetinden sonra, her şeye yettiğinin nazara verilmesidir.
وَيَومَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ “Kıyamet kopacağı gün, işte o gün batıla sapanlar hüsrana uğrayacaklardır.”
28- وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً “(O gün) her ümmeti diz çökmüş bir halde görürsün.”
كُلُّ أُمَّةٍ تُدْعَى إِلَى كِتَابِهَا “Her ümmet kendi amel defterine çağrılır.”
Onlara şöyle denilir:
الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Bugün yaptığınız amellerin karşılığını göreceksiniz.”
29- هَذَا كِتَابُنَا يَنطِقُ عَلَيْكُم بِالْحَقِّ “İşte kitabımız, size karşı gerçeği konuşuyor.”
Cenab-ı Hakkın “İşte kitabımız” diye amel defterlerini kendine nisbet etmesi, ilgili meleklere insanların amellerini kaydetmelerini emretmesi cihetiyledir.
Bu kitap, ne bir eksik ne de fazla, yaptıklarınızın tamamına şehadette bulunur.
إِنَّا كُنَّا نَسْتَنسِخُ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “Çünkü biz yapmakta olduklarınızı kaydediyorduk.”
Yaptıklarınızı kaydetmelerini meleklere emretmiştik.
30- فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُدْخِلُهُمْ رَبُّهُمْ فِي رَحْمَتِهِ “İman edip salih ameller yapanlara gelince; Rableri onları rahmetine alır.”
Yani, onları rahmetinin tecelligâhından olan cennete alır.
ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ “İşte, apaçık kurtuluş budur.”
Şaibelerden hâlis olduğu için, işte bu açık bir kurtuluştur.
31- وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا “İnkar edenlere gelince:”
أَفَلَمْ تَكُنْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ “Ayetlerim size okunmadı mı?”
Onlara denilir ki: Elçilerim size gelip de ayetlerimi sizlere okumadı mı?
فَاسْتَكْبَرْتُمْ “Ama siz büyüklük tasladınız.”Ama siz, bunlara imana yanaşmadınız.
وَكُنتُمْ قَوْمًا مُّجْرِمِينَ “Ve günah işleyen bir kavim oldunuz.”
Cürüm işlemek âdeti olan bir topluluk oldunuz.
32- وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُم “Allah’ın vaadi gerçektir ve O kıyâmetin geleceğinde şüphe yoktur” denildiğinde şöyle dediniz:”
مَّا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ “Kıyamet nedir, bilmiyoruz.”
إِن نَّظُنُّ إِلَّا ظَنًّا “Yalnız bir zandan ibârettir sanıyoruz.”
وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ “Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz.”
Bunun mümkün olduğuna yakinen inananlardan değiliz.
Muhtemelen bu ifade, onlardan bazılarının ifadesidir. Kıyametle ilgili atalarından duyduklarıyla kendilerine okunan ayetler arasında tereddüt içinde kalmışlar ve böyle söylemişlerdir.
33- وَبَدَا لَهُمْ سَيِّئَاتُ مَا عَمِلُوا “Ve yaptıkları amellerin kötülüğü gözlerinin önüne serildi.”
Yapmış oldukları işlerin gerçek yüzünü tanıdılar, çirkin olduğunu ve akıbetinin vahim olduğunu anladılar.
Veya bundan murat, amellerinin karşılığıdır.
وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون “Ve alay edip durdukları şey onları kuşatıverdi.”
34- وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا “Onlara şöyle denildi:“Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, bu gün biz de sizi unuturuz.”Unutulmuş insanın terk edilmesi gibi, sizi azap içinde terk ederiz.
وَمَأْوَاكُمْ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن “Barınağınız ateştir.”
نَّاصِرِينَ “Size bir yardımcı da yoktur.”
Sizi bundan kurtaracak bir yardımcı da yoktur.
35- ذَلِكُم بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا “Bunun sebebi şudur: Siz Allah’ın âyetlerini alaya aldınız.”
وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا “Ve dünya hayatı sizi aldattı.”
Bunun sebebi şu: Çünkü siz Allahın ayetleriyle istihza ettiniz ve onlar hakkında hiç düşünmediniz.Böylece, bu hayattan başka bir hayat yok zannettiniz.
فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا “Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmazlar.”
وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ “Ve kendilerinden özür dilemeleri de istenmez.”
3ّ6- فَلِلَّهِ الْحَمْدُ رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَرَبِّ الْأَرْضِ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Artık her türlü hamd, göklerin Rabbi ve yerin Rabbi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”
Çünkü bunların hepsi O’ndan bir nimettir ve kudretinin kemâline delâlet etmektedir.
37- وَلَهُ الْكِبْرِيَاء فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ “Göklerde ve yerde kibriya O’na aittir.”
Çünkü, göklerde ve yerde Allahın kibriyasının (büyüklüğünün) eserleri görülür.
وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Ve O, Azîz – Hakîm’dir.”O Aziz’dir, mağlup olmaz.Hakîm’dir, takdir ettiği ve hükmettiği şeylerde hikmet sahibidir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Her kim Casiye sûresini okusa Allah hesap günü onun ayıplarını örter, kalbine sükûnet verir.”
[1> Zulüm, başkasının malında yapılan haksız tasarruftur. Bu zâviyeden bakıldığında Allah için –haşa- bir zulüm söz konusu olamaz. Çünkü bütün her şeyin yaratıcısı ve sahibi O’dur. Mülkün mâliki, kendi mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur.
[2> Mesela, ömründe hiç kış görmemiş birine, yaz mevsiminde iken kıştan bahsedilse “haydi getirin de görelim” diyebilir. Ama o anda kışın olmayışı, “kış gelmeyecek” demek değildir. Gelecektir, ama zamanı vardır. Benzeri bir durum, öldükten sonraki diriliş için söz konusudur.