TEBÜK SEFERİ (M.631)
Tebük seferinin sebepleri;
1- Romalıların yeni doğan, fakat çabuk büyüyüp gelişen İslâm devletinin varlığından endişe duymaları,
2- Bazı Arab kabîlelerinin Romalılarla işbirliği yapma arzularını izhar etmeleri ve aralarında birtakım temasların yapıldığının tesbit edilmesi,
3- O bakımdan Medîne üzerine yürüyecek güçlü bir ordunun bazı kabîlelerden destek göreceğinin anlaşılması,
4- Gelecek olan bir ordu karşısında Müslümanların yenilgiye uğraması sonucu Arab yarımadasında i’tibârın sarsılması, otoritenin sıfıra düşmesi,
5- Düşmanı kendi toprak veya sınırlarına kadar gidilerek karşılamanın birtakım avantajlarının söz konusu olması,
6- İslâm bünyesinde mikrop gibi musallat olan münâfıkların bu vesîleyle ayaklanması gibi düşüncelerden hareketle Tebük seferine karar verilmiştir.
Tebük seferinde sağlanan başarılar;
· Romalılara büyük bir gözdağı verildi.
· Romalılara ilerde yardım edecek kabîlelerle andlaşmalar yapılarak İslâm hâkimiyeti sınır kesiminde yaşayanlara kabul ettirildi.
· İslâm devletinin sınırları doğuda Bizans kapılarına kadar dayandı.
· İslâm hazînesi (beytülmal) yeni imkânlarla zenginleşti.
· Hem arab yarımadası, hem de Romalılar kökleşip gelişen İslâm gücünü daha iyi anlamış oldular.
· Henüz müslüman olmayan birçok kabîleler hiçbir tazyik altında kalmadan kendi rızalarıyla gelip Müslüman oldular.
· Münâfıkların umudu bütünüyle kırıldı. Îmânı zayıf olanların dine daha ciddî sarılmalarını sağladı.
· Müslümanların îmân, irfan, cesâret ve azimlerini bir kat daha artırdı.
· İslâm’ın büyük ve hatırı sayılır bir devlet olduğunu Romalılara kabul ettirmiş, sınırları emniyete almış bulunuyordu. Yapılacak başka bir şey kalmadığından Medîneye dönmeye karar verildi. (Asrın Kur’ân Tefsiri)
9/ et-Tevbe -42- Eğer davet olundukları seferde peşin bir ganîmet bulunsa ve orta yollu bir mesafe olsaydı, mutlaka senin peşinden gelirlerdi; fakat meşakkatli yol onlara pek uzak geldi. Bununla beraber “Eğer gücümüz yetseydi muhakkak sizinle beraber sefere çıkardık” diye yemin edeceklerdir. Onlar bu yalanlarıyla kendilerini mahvediyorlar. Çünkü ALLÂH onların yalancı olduklarını kesinlikle bilmektedir.
43- Hay ALLÂH seni affedesice! Niçin sence doğru söyleyenler iyice belli oluncaya ve yalancılar da meydana çıkıncaya kadar beklemeyip izin isteyen o münâfıklara izin verdin?
44- ALLÂH’ı ve âhireti tasdîk edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihada katılmama hususunda senden izin istemezler. ALLÂH, o takvâ ehlini pekiyi bilir.
45- Senden katılmamak için izin isteyenler sadece ALLÂH’ı ve âhireti tasdîk etmeyenler, kalbleri şüphe ile çalkalanıp şüpheleri içinde bocalayıp duranlardır.
46- Eğer onlar gerçekten sefere çıkmak isteselerdi, elbette onun için hazırlık yaparlardı. Fakat ALLÂH onların davranışlarını hoş görmeyip kendilerini engelledi ve kendilerine: “Oturun, oturanlarla beraber!” dedi.
47- Şâyet sizinle çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka bir faydaları olmazdı. Fesat ve fenâlığı artırmaktan başka bir iş yapmazlardı. Sizi fitneye düşürmek arzusuyla aranıza sokulup entrikalar çevirirlerdi. Aranızda onlara kulak verenler de vardır. ALLÂH o zalimleri pekiyi bilir.
49- İçlerinden bazıları: “Bana izin ver, beni fitneye ve isyana düşürme, başımı derde sokma!” der. Bilmiş ol ki, fitneye zâten kendileri düşmüşlerdir. Cehennem elbette kâfirleri her taraftan kuşatacaktır.
65- Eğer kendilerine ettikleri alay hakkında soracak olursan, yaptıklarını gizler ve: “Ciddî bir şey konuşmuyorduk, sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk!” derler. Sen onlara kanmayıp, suçlarını i’tirâf etmişlercesine de ki: “Demek, siz ALLÂH ile, O’nun âyetleri ile ve Onun Resûlü ile eğleniyordunuz ha!”
66- “Ey münâfıklar! Hiç boşuna özür dilemeyin! Gerçek şu ki: Siz îmân ettiğinizi açıkladıktan sonra, içinizdeki inkârı açığa vurdunuz. Sizden bir kısmınızı, (tevbeleri veya alay etmemeleri sebebiyle) affetsek de, bir kısmını suçlarında ısrar etmelerinden dolayı cezalandıracağız.”
