TERİMLER
*Kur’ân (a.i.); Yüce Allâh tarafından vahiy yoluyla Arabça olarak peyder pey Peygamber Efendimiz-sallallâhüaleyhivesellem-’e inzal olunan nesilden nesile bize kadar tevatüren gelen, Mushaflarda yazılı, Fâtiha ile başlayıp Nâs sûresi nihayete eren 323.015 harf, 77.439 kelime, 114 sûreden oluşan mûciz bir kelâmdır. (Diyânet)
-Kur’ân-ı mübin 6666 âyet-i celîleden müteşekkildir. (Ö.N.Bilmen)
-Kur’ân-ı Kerîm’deki en uzun sûre Bakara sûresidir. En kısa sûre Kevser sûresidir. En uzun âyet ‘deyn’ âyeti diye de adlandırılan ve borçlarla ilgili hükümlerden sözeden Bakara 282 âyettir. En kısa âyet ‘Ve’d- Duhhâ / Ve’l-Fecr’âyetleridir. Kur’ân-ı Kerîm’deki en uzun kelime ‘Feeskaynâkümühü / el-Hicr-22’dir.’ (Rûhu’l Beyân)
“Sözün en hayırlısı Allâh’ın kitabıdır.” Hadis-i şerif.
Kur’ân, başka kelâmlarla kabil-i kıyâs olamaz. Kur’ân’ın belâgatı takât-ı beşerin fevkindedir yetişilemez.
*Kerîm; her şeyin iyisi, a’lâsı, faidelisi. (Elmalılı Tefsiri)
*Nass (a.i.c:nusus); 1-açıklık, sarihlik, kat’îlik 2-mânâsında sarihilik, kat’îlik bulunan Kur’ân âyetlerinin delil olarak gösterileni.
*Âyet (a.i.c:âyât); 1-Kur’ân-ı Kerîmin herhangi bir cümlesi 2-alâmet, nişan.
-âyet-i kerîme: kutsal âyet.
*Âmîn; âmin lafzı Kur’ân’dan değildir. Fakat Fâtiha sûresini bununla hatmetmek sünnettir. Bu kelime; Ya Rabbi! Bizden kabul et, duâlarımıza icâbet buyur, mânâsını ifade eder. (Ö.N.Bilmen)
Âmîn, sünnet ile sabittir. (Elmalılı Tefsiri)
*Bid’at; Resûlullâh-aleyhisselâm- zamanında olmayan bir şeyi icad etmek demektir. Şer’an makbûl ve güzel sayılan şeylere “bid’at-ı hasene”, şer’an çirkin sayılanlara da “bid’at-ı seyyie” derler.
*Cüz’ (a.i.c:eczâ); kısım, parça, bölük. Kur’ân 30 cüz’den müteşekkildir.
-Eczây-ı Şerife; Kur’ân-ı Kerîm’i meydana getiren otuz cüz.
*Nass; İslâm literatüründe genel olarak âyet ve hadisleri ifade etmektedir. (Diyânet)
*Kari’ (a.i.“ka”uzun okunur.c: Kurra’); 1-kırâat eden okuyan. okuyucu 2-Kur’ân-ı Kerîm’i usûlünce okuyan.
*Kurra’ (a.s.); Kur’ân’ı, yedi kırâat ve on rivayet dâhilinde okuyan üstad hafızlar.
*Sûre (a.i.c:süver); Kur’ân-ı Kerîmin ayrıldığı 114 bölümden her biri. (sûre aslında ibranca olup: 1-duvarda dizilmiş bir taş tabakası 2-yazı, satır 3-yazılmış nesne, mânâlarına gelir).
“Sûre; başı ve sonu belli Kur’ân’dan bir parça.” (Rûhu’l Beyân)
*Tilâvet (a.i.); Kur’ân-ı Kerîm’i, güzel sesle ve usûlüne göre okuma, okunma.
Tilâvet; Kur’ân'ı, Kitab'ı ve Allâh Teâlâ'nın âyetlerini okumakla birlikte, bunlar üzerinde iyice düşünmek, gereğince amel etmek anlamlarını da içermektedir. Bu bakımdan kırâat, genel bir anlam ifade ederken, tilâvet daha özel bir anlam taşımaktadır. Onun için her tilâvet kırâattır, fakat her kırâat tilâvet değildir, denilmiştir. (Şâmil İslâm Ansiklopedisi)
*Kırâat (a.i.); Okuma, devamlı ve düzgün okuma.
