1- حم “Hâ, mîm.”
2- وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ “Apaçık olan Kitab’a (Kitab-ı mübine) andolsun.”
3- إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ “Biz onu mübarek bir gecede indirdik.”
Mübarek geceden murat
-Kadir gecesidir.
-Veya Beraet gecesidir.
Bu gecede Kur’anın nüzulü başlamıştır.
Veya bir bütün olarak levh-i mahfuzdan dünya semasına indirilmiş, sonra Hz. Peygambere kısım kısım gönderilmiştir.
Kur’anın indirildiği gecenin mübarek olması, onun nüzûlünün dînî ve dünyevî menfaatlere bir sebep olmasındandır.
Veya o gecede,
-Meleklerin indirilmesi,
-Rahmetin nüzûlü,
-Dualara icabet edilmesi,
-Nimetlerin taksim edilmesi,
-Ve kaderden yeni fasılların açılması cihetindendir.
إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ “Şüphesiz biz uyarıcılarız.”
Ayet, Kur’anın indirilmesini gerektiren durumlardan birini beyan etmektedir. Devamındaki ayet de böyledir.
4- فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ “Her hikmetli iş o gecede ayrılır.”
Çünkü o gecenin, muhkem veya birbirine iltibas edilen işlerin hikmetle ayrıldığı gece olması, bunların en büyüklerinden olan Kur’anın o gecede indirilmesini gerekli kılar.
Ayetin bu kısmının “mübarek gecenin” sıfatı olması da düşünülebilir.
Yani “Biz onu her hikmetli işin kendisinde ayrıldığı mübarek bir gecede indirdik.” Böyle kabul edilince, aradaki “Şüphesiz biz uyarıcılarız” cümlesi, bir cümle-i muteriza (ara cümle) olur.Ayetin bu kısmı, bu gecenin kadir gecesi olduğuna delâlet eder. Çünkü burada anlatılan özellik, “Melekler ve Ruh o gece Rablerinin izniyle, her iş için inerler” ayetinde anlatılan aynı özelliktir. (Kadir, 4)
5- أَمْرًا مِّنْ عِندِنَا “Tarafımızdan bir emirle.”
إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ “Şüphesiz biz elçiler göndericiyiz.”
6- رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ “Rabbinden bir rahmet olarak.”
Ayet, üstteki “Şüphesiz biz uyarıcılarız” kısmından bedeldir. Yani, “Kur’anı biz indirdik. Çünkü kullara olan rahmetimizden dolayı kitap vererek peygamberler göndermek bizim âdetimizdendir.”
Ayette, Allahu Teâlâ için zamir de kullanılabileceği hâlde “Rabbinden” denilmesi, semavî kitaplarla insanları uyarmanın rububiyetin bir gereği olduğunu hissettirmek içindir. Çünkü peygamberlerin kitapla gönderilmesi, en büyük terbiye türlerindendir.
“Rabbinden bir rahmet olarak” ifadesi, her hikmetli işin o gecede ayrılmasının veya “tarafımızdan bir emirle” ifadesinin illeti olabilir. Yani, “o gecede her iş fasledilir veya bizim nezdimizden emirler verilir. Çünkü rahmetimizin bir tecellisi olarak peygamberler göndermek, bizim şanımızdandır.”
Rızıkları ve başka şeyleri taksim etmek şeklindeki her iş ve ilâhî emirlerin suduru, rahmet babındandır.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “Şüphesiz ki O, Semi’ – Alîm’dir.”
O, kullarının sözlerini işitir ve hâllerini bilir.
Bu ve devamı, Cenab-ı Hakkın rububiyetinin açıklamasıdır. Çünkü rububiyet, ancak bu sıfatlara haiz olana hak olur.
7- رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ “Eğer yakîn sahibi iseniz (iyi bilin ki) O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”
Buradaki yakînden murat,
-İlimlerde yakîn sahibi olanlardan iseniz…
-Veya “onları kim yarattı?” sorusuna “Allah” diye ikrar etmenizde yakîn sahibi olanlardan iseniz…
-Veya şöyle takdir edilebilir: Yakîn sahibi olmayı istiyorsanız, bunu böyle biliniz: “O göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların Rabbidir.”
8- لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.”
Çünkü O’ndan başka yaratıcı yoktur.
يُحْيِي وَيُمِيتُ “O diriltir ve öldürür.”
Sizin de gördüğünüz gibi, diriltiyor ve öldürüyor.
رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ “Sizin de Rabbiniz, sizden önceki atalarınızın da Rabbidir.”
9- بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ يَلْعَبُونَ “Doğrusu onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.”
Ayetin bu kısmı, onların yakîn sahibi olmalarına bir reddir.
10- فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَاء بِدُخَانٍ مُّبِينٍ “Göğün açık bir duman getireceği günü bekle.”
O gün, çetin ve insanların aç oldukları bir gündür. Çünkü aç olan kişi, gözünün zaafı sebebiyle kendisiyle sema arasını dumanlı bir şekilde görür.