74- Onlar ALLÂH’a yemin ederek, olumsuz bir şey söylemediklerini ileri sürerler. Halbuki küfür sözünü söylediler, İslâm’a girdikten sonra inkâr ettiler, başaramadıkları, netîce alamadıkları birtakım cinâyetlere yeltendiler. Münâfıkların Peygamber’e ve mü’minlere kîn beslemelerinin tek sebebi, ALLÂH ve Resûlünün kendi lütfu ile mü’minlerin ihtiyaçlarını gidermesiydi. Onlar tevbe ederlerse, haklarında hayırlı olur. Yok yüz çevirirlerse, ALLÂH onları dünyada da âhirette de acı bir azaba uğratır. Onlara dünyada, ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulunur.
81- Savaşa çıkmayıp Resûlullah’dan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından memnûn olup sevince gark oldular. ALLÂH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmayıp “Bu sıcakta sefere çıkmayın!” dediler. De ki: Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacaksınız? Bunu bir bilip anlasalardı!
83- Eğer (bundan böyle) ALLÂH seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de, onlar (sefere) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz benimle birlikte ebedîyyen çıkmayacak ve benimle birlikte hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz baştan yerinizde oturup kalmaya râzı oldunuz. Şimdi de geri kalan (kadın ve çocuk)larla birlikte oturun.”
90- Bedevîlerden savaşa katılmamak için özürler uyduranlar, hiç değilse kendilerine izin verilsin diye geldiler. ALLÂH’a ve Resûlüne bağlılık iddiâ’sında yalancı olanlar ise oturdular. Ne geldiler, ne de özür dilediler. O bedevîlerden kâfir olanlar, gâyet acı bir azaba ma’rûz kalacaklardır.
91- ALLÂH ve Resûlüne sâdık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler taşımak şartıyla zayıflara, hastalara ve savaşta harcama imkânı bulamadığından dolayı savaşa katılamayanlara sorumluluk yoktur. Zira onlar, geri kalmakla beraber, memleketlerinde iyilik ediyorlar. İyilik edenlere diyecek bir şey yoktur. Gerçekten ALLÂH Ğafur’dur, Rahîm’dir (affı ve merhameti boldur).
92- Ey Resûlüm! Binek te’mîn etmen için sana geldiklerinde: “Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum” deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle gözyaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir.
93- Ayıplamak gerekirse, zengin ve imkânlı olmalarına rağmen savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır. İşte onlar geride kalan güçsüz kadınlarla beraber kalmaya râzı oldular. ALLÂH da onların kalblerini mühürledi. Artık onlar işlerin gerçek mâhiyyetini bilemezler.
94- Savaş dönüşü kendileriyle karşılaşınca, katılmamaları hakkında ma’zeretler, bahaneler ileri sürerler. De ki: “Boşuna özür dilemeyin, zira size inanmayacağız. Çünkü sizin aleyhimizde çevirdiğiniz hîlelerden bir kısmını ALLÂH bize bildirdi. Bundan böyle de, yapacağınız her şeyi ALLÂH da, Resûlü de görüp değerlendirecek, daha sonra da, gizli olsun açık olsun, her şeyi bilen ALLÂH’ın huzûruna götürüleceksiniz. O da bütün yaptıklarınızı bir bir önünüze koyacaktır.”
95- Dönüp yanlarına vardığınız zaman, kendilerini affetmeniz için ALLÂH’a yeminler edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Onlarla muhatâb bile olmayın. Çünkü onlar o kadar murdâr kimseler ki, hesap sormak ve azarlamakla yola gelmezler. İşleyip durdukları günahlar sebebiyle onların konutları cehennem olacaktır.
96- Kendilerinden râzı olasınız diye, size karşı ALLÂH’a nice yeminler edecekler. Bilesiniz ki siz onlardan hoşnut olsanız bile, o yoldan çıkmış, o pis gürûhtan ALLÂH asla râzı olmaz.
97- Bedevîler, inkâr ve münâfıklıkta şehirlilerden daha şiddetli; ALLÂH’ın, Resûlüne indirdiği hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar. ALLÂH her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
117- ALLÂH, Peygamberini savaşa katılmayanlara izin verdiğinden ötürü affettiği gibi, içlerinden bir kısmının kalbleri kaymaya yüz tutmuşken, o güçlük anında, Peygambere tâbi’ olan Muhâcirlerle Ensârı da tevbeye muvaffak buyurdu ve sonra onların bu tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı Raûf’dur, Rahîm’dir (pek şefkatli ve pek merhametlidir).
118- ALLÂH, savaştan geri kalan ve haklarındaki hüküm ertelenen o üç kişinin de tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen başlarına dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıktıkça sıktı. Nihayet, ALLÂH’ın cezasından, yine ALLÂH’ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığını anladılar da, bundan sonra, önceki iyi hâllerine dönsünler diye, ALLÂH onları tevbeye muvaffak kıldı. Çünkü ALLÂH Tevvâb’dır, Rahîm’dir (tevbeleri çok kabul eder, tevbe edenleri sever ve pek merhametlidir).
*Üç kişi;
1- Kâb Bin Mâlik,
2- Mürâre Bin Rebi’a el-Ansâri,
3- Hilâl Bin Ümeyye el-Vâkıf -radıyallâhuanh- (Asrın Kur’ân Tefsiri)
(Bkz: RUMLAR -Mecûsî İranîlerle Hıristiyan Romalılar savaşı-)