-İlm-i Kırâat; Kur’ân’ın usûl ve kâidesine göre okunması.
-Kırâat-ı Seb’a; Kur’ân-ı Kerîm’in yedi türlü okunuş tarzı.
-Kırâat-ı Âsım; Bu yedi tarz arasında yaygın olanı.
-Bedîî Kırâat; Mantıkî Kırâat şartlarına riayet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirme, şiddet makamında yükseltme. Acemi aktör tavrı takınmaksızın ses ve işaretle canlandırma.
-Mantıkî Kırâat (edebiyat); Acele etmeyerek, fakat yazı işâretlerine dikkat ederek, yani virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, şaşma ve sualleri anlatmak, konuşmalarda konuşanların sözlerini ayırmak sûretiyle okuma.
-Mihanikî Kırâat; Kelimeleri doğru telaffuz etmekle beraber ezber dersi dinletircesine ve makine gibi saldır saldır okuma. (Ferit Develioğlu / Osmanlıca Lûgat)
*Hafız (a.i.); Koruyan, koruyucu, bekçi, nöbetçi, Kur’ân’ı ezberden okuyan.
*Meâl; Sözlükte; “bir şeyin varacağı gâye, bir şeyi eksiltmek”demektir. Istılahta, Kur’ân âyetlerini her yönü ile aynen çevirme iddiası olmaksızın, başka bir dile aktarmak anlamında kullanılır. Kur’ân’ın kelime ve cümlelerni kelimesi kelimesine, hiçbir anlamını eksik bırakmadan başka bir dile çevirmek mümkün olmadığı için Kur’ân’ın başka dillere çevirisine meâl ismi verilmiştir. Bu kelime ile yapılan çevirilerde eksik olabilir, bu anlam, âyetin kelimenin yaklaşık mânâsıdır demek istenir. (Diyânet)
*İlmü’l-Münâsebet; Âyetler ve sûreler arasındaki uyumu konu edinen ilim. (Diyânet)
*İlm-i Hâl; din kâidelerini öğretmek üzere yazılmış kitap.
*Cellecelâluh; Allâh’ın adı zikredildiğinde kullanılan bir saygı ifadesidir. Celâl; büyüklük, ululuk, ve yücelik mânâsına gelen Allâh’ın isimlerinden biridir. Celle ise; büyük ve yüce oldu anlamındadır. Cellecelâluh tâbiri ise,”azâmeti yüce ve ulu oldu” demektir. Bu tâbirin yerine “celleşânuh (O’nun şânı yüce olsun)” ya da “celle ve alâ” ifadeleri de kullanılmaktadır. Bu tâbir İslâm sanat, tezhib ve hat kültüründe Allâh lafzından sonra uygun bir biçimde yazılmakta ve zikir meclislerinde Allâh’ın kudretine dikkat çekmek için zikrin başında, ortasında veya sonlarında söylenmektedir. Böylece Allâh lafzının geçtiği yerde tefekkür, zikir, saygı ve teslimiyet hatırlatılmaktadır. (Diyânet)
*Aleyhi’s-selâm; selâm üzerine olsun anlamına gelen bir duâ’ ve dilek cümlesidir. Bu duâ’, peygamberlerin adı zikredilince saygı ifadesi olarak kullanılır. (Diyânet)
*Farz (a.i.c:Furûz); 1-Bir netice elde etmek için ihtimalli veya gerçek olarak kabul edilen bir tahminde bulunma. Sayma. Tutma. Bir hususu bir dava’ya mevzû ve asıl kılma: “beni burada yok farz edin” 2-Allâh’ın işlenmesini kat’i olarak lüzumlu terki günah olan emirleri (namaz, oruç hac, zekât gibi) 3-(sıfat)zarûri, lüzumlu, gerekli: “O’nu ziyâret etmek farz oldu”. Bil-farz: diyelim ki, tutalım ki. (Ferit Develioğlu / Osmanlıca Lûgat)
Fıkıh terimi olarak Allâh ve Resûlü tarafından kat’i bir delille emredilen fiil ve amel, demektir. Fâkihlerin çoğuna göre farz ile vâcib aynı mânâda kullanılmaktadır. Ancak Hanefîlere göre farz ile vâcib birbirinden farklı olarak kabul edilmiştir. Buna göre farz; Kur’ân âyeti veya mütevâtir sünnet gibi kesin olarak sabit bir nass’la, açık bir şekilde yapılması emredilen fiil ve amellerdir. Farzı yapan sevap kazanır, özürsüz olarak yapmayan azabı hak eder, inkâr eden dinden çıkmış olur.