Veya bundan murat, kuraklık zamanıdır. Kuraklık yılında yağmurun azlığı ve tozların çokluğu sebebi ile, hava dumanlı görülür.Veya şöyle olabilir: Arablar şerrin fazla olduğu zamana “duman” derler. İslâmın ilk döneminde Mekkede şiddetli bir kıtlık olmuş, öyle ki köpeklerin leşini ve kemiğini yiyecek duruma gelmişlerdi.
Veya “duhan” yani dumandan murat, kıyamet alâmetlerinden biridir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Kıyamet alâmetlerinden ilki dumandır.
-Ayrıca, Hz. İsa nazil olacaktır.
-Yemenden bir ateş çıkacak ve insanları mahşere sürecektir.
“Ya Rasûlallah, duman nedir?” diye soruldu, Hz. Peygamber cevap olarak bu ayeti okudu. Ardından da şöyle buyurdu: Bu duman doğu ve batı arasını doldurur. Kırk gün kırk gece devam eder. Mü’mine nezle gibi gelir. Kâfiri ise sarhoş gibi yapar. Bu duman onun burun deliklerinden, kulaklarından ve arkasından çıkar.”
Veya bu günden murat kıyamet günüdür. Duman, her iki manaya da muhtemeldir.
11- يَغْشَى النَّاسَ “(O duman) insanları bürür.”
هَذَا عَذَابٌ أَلِيمٌ “Bu, çok elîm bir azaptır.”
12- رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ “(O gün insanlar şöyle derler:) Ey
Rabbimiz! Bizden azabı kaldır, (artık) biz mü’minleriz.”
Bu, azabın kendilerinden kaldırılmasına mukabil iman vaadinde bulunmaktır.
1ّ3- أَنَّى لَهُمُ الذِّكْرَى “Nerede onlarda öğüt almak?!”
وَقَدْ جَاءهُمْ رَسُولٌ مُّبِينٌ “Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.”
Gelen bu elçi (peygamber), onlara öğüt alma noktasında bundan daha büyük ayetleri ve mu’cizeleri beyan etmişti.
14- ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَّجْنُونٌ “Sonra ondan yüz çevirdiler ve
“Bu, öğretilmiş bir mecnun!” dediler.”
Muhataplarının bir kısmı “Arab olmayan bir köle O’na öğretiyor” derken, bazıları da “O bir mecnun!” dediler.
15- إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا “Biz azabı kısa bir süre kaldıracağız.”
Hz. Peygamber kuraklığın kaldırılması için dua etti, kuraklık kaldırıldı.
إِنَّكُمْ عَائِدُونَ “Siz yine döneceksiniz.”
Ama siz azabın kalkmasından sonra yine küfre döneceksiniz.
Dumanı kıyamet alâmeti olarak tefsir edenler, ayetin bu kısmını şöyle açıkladılar: Duman geldiğinde kafirler dua ile Allahtan yardım talep ederler, Allah da kırk günden sonra dumanı kaldırır. Dumanı kaldırmasının hemen akabinde eski hâllerine dönerler.
Dumanı kıyamet koptuğunda olacak bir durum ile tefsir edenler ise şöyle mana verirler: “Şayet biz azabı kaldıracak olsak, siz yine dönersiniz.”
16- يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إِنَّا مُنتَقِمُونَ “O büyük şiddetle çarpacağımız gün, Biz intikam alırız.”
Bundan murat:
-Kıyamet günüdür,
-Veya Bedir Savaşıdır.
17- وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ “Andolsun, onlardan önce Firavunun kavmini imtihan ettik.”
Musa’yı göndererek onları imtihan ettik.
Mana şöyle de olabilir:
-Kendilerine mühlet vererek,
-Ve rızıklarını bol kılmak suretiyle onları fitneye düşürdük.
وَجَاءهُمْ رَسُولٌ كَرِيمٌ “Onlara kerîm bir peygamber gelmişti.”
Hz. Musanın “kerîm” olması, Allah ve mü’minler nezdinde kıymetli olması veya nesebinin asil ve hasebinin üstün olması yönüyledir.
18- أَنْ أَدُّوا إِلَيَّ عِبَادَ اللَّهِ “O, şöyle demişti: Allah’ın kullarını bana teslim edin.”
Şöyle de mana verilebilir: “Ey Allahın kulları! Allaha iman ve daveti kabul ile Allahın hakkını bana eda edin!”
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ “Çünkü ben, size gönderilmiş emin bir elçiyim.”
Sıdkına delâlet eden mu’cizelerle gelen ve töhmet altında olmayan emin bir elçiyim.
19- وَأَنْ لَّا تَعْلُوا عَلَى اللَّهِ “Allah’a karşı ululuk taslamayın.”
O’nun vahyini ve rasûlünü değersiz görerek Allaha karşı tekebbürde bulunmayın.
إِنِّي آتِيكُم بِسُلْطَانٍ مُّبِينٍ “Çünkü ben size apaçık bir delil (mu’cize) getiriyorum.”
Ayetin bu kısmı öncesinde yer alan nehyin illetini bildirir.
Onların görevlerini edâ etmelerini ifade ederken kendisinin emîn olduğunu nazara vermesinde, Allaha karşı kibirlenmemelerini isterken ise “apaçık bir delil” getirdiğini söylemesinde belağat yönüyle ayrı bir güzellik bulunmaktadır.
20- وَإِنِّي عُذْتُ بِرَبِّي وَرَبِّكُمْ أَن تَرْجُمُونِ “Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, Rabbim ve Rabbinize sığındım.”
Taşlamaktan murat,
-Vurarak eziyet etmeleri,
-Sözlü saldırıda bulunmaları,
-Veya öldürmeleridir.
21- وَإِنْ لَّمْ تُؤْمِنُوا لِي فَاعْتَزِلُونِ “Eğer bana inanmadınızsa benden uzakdurun.”
Aleyhimde de, lehimde de bulunmayın. Bana bir kötülükle taarruz etmeyin. Çünkü, felahınız olan şeye sizi davet eden birinin alacağı karşılık bu değildir.
22- فَدَعَا رَبَّهُ أَنَّ هَؤُلَاء قَوْمٌ مُّجْرِمُونَ “Sonra “Bunlar mücrim bir kavimdir” diye Rabbine dua etti. ”Onlar kendisini yalanlayınca Rabbine dua etti.
Kendilerine beddua edilmesini gerektiren “mücrim olmak” özelliklerini söyleyerek onlara tariz yoluyla bedduada bulundu. Ayet, bundan dolayı “dua etti” şeklinde ifade etti.
Allah da şöyle buyurdu:
23- فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلًا “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar.”
إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ “Çünkü takip edileceksiniz.”
Sizin çıkışınızı öğrendiklerinde, Firavun ve ordusu sizi takip edecekler.
24- وَاتْرُكْ الْبَحْرَ رَهْوًا “Denizi açık hâlde bırak.”
إِنَّهُمْ جُندٌ مُّغْرَقُونَ “Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.”
25- كَمْ تَرَكُوا مِن جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Onlar geride nice bahçeler, pınarlar bıraktılar.”
26- وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ “Nice ekinler, nice güzel konaklar!”
27- وَنَعْمَةٍ كَانُوا فِيهَا فَاكِهِينَ “Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler!”
28- كَذَلِكَ “İşte böyle!”
وَأَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا آخَرِينَ “Bütün bunlara başka bir toplumu mirasçı kıldık.”
Kendilerinde üstte sayılan imkânlar olmayan bir kavmi bunlara mirasçı kıldık.
Bu kavim İsrailoğullarıdır. Ama onların Mısıra geri dönmemesinden hareketle başka bir kavim olduğunu söyleyenler de olmuştur.
29- فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاء وَالْأَرْضُ “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.”
Ayetin bu ifadesi, onların helakine sema ve arzın üzülmediğini, var olmalarına da önem vermediğini anlatan bir mecazdır. Nitekim bunun zıddı olarak da “sema ve arz onlara ağladı”, “onların helâki yüzünden güneş tutuldu” denilir.
Şu rivayet de bu manayı teyid eder: “Namaz kıldığı, ibadet ettiği, amelinin yükseldiği ve rızkının indiği yer mü’min kimsenin ölümüne ağlar.”
Denildi ki: Sema ve arzdan murat, bunlarda yaşayanlardır. Yani, “bunlara ne gök ehli ağladı, ne de yer ehli!”
وَمَا كَانُوا مُنظَرِينَ “Ve onlara mühlet de verilmedi.”
30- وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُهِينِ “Andolsun, İsrailoğullarını o zillet verici azaptan kurtardık.”
Zillet verici azaptan murat
-Firavunun istibdadı,
-Ve onların erkek çocuklarını öldürtmesidir.
31- مِن فِرْعَوْنَ “Firavun’dan.”
إِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِّنَ الْمُسْرِفِينَ “Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi.”
32- وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلَى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَمِينَ “Andolsun, onları, bir ilim üzere âlemlere üstün kıldık.”İsrailoğullarının buna layık olduklarını bilerek kendilerini seçtik.
Ayete şöyle de mana verilebilir: Bazı hâllerde haktan sapacaklarını bilmekle beraber, onları seçtik.Bu seçilmeleri, içlerinde pek çok peygamber olmasındandır.
Veya onların seçilmeleri, kendi zamanlarındaki insanlara üstün kılınmalarıdır.
33- وَآتَيْنَاهُم مِّنَ الْآيَاتِ مَا فِيهِ بَلَاء مُّبِينٌ “Onlara, içinde açık bir nimet bulunan ayetler verdik.”
Bunlar,
-Denizin sularının yarılması,
-Bulutun çölde kendilerine gölgelik yapması,
-Gökten kendilerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirilmesi gibi mu’cizelerdir.
Ayette geçen “belâ” kelimesi “açık bir nimet” anlamına geldiği gibi, “zâhir bir imtihan” manasına da gelebilir. O zaman şunu ifade eder: “Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan ayetler verdik.