- Farz-ı Ayn; Beş vakit namaz, oruç. Her mükellefin yapması gereken farz demektir. Farz-ı Ayn bazılarının yapmasıyla diğer mükelleflerden düşmez.
- Farz-ı Kifâye; Toplumsal, sosyal bir vazife mahiyyetinde olup, bazı mükelleflerin yapmasıyla diğerlerinin yapması gerekmeyen farz demektir. Cenâze ile ilgili vazifeler ve cenâze namazı, bazı mesleklerin icrâsı bunun örneğini teşkîl eder. (Diyânet)
*EDİLLE-İ ŞER’İYYE (*)
*Edille (a.i.delil’den); işâretler, kılavuzlar, rehberler. 2-herhangi bir davayı ispat etmeye yarayan deliller.
Edile-i Şer’iyye, Edile-i Erbaa ; kitap, sünnet, icmâ-i ümmet, kıyâs-ı fukahâdan çıkan şerîatın dört delili.
1- Kur’ân-ı Kerîm; Dinî hükümlerin birinci derecede kaynağıdır.
2- Sünnet; Efendimiz-aleyhisselâm-’ın söz ve davranışları.
Sünnet (a.i.c:sünen); iyi ahlâk, iyi tabiat. 2- Hazreti Muhammed-aleyhisselâm-’ın sözleri, fiilleri ve tasvipleri. [misvak kullanmak, cemaatle namaz…vb.>
3- İcmâ (a.i.cem’den); dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
İcmâ-ı Ümmet; 1-Büyük fâkihlerin, dinle ilgili bir mevzûda birlik olmaları. 2-mecâzi: bütün halk.
4- Kıyâs (a.i.); 1-Bir şeyi başka bir şeye benzeterek hüküm verme, bu yolda verilen hüküm, bir tutma. 2- karşılaştırma, örnekseme 3- umûm kâideye uyma.
Müctehid âlimlerin, dinde hükümleri açıkça bildirilmeyen işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek anlamadır. Mesela; Sigorta yapmak veya yaptırmak. Bu daha önceleri olmayan bir iktisâdi faaliyetti.
*Esbab-ı Nüzul:1-İnmesinin sebebleri 2- Kur'an-ı Kerîm âyetlerinin gelmesine (Cebrâil -aleyhisselâm- vasıtası ile
indirilmesine) sebeb olan hâdiseler.
*SECÂVEND
Secâvend (f.i.); Kur’ân’ı mânâya uygun okumak için konulan işâret. Mesela; ‘kaf’ durmayı, ‘sad’geçmeye ruhsatı, ‘cim’durma veya geçmenin câiz olduğunu ‘mim’ muhakkak sûrette durmayı gösterir. (Ferit Develioğlu / Osmanlıca-Lûgat)
Bu işâretleri ilk defa Muhammed b. Tayfur es-Secâvendi (vft: 560/1165) koymuştur ki, daha sonra konulan bazı işâretlerle birlikte hepsine birden, onun ismine izâfeten "Secâvend" denilmiştir (A.Çetin, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi, s. 150). Okuyucu bu işâretlerin haricinde olan yerlerde durmaz. Herhangi bir sebeple durduğu takdirde öncesinden alarak okumaya devam eder. Yüce ALLÂH: "Kur’ân’ı tertîl ile (açık açık, tane tane) oku!" (el-Müzzemmil, 73/4) buyurmuştur. Hazreti Ali âyette geçen tertîl, "harfleri tecvîd ile okumak ve vakıfları (durulacak yerleri) bilmek" şeklinde açıklamıştır. Kur’ân’ın okunuşu kendine has özellik taşır. Onun okunuşunun özel kuralları vardır. Secâvendlere riayet ederek okumak hem manâ ile hem de tecvîdle ilgilidir. (Bkz: www.sorularlaislamiyet.